Murat Başaran Şiirleri

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Kanıyorum!

Senin bakışın bıçak.
Tebessümün yakar,
Konuşma...
Ki ölmeyeyim!
--
Gözlerimi kapadığım zaman...
Kalbim;
Adını fısıldadığında hafızama...
Suretin belirir...
Belli belirsiz.
Bin halinin sarmalında, boşluğa düşer gibi,
Kendimi bulurum.
Ben; insan!
Bir yanımdan bakınca, yekpare kusur silkinir...
Bir yanım yekpare muhabbet.
Merhamet et!
--
Senin tebessümün yakar,
Bakışın bıçak.
Kanıyorum;
Bak!​


Murat Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
AŞK Belki

Her baktığımda, ilk defa görüyormuşum gibi...
Ama; kendimden bile önce tanıdığım...
Her saniye yeniden doğmak gibi...
Ama, asırlardır süren...
Kışa dönmeyen sonbahar; derin, duygulu...
Yaza dönmeyen ilkbahar; serin, coşkulu...

Ilık avuçlarında, kar taneleri...
Güneş sıcağı, gözleri...
Ve sözleri...
Ve sesi...

Böyle olmalı aşkın tarifi...
Ki, tarif edilememeli...

'Resmini çiz!' deseler...
Bacası tüten bir ev belki...
Belki gece yarısı terkedilmiş bir şiir...
Veya kaldırımların kanına giren...
Aşkın ayak sesleri...

'Resmini çiz!' deseler...
Her köşe başı ıhlamur kokar...
Yağmur kokar...
'Resmini çiz!' deseler...
Şehit akıncının dudaklarındaki tebessüm...
Veya...
Gecenin koynuna bırakılan gözyaşları...
Gizli ve mahcup...

Aşk, istemektir belki...
Belki bir ticaret; pazarlıksız...
Bedeli kalbinizdir... Bedeli herşeydir...
Sonrası bir uzun yolculuk...
Sonrası; nasip!

Tarifini sorsalar....
Her baktığımda, ilk defa görüyormuşum gibi...
Az kalsın ölüyormuşum gibi...​

Murat Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Böyle Biline

Ağlamak...

Aşk gibi....

İçimizden birşey...

Taklidi en ağır sahtekârlık ki;
darağaçları bile ödül...

Sevmek Ölmekle Başlar! -II


Murat Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
yolculuk

beni kundağa sarın...

ya da kefene...


ya tutun ellerimden; şefkatle yeniden;

ya yollayın sonsuzluğa bu yorgunluk yerinden.


bir ezan duymalıyım; çok yakından, derinden

adımı fısıldasın; kundak ya da kefenden.


beni uykuya sarın...

ya da sevgiye!



M.Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Vedâ!

Kal diyen yanım; katilim olursun...

Şimdi gitmek zamanı buralardan,

Bir bardak serin sudan yarenlik dileyip,

Ve serinleyip..

???

Varsın açmasın bahçemde çiçek,

Bir fesleğene anlatırım rüyamı,

Şimdi gitmek zamanı...

???

Farzet ki gönlüm; burda doğmadın...

Bu güneş, bu gökyüzü yabancı...

Bir kara sevdayla vedalaşırcasına...

Gitmek zamanı...

???

Vakıa, bu bahçenin bülbülüydüm ben,

Çiçeklerden önce açardım her sabah,

Bir bakıştı önce...

Sonra tebessüm...

Bunca yıl avunduğum...

???

Şimdi gitmek zamanı buralardan...

Yavaştan toplarım hüznümü, heyecanımı.

Bana ait ne varsa.. Benden başka...

Ve incitmeden...

???

Ve incinmeden olsun isterdim...

Şimdi gitmek zamanı...


M.Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Yalnızlığımla Başbaşa...

Bir mum yaktım, bugüne inat...
Ve gizlendim gecenin büyüsüne...

Yalnızlığımın koynuna sokulup, yalnızlığı düşündüm...

***

Herşey belli belirsiz...

Herşey, bir garip mumun zayıf ışığına teslim ve titrek...

Odamın sahibi ve hayaletiyim şimdi...

Korkanı ve korkutanı...

Elimi uzatsam, aydınlığa boğabilirim herşeyi bir anda...

Ve herşey ortaya çıkmanın ve kendini göstermenin kibriyle beynime üşüşür...

Önce kitaplar...

Duvardaki saat ve sesi...

Yerdeki halı...

Hatta duvarın rengi...

***

Ama bu zayıf ışık...

Herşey, bir garip mumun zayıf ışığına teslim ve titrek...

Ben bile...

Yüzüm geçmişin ağırlığı, geleceğin belirsizliği altında ezilmiş...

Yüzümde karanlık...

Gözlerim, karanlığın korkusuna sinmiş eşyalarımda, beni arıyor...

Bu odada ne varsa; hepsi benim maceram...

Hepsini esir aldım...

***

Şu kitapların herbirini ben seçtim...

Burada olmalarının sebebi benim...

Değer verdim onlara... Onların macerasına talip oldum...

Paylaştım duygularını... Sevgilerini ve ayrılıklarını...

Kahramanlarına yol arkadaşı oldum...

Hepsini tanıyorum işte...

Belki sadece sırtları görünüyor...

Belki bir çoğunu uzun zamandır elime bile almadım ama...

Hepsini tanıyorum işte...

Cömertçe bakıştım onlarla...

Hergün defalarca...

Bir kez okudum belki ama, bin kez yaşadım...

***

Şimdi inadına bir mum yakışım...

Yalnızlığımı özlemekten...

Yüzlerce yazar...

Binlerce kahraman...

Ve o kadar macera..

İşte hepsine, “Bugün izinlisiniz” diyorum...

Bugün ben, bana lazımım...

Yalnızlığımı özledim...

***

Ne kadar titreseler de , müşfik bir karanlığa teslim ettim onları...

Uykuya yatırdım...

Belki gözucuyla seyredeceğim yine de...

Severek...

Ama...

O kadar işte...

***

Boş verin şimdi yerdeki halının, oturduğum sandalyenin, üzerine abandığım masanın macerasını...

Bitmez...

Tam kendimi dinlemeye koyulmuşken, başlarsam anlatmaya...

Mesela şu içinde kalemler olan kavanozu bile...

Ve hatta arka ucunda diş izlerim olan boyasız kurşun kalemi...

Bitmez...

Bu odanın her satırında...

Her harfinde...

Ömrümden kattığım...

Feda ettiğim zamanlar ve duygular var...

Koşar adım giderken ölüme, “Hayata neresinden başlamalıyım” diye düşünüyorum hala...

Ve yorulup...

Bir mum yakıyorum işte...

Karanlığın aynasında kendimi seyrediyorum...

Yalnızlığımın koynuna sokulup...

***

Biliyorum...

Ölüm bana geliyor...

Ben ona gidiyorum...

Her saniye kısalıyor hayatım...

Gönlümün heybesi ağırlaşıyor...

Biraz daha fazla şey götürmek için belki...

Daha çok şey yaşayıp...

Daha çok anlamak için..

Ama...

Cevabı zor sorular birikiyor...

***

Kendime anlatırken bütün bunları...

Kime anlatıyorum aslında...

“Er kişi niyetine” dediklerinde...

Hangi dağın taşından kesilmiş bir mermer hazırlanır başucuma...

Hangi yürek yanar?

Hangi yürek yanması serinletir içimi?..

Kuruyan dudaklarıma miras kalır?..

***

Ben...

Zamanın, mekanın ve eşyanın kucağından sıyrılıp...

Yalnızlığıma sığındım şimdi...

Birazdan ezan okunacak...

Bu karalama kağıtlarını buruşturup fırlatacağım...

Bir daha başlamak için yaşamaya...

Şafak sökmeden...

Şimdi ezan okunacak...​



M.Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Hesapla Hadi!

Birlikte yürüdüğümüz yolun uzunluğunu değil, yaşadığımız yolu hesapla!
Ben sana yağmur yağarken, gökyüzüne bakıp sevinmeyi öğrettim!
Sevinmeyi hesapla!
///
Gün gelir; ölürüm...
Yokluğumu hesapla!
///
Kainat boşluğunun sonsuzluğunda ritmik bir noktacık; dünya...
Koca dünyada ritmik bir noktacık; kalbim...
Rabbimin “Hiçbir yere sığmam; oraya sığarım” övgüsüyle yüce...
Ve ama, hırsının örsünde vahşice;
Kırılmayı hesapla!
///
Başucundaki eski bir kitap gibiyim çocukluğunu fısıldayan...
Beni değil, kendini verirsin eskiciye!
Ve seni kime sorarlar sonra?
Sen kime sorarsın kendini?
Kaybolmayı hesapla!
///
Beni bulabilirsin belki...
Ama belki...
Güvercinlerin olduğu yerde;
Fatih’te, Eyüp’te veya Yenicami’de...
Bir avuç yemi savururken havaya...
Sessizce ağlarken,
Veya.
Bıraktığın yerde;
Bulabilmeyi hesapla...
///
İlla ki ölürüm...
Yokluğumu hesapla!​


Murat Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Eğer Seni Sevmeseydim

Eğer Seni Sevmeseydim

Her an “ölecekmişim” gibi içimde titreyip duran korkudan...
Ve her an yeni bir hayata “doğacakmışım” gibi içimde çarpıp duran heyecandan habersiz...
Ve sevdiğimi zannedip...
Sevgiyi bildiğimi zannedip...
Yaşayacaktım...
Yaşamak denirse...
Seni sevmeseydim...
***
Mevsimleri sevmeyecektim...
Sevdiğimi zannedip...
Yağmurun mahzun kalbimi okşamasını...
Nefes almakta zorlandığımda rüzgarın yetişmesini...
Güneşi...
Yıldızları...
Gülü ve bülbülü bilmeyecektim...
Ve gizlice ağlamayı...
Bildiğimi zannedip...
Aşkı bilmeyecektim...
***
Seni sevmeseydim...
***
“Bir ömür boyu” yetmezdi bana...
Ben seni severek...
Cenneti istemeyi öğrendim; ve sonsuzluğu...
Uykuyu uysal bir kedi gibi yanıma alıp, şafak vakti ettiğim dualarda...
Sana ve sevgime bakıp...
Rabbimi öğrendim...
O’nun büyüklüğünü öğrenmenin mümkün olmadığını öğrenip...
Hayreti öğrendim...
***
Eğer seni sevmeseydim...
Yaşadığımı zannedip...
...​

Murat Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bir İstanbul Sabahı

Hava serin... Ve sessiz, sakin...
Bir ihtiyar camiden çıkıyor elinde baston...
İstanbul saçlarını tarıyor herkes uyurken,
yeni bir gün için...
Orada bir çöpçü, sonbahar yapraklarını süpürüyor...
İşçi vapurunun manevrası köpürtüyor Kadıköy'ü...

Bir adam dikiliyor, iskelenin önünde, gazete bayiinin yanında, elinde simit...
Martılar çığlık çığlık? merhaba?
diyor sabaha...
Çalar saatlerin sesi, çay kaşıklarına karışıyor...
Gece uykunun kolundan çekiştiriyor
şehri terketmek için...
Bir gün daha biniyor sırtına yorgun
İstanbul'un...

Yedi otuz işçilerin...
Sekiz otuz şeflerin...
Dokuz otuz müdürlerin saati...
Ve saat on sularında lüks arabaların arka sağ kapıları açılıyor...


Zil çalıyor sonra ikinci teneffüs için...
Bahçeye dökülen curcunanın ses dalgaları sokak sokak yayılıyor...
Bahçeye İstanbul' un yarınları çıkıyor...
Kornalar caddelerde, işportacılar meydanlarda, tren sesi, vapur sesi...
Bir ihtiyar abdest alıyor vakit varken....
Yeni Cami'nin şadırvanında...
Güvercinler seyrediyor...

Çamlıca da bir delikanlı, sevdalı...
Boğaz rüzgârı okşuyor, içindeki yangını...
Kalbinin sesi İstanbul'u sallıyor...
İstanbul da aşk, İstanbul gibi oluyor...

Vakit öğlene sarıyor...
Müezzin minarenin merdivenlerinde...
Günün ilk cenazesi konuyor musalla taşına...
Günün kimbilir kaçıncı bebeği doğuyor bir yerlerde...
İstanbul fatiha okuyor...
İstanbul nazarlık takıyor...​

Murat Başaran
 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bizim Hikayemizi Biz Yazarız! ...

Ha sonbahar gelmiş;
Sarısını hüznümden, serinliğini yüreğimden damıtıp...
Ha gündüze küsmüşüm...
Boynumun büküklüğüne bahanem çok!
Gözyaşı ustasıyım; işsiz...
Ve yalnız...
(Sonra seni düşündüm... Bir an! Ey sevgili! “Ahir zaman” deyip geçiştirmek çok zor! Ne kılıcımda kan izi var. Ne muhabbetin dindiriyor acımı. Bu hal nedir?)

Şiir aramayın enkazımda...
Ha sonbahar gelmiş; ha gündüze küsmüşüm...
‘Aşk yâresi’ anlatmaz hâlimi,
Aşk bendim!
(Adını koyamadığımız bu işte: Bin kere düşüp, bin kere kalktık ayağa... Çokça haykırıp, çokça sindik... Aynada suretimiz yok şimdi...)

Şimdi bir musalla taşından seyrediyorum gökyüzünü...
Akşam sonrası, alacakaranlık.
Çıplak dalların arasından; koyu bulutlar...
Hiçbir şeyin vakti değil; avlu bomboş...
Sözün bittiği yerdeyim yani...
Yani herşey nafile...
(Biliyorum; son nefesten önce ölünmez. Biliyorum; hâlâ buradayız. Biliyorum; bu miras bizim...)

Gözyaşı ustasıyım; işsiz...
Ve yalnız...
Acımı ezan dindirir!
(Uzaklardan edilmiş bir dua uçup gelir başucuma... Bir anne şefkatiyle okşar başımı... Kavrulan dudaklarıma bir damla su, karanlığıma aydınlık olur. Kimin duası?)

Sarı ve serin bir hüznün kucağında,
Kalbim yangın/üşüyor ellerim...

Yazık; bu yangın öldürmüyor...
Yazık; gözyaşı söndürmüyor...
(Olsun... Kılıcımda kan değil; gözyaşımın ve duamın izi var...
Bir değil, bin ihtimal daha var!)​

Murat Başaran
 

Rosasepia

Ordinaryus
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
2,427
Tepkime puanı
787
Puanları
0
Konum
Seyyâh-ı âlem
Muhasebe

aynawz8.jpg




“Ne gitmeyi becerebildim...

Ne kalmayı.
Buraların sakini ve ama yolcu...
İki yarısı bir bütün etmeyen...

...

Dört mevsim sonbahar ağacı.
Ölmeye durmuş.

...

Gelmesen de olur...
Büyüdüm artık.
Ve alıştım, gidemediğim yerlerden yalnız dönmeye...
Ateş de benim...
Su da benim...
Öğrendim."

.....

Yüzde elli tenzilat yapsan...
Ve üstüne beş taksit...
Bol bol da nakit yerine geçen puan versen...
Daha dikkat çekici olmalı!
Bir alana bir bedava...
Üstüne sürpriz hediye...
Olur mu?
Paylaşmak ticaret değildir halbuki...
Ve ama paylaşamazsın!

.....

"Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!"

.....

Bir an gelir, yabancı bir şehirde, lisansız kalır insan...
İnsansız kalır!
Susmanın vakti gelip çatmıştır ve üstelik geç fark edilir...
Telaşları, şehrin artıkları gibi rüzgâra vermek zamadır; avare sürüklensinler...
Muhasebe için çok geçtir; mesai bitmiştir bu şehirde...
Yanında taşıdığın bütün çantalar anlamsızdır... Ve hazırladığın armağanlar...
Usulca bırakırsın bir köşebaşına...
Ve hiç kimse gibi veya herhangi biri...
Karışırsın kalabalıklara...

.....

Ve bir an gelir...
Kalabalıkların arasından sıyrılıp bir ayna ararsın bakmak için...

"Ben var mıyım? Benden geriye kalan, hâlâ ben mi?" diye...

.....

Halbuki kıyamet korkutur insanı...
Kimi zaman da teselli olur; bir hesap yeri var herkes için diye...
Başedemediğin zaman, başını öne eğersin...
Hesap geleceğe havale edilir...
Ve geleceğe havale edilen hesaplar korkutur halbuki... Kıyamet korkutur...




 

Rosasepia

Ordinaryus
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
2,427
Tepkime puanı
787
Puanları
0
Konum
Seyyâh-ı âlem
Bende Ne Var?









Bir okyanusa düşer gibi düşmek ölüme; yüzme bilmeden...

Bir kabusun ortasında uyanmayı aramak acizce...

Renkleri aramak siyahta boğulurken.

Baharı aramak...

Nefes almayı veya...

•••

Bu soğuk.. bu sert.. bu kalın duvarın ardında ne var?

Son değildir ölüm...

Müjdedir belki hatta...

Duvarın ardında ne var?

Bende ne var?

•••

Bulutlarda yalınayak koşar gibi kavuşmak ölüme...

Aşkı bulur gibi...

Aşkı yaşar gibi...

Bir çiçek bahçesinin en güzel yerinde rengarenk açar gibi...

Veya...

Bir kabustan rüyaya uyanırcasına...

•••

Ben biraz kan, çokça endişeyim...

İnsanım...

Zamanın sarkacında, birgün bitecek kalp atışıyım...

Bazan duymam...

Bazan duyarım...

Ne kadar cesursam o kadar korkarım...

Her gün aynanın karşısında sonumu ararım...

Sorarım:

— Bende ne var?


 

Rosasepia

Ordinaryus
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
2,427
Tepkime puanı
787
Puanları
0
Konum
Seyyâh-ı âlem
Yolcu



Beni kundağa sarın...


Ya da kefene...



Ya tutun ellerimden; şefkatle yeniden;


Ya yollayın sonsuzluğa bu yorgunluk yerinden.



Bir ezan duymalıyım; çok yakından, derinden


Adımı fısıldasın; kundak ya da kefenden.



Beni uykuya sarın...


Ya da sevgiye..!





 

efsun hayal

Profesör
Katılım
9 Mar 2007
Mesajlar
1,175
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Konum
...
Ve alıştım, gidemediğim yerlerden yalnız dönmeye...




Bir an gelir, yabancı bir şehirde, lisansız kalır insan...
İnsansız kalır!
Susmanın vakti gelip çatmıştır ve üstelik geç fark edilir...
Telaşları, şehrin artıkları gibi rüzgâra vermek zamadır; avare sürüklensinler...
Muhasebe için çok geçtir; mesai bitmiştir bu şehirde...
Yanında taşıdığın bütün çantalar anlamsızdır... Ve hazırladığın armağanlar...
Usulca bırakırsın bir köşebaşına...
Ve hiç kimse gibi veya herhangi biri...
Karışırsın kalabalıklara...



bu satırları bulmama vesile olduğun için teşekkür ederim...
 

Rosasepia

Ordinaryus
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
2,427
Tepkime puanı
787
Puanları
0
Konum
Seyyâh-ı âlem
Yalnizliğimla Başbaşa



Bir mum yaktım, bugüne inat...

Ve gizlendim gecenin büyüsüne...
Yalnızlığımın koynuna sokulup, yalnızlığı düşündüm...

***

Herşey belli belirsiz...
Herşey, bir garip mumun zayıf ışığına teslim ve titrek...
Odamın sahibi ve hayaletiyim şimdi...
Korkanı ve korkutanı...
Elimi uzatsam, aydınlığa boğabilirim herşeyi bir anda...
Ve herşey ortaya çıkmanın ve kendini göstermenin kibriyle beynime üşüşür...
Önce kitaplar...
Duvardaki saat ve sesi...
Yerdeki halı...
Hatta duvarın rengi...

***

Ama bu zayıf ışık...
Herşey, bir garip mumun zayıf ışığına teslim ve titrek...
Ben bile...
Yüzüm geçmişin ağırlığı, geleceğin belirsizliği altında ezilmiş...
Yüzümde karanlık...
Gözlerim, karanlığın korkusuna sinmiş eşyalarımda, beni arıyor...
Bu odada ne varsa; hepsi benim maceram...
Hepsini esir aldım...

***

Şu kitapların herbirini ben seçtim...
Burada olmalarının sebebi benim...
Değer verdim onlara... Onların macerasına talip oldum...
Paylaştım duygularını... Sevgilerini ve ayrılıklarını...
Kahramanlarına yol arkadaşı oldum...
Hepsini tanıyorum işte...
Belki sadece sırtları görünüyor...
Belki bir çoğunu uzun zamandır elime bile almadım ama...
Hepsini tanıyorum işte...
Cömertçe bakıştım onlarla...
Hergün defalarca...
Bir kez okudum belki ama, bin kez yaşadım...

***

Şimdi inadına bir mum yakışım...
Yalnızlığımı özlemekten...
Yüzlerce yazar...
Binlerce kahraman...
Ve o kadar macera..
İşte hepsine, “Bugün izinlisiniz” diyorum...
Bugün ben, bana lazımım...
Yalnızlığımı özledim...

***

Ne kadar titreseler de , müşfik bir karanlığa teslim ettim onları...
Uykuya yatırdım...
Belki gözucuyla seyredeceğim yine de...
Severek...
Ama...
O kadar işte...

***

Boş verin şimdi yerdeki halının, oturduğum sandalyenin,
üzerine abandığım masanın macerasını...
Bitmez...
Tam kendimi dinlemeye koyulmuşken, başlarsam anlatmaya...
Mesela şu içinde kalemler olan kavanozu bile...
Ve hatta arka ucunda diş izlerim olan boyasız kurşun kalemi...
Bitmez...
Bu odanın her satırında...
Her harfinde...
Ömrümden kattığım...
Feda ettiğim zamanlar ve duygular var...
Koşar adım giderken ölüme, “Hayata neresinden başlamalıyım” diye düşünüyorum hala...
Ve yorulup...
Bir mum yakıyorum işte...
Karanlığın aynasında kendimi seyrediyorum...
Yalnızlığımın koynuna sokulup...

***

Biliyorum...
Ölüm bana geliyor...
Ben ona gidiyorum...
Her saniye kısalıyor hayatım...
Gönlümün heybesi ağırlaşıyor...
Biraz daha fazla şey götürmek için belki...
Daha çok şey yaşayıp...
Daha çok anlamak için..
Ama...
Cevabı zor sorular birikiyor...

***

Kendime anlatırken bütün bunları...
Kime anlatıyorum aslında...
“Er kişi niyetine” dediklerinde...
Hangi dağın taşından kesilmiş bir mermer hazırlanır başucuma...
Hangi yürek yanar?
Hangi yürek yanması serinletir içimi?..
Kuruyan dudaklarıma miras kalır?..

***

Ben...
Zamanın, mekanın ve eşyanın kucağından sıyrılıp...
Yalnızlığıma sığındım şimdi...
Birazdan ezan okunacak...
Bu karalama kağıtlarını buruşturup fırlatacağım...
Bir daha başlamak için yaşamaya...
Şafak sökmeden...
Şimdi ezan okunacak...





 

Azra

Eylül yüzlü kız...
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
1,061
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Konum
İstanbul
Masal

“Yüreğimde sakladığım, bir damla gözyaşısın!
Sana kıyamam... Ağlayamam...”
...
Bir hırka...
Ve bir lokma...
Yürüdüğüm, çözdüğüm, kördüğüm yollar!
Şikayetçi değilim...
...
Nesin sen aşk?
...
Şimdi uzun uzun anlatsam, hayat bu kadar kısayken...
Ne bulutlar dağılır gönlümdeki...
Ne sen anlarsın?
Olsun varsın!
...
Bir zamanlar...
İnsanlar hayatla ve ölümle barışıkken; mezarlıklar da yanıbaşlarındaymış...
Şimdi şehrin dışında bir yerlerde...
Güya ölüm gibi; gözden ırak! Gönülden ırak!
Ve bu zamanlar...
İnsanlar hayata yabancı...
Ölüme de...
...
Bir hırka...
Ve bir lokma...
Lazım olan ve üstelik yanında götüremediğin...
O zaman bu telaş niye?
...
Biliyorum uzun olmadı; ama anlarsın...
Yüreğinde biriktirdiğin gözyaşı kadarsın.
Ve soracaklar hayatının hesabını...
Boş yere ağlarsan;
Yanarsın...
...
Hayat işte...
Karşına “kocaman adamlar çıkar”; adından uzun ünvanları olan...
Uzun uzun konuşurlar; hani kitap gibi...
Umursamazsın!
Ama gün gelir,
Ucuz bir cikletin içindeki mani,
Yerle bir eder hayallerini...
...
Bir hırka ve bir lokma...
Sonra?
Sakla gözyaşını...
Ölüm var...​

Murat Başaran
 
Üst