İBN-İ TEMİYYE Doğan Çilingir-(İlâhiyatçı)

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
@arvasi sana selam olsun
ben bu tartışmaların içinde fazlaca bulundum bu tartışmaların kimseye faydası yok.Ak kara elbetteki hakkın divanında belli olacak bi bakmışsın sen yanlışsın. o zaman vay haline eğer siz doğruysanız vay teymiyenin haline o yüzden biz kendimize bakalım kuran ne diyor sünnet ne diyor ona uyalım kuran sünnet yolundamıyız kendimizi sorgulayalım .ıbni teymiyede çağdaşlarıda ondan öncekilerde vefat edip gitmiştir sevapları gunahlarıyla .Biz alimlere kurana ve sünnete uydukları sürece kabul ederiz yalnışlarını gorursek red ederiz.
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
yüzbinlerce ehli sünnet alimi böyle diyor onlar yanlış söylüyorsa bende yanlış söylüyorum
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Hatip, vâiz ve ilmî çok bir fakîh idi. Çok kitap yazdı. Şiî’leri ve Yunan feylesofları reddetti. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. Allâme İbn-i Hacerî Mekkî hazretleri, buna “Allahü teâlânın, ilmîni sapıtmasına sebep ettiği kimsedir.” buyurdu.
Sıfat-ı İlâhiyye hakkında sorulan suale verdiği cevap Ehl-i Sünnet âlimlerini gücendirmiştir.
Allahü teâlâyı insan suret ve siretinde kabul ettiği için Kahire kalesinin kuyusuna hapsedildi.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlıyamamış ,tasavvufu inkar etmiş ve doğru yoldan ayrılmıştı. Nitekim Zehebî de aynı yola sapmıştı.
Ehl-i Sünnet âlimlerinden ayrıldı, İslâm âlemine fitne ve fesat ateşi saldı.
İmâm-ı Suyûti, Kamu’ul Mu’ârid kitabında buyuruyor ki, “İbn-i Teymiyye kibirli idi, kendinî beğenir, herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek âdeti idi.”
Mason Abduh’un yetiştirmelerinden Camiülezher’in eski rektörü Mustafa Abdurrazik Paşa diyor ki: “İbn-i Teymiyye fetva verirken, mezhebe uymaz, bulduğu delil ile hareket ederdi. Tasavvuf büyüklerinin keşfini inkâr ederdi.”
Yine Abdurrazik Paşa diyor ki, “Vehhâbilik, bir bakımdan İbn-i Teymiyye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi bildiğimiz M. Abduh’daki dinde reform fikirleri de bir bakımdan İbn-i Teymiyye’ye bağlıdır.”
İbn-i Teymiyye evliyanın büyüklerinden Sadreddinî Konevî hazretleri için diyor ki: “Muhyiddin-i Arabi’nin arkadaşı olan Sadreddin, Aklîyyat ile kelâm ilimlerinde üstadından daha ileride olmakla beraber, ondan daha kâfir, daha az bilgili, daha az imanlıdır. Bunların mezhebi kâfirlik olduğu için daha hünerli olanları,daha çok kâfir oluyorlar.”
İbn-i Teymiyye müslümana kâfir diyenin kendisinin kâfir olacağını bilmediği düşünülemez. Fakat şeriatı kendi sapık görüşüne uydurmaya kalktığı ve aklı ermediği hakikatleri inkar ettiği için dalâletten dalâlete sürüklenmiştir.
Kur’ân-ı kerîmi ve Hadîs-i şerîfleri Ehl-i Sünnet âlimlerinin yanlış anladıklarını iddia edecek kadar ileri gitmiş ve Ashâb-ı kirâmın bile çok yerde yanıldıklarını söylemiştir. Allah’ın dinîni kendisinin düzelttiğini, Kur’ân-ı Kerîmin mânasını sadece kendisinin anlamış olduğunu söylerdi.
Müşebbihe denilen bid’at fırkası gibi konuşur, Allahü teâlâya madde ve cisim derdi. Yaratanı insan şeklinde sanıyordu. Bu bozuk inancına o kadar saplanmıştı ki Şam Camiînin minberinde “Cenâb-ı Hak, gökten yere benim şimdi indiğim gibi iner.” diyerek minberden aşağı indiğini İbn-i Battuta haber veriyor.
Tatarhaniye fetva kitabında, Milel ve Nihal kitabında ve bütün Ehl-i Sünnet kitaplarında mücesseme ve müşebbihe fırkaları gibi düşünen ve konuşanların kâfir olduğu bildirilmiştir. İbn-i Teymiyye gibi Allahü teâlâ arş üzerinde oturur, iner, yürür gibi sözlerde bulunmak küfürdür.
Cehennem azabının kafirlere de sonsuz olmayacağını söylerdi. Dört mezhebin sözbirliği ile bildiklerine uymayan sözlerin küfür olacağını kabul etmezdi.
El-Cebel camiînde Hazret-i Ömer Radıyallahü anh’ın çok hata yaptığını söylemiştir. Hazret-i Ali Radıyallahü anh’ın ise üçyüz defa yanıldığını söylemiştir. Hadîs-i şerîfte ise “Allahü teâlâ, doğru sözü Ömer’in dili üzerine koymuştur ve Ömer hiç yanılmaz.” buyurulmuştur. İbn-i Teymiyye ise Hazret-i Ömer radıyallahü anh’ın yanıldığını söylemekle Hadîs-i şerîflere karşı gelmektedir. Halbuki böyle Hadîs-i şerîfleri bilmeyecek kadar cahil değildi, fakat bilgisinin çokluğu nisbetinde çok yanıldı.
İmâm-ı Gazalî’nin kitablarında mevzu hadîslerin çok olduğunu iddia ederdi. İbn-i Hacer-i Mekkî hazretleri, El-a’lâm bi kavatı il İslâm kitabında İbni Sübkî gibi âlimlerin kitaplarından alarak buyuruyor ki “İmâm-ı Gazalî’nin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır.” Zevacir S.37
İbni Battuta, İbni Hacer-i Mekkî, İbni Sübkî ve Ebû Hayyan Zahirî Endülûsî gibi sözleri senet olan derin âlimler, İbn-i Teymiyeyi Rafîzi saymışlardır. Hiç bir Ehl-i Sünnet âlimi İbn_i Teymiyye’yi övmemiştir. Talebeleri Zehebî ve İbnülkayyim gibi aynı yolun yolcuları onu göklere yükseltmiştir. Peygamber aleyhisselâmın anne ve babasına saldıran Aliyyül Kari ile Kur’ân-ı Kerîme mahluk diyen mason Abduh gibi kimseler İbn-i Teymiye’yi İmâm bilmişler, Ehl-i Sünnetten ayrılarak dalâlete düşmüşlerdir.

bana bak kardeşim ..sen buraya yazılar asıp duruyorsun,bilip bilmeden millete iftira atıyorsun.

çok edebsizce saldrıyorsun...

istersen senin refarans alim dediğin Allâme İbn-i Hacerî Mekkî hazretleri
bir bakalım hokkabazlıklarını yalanlarını iftiralarını birlikte okuyalım;

EBÛ TALÎB el-MEKKİ, Sünnî tasavvufun önde gelen isimlerinden meşhur sufi ve muhaddis Şeyh Ebu Talib el-Mekkî (ra), iran asıllı Cebel halkındandır. Fakat Mekke'de yetiştiği için el-Mekkî nisbesiyle anılmıştır. Tam adı, Muhammed b. Ebi'l-Hasan Ali b. Atiyye el-Harisî'dir. Doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Gençlik yıllarında hayatının büyük bölümünü nefs mücahedesi ve riyazetle geçi*ren Şeyh Ebu Talib'in hadis aldığı hocalar arasında Ali b. Ahmed el-Masisi ve Ebu Bekir el-Müfid'i görmekteyiz. Meşhur müfessir İbni Mücahid'in dostu olan İbni Salim'in de talebesi olmuştur. Yetiştiği Mekke'den ayrıldıktan sonra Basra'ya gi*den Şeyh Ebu Talib, orada Salimiye mektebine katılmıştır. Hicri 386 yılında (M. 1006) Bağdat şehrinde vefat etmiş ve Malikiye mezarlığında defnedilmiştir. Şeyh Ebu Talib el-Mekkî'nin en iyi bilinen eseri 'Kûtü'l-kulCıb' Kalplerin Azığı adlı kita*bı olup kendinden çok sonra yaşamış olan imam Gazzâlî'nin îhyâu Ulûıni'd-din adlı eserinin ana kaynağı olmuştur.

Kıyamet gününde Allah’ın bir insan suretinde görüneceği iftirası (S.9-10)

Allah Teala'nın yaratılmamış bir iradesi (=meşî'et) ve yaratıl*mış olan kararları (=irade) vardır. Bununla Allah Teala kendileri*nin günahkar olmalarını istemeden, yaratılmışların hataları meydana gelir. Şeytan, en nihayet Allah'a itaat etmiştir. Allah Teala, Kıyâmet gününde bir insan suretinde temessül etmiş bir halde, bütün yaratılmışlar"tarafından bila vasıta idrak edilebilir bir şekilde görünecektir.(=teceIlî).

İbrahim et-Temimi’ye Hızır’ın verdiği hediye yalanı (S.30-32)

Eğer Hızır'ın (as) İbrahim et-Temimi'ye hediye ettiği ve ona kuşluk vakti ve akşam vakti söylemesini tavsiye ettiği 10 adet yedişer*di zikri söylerse, o zaman üzerindeki lütf-u ilahi kemal bulmuş olur. Hızır (as) bu kelimeleri ona verirken, Allah Resulü'nüri (sav), bun*ların faziletinden bahsettiğini ve anlatılamayacak kadar yüce bir 'özelliğe sahip olduklarını söylemiş, bunlara devam edenin, Allah ta*rafından cennetle müjdelenmiş kulları olduğunu ilave etmiştir.
Konuyu uzatmamak için bunların faziletlerini tafsilatıyla an*latmamayı uygun gördük. Kul, bu kelimeleri devamlı olarak söyler*se üzerindeki lütf-u ilahi kemal bulmuş olur. Bunları sürekli ola*rak zikretmek, dağınık olarak verdiğimiz bütün duaların sevabla-nm onun için bir araya getirir.
Bunu Sa'id b.Sa'id, Ebi Tıyba'dan, o Kurz b. Vebere'den nvayet ederek şöyle demiştir: Abdaldan biri şöyle demişti: Şam'dan bir kardeşimiz geldi ve bana bir hediye vererek şöyle dedi: Ey Kurz, hediyemi kabul et. O, gerçekten de çok güzel bir hediyedir. Değeri*ni bil!
Ben de şöyle dedim: Ey kardeşim, bu hediyeyi sana kim hediye etti? Dedi ki: Bunu bana İbrahim et-Temimi hediye etti. O zaman şöyle dedim: Peki, İbrahim'e, bunu kimin verdiğini sormadın mı?
Dedi ki: Tabii ki sordum. Bana şu cevabı verdi: Kabe'nin avlusun*da oturuyordum. Sürekli tekbir, hamd ve tesbihde bulunuyordum. Yanıma bir adam geldi ve bana selam vererek sağ tarafıma oturdu. Kendi zamanımda ondan daha güzel yüzlü, daha güzel elbiseli, da*ha beyaz ve daha güzel kokulu birini görmemiştim. Ona şöyle de*dim: Ey Allah'ın kulu, sen kimsin ve nereden geldin?
Bana dedi ki: Ben Hızır'ım. Bunun üzerine ona: Peki ne için ba*na geldin? diye sordum. Dedi ki: Sana selam vermek ve sana Allah için duyduğum sevgiden dolayı geldim. Hem yanımda sana hediye etmek istediğim bir hediye var. Dedim ki: Nedir o? Dedi ki: Güneş doğup ışıklarını yeryüzüne yaymadan ve batmadan önce şunları yedişer kez okutmandır: Yedi kez Fatiha suresi; Yedi kez Nas sure*si; Yedi kez Felak suresi; Yedi kez İhlas suresi; Yedi kez Kafirun su*resi; Yedi kez Ayete'l-Kürsi; Yedi kez Sübhanallah velhamdülillah vela ilahe illallah vallahü Ekber demen; Yedi kez Allah Resulü'ne (sav) salat etmen; Yedi kez kendi nefsin, anne-baban, çocukların, hanımın, yaşayan ve ölmüş bütün müminler için istiğfarda bulun*man; Yedi kez şöyle dua etmen:
"Allahım! Benim ve onlar için er veya geç, din, dünya ve ahiret için Sana layık olanı yap! Ey Mevlamız, bize layık olmadığımız şey*leri yapma! Muhakkak ki Sen, Çok bağışlayıcı, Halim, Cömert, Ke*rim, Şefkatli ve Merhametli olansın".
Sakın kuşluk ve akşam vakitlerinde bu duaları etmemezlik yapma. Ona dedim ki: Sana bu hediyeyi kimin verdiğini öğrenme*yi çok isterim. O zaman şöyle dedi: Onu bana Muhammed (sav) ver*di. Dedim ki: Peki bunun sevabı nedir? Dedi ki: Muhammed (sav) ile karşılaştığında, sevabını ona sor, O sana bildirecek.

Rüyanın Tasavvufta bir nass gibi kabul edilmesi hurafesi (S.31-32)

İbrahim et-Temimi bundan sonra, o gece uykusunda meleklerin kendisine geldiklerini ve cennete taşıdıklarını görmüş ve cennette gördüklerini çok güzel bir şekilde anlatmıştır. O der ki: Meleklere, bütün bunların kimin için hazırlandığını sordum. Bana şu cevabı ; verdiler: Bunlar, senin yaptığın amelleri yapanlar içindir.
İbrahim et-Temimi, o gece cennetin meyvalarından yediğini Ve meleklerin kendisine cennet şaraplarından sunduklarını kaydeder ve der ki: Ve Allah Resulü (sav) yanıma geldi. Beraberinde yetmiş peygamber ve her bir saffı doğu ile batı arasını dolduran yetmiş saf halindeki melekler vardı. Bana selam verdi ve ellerimden tuttu. Ben de, 'Ey Allah Resulü! Hızır bana bu hadisi senden duyduğunu haber verdi' dedim, Allah Resulü (sav) de şöyle buyurdu: Hızır doğ*ru söylemiş. Hızır doğru söylemiş. Sana anlattığı her şey haktır. O, yeryüzü halkının alimi, Abdal'ın reisi ve Allah'ın yeryüzündeki as*kerlerinden biridir.

Cilt 2

Sahabelerin ileri gelenleri de insan olarak yaratılmamış olmayı temenni ederlerdi. İddiası (S.315)

Korku meselesinde Tabiun'un öncesinde yaşayan Sahabe de farklı davranmamışlardır. Sahabe'nin ileri gelenleri de, insan ola*rak yaratılmamış olmayı temenni ederlerdi. Halbuki onlardan bir*çoğu, sayısız hadiste bildirildiği üzere yakinen cennetle müjdelen*mişlerdi.
Mesela Ebu Bekir (ra) bir kuşa bakarak, "Keşke senin gibi bir kuş olsaydım, bir insan olarak yaratılmasaydım" demiştir. Ömer (ra) de, "Ailemin konukları için boğazlanan bir koç olmayî ne kadar :da çok isterdim" demiştir. Ebu Zerr (ra) ise şöyle derdi: "Kesilen bir ağaç olmayı ne kadar da çok isterdim". Talha ve Zübeyr (ra) de şöy*le demişlerdir: "Hiç yaratılmamış olmayı ne kadar da isterdik". Os*man (ra) ise şöyle derdi: "Öldüğüm zaman bir daha diriltilmemeyi çok isterdim".

İbrahim Ethem’e Kabe’nin içinden Allah’tan gelen ses yalanı (S.315)

İbrahim Edhem'den (ra) şöyle bir hadise nakledilmiştir: "Bir gece Kabe'yi tavaf ediyordum. Çok yağmurlu ve çok karanlık bir geceydi. Kapının girişinde durdum ve şöyle dedim: 'Ey Rabbım, be*ni Sana asla karşı gelmeyecek şekilde günahtan uzak tut'. Ka*be'nin içinden bir ses şöyle dedi: Ey İbrahim, sen Ben'den masumi*yet istiyorsun. Bütün mümin kullarım da Ben'den bunu istiyorlar. Eğer onları masum kılarsam, Ben kime lütufta bulunacak, kimi ba*ğışlayacağım?!".


Cilt 3
Marifet yolunda onyedi makam vardır. Yalanı (S.13)

Marifet yolunda on yedi makam vardır. Bunların en alttaki, su-yun üstünde, havada yürümek ve yeraltı hazinelerini ortaya çıkarmaktır. Bütün bunlar, dünyanın süsleridir. Bu meyanda Cüneyd'den (ra) şu hadise nakledilmiştir: Abdal zümresinden dört zat, bir bayram gecesi el-Mansur camiinde toplanmışlardı. Sehere çıktıklarında içlerinden biri, 'Bayram namazını Beyt-i Makdis'de kılmaya niyet ettim' dedi. Diğeri, 'Ben de Tarsus'ta kılmaya niyet ettim' dedi. Üçüncüleri ise, 'Ben de Mekke'de kılmaya niyet ettim' dedi. Dördüncüleri sükut ediyordu. Bu zat, ariflik bakımından hepsinden ileriydi. Ona, 'Sen neye niyet ettin?' diye sordular. Şu cevabı verdi: 'Ben, bütün arzulan terketmeye ve bu mescidden başka bir yerde namaz kılmamaya niyet ettim'. Bunun üzerine di*ğerleri, 'Sen içimizde en bilgili olansın' dediler ve onunla beraber oturdular."

Bir Cüzamlı mağarada yanlış itikadı (S.83)

Abdülvahid'den şu olay nakledilmiştir: O, arkadaşlarıyla birlik*te Basra civannda bir yere gitmişti. Yolda, bir mağaraya sığınmak zorunda kalmışlardı. Mağarada, vücudu parçalanmış bir cüzzamlı vardı. Her tarafından cerahat akıyor, irinler sızıyordu. Ona, 'Be adam, Basra'ya gitsen de şu hastalığını tedavi ettirsen' dediler. Bu*nun üzerine adam, başını semaya doğru kaldırarak şöyle dedi: 'Ey Rabbim, hangi günahımdan dolayı bunları bana musallat ettin? Beni, Sana karşı tahrik ediyor ve Senin takdirini beğenmiyorlar. Ey Rabbim, günahımdan dolayı Sen'den mağfiret niyaz ediyorum. Beni dilediğin gibi kınayabilirsin, o günahı bir daha işlemeyece*ğim'. Abdülvahid dedi ki: Bunun üzerine, adamı kendi halinde bı*rakarak oradan ayrıldık.

İnsanın elinde harikulade bir olayın gerçekleşmesi yalanı (S.254)

Kul, marifet makamlarından biri olan bu makama yerleştirildi*ği zaman, sözkoriusu keramet ve icabetlere mazhar olur. Bu maka*mın üstünde, ondan daha faziletli olan seksen üç makam daha var*dır. Bu icabet ve kerametlerin sıddıklardan olan resullerin abdalı için sözkonusu olmayıp ancak salihlerden olan nebilerin abdalı için cari olduğu söylenmiştir.
Resullerin abdalının nebilerin abdalına üstünlüğü, resullerin nebilere ve sıddıkların diğer salihlere olan üstünlüğü gibidir. Nite*kim ulemadan bir zat şöyle demiştir: Bu kerametlerin ancak safdil sadıkların ellerinde zuhur ettiğini gördüm. Allah Resulü (sav) de bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden cennete girenlerin çoğu safdillerdir".

Bir Arifin Allah adına söylediği yalanları (S.255)

Müşahedeleri açıklanan ariflerden bir zat şöyle demiştir: Allah Teala otuz yıl boyunca kalbi ve uzvi amellerle ibadet ettim. Bu sü*re zarfında bütün çabamı sarfedip bütün kuvvetimi ortaya koy*dum. Sonunda Allah katında benim için bir şeycikler olabileceğini düşünmeye başladım.
-Semavâtın keşiflerini uzun uzun anlattıktan sonra sözüne şöy*le devam etti:- Sonra meleklerden bir safîin yanına ulaştım. Sayı*lan Allah Teala'nın bütün yarattıkları kadar vardı. 'Siz kimsiniz?' diye sorduğumda, 'Biz, Allah Teala'nın sevdikleriyiz. Üçyüz bin yıl*dır şuracıkta O'na ibadet ederiz. Bir an dahi aklımızdan O'ndan başkasına dönük bir istek geçmemiştir. Bu sürede, O'ndan başka*sını anmış da değiliz' dediler. Bunun üzerine yaptığım bütün amel*lerden haya ettim ve onları, cehennem azabı kesinleşmiş kimsele*re hibe ettim. Ta ki cehennemdeki azapları hafifletilsin.

Tasavvuf’un yalan masalları (S.228-229)

İnsanların abdal zümresinden bir arife, 'Senin mühib olduğunu söylüyorlar, ne dersin?' denilmişti. O da, şu karşılığı vermişti: Ben muhib değilim. Çünkü muhib, zahmettedir. Ben ise mahbubum. Yi*ne ona, 'Halk senin için Yedilerden biri diyor, ne dersin?' dediklerin*de şöyle karşılık verdi: Ben, Yedilerin hepsiyim. Beni gördüğünüz*de, Kırkladı görmüş olursunuz. Soru sahipleri şaşkınlıkla sordular: Sen, tek bir insansın, bu nasıl olur? O, şu cevabı verdi: Ben, Kırk*ladın hepsini gördüm. Onlardan herbirinden de bir ahlak aldım.
'Senin Hızır'ı gördüğünü söylüyorlar, buna ne dersin?' diye sordular. Bunun üzerine o zat tebessüm etti ve şöyle dedi: Hızır'ı görene hay'ret etmek gerekmez. Esas hayret edilmesi gereken, Hızır'ın görmek istediği ve ondan saklandığı için göremediği kimsedir. Yemin ederimki, Allah Teala katında öyle yaratılmışlar vardır ki ne insan, ne de melekler tarafından görülmüşlerdir.
Bize şöyle bir hadise anlatılmıştı: Hasan (ra) Haccac'ın adamla*rına yakalanmamak için Habib el-Acemi'nin evine saklanmıştı. Haccac'ın adamları onu takip ediyorlardı. Hasan (ra) askerlerin he*men ardından eve gireceklerini anlayınca arka duvardan atlayıp kaçmak istedi. Habib Ebu Muhammed kendisine şöyle dedi: Otur bakalım. Askerler eve girdiler ve Habib'e 'Hasan nerede? Bize se*nin evine gizlendiğini söylediler" dediler. O da, 'Bir şey görebiliyor musunuz? İsterseniz evi tamamen arayın' dedi.
Askerler, evi tamamen aradılar ve elleri boş halde çıktılar. On*lar çıktığında Hasan (ra), Habib'e 'Nasıl oldu da beni görmediler?' diye sordu. O da, 'Çünkü sen Allah katındaydın, bu yüzden de seni göremediler. Eğer benim yanımda olsaydın seni görürlerdi' dedi. Habib, Hasan'ın (ra) arkadaşlarından biriydi. Hasan (ra)-ise, on*dan derecelerce yüksekteydi. Ama Allah Teala onu arkadaşına muhtaç etmişti.

Beyazıd-i Bestami ve Ebu Muhammed söyledikleri yalanlarla sünetullahı inkar ediyorlar. (S.229)

Beyazıd-ı Bestami'ye, 'Kaf dağına gittin mi?' diye sorulmuştu. O şöyle dedi: 'Kaf dağı, Kef, Ayn ve Şad dağlarına göre daha yakındır". 'Onlar hangi dağlar?' diye soruldu. O da, 'Bu dağlar, aşağı arzları kuşatmış dağlardır. Bu arzlardan her birinde, Kafdağı mesabesin*de bir dağ vardır. Kaf dağı, bu dağların en küçüğü,, bulunduğumuz arz ise o arzların en küçüğüdür.
Ebu Muhammed, Kaf dağına tırmandığını ve Nuh'un (as) gemi*sinin zirvede bulunduğunu gördüğünü söylemiştir. O, bu dağı da, gemiyi de anlatmıştır. Yine o, şöyle demiştir: Allah Teala'nın Basra şehrinde öyle bir kulu var ki, oturduğu yerden ayağını kaldırdığı zaman onu Kaf dağının üstüne koyabilir. Hatta, bütün dünyanın bir veli için bir adımlık mesafe olduğu söylenmiştir. Allah Teala'nın bir velisi, tek adım attığında beşyüz yıllık mesa*feyi alır. Bir ayağını Kaf dağına koyduğunda, diğerini de başka bir dağın üzerine koyarak yeryüzünü tamamen aşabilir.

Fücer bin Muaz seni isterim kurnazlığı altında Allah’ı ve ikramlarını inkar ediyor. (S.231)

Onunla ilgili olarak Büceyr b. Muaz bazı müşahedeleri naklet-ımiştir. Bir defasında onu, yatsı namazından sabah namazına ka*dar ayak parmaklarının üstünde, çenesini göğsüne yaslamış ve sa*ğa sola dönmeksizin tek bir noktaya bakar halde gördüğünü, ardın*dan seher vakti secdeye kapandığını ve oturarak şöyle dua ettiğim nakletti:
Allahım, bir topluluk Seni talep ettiler ve Sen onlara arzın içi*ni verdin. Onlar da bundan razı oldular. Ben ise, böyle bir talepten Sana sığınırım. Bir topluluk istediğinde ise onlara suda ve havada yürüme gücünü verdin, onlar da bundan hoşnut kaldılar. Ben ise, böyle bir talepten Sana sığınırını. Bir topluluk da Sen'den talep et*tiklerinde, onlara yeryüzünün hazinelerini verdin. Bütün gözler onlara dönünce aldıklarına razı oldular. Ben, bundan da Sana sı*ğınırım.
Bu şekilde velilerin kerametlerine dair yirmi küsur makamı sı*raladı. Neden sonra benden tarafa bakıp beni görijnce, "Yahya?" de*di. Ben de, 'Evet efendim' dedim. Bana, "Ne zamandan beri orada*sın?' diye sordu. "Yatsı namazından beri' deyince sükut etti.
Bunun üzerine, 'Efendim bana birazcık anlatır mısınız?' dedim. Bana şunları anlattı: Sana uygun olan kısmını anlatayım. Rabbim beni felek-i esfele koydu. Sonra beni melekût-i süflâda dolaştırdı. Ba'na iki arzı ve sera'ya kadar onların altını gösterdi. Sonra da fe*lek-i ulviîye çıkardı ve gökleri dolaştırdı. Bana oradaki cennetleri ve Arş'a kadar olan makamları gösterdi. Sonra da huzurunda dur*durdu ve 'Gördüklerinden dilediğini iste' buyurdu.
Ben de, 'Allahım, gördüklerimin hiçbirini güzel bulmadım. Ben yalnız Seni istiyorum' dedim. Bunun üzerine, 'Sen Benim hakiki kulumsun, Bana sadakatle kulluk ediyorsun. Sana şunları yapaca*ğım..' buyurarak birçok şey sıraladı. Yahya b. Muaz sözüne şöyle devam etti: Bu durum beni çok etkilemiş ve kalbim anlattıklarıyla dolarak şaşırmıştım. 'Efendim, niçin Marifetullah'ı istemediniz?' diye sordum. Bana öyle yüksek bir sesle haykırdı ki tarif edemem ve şöyle dedi: Sus, yazık sana ki bana baskın yaptın.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
daha çok yazarız..... bu kadar iftiracı biri imam oluyor hazret oluyor,ibni teymiyye kafir oluyor?

ibni teymiyye kuranı ve sunneti bidatlara karşı savunan alim bir şahsiyyettir.senin üfürükcü allamelerin onu severmi?
sevmez,çunku uçuşlara,kaçışlara musade etmiyor.
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
Evliya zatlara saldırmak

Sual: Selefî denilen kimselerin, Ehl-i sünnete, evliya zatlara ve yatırlara kırmızı görmüş boğa gibi saldırmalarının sebebi nedir?
CEVAP
Onların bu sıkıntıları, Allahü teâlâyı tanıyamayıp Onu, Hristiyanlar gibi, mücesseme fırkası gibi, bir cisim olarak kabul etmelerinden kaynaklanıyor. Hâşâ (O, yaratılmış bir varlık gibidir, eli vardır, bir yerde durur, yani gökte, Arş’ta oturur. Vefat etmiş evliya ve enbiyaya yardım etmekten âcizdir) diyerek evliya zatların kerametlerini inkâr ederler, yatırlarına gidip dua edenlere ateş püskürürler. Genelde Allahü teâlânın dirilere yardım edebileceğine inanırlar, fakat vefat etmiş olanlara yardım edemeyeceğini zannederler.

(Allahü teâlâ cisim değildir, mekândan münezzehtir) diyen Ehl-i sünnet âlimlerine düşmanlık ederler. Allahü teâlânın kâinatı yaratmadan önce de, yarattıktan sonra da bir mekâna muhtaç olmadığını bilmezler. İmam-ı Gazalî hazretlerinin, (Allahü teâlâ, mekândan münezzehtir, hiçbir yönden hiçbir mahlûka benzemez) ve İmam-ı Rabbanî hazretlerinin, (Arş da diğer eşya gibidir. Hepsi, Onun mahlûkudur) sözlerinden dolayı bu zatlara ateş püskürürler.

Selefîlerin diğer adı Vehhabi’dir. Bunlara Necdî de denir.

İdris, Şit ve Âdem aleyhimüsselamın peygamber olduklarını inkâr ettikleri ve Müslümanlara müşrik dedikleri için kâfir oluyorlar. (İslam Ahlakı)

İngilizler tarafından kurulan Vehhabiliğin küfür olduğuna dair birçok kitap yazılmıştır.

Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke’nin müftisi ve reis-ül-uleması ve Şafii şeyhül-hutebasıydı. Birçok eserleri olup, (Hülasat-ül-kelam fi beyani umerail beledil-haram), (Firreddi alel-vehhabiyyeti-etba-ı mezhebi İbni Teymiyye) ve (Ed-Dürer-üs-seniyye) kitaplarında Vehhabilerin içyüzlerini açıklamakta, sapıklıklarını âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle göstermektedir.

Yusüf Nebhani’nin (Şevahid-ül-hak) kitabında, ikinci Abdülhamid hanın bahriye mirlivası [amirali] Eyyub Sabri Paşa’nın (Tarihi Vehhabiyan) ve (Mir’at-ül-Haremeyn)kitaplarında da maksatları açıklanmıştır.

İbni Abidin’in üçüncü cildinde bagiler bahsinde ve (Nimet-i İslam) kitabının nikâh bahsinde, ibahî yani dinsiz oldukları açıkça yazılıdır.

İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Vehhabiler, kendilerini Müslüman sayıp, görüşlerine muhalif olanlara müşrik derler. Bundan dolayı Ehl-i sünnet olanların ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler. (Redd-ül-muhtar)

Allahü teâlâ, Peygamber efendimizi âlemlere rahmet olarak yaratmıştır. Onun hürmetine dua etmeye şirk ve Müslümanlara müşrik, kâfir diyorlar. Hakim’in bildirdiği sahih hadiste buyuruldu ki:
Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, çok dua etti. Tevbesi kabul olmadı. Nihayet (Ya Rabbi! Oğlum Muhammed hürmeti için, bu babaya merhamet et!)deyince, duası kabul oldu ve (Ya Âdem! Muhammed aleyhisselamın ismiyle, her ne isteseydin kabul ederdim, Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım)buyuruldu. Bu hadis-i kudsî, (Mevahib) ve (Envar)’ın başında da yazılıdır. Böyle olduğunu, Alusî’nin (Galiyye)kitabı da, 109. sayfasında uzun bildirmektedir. Âdem aleyhisselam, Cennette iken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde, (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah)yazılı gördü. Onun, Allahü teâlânın en sevgili kulu olduğunu bilip onun hürmeti için dua etti. (S. Ebediyye)

Bu dualar gösteriyor ki, Allahü teâlânın sevdikleriyle tevessül etmek, yani onları araya koyarak, onların hatırı ve hürmeti ile Ondan istemek caizdir. İbni Âbidin hazretleri, 5. cilt, 524. sayfada buyuruyor ki:
(Resulullah’ı vesile kılarak Allahü teâlâya dua etmek güzel olur. Ehl-i sünnet âlimlerinin hiçbiri buna karşı bir şey demedi. Yalnız ibni Teymiyye bunu kabul etmeyerek ortaya bir bid’at çıkarmış oldu. İmam-ı Sübkî bunu güzel açıklamaktadır.)

Vehhabiler de İbni Teymiyye’nin yolundan gittikleri için Resulullah'ı vasıta edenlere müşrik diyorlar.

Ölü veya diri evliya zatların kerametleri de, Allahü teâlânın kudretiyle olmaktadır. Vehhabiler, Allah'ın bu kudretini kabul edemiyorlar. Allahü teâlânın kudretini kabul edemedikleri için de küfre giriyorlar.

 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
ehli sunnetin güzide alimlerinede taş atıyorsun küfürle suçluyorsun.

firavunu cannete koyan muhiddini arabiye desdek oluyorsun..

imam-zehebi çok değerli bir ehli sunnet alimi ,merdiven altı hocalar,hiç tahsil yapmayıp bize ilim vehbi geliyor diyen molla tasavvufcular katlanamıyor bu alimlerin eserlerine!

imaımı zehebi islam düniyasınınin düştüğü rezaleti anlatıyor bir eserinde..

bağdatta ,hadis borsaları kuruluyor,on binler ,yuzbinler bu meydanlarda toplanıyor ,para karşılığı açık arttırma usuluyla hadis alınıp satılıyor..
söylediği her hadis karşılığı bin kadınla evlenen bile varmış diyor..
rivayet kurana eş değer görülmeye başlıyor diyor.
bir meselende ,kurana değil hadis borsasına gidip ilgili hadisi satın alıyorsun yani......

zehebi bu gerçekleri anlatınca kafir ilan ediliyor!!



Allah hidayet versin..
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
. Nihayet (Ya Rabbi! Oğlum Muhammed hürmeti için, bu babaya merhamet et!)deyince, duası kabul oldu ve (Ya Âdem! Muhammed aleyhisselamın ismiyle, her ne isteseydin kabul ederdim, Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım)buyuruldu. Bu hadis-i kudsî, (Mevahib) ve (Envar)’ın başında da yazılıdır. Böyle olduğunu, Alusî’nin (Galiyye)kitabı da, 109. sayfasında uzun bildirmektedir. Âdem aleyhisselam, Cennette iken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde, (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah)yazılı gördü. Onun, Allahü teâlânın en sevgili kulu olduğunu bilip onun hürmeti için dua etti. (S. Ebediyye)
bu hadis yalan .imam alusi hadis kritiği yapan değerli bir alim..geçer not alamamış bir söz..

adem as yazmayı okumayı biliyormuydu?

cenneteki arşdaki yazı ibranicemi arapcamı ?
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
Havas
Vehbi ilim ve ilham senet değildir

Sual: “Vehbi ilim, Allah tarafından ilham edildiği için kesbi ilme zıt düşerse, vehbi ilmi tercih ederiz" demek uygun mudur? Vehbi ilim dinde senet olur mu?
CEVAP
(Vehbi ilmi tercih ederiz) demek çok yanlış bir düşünce ve harekettir. Çünkü dinde senet yalnız edille-i şeriyyedir. Bunlar, Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas’tır. Akıl, ilham, rüya dinde senet olmaz. Çünkü, ilhamlara ve rüyalara, vehim, hayal ve şeytan karışabilir. Karışmamış olanları da, tevilli, tabirli olabilir. Doğruları, eğrilerinden ayırt edilemez. Evliyanın ilhamı başkalarına senet olamaz.

İlham, Allah tarafından kalbe gelen bilgi demektir. Ehlullahın ilhamlarının doğruluğu, İslamiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Dine sarılmayan, bid'atten sakınmayan kimsenin söyledikleri, nefsten ve şeytandan gelen bozuk fikirlerdir. İlm-i ledünni ve ilham, Muhammed aleyhisselama uyanlara ihsan olunur. Bu ihsana kavuşanlar, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri iyi anlar. Her sözü bunlara uygun olur. Bugün din bilgileri, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir.

İlham senet değil
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
İlham ile dinimizin hükümleri anlaşılamaz. Yani, Allahü teâlânın, evliyanın kalblerine verdiği bilgiler, helal ve haramlar için delil, senet olamaz. Resulullah efendimizin mübarek kalbine gelen ilham, her müslüman için senettir. Her müslümanın bunlara uyması gerekir. Evliyanın ilhamı İslamiyet’e uygun ise, yalnız kendisine senettir. Başkalarına senet olamaz. Buhari’deki hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. Marifet ise ilham ile hasıl olur. İlim, ilham ile hasıl olmaz. İlmin kaynağı Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerdir. (Berika s.385)

Mearif-i ilahiyye bilgileri, ilham ile hasıl olur, hocadan öğrenilmez. İbadetlerin yapılması ve bütün din bilgileri ise, üstaddan öğrenmekle elde edilir. Din bilgileri, ilham ile hasıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı. (Hadika s.378)

İmam-ı Rabbani
hazretleri buyurdu ki:
(Kıyas ve ictihad, dinin dört temelinden biridir. Buna uymaya emrolunduk. Evliyanın keşf ve ilhamları böyle değildir. Bunlara uymaya emrolunmadık. İlham, yalnız sahibi için delildir, başkaları için senet değildir.) [m. 272]

(Evliyanın keşfinde hata etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihadda yanılması gibidir; kusur sayılmaz. Bundan dolayı, Evliyaya dil uzatılmaz. Müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatalı işlerde sevap verilir. Evliyanın yanlış ilhamlarına uyanlara, sevap verilmez. Çünkü ilham, ancak sahibi için senettir. Müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için senettir. O halde, Evliyanın yanlış ilhamlarına uymak caiz değildir. Müctehidlerin hata ihtimali olan sözlerine uymak ise vaciptir.) [m.31]

Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa
(Tasavvuf büyüklerinden birkaçı, kendilerini hâl ve sekr kaplayınca, doğru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uymayan bilgiler, marifetler söylemişler ise de, keşf yolu ile anladıklarını bildirmişlerdir. Bunun için, suçlu sayılmazlar. Bunlar ictihadında yanılan müctehidler gibidir. Onlar gibi, bunların yanılmalarına da bir sevap verilir. Böyle, birbirine uymayan bilgilerde, hep Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğrudur. Çünkü bunların bilgileri, Peygamberlik kaynağından alınmıştır. Bu bilgiler, vahiy ile bildirilmiştir. Elbette doğrudur. Tasavvuf büyüklerinin marifetleri ise, keşf ve ilham ile anlaşılmaktadır. İlhamın, doğruluğu kesin değildir. İlhamın doğru olup olmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması ile anlaşılır. Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlış demektir. İşin doğrusu böyledir. İşin doğrusu bilinince, buna uymayan ilhamların, sapıklık oldukları anlaşılır.) [m.112]

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerinin bu yazıları ile diğer âlimlerin yazıları, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına aykırı olan ve yanlış olarak vehbi ilim mahsulü denilen sözlerin veya kitapların bozuk olduğunu göstermektedir. Böyle görüş veya kitapların vehbi ilimle de bir alakası olmadığı ilim ehlince kolayca anlaşılır.

Kesin olan edille-i şeriyyedir
Sual:
Bir arkadaş, (Edille-i şeriyyeye [dört delile] aykırı olsa da, evliyanın ilhamları senettir) diyor. Aşağıdaki sözleri senet olur mu?
CEVAP
Bir ilhamın veya kitabın doğru olup olmadığı edille-i şeriyye ile anlaşılır. İlham adı altında dine aykırı şeyler söyleniyor veya yazılıyorsa hiç kıymeti yoktur.

İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bütün büyük âlimler, (İlham senet değildir. Kesin olan edille-i şeriyyedir. Bunlara aykırı olan ilhamlar senet olamaz) buyuruyor.

Bildirdiğiniz sözlere bakalım:

Büyük ilim adamı
[Mason] Abduh, bir üstaddır deniyor. Bu bir ilhamsa yanlıştır. Abduh mason olmasa bile, mezhepsiz biridir.

Mazlum olarak ölen Hıristiyan Cennete gider
deniyor. Bu bir ilhamsa yanlıştır. Çünkü edille-i şeriyyede [dört delilde], her çeşit kâfirin ebedi olarak Cehenneme gideceği bildirilmiştir. Dağda çölde kalıp da İslamiyet’i duymamışsa, bunlar Cehenneme gitmez, imanları olmadığı için Cennete de gitmez, hayvanlar gibi yok edilir.

İlhamın doğruluğu, vahiy kadar değilse de, şüphe götürmeyecek kadar kesin
deniyor. Bu da yanlıştır. İlhamı vahye benzetmek çok tehlikelidir. O zaman dinimizin dört delili nerede kaldı?

Akıl eskiden senet değildi, şimdi ise senettir ve akılla Allah’ı ispat edemeyenin imanı muteber değildir
deniyor. Bu da dört delile aykırıdır. Akıl, sadece şiilerce hüccettir. Akla, normalden, yani dinin verdiği ölçüden fazla önem veren, dini aklı ile ölçen mutezile fırkasıdır.

İman tahkik edilmedikçe muteber olmaz
deniyor. Bu ilhamsa bu da yanlıştır. Çünkü dinimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik edilmez yani araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz.

Ben Mehdi’yim, falanca da İsa’dır
sözü ilhamsa, bu da yanlıştır. Çünkü Hazret-i Mehdi’nin adı Muhammed, babasının adı Abdullah olacaktır. Gökten bir melek (Bu Mehdi’dir) diyeceği hadis-i şerifle sabittir.

Kıyamet şu tarihte kopacaktır
deniyor. Bu bir ilhamsa, bu da yanlıştır. Çünkü bu ifade âyet ve hadislere aykırıdır. Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmemiştir. Güneşin batıdan doğması, Deccalin çıkması gibi, sadece alametleri bildirilmiştir. Bazı gruplar, (Kıyamet falanca tarihte kopacak) diyerek halktan para toplamışlar, dedikleri tarih gelip geçtiği halde kıyamet kopmamıştır. Hemen her grupta,(Kıyamet şu tarihte kopacak) diye yanlış bir ilham bulunmaktadır. Hatta Yehova şahitleri denilen hıristiyanların lideri Charles Russel de 1914’te kıyamet kopacak demişti. Yehovacılar, (İsa’nın dünya krallığı başladı) diyerek, devletlerin sonunun yaklaştığını, tarihler vererek ortaya atmışlardır. Bu tarihler, 1914, 1918, 1925 ve 1975’tir. Tabii hepsi de boşa çıkmıştır. 19 cular da birkaç tarih verdi. Şu kıyameti bir türlü koparamadılar.

Ben evliyayım diyerek, kendi grubundan olmayan müslümanlara kâfir diyenler çoğalıyor. Unutulmamalı ki, müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Din kimsenin tekelinde değildir. Bölücülük yapmamalıdır.

 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
Havas

53 — ALUSİ: Şihabüddin seyyid Mahmud bin Abdullah Alusii kebir Bağdadi, Bağdat’ta müfti idi. Şafii âlimlerindendir. 1803 de Bağdat’ta doğup, 1853 de orada vefat etti. İstanbul’a da geldi. Şiilere cevap olarak, El-ecvibe-tülIrakıyye anil esiletil-İraniyye kitabı ve Nehc-üs-selame ve El-ecvibe-tül-Irakıyye anil-esile-til-Lahuriyye, Nefehat-ül-kudsiyye fi-mebahisilimamiyye kitaplarını yazmıştır. Birincisi 1899 de İstanbul'da sanayi mektebinde, üçüncüsü 1883 de Bağdat’ta basılmıştır. Ruh-ul-meani adındaki tefsiri, dokuz cilttir. Gençler arasında şöhret bulan bu tefsir, din âlimleri arasında bir kıymet kazanamamıştır. İçindeki haberlerden bazısının doğru olmadığı, Dürerüs-seniyyede yazılıdır. İbni Teymiyye’nin fikirlerini benimsemiştir.

54 — ALUSİ: Seyyid Mahmud Şükri bin Abdullah, şiilere cevap olarak,Minhatülilahiyye muhtasar-ı tuhfei isna aşeriyye ve Seadetül-dareyn ve Süyufi müşrika ve Sabbülazab kitapları yazmıştır. Alusii kebirin torunudur. İbni Teymiyyecidir.

55 — ALUSİ: Numan bin Mahmud bin Abdullah Alusi, Bağdat’ta 1836 da doğup, 1899 da vefat etti. Mevta işitmez derdi. Cila-ül-ayneynkitabında İbni Teymiyye’yi övmekte, İbni Hacer-i Mekki hazretlerine dil uzatmaktadır. Yusüf Nebhani Şevahid-ül-hak kitabında, bunun haksız olduğunu ispat etmektedir. Galiyye-tül-mevaız kitabında dört mezhep imamlarını çok övüyor ve İmam-ı a’zamı müjdeleyen hadis-i şerifleri yazıyor ve Hanefi fıkıh kitaplarından bilgiler bildiriyor ise de, 119. sayfasında, Evliyanın kabrini ziyaret için Cila-ül-ayneyn kitabını tavsiye etmektedir.
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
Havas
İlk insanlar vahşi miydi?

Sual: İlk insanların vahşi olduğu söyleniyor. İlk insan Hazret-i Âdem’e, yaşamak için gerekli olan gıda, elbise, alet gibi şeyleri ve bunları elde etmenin yollarını, Allahü teâlâ bildirmedi mi?
CEVAP
Elbette Allahü teâlâ bildirdi. Hazret-i Âdem ve çocukları, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazret-i Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okuma, yazma bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı. İslam harfleriyle gönderilen yazı, ilk insan Hazret-i Âdem’le birlikte dünyaya yayılmıştır. Daha sonra torunlarından ırklar, çeşitli diller ve alfabeler meydana çıkmıştır. (S. Ebediyye)

Bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşiler yaşadığı gibi, Hazret-i Âdem’den sonra da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı. Fakat, bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk çağdakilerin hepsi için, vahşi denilemez. Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem'e gönderdiği kitaplarda, iman edilecek hususlar, çeşitli dillerde lügatler, namaz, oruç, gusül, birçok sanatlar, tıb, ilaçlar, aritmetik, geometri gibi şeyler bildirilmişti. Altın para basılmıştı.

Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi, uzay insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayal mahsulüdür. Bir karıncayı, bir hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kâinatı yoktan yaratan Allahü teâlâyı inkâr maksadıyla böyle şeyler uyduruyorlar. Her şeye gücü yeten Cenab-ı Hak, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31]

Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi de şöyle:
(Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her ilmi öğretti.) [Taberanî]

(Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Evlat ve zürriyetin, bir sanatla rızkını talep etsin! Dini geçim vasıtası yapmasın!)
[Hakim]

İlk insanların işaretle anlaştıkları da yalandır. Hıristiyan ve yahudiler de, Hazret-i Âdem’in Cennette meleklerle konuştuğunu kabul ederler. Hadis-i şerifte, (Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir Peygamberdir)buyuruldu. (Beyheki)

Hazret-i Âdem’in çocukları, kafilelerle başka başka ülkelere gittiler. Ayrı dil ile konuştular. Böylece babalarının bildiği dilleri unuttular.(Mirat-i Kâinat)

Hazret-i Âdem’den sonra medeniyette gerileyen kavimler olmuştur. Buna rağmen Hazret-i Nuh zamanında da maden ocakları işletilip, çeşitli aletler, makineler yapılmıştı. Hazret-i Nuh’un gemisinin, kazanı kaynayarak hareket ettiği, yani buharlı gemi olduğu Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. (Hud 40)

Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların vahşi olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da rastlanması, medeniyetlerin, zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını göstermektedir. Her medeniyet yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan başlamak gerekir.

Medeniyet grafiği inip çıkmıştır. Medeniyetlerin zirvedeki durumlarını görüp, eski insanların hepsine medeni demek nasıl mümkün değilse, medeniyetler yıkılınca yeni kurulan medeniyet seviyesi çok düşük olanlara da bakıp hepsi vahşi idi denilemez.

Putlara tapınılan bir toplum bulununca, ilk insanların çok tanrıya taptığı da söylenemez. Yani ilk insanlar çok tanrıya tapardı, sonra tek tanrıya taptılar görüşü çok yanlıştır. İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâya ibadet ederdi. Asırlar sonra puta tapanlar çıkmıştır. Şimdi bile yeryüzünde çeşitli dinler mevcuttur. Ateşe, ineğe tapanlar vardır. Herhangi bir sebeple bugünkü medeniyet yıkılsa, Hindistan’da bir kazı yapılsa, bütün dünya ineğe tapıyordu mu denir?

Bu vesikalar gösteriyor ki, ilk insanlar vahşi değildi. Taş, tunç devri gibi devirlerin yalan olduğu pek açıktır, ilimle alakası yoktur. Evrimcilerin ve devrimcilerin uydurmasıdır. Onlar, kendi teorilerine bilim derler. Evrim tenkit edilse, siz bilime karşı çıkıyorsunuz diye Müslümanları kötülemeye çalışırlar. Dinimiz kesinlikle ilme karşı değildir. Zaten din ayrı, ilim ayrı değildir. Fen ilmi İslamî ilimlerin bir koludur. (Din, ilme aykırıdır) demek, evrimci ve devrimcilerin bir iftirasıdır.

Dillerin meydana çıkışı
Dinsizler, hiçbir vesikaya dayanmadan, sırf dinleri inkâr için, ilk insanın konuşma bilmediğini, işaretle anlaştığını söylüyorlar ise de hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâ ile konuşan bir peygamberdir.) [Hakim]

Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, şu anda dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Âdem aleyhisselam da, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri öğretti) mealindeki âyet-i kerimesidir.

Hazret-i Âdem, Hak teâlâdan öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatları biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde başka başka ülkelere gittiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece çocukları babalarının konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat)
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Siz bilmiyormusunuz sufiler ıbn Temiyyeyi sevmez oda onları . Bir sufiyi ibn temiyye tarftarlarından dinlemek ne kadar sağlıksızsa, ibn temiyye ve taraftarlarını bir sufiden dinlemek tanımak o kadar sağlıksızdır.

Bu galatasarayı bir fenerliden dinlemeye veya tersine eş değerdir. En baştaki yazıda bunun en belirgin örneklerinden biridir.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Havas

53 — ALUSİ: Şihabüddin seyyid Mahmud bin Abdullah Alusii kebir Bağdadi, Bağdat’ta müfti idi. Şafii âlimlerindendir. 1803 de Bağdat’ta doğup, 1853 de orada vefat etti. İstanbul’a da geldi. Şiilere cevap olarak, El-ecvibe-tülIrakıyye anil esiletil-İraniyye kitabı ve Nehc-üs-selame ve El-ecvibe-tül-Irakıyye anil-esile-til-Lahuriyye, Nefehat-ül-kudsiyye fi-mebahisilimamiyye kitaplarını yazmıştır. Birincisi 1899 de İstanbul'da sanayi mektebinde, üçüncüsü 1883 de Bağdat’ta basılmıştır. Ruh-ul-meani adındaki tefsiri, dokuz cilttir. Gençler arasında şöhret bulan bu tefsir, din âlimleri arasında bir kıymet kazanamamıştır. İçindeki haberlerden bazısının doğru olmadığı, Dürerüs-seniyyede yazılıdır. İbni Teymiyye’nin fikirlerini benimsemiştir.

54 — ALUSİ: Seyyid Mahmud Şükri bin Abdullah, şiilere cevap olarak,Minhatülilahiyye muhtasar-ı tuhfei isna aşeriyye ve Seadetül-dareyn ve Süyufi müşrika ve Sabbülazab kitapları yazmıştır. Alusii kebirin torunudur. İbni Teymiyyecidir.

55 — ALUSİ: Numan bin Mahmud bin Abdullah Alusi, Bağdat’ta 1836 da doğup, 1899 da vefat etti. Mevta işitmez derdi. Cila-ül-ayneynkitabında İbni Teymiyye’yi övmekte, İbni Hacer-i Mekki hazretlerine dil uzatmaktadır. Yusüf Nebhani Şevahid-ül-hak kitabında, bunun haksız olduğunu ispat etmektedir. Galiyye-tül-mevaız kitabında dört mezhep imamlarını çok övüyor ve İmam-ı a’zamı müjdeleyen hadis-i şerifleri yazıyor ve Hanefi fıkıh kitaplarından bilgiler bildiriyor ise de, 119. sayfasında, Evliyanın kabrini ziyaret için Cila-ül-ayneyn kitabını tavsiye etmektedir.

iyide ben bir şey dediğim yok..bana ne anlatmak istedin?
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Havas
İlk insanlar vahşi miydi?

Sual: İlk insanların vahşi olduğu söyleniyor. İlk insan Hazret-i Âdem’e, yaşamak için gerekli olan gıda, elbise, alet gibi şeyleri ve bunları elde etmenin yollarını, Allahü teâlâ bildirmedi mi?
CEVAP
Elbette Allahü teâlâ bildirdi. Hazret-i Âdem ve çocukları, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazret-i Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okuma, yazma bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı. İslam harfleriyle gönderilen yazı, ilk insan Hazret-i Âdem’le birlikte dünyaya yayılmıştır. Daha sonra torunlarından ırklar, çeşitli diller ve alfabeler meydana çıkmıştır. (S. Ebediyye)



allahu taalanını bildirdiğine dair kanıt?

bildirmişdir deyip .kendi düşünceni yazıyorsun.böyle din olmaz..

Hazret-i Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31]
öyle desdeksiz atmak yok..

kelime haznesi olmayan biri nasıl konuşabilir?

konuşamaz.orangutan gibi bağırarak tepki verir.

adem as dediğin gibi eşik bir bilgi sahibi olmalı.canlı nedir?
cansız nedir?
bitki nedir?
hayvan nedir? vb bir çok bilgi....iş ilk başta kelimelerden geçer..

adem as yazıya ihitiyacı varmıydı?

yazıya hiç bir ihtiyacı yoktu..

ateş yakmayı bilse daha iyi olurdu onun için.
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
islamın şartlarını bilmeyenlerin(biliyorum diyenler buyrun deneyelim) İbn Teymiye gibi hakkında alimlerin bir çok şey söylediği Hanbeli fakihi, hadiste hafız bir zatı gündeme getirmesi traji-komik bir durumdur...Bırakın bu işi bilen ehli ilim yapsın..Sizin başka işiniz yokmu kuzum!!!:)
 

Kadir Razlık

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Ağu 2014
Mesajlar
2,280
Tepkime puanı
35
Puanları
0
Konum
manisa
İslam âlimleri buyuruyor ki: İbni Teymiye

:clap2::O1-(Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i Mekki - Fetava-yı hadisiyye] 2-(İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır. [Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed] İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur demiştir.) [İbni Hacer-i Mekki - El-cevher-ül-munzam] 3-14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi,“İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir” buyurdu 4-(İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.) [Tahir Muhammed Süleyman - Zahiretül-fıkhil-kübra] 5-(Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki](Nebras haşiyesinde bildiriliyor.) 6-(İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.) [Miratül-cenan, Nebras haşiyesi] 7-İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun) 8-(Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi) 9-Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi] 10-İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.)[Tabakat-ül-kübra] 11-İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd] 12-
Allah dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek Onun kudreti ve rububiyetinin lutfü ile Onu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allah Arş’ın üzerine nasıl yerleşmez? (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568)
Bu konuda, Zahid-ül-Kevseri diyor ki:
İbni Teymiyye’nin Allahü teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki mabudunun sineğin sırtına oturması, gerçek bir işmiş gibi, bunu, Allahü teâlânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arş’ın üzerinde karar kılmasına delil olarak ileri sürüyor! Allahü teâlâ, bundan münezzehtir. İbni Teymiyye ve yandaşlarından önce, insanlardan, böylesi akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir. Sineğin taşıdığı bir mabud tasavvur eden biri, muhatap bile alınmaz. (Makalat-ül-Kevseri, 301)

 
Üst