yüzbinlerce ehli sünnet alimi böyle diyor onlar yanlış söylüyorsa bende yanlış söylüyorum
Hatip, vâiz ve ilmî çok bir fakîh idi. Çok kitap yazdı. Şiî’leri ve Yunan feylesofları reddetti. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. Allâme İbn-i Hacerî Mekkî hazretleri, buna “Allahü teâlânın, ilmîni sapıtmasına sebep ettiği kimsedir.” buyurdu.
Sıfat-ı İlâhiyye hakkında sorulan suale verdiği cevap Ehl-i Sünnet âlimlerini gücendirmiştir.
Allahü teâlâyı insan suret ve siretinde kabul ettiği için Kahire kalesinin kuyusuna hapsedildi.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlıyamamış ,tasavvufu inkar etmiş ve doğru yoldan ayrılmıştı. Nitekim Zehebî de aynı yola sapmıştı.
Ehl-i Sünnet âlimlerinden ayrıldı, İslâm âlemine fitne ve fesat ateşi saldı.
İmâm-ı Suyûti, Kamu’ul Mu’ârid kitabında buyuruyor ki, “İbn-i Teymiyye kibirli idi, kendinî beğenir, herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek âdeti idi.”
Mason Abduh’un yetiştirmelerinden Camiülezher’in eski rektörü Mustafa Abdurrazik Paşa diyor ki: “İbn-i Teymiyye fetva verirken, mezhebe uymaz, bulduğu delil ile hareket ederdi. Tasavvuf büyüklerinin keşfini inkâr ederdi.”
Yine Abdurrazik Paşa diyor ki, “Vehhâbilik, bir bakımdan İbn-i Teymiyye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi bildiğimiz M. Abduh’daki dinde reform fikirleri de bir bakımdan İbn-i Teymiyye’ye bağlıdır.”
İbn-i Teymiyye evliyanın büyüklerinden Sadreddinî Konevî hazretleri için diyor ki: “Muhyiddin-i Arabi’nin arkadaşı olan Sadreddin, Aklîyyat ile kelâm ilimlerinde üstadından daha ileride olmakla beraber, ondan daha kâfir, daha az bilgili, daha az imanlıdır. Bunların mezhebi kâfirlik olduğu için daha hünerli olanları,daha çok kâfir oluyorlar.”
İbn-i Teymiyye müslümana kâfir diyenin kendisinin kâfir olacağını bilmediği düşünülemez. Fakat şeriatı kendi sapık görüşüne uydurmaya kalktığı ve aklı ermediği hakikatleri inkar ettiği için dalâletten dalâlete sürüklenmiştir.
Kur’ân-ı kerîmi ve Hadîs-i şerîfleri Ehl-i Sünnet âlimlerinin yanlış anladıklarını iddia edecek kadar ileri gitmiş ve Ashâb-ı kirâmın bile çok yerde yanıldıklarını söylemiştir. Allah’ın dinîni kendisinin düzelttiğini, Kur’ân-ı Kerîmin mânasını sadece kendisinin anlamış olduğunu söylerdi.
Müşebbihe denilen bid’at fırkası gibi konuşur, Allahü teâlâya madde ve cisim derdi. Yaratanı insan şeklinde sanıyordu. Bu bozuk inancına o kadar saplanmıştı ki Şam Camiînin minberinde “Cenâb-ı Hak, gökten yere benim şimdi indiğim gibi iner.” diyerek minberden aşağı indiğini İbn-i Battuta haber veriyor.
Tatarhaniye fetva kitabında, Milel ve Nihal kitabında ve bütün Ehl-i Sünnet kitaplarında mücesseme ve müşebbihe fırkaları gibi düşünen ve konuşanların kâfir olduğu bildirilmiştir. İbn-i Teymiyye gibi Allahü teâlâ arş üzerinde oturur, iner, yürür gibi sözlerde bulunmak küfürdür.
Cehennem azabının kafirlere de sonsuz olmayacağını söylerdi. Dört mezhebin sözbirliği ile bildiklerine uymayan sözlerin küfür olacağını kabul etmezdi.
El-Cebel camiînde Hazret-i Ömer Radıyallahü anh’ın çok hata yaptığını söylemiştir. Hazret-i Ali Radıyallahü anh’ın ise üçyüz defa yanıldığını söylemiştir. Hadîs-i şerîfte ise “Allahü teâlâ, doğru sözü Ömer’in dili üzerine koymuştur ve Ömer hiç yanılmaz.” buyurulmuştur. İbn-i Teymiyye ise Hazret-i Ömer radıyallahü anh’ın yanıldığını söylemekle Hadîs-i şerîflere karşı gelmektedir. Halbuki böyle Hadîs-i şerîfleri bilmeyecek kadar cahil değildi, fakat bilgisinin çokluğu nisbetinde çok yanıldı.
İmâm-ı Gazalî’nin kitablarında mevzu hadîslerin çok olduğunu iddia ederdi. İbn-i Hacer-i Mekkî hazretleri, El-a’lâm bi kavatı il İslâm kitabında İbni Sübkî gibi âlimlerin kitaplarından alarak buyuruyor ki “İmâm-ı Gazalî’nin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır.” Zevacir S.37
İbni Battuta, İbni Hacer-i Mekkî, İbni Sübkî ve Ebû Hayyan Zahirî Endülûsî gibi sözleri senet olan derin âlimler, İbn-i Teymiyeyi Rafîzi saymışlardır. Hiç bir Ehl-i Sünnet âlimi İbn_i Teymiyye’yi övmemiştir. Talebeleri Zehebî ve İbnülkayyim gibi aynı yolun yolcuları onu göklere yükseltmiştir. Peygamber aleyhisselâmın anne ve babasına saldıran Aliyyül Kari ile Kur’ân-ı Kerîme mahluk diyen mason Abduh gibi kimseler İbn-i Teymiye’yi İmâm bilmişler, Ehl-i Sünnetten ayrılarak dalâlete düşmüşlerdir.
Evliya zatlara saldırmak |
Sual: Selefî denilen kimselerin, Ehl-i sünnete, evliya zatlara ve yatırlara kırmızı görmüş boğa gibi saldırmalarının sebebi nedir? CEVAP Onların bu sıkıntıları, Allahü teâlâyı tanıyamayıp Onu, Hristiyanlar gibi, mücesseme fırkası gibi, bir cisim olarak kabul etmelerinden kaynaklanıyor. Hâşâ (O, yaratılmış bir varlık gibidir, eli vardır, bir yerde durur, yani gökte, Arş’ta oturur. Vefat etmiş evliya ve enbiyaya yardım etmekten âcizdir) diyerek evliya zatların kerametlerini inkâr ederler, yatırlarına gidip dua edenlere ateş püskürürler. Genelde Allahü teâlânın dirilere yardım edebileceğine inanırlar, fakat vefat etmiş olanlara yardım edemeyeceğini zannederler. (Allahü teâlâ cisim değildir, mekândan münezzehtir) diyen Ehl-i sünnet âlimlerine düşmanlık ederler. Allahü teâlânın kâinatı yaratmadan önce de, yarattıktan sonra da bir mekâna muhtaç olmadığını bilmezler. İmam-ı Gazalî hazretlerinin, (Allahü teâlâ, mekândan münezzehtir, hiçbir yönden hiçbir mahlûka benzemez) ve İmam-ı Rabbanî hazretlerinin, (Arş da diğer eşya gibidir. Hepsi, Onun mahlûkudur) sözlerinden dolayı bu zatlara ateş püskürürler. Selefîlerin diğer adı Vehhabi’dir. Bunlara Necdî de denir. İdris, Şit ve Âdem aleyhimüsselamın peygamber olduklarını inkâr ettikleri ve Müslümanlara müşrik dedikleri için kâfir oluyorlar. (İslam Ahlakı) İngilizler tarafından kurulan Vehhabiliğin küfür olduğuna dair birçok kitap yazılmıştır. Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke’nin müftisi ve reis-ül-uleması ve Şafii şeyhül-hutebasıydı. Birçok eserleri olup, (Hülasat-ül-kelam fi beyani umerail beledil-haram), (Firreddi alel-vehhabiyyeti-etba-ı mezhebi İbni Teymiyye) ve (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitaplarında Vehhabilerin içyüzlerini açıklamakta, sapıklıklarını âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle göstermektedir. Yusüf Nebhani’nin (Şevahid-ül-hak) kitabında, ikinci Abdülhamid hanın bahriye mirlivası [amirali] Eyyub Sabri Paşa’nın (Tarihi Vehhabiyan) ve (Mir’at-ül-Haremeyn)kitaplarında da maksatları açıklanmıştır. İbni Abidin’in üçüncü cildinde bagiler bahsinde ve (Nimet-i İslam) kitabının nikâh bahsinde, ibahî yani dinsiz oldukları açıkça yazılıdır. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Vehhabiler, kendilerini Müslüman sayıp, görüşlerine muhalif olanlara müşrik derler. Bundan dolayı Ehl-i sünnet olanların ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler. (Redd-ül-muhtar) Allahü teâlâ, Peygamber efendimizi âlemlere rahmet olarak yaratmıştır. Onun hürmetine dua etmeye şirk ve Müslümanlara müşrik, kâfir diyorlar. Hakim’in bildirdiği sahih hadiste buyuruldu ki: Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, çok dua etti. Tevbesi kabul olmadı. Nihayet (Ya Rabbi! Oğlum Muhammed hürmeti için, bu babaya merhamet et!)deyince, duası kabul oldu ve (Ya Âdem! Muhammed aleyhisselamın ismiyle, her ne isteseydin kabul ederdim, Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım)buyuruldu. Bu hadis-i kudsî, (Mevahib) ve (Envar)’ın başında da yazılıdır. Böyle olduğunu, Alusî’nin (Galiyye)kitabı da, 109. sayfasında uzun bildirmektedir. Âdem aleyhisselam, Cennette iken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde, (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah)yazılı gördü. Onun, Allahü teâlânın en sevgili kulu olduğunu bilip onun hürmeti için dua etti. (S. Ebediyye) Bu dualar gösteriyor ki, Allahü teâlânın sevdikleriyle tevessül etmek, yani onları araya koyarak, onların hatırı ve hürmeti ile Ondan istemek caizdir. İbni Âbidin hazretleri, 5. cilt, 524. sayfada buyuruyor ki: (Resulullah’ı vesile kılarak Allahü teâlâya dua etmek güzel olur. Ehl-i sünnet âlimlerinin hiçbiri buna karşı bir şey demedi. Yalnız ibni Teymiyye bunu kabul etmeyerek ortaya bir bid’at çıkarmış oldu. İmam-ı Sübkî bunu güzel açıklamaktadır.) Vehhabiler de İbni Teymiyye’nin yolundan gittikleri için Resulullah'ı vasıta edenlere müşrik diyorlar. Ölü veya diri evliya zatların kerametleri de, Allahü teâlânın kudretiyle olmaktadır. Vehhabiler, Allah'ın bu kudretini kabul edemiyorlar. Allahü teâlânın kudretini kabul edemedikleri için de küfre giriyorlar. |
bu hadis yalan .imam alusi hadis kritiği yapan değerli bir alim..geçer not alamamış bir söz... Nihayet (Ya Rabbi! Oğlum Muhammed hürmeti için, bu babaya merhamet et!)deyince, duası kabul oldu ve (Ya Âdem! Muhammed aleyhisselamın ismiyle, her ne isteseydin kabul ederdim, Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım)buyuruldu. Bu hadis-i kudsî, (Mevahib) ve (Envar)’ın başında da yazılıdır. Böyle olduğunu, Alusî’nin (Galiyye)kitabı da, 109. sayfasında uzun bildirmektedir. Âdem aleyhisselam, Cennette iken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde, (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah)yazılı gördü. Onun, Allahü teâlânın en sevgili kulu olduğunu bilip onun hürmeti için dua etti. (S. Ebediyye)
Vehbi ilim ve ilham senet değildir |
Sual: “Vehbi ilim, Allah tarafından ilham edildiği için kesbi ilme zıt düşerse, vehbi ilmi tercih ederiz" demek uygun mudur? Vehbi ilim dinde senet olur mu? CEVAP (Vehbi ilmi tercih ederiz) demek çok yanlış bir düşünce ve harekettir. Çünkü dinde senet yalnız edille-i şeriyyedir. Bunlar, Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas’tır. Akıl, ilham, rüya dinde senet olmaz. Çünkü, ilhamlara ve rüyalara, vehim, hayal ve şeytan karışabilir. Karışmamış olanları da, tevilli, tabirli olabilir. Doğruları, eğrilerinden ayırt edilemez. Evliyanın ilhamı başkalarına senet olamaz. İlham, Allah tarafından kalbe gelen bilgi demektir. Ehlullahın ilhamlarının doğruluğu, İslamiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Dine sarılmayan, bid'atten sakınmayan kimsenin söyledikleri, nefsten ve şeytandan gelen bozuk fikirlerdir. İlm-i ledünni ve ilham, Muhammed aleyhisselama uyanlara ihsan olunur. Bu ihsana kavuşanlar, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri iyi anlar. Her sözü bunlara uygun olur. Bugün din bilgileri, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir. İlham senet değil Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: İlham ile dinimizin hükümleri anlaşılamaz. Yani, Allahü teâlânın, evliyanın kalblerine verdiği bilgiler, helal ve haramlar için delil, senet olamaz. Resulullah efendimizin mübarek kalbine gelen ilham, her müslüman için senettir. Her müslümanın bunlara uyması gerekir. Evliyanın ilhamı İslamiyet’e uygun ise, yalnız kendisine senettir. Başkalarına senet olamaz. Buhari’deki hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. Marifet ise ilham ile hasıl olur. İlim, ilham ile hasıl olmaz. İlmin kaynağı Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerdir. (Berika s.385) Mearif-i ilahiyye bilgileri, ilham ile hasıl olur, hocadan öğrenilmez. İbadetlerin yapılması ve bütün din bilgileri ise, üstaddan öğrenmekle elde edilir. Din bilgileri, ilham ile hasıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı. (Hadika s.378) İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: (Kıyas ve ictihad, dinin dört temelinden biridir. Buna uymaya emrolunduk. Evliyanın keşf ve ilhamları böyle değildir. Bunlara uymaya emrolunmadık. İlham, yalnız sahibi için delildir, başkaları için senet değildir.) [m. 272] (Evliyanın keşfinde hata etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihadda yanılması gibidir; kusur sayılmaz. Bundan dolayı, Evliyaya dil uzatılmaz. Müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatalı işlerde sevap verilir. Evliyanın yanlış ilhamlarına uyanlara, sevap verilmez. Çünkü ilham, ancak sahibi için senettir. Müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için senettir. O halde, Evliyanın yanlış ilhamlarına uymak caiz değildir. Müctehidlerin hata ihtimali olan sözlerine uymak ise vaciptir.) [m.31] Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa (Tasavvuf büyüklerinden birkaçı, kendilerini hâl ve sekr kaplayınca, doğru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uymayan bilgiler, marifetler söylemişler ise de, keşf yolu ile anladıklarını bildirmişlerdir. Bunun için, suçlu sayılmazlar. Bunlar ictihadında yanılan müctehidler gibidir. Onlar gibi, bunların yanılmalarına da bir sevap verilir. Böyle, birbirine uymayan bilgilerde, hep Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğrudur. Çünkü bunların bilgileri, Peygamberlik kaynağından alınmıştır. Bu bilgiler, vahiy ile bildirilmiştir. Elbette doğrudur. Tasavvuf büyüklerinin marifetleri ise, keşf ve ilham ile anlaşılmaktadır. İlhamın, doğruluğu kesin değildir. İlhamın doğru olup olmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması ile anlaşılır. Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlış demektir. İşin doğrusu böyledir. İşin doğrusu bilinince, buna uymayan ilhamların, sapıklık oldukları anlaşılır.) [m.112] İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerinin bu yazıları ile diğer âlimlerin yazıları, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına aykırı olan ve yanlış olarak vehbi ilim mahsulü denilen sözlerin veya kitapların bozuk olduğunu göstermektedir. Böyle görüş veya kitapların vehbi ilimle de bir alakası olmadığı ilim ehlince kolayca anlaşılır. Kesin olan edille-i şeriyyedir Sual: Bir arkadaş, (Edille-i şeriyyeye [dört delile] aykırı olsa da, evliyanın ilhamları senettir) diyor. Aşağıdaki sözleri senet olur mu? CEVAP Bir ilhamın veya kitabın doğru olup olmadığı edille-i şeriyye ile anlaşılır. İlham adı altında dine aykırı şeyler söyleniyor veya yazılıyorsa hiç kıymeti yoktur. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bütün büyük âlimler, (İlham senet değildir. Kesin olan edille-i şeriyyedir. Bunlara aykırı olan ilhamlar senet olamaz) buyuruyor. Bildirdiğiniz sözlere bakalım: Büyük ilim adamı [Mason] Abduh, bir üstaddır deniyor. Bu bir ilhamsa yanlıştır. Abduh mason olmasa bile, mezhepsiz biridir. Mazlum olarak ölen Hıristiyan Cennete gider deniyor. Bu bir ilhamsa yanlıştır. Çünkü edille-i şeriyyede [dört delilde], her çeşit kâfirin ebedi olarak Cehenneme gideceği bildirilmiştir. Dağda çölde kalıp da İslamiyet’i duymamışsa, bunlar Cehenneme gitmez, imanları olmadığı için Cennete de gitmez, hayvanlar gibi yok edilir. İlhamın doğruluğu, vahiy kadar değilse de, şüphe götürmeyecek kadar kesin deniyor. Bu da yanlıştır. İlhamı vahye benzetmek çok tehlikelidir. O zaman dinimizin dört delili nerede kaldı? Akıl eskiden senet değildi, şimdi ise senettir ve akılla Allah’ı ispat edemeyenin imanı muteber değildir deniyor. Bu da dört delile aykırıdır. Akıl, sadece şiilerce hüccettir. Akla, normalden, yani dinin verdiği ölçüden fazla önem veren, dini aklı ile ölçen mutezile fırkasıdır. İman tahkik edilmedikçe muteber olmaz deniyor. Bu ilhamsa bu da yanlıştır. Çünkü dinimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik edilmez yani araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Ben Mehdi’yim, falanca da İsa’dır sözü ilhamsa, bu da yanlıştır. Çünkü Hazret-i Mehdi’nin adı Muhammed, babasının adı Abdullah olacaktır. Gökten bir melek (Bu Mehdi’dir) diyeceği hadis-i şerifle sabittir. Kıyamet şu tarihte kopacaktır deniyor. Bu bir ilhamsa, bu da yanlıştır. Çünkü bu ifade âyet ve hadislere aykırıdır. Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmemiştir. Güneşin batıdan doğması, Deccalin çıkması gibi, sadece alametleri bildirilmiştir. Bazı gruplar, (Kıyamet falanca tarihte kopacak) diyerek halktan para toplamışlar, dedikleri tarih gelip geçtiği halde kıyamet kopmamıştır. Hemen her grupta,(Kıyamet şu tarihte kopacak) diye yanlış bir ilham bulunmaktadır. Hatta Yehova şahitleri denilen hıristiyanların lideri Charles Russel de 1914’te kıyamet kopacak demişti. Yehovacılar, (İsa’nın dünya krallığı başladı) diyerek, devletlerin sonunun yaklaştığını, tarihler vererek ortaya atmışlardır. Bu tarihler, 1914, 1918, 1925 ve 1975’tir. Tabii hepsi de boşa çıkmıştır. 19 cular da birkaç tarih verdi. Şu kıyameti bir türlü koparamadılar. Ben evliyayım diyerek, kendi grubundan olmayan müslümanlara kâfir diyenler çoğalıyor. Unutulmamalı ki, müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Din kimsenin tekelinde değildir. Bölücülük yapmamalıdır. |
İlk insanlar vahşi miydi? |
Sual: İlk insanların vahşi olduğu söyleniyor. İlk insan Hazret-i Âdem’e, yaşamak için gerekli olan gıda, elbise, alet gibi şeyleri ve bunları elde etmenin yollarını, Allahü teâlâ bildirmedi mi? CEVAP Elbette Allahü teâlâ bildirdi. Hazret-i Âdem ve çocukları, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazret-i Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okuma, yazma bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı. İslam harfleriyle gönderilen yazı, ilk insan Hazret-i Âdem’le birlikte dünyaya yayılmıştır. Daha sonra torunlarından ırklar, çeşitli diller ve alfabeler meydana çıkmıştır. (S. Ebediyye) Bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşiler yaşadığı gibi, Hazret-i Âdem’den sonra da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı. Fakat, bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk çağdakilerin hepsi için, vahşi denilemez. Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem'e gönderdiği kitaplarda, iman edilecek hususlar, çeşitli dillerde lügatler, namaz, oruç, gusül, birçok sanatlar, tıb, ilaçlar, aritmetik, geometri gibi şeyler bildirilmişti. Altın para basılmıştı. Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi, uzay insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayal mahsulüdür. Bir karıncayı, bir hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kâinatı yoktan yaratan Allahü teâlâyı inkâr maksadıyla böyle şeyler uyduruyorlar. Her şeye gücü yeten Cenab-ı Hak, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31] Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi de şöyle: (Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her ilmi öğretti.) [Taberanî] (Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Evlat ve zürriyetin, bir sanatla rızkını talep etsin! Dini geçim vasıtası yapmasın!) [Hakim] İlk insanların işaretle anlaştıkları da yalandır. Hıristiyan ve yahudiler de, Hazret-i Âdem’in Cennette meleklerle konuştuğunu kabul ederler. Hadis-i şerifte, (Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir Peygamberdir)buyuruldu. (Beyheki) Hazret-i Âdem’in çocukları, kafilelerle başka başka ülkelere gittiler. Ayrı dil ile konuştular. Böylece babalarının bildiği dilleri unuttular.(Mirat-i Kâinat) Hazret-i Âdem’den sonra medeniyette gerileyen kavimler olmuştur. Buna rağmen Hazret-i Nuh zamanında da maden ocakları işletilip, çeşitli aletler, makineler yapılmıştı. Hazret-i Nuh’un gemisinin, kazanı kaynayarak hareket ettiği, yani buharlı gemi olduğu Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. (Hud 40) Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların vahşi olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da rastlanması, medeniyetlerin, zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını göstermektedir. Her medeniyet yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan başlamak gerekir. Medeniyet grafiği inip çıkmıştır. Medeniyetlerin zirvedeki durumlarını görüp, eski insanların hepsine medeni demek nasıl mümkün değilse, medeniyetler yıkılınca yeni kurulan medeniyet seviyesi çok düşük olanlara da bakıp hepsi vahşi idi denilemez. Putlara tapınılan bir toplum bulununca, ilk insanların çok tanrıya taptığı da söylenemez. Yani ilk insanlar çok tanrıya tapardı, sonra tek tanrıya taptılar görüşü çok yanlıştır. İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâya ibadet ederdi. Asırlar sonra puta tapanlar çıkmıştır. Şimdi bile yeryüzünde çeşitli dinler mevcuttur. Ateşe, ineğe tapanlar vardır. Herhangi bir sebeple bugünkü medeniyet yıkılsa, Hindistan’da bir kazı yapılsa, bütün dünya ineğe tapıyordu mu denir? Bu vesikalar gösteriyor ki, ilk insanlar vahşi değildi. Taş, tunç devri gibi devirlerin yalan olduğu pek açıktır, ilimle alakası yoktur. Evrimcilerin ve devrimcilerin uydurmasıdır. Onlar, kendi teorilerine bilim derler. Evrim tenkit edilse, siz bilime karşı çıkıyorsunuz diye Müslümanları kötülemeye çalışırlar. Dinimiz kesinlikle ilme karşı değildir. Zaten din ayrı, ilim ayrı değildir. Fen ilmi İslamî ilimlerin bir koludur. (Din, ilme aykırıdır) demek, evrimci ve devrimcilerin bir iftirasıdır. Dillerin meydana çıkışı Dinsizler, hiçbir vesikaya dayanmadan, sırf dinleri inkâr için, ilk insanın konuşma bilmediğini, işaretle anlaştığını söylüyorlar ise de hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâ ile konuşan bir peygamberdir.) [Hakim] Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, şu anda dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Âdem aleyhisselam da, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri öğretti) mealindeki âyet-i kerimesidir. Hazret-i Âdem, Hak teâlâdan öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatları biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde başka başka ülkelere gittiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece çocukları babalarının konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat) |
Havas
53 — ALUSİ: Şihabüddin seyyid Mahmud bin Abdullah Alusii kebir Bağdadi, Bağdat’ta müfti idi. Şafii âlimlerindendir. 1803 de Bağdat’ta doğup, 1853 de orada vefat etti. İstanbul’a da geldi. Şiilere cevap olarak, El-ecvibe-tülIrakıyye anil esiletil-İraniyye kitabı ve Nehc-üs-selame ve El-ecvibe-tül-Irakıyye anil-esile-til-Lahuriyye, Nefehat-ül-kudsiyye fi-mebahisilimamiyye kitaplarını yazmıştır. Birincisi 1899 de İstanbul'da sanayi mektebinde, üçüncüsü 1883 de Bağdat’ta basılmıştır. Ruh-ul-meani adındaki tefsiri, dokuz cilttir. Gençler arasında şöhret bulan bu tefsir, din âlimleri arasında bir kıymet kazanamamıştır. İçindeki haberlerden bazısının doğru olmadığı, Dürerüs-seniyyede yazılıdır. İbni Teymiyye’nin fikirlerini benimsemiştir.
54 — ALUSİ: Seyyid Mahmud Şükri bin Abdullah, şiilere cevap olarak,Minhatülilahiyye muhtasar-ı tuhfei isna aşeriyye ve Seadetül-dareyn ve Süyufi müşrika ve Sabbülazab kitapları yazmıştır. Alusii kebirin torunudur. İbni Teymiyyecidir.
55 — ALUSİ: Numan bin Mahmud bin Abdullah Alusi, Bağdat’ta 1836 da doğup, 1899 da vefat etti. Mevta işitmez derdi. Cila-ül-ayneynkitabında İbni Teymiyye’yi övmekte, İbni Hacer-i Mekki hazretlerine dil uzatmaktadır. Yusüf Nebhani Şevahid-ül-hak kitabında, bunun haksız olduğunu ispat etmektedir. Galiyye-tül-mevaız kitabında dört mezhep imamlarını çok övüyor ve İmam-ı a’zamı müjdeleyen hadis-i şerifleri yazıyor ve Hanefi fıkıh kitaplarından bilgiler bildiriyor ise de, 119. sayfasında, Evliyanın kabrini ziyaret için Cila-ül-ayneyn kitabını tavsiye etmektedir.
Havas
İlk insanlar vahşi miydi?
Sual: İlk insanların vahşi olduğu söyleniyor. İlk insan Hazret-i Âdem’e, yaşamak için gerekli olan gıda, elbise, alet gibi şeyleri ve bunları elde etmenin yollarını, Allahü teâlâ bildirmedi mi?
CEVAP
Elbette Allahü teâlâ bildirdi. Hazret-i Âdem ve çocukları, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazret-i Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okuma, yazma bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı. İslam harfleriyle gönderilen yazı, ilk insan Hazret-i Âdem’le birlikte dünyaya yayılmıştır. Daha sonra torunlarından ırklar, çeşitli diller ve alfabeler meydana çıkmıştır. (S. Ebediyye)
öyle desdeksiz atmak yok..Hazret-i Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31]
Allah dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek Onun kudreti ve rububiyetinin lutfü ile Onu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allah Arş’ın üzerine nasıl yerleşmez? (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568) Bu konuda, Zahid-ül-Kevseri diyor ki: İbni Teymiyye’nin Allahü teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki mabudunun sineğin sırtına oturması, gerçek bir işmiş gibi, bunu, Allahü teâlânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arş’ın üzerinde karar kılmasına delil olarak ileri sürüyor! Allahü teâlâ, bundan münezzehtir. İbni Teymiyye ve yandaşlarından önce, insanlardan, böylesi akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir. Sineğin taşıdığı bir mabud tasavvur eden biri, muhatap bile alınmaz. (Makalat-ül-Kevseri, 301) |