Murat Başaran Şiirleri

Hüzün Seli

. . .
Katılım
16 Ağu 2009
Mesajlar
1,228
Tepkime puanı
512
Puanları
0
Konum
A'raf
Web sitesi
huzundusumu.blogcu.com
Yangının Adı Leyla'ydı!..



Yangının Adı Leyla'ydı!..



Çaresiz kalmıştı Leyla’da...

Kavuşmak imkansızdı...

İhtiyar, tatlı-sert yol gösterdi;

-Gir şu odaya... Çağır Leyla’yı...

Aklı almadı önce...

Pek de inanmamıştı...

Ama yapacak da başka bir şey yoktu...

Çaresiz adam, çaresiz girdi odaya...

Sayıkladı günler boyu, geceler boyu...

Çıkmadan o odadan, çağırdı Leyla’yı...

Kırk asırdır yandığı aşkı, daha kırk vakit dolmadan...

İşte geliyordu...

İşte görüyordu; Leyla kendisini çağıranı ararcasına geliyordu...

Korktu genç adam...

Anladı genç adam...

Unuttu genç adam...

Gidip sarıldı ihtiyarın eline...

“İstersem olduğuna göre...

Çağırırsam geldiğine göre...

Bana aşkı öğret...”

Dedi ki ihtiyar:

-Bu kainat...

Aşkına yaratıldı sevgilinin...

Sen aşkı ne sandın?

Aşk...

Öyle bir istemek ki...

Kavuşmak mecbur kalsın...




Murat Başaran





 

mavi sessizlik

Profesör
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
829
Tepkime puanı
138
Puanları
0
Yanlızlığımla Başbaşa

Bir mum yaktım, bugüne inat...
Ve gizlendim gecenin büyüsüne...
Yalnızlığımın koynuna sokulup, yalnızlığı düşündüm...

Herşey belli belirsiz...
Herşey, bir garip mumun zayıf ışığına teslim ve titrek...
Odamın sahibi ve hayaletiyim şimdi...
Korkanı ve korkutanı...
Elimi uzatsam, aydınlığa boğabilirim herşeyi bir anda...
Ve herşey ortaya çıkmanın ve kendini göstermenin kibriyle beynime üşüşür...
Önce kitaplar...
Duvardaki saat ve sesi...
Yerdeki halı...
Hatta duvarın rengi...

Ama bu zayıf ışık...
Herşey, bir garip mumun zayıf ışığına teslim ve titrek...
Ben bile...
Yüzüm geçmişin ağırlığı, geleceğin belirsizliği altında ezilmiş...
Yüzümde karanlık...
Gözlerim, karanlığın korkusuna sinmiş eşyalarımda, beni arıyor...
Bu odada ne varsa; hepsi benim maceram...
Hepsini esir aldım...

Şu kitapların herbirini ben seçtim...
Burada olmalarının sebebi benim...
Değer verdim onlara... Onların macerasına talip oldum...
Paylaştım duygularını... Sevgilerini ve ayrılıklarını...
Kahramanlarına yol arkadaşı oldum...
Hepsini tanıyorum işte...
Belki sadece sırtları görünüyor...
Belki bir çoğunu uzun zamandır elime bile almadım ama...
Hepsini tanıyorum işte...
Cömertçe bakıştım onlarla...
Hergün defalarca...
Bir kez okudum belki ama, bin kez yaşadım...

Şimdi inadına bir mum yakışım...
Yalnızlığımı özlemekten...
Yüzlerce yazar...
Binlerce kahraman...
Ve o kadar macera..
İşte hepsine, “Bugün izinlisiniz” diyorum...
Bugün ben, bana lazımım...
Yalnızlığımı özledim...

Ne kadar titreseler de , müşfik bir karanlığa teslim ettim onları...
Uykuya yatırdım...
Belki gözucuyla seyredeceğim yine de...
Severek...
Ama...
O kadar işte...

Boş verin şimdi yerdeki halının, oturduğum sandalyenin, üzerine abandığım masanın macerasını...
Bitmez...
Tam kendimi dinlemeye koyulmuşken, başlarsam anlatmaya...
Mesela şu içinde kalemler olan kavanozu bile...
Ve hatta arka ucunda diş izlerim olan boyasız kurşun kalemi...
Bitmez...
Bu odanın her satırında...
Her harfinde...
Ömrümden kattığım...
Feda ettiğim zamanlar ve duygular var...
Koşar adım giderken ölüme, “Hayata neresinden başlamalıyım” diye düşünüyorum hala...
Ve yorulup...
Bir mum yakıyorum işte...
Karanlığın aynasında kendimi seyrediyorum...
Yalnızlığımın koynuna sokulup...

Biliyorum...
Ölüm bana geliyor...
Ben ona gidiyorum...
Her saniye kısalıyor hayatım...
Gönlümün heybesi ağırlaşıyor...
Biraz daha fazla şey götürmek için belki...
Daha çok şey yaşayıp...
Daha çok anlamak için..
Ama...
Cevabı zor sorular birikiyor...

Kendime anlatırken bütün bunları...
Kime anlatıyorum aslında...
“Er kişi niyetine” dediklerinde...
Hangi dağın taşından kesilmiş bir mermer hazırlanır başucuma...
Hangi yürek yanar?
Hangi yürek yanması serinletir içimi?..
Kuruyan dudaklarıma miras kalır?..

Ben...
Zamanın, mekanın ve eşyanın kucağından sıyrılıp...
Yalnızlığıma sığındım şimdi...
Birazdan ezan okunacak...
Bu karalama kağıtlarını buruşturup fırlatacağım...
Bir daha başlamak için yaşamaya...
Şafak sökmeden...
Şimdi ezan okunacak... Murat Başaran
 

MAV!M

muamma
Katılım
16 Kas 2009
Mesajlar
3,735
Tepkime puanı
1,163
Puanları
0
sevmeklmeklebalar.jpg

Ölmemiş olmak...
Yaşamak... Ne için yaşamak? İstanbul için mi? Orta şekerli kahve için mi? Çocuklar için mi? Yoksa sevmek için mi?

Sevmek...
Ne kadar pırıltılı bir kelime. Sevmek nasıl bir duygudur ki, sevilen için ölüm bile göze alınır.

Çünkü en pahalı şeyler sevgi ile satın alınır.

Sevmek için yaşamak, ölmeden ölmek... Neleri seveceğimizi biliyor muyuz? Siz kar yağarken, bir câminin şadırvanında abdest aldınız mı hiç? Üşümek hoşunuza gitti mi?

"Sevmek ölmekle başlar..."

Ve gerçek sevmek "Allah için" sevmektir.

Allah için seven, sevdiği uğrunda ölmekten korkmaz. Onun için ölüm "Asûde bir bahar ülkesidir."

Ben sizi Allah için seviyorum.

Siz de beni öyle sevin.


Murat Başaran
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Lale Zamanı

Maviyi seviyorum…
Belki de çok kişi benim kadar mavi üzerine konuşamaz
Onun insanları dinlendiren tonlarından başlayıp deniz mavisindeki enginliği gök mavisindeki serinliği kar mavisindeki hafifliği saatler yorulana kadar anlatabilirim.
Sadece maviyi mi? Dağların eteklerini yaladığı sarp kayaların veya gümüş kumsalların hemen bitiminde maviye nispet yapan bin çeşit ağacın bin çeşit yeşilini de…
Yeşili de
Az mı hayal ettim sırtımı yeşile verip mavi suların gökyüzüyle kesiştiği çizgiyi bakışlarımla okşamayı…

Lakin ömür kısa…
Çok kısa…

Dağları seviyorum…
Odamın duvarındaki resimde Erciyes bana heybeti hatırlatır.
Kainatın büyüklüğü dolar yüreğime küçüklüğümü ve acizliğimi haykırır…
Şehirden kopup ıssız dağlarda tabiatla kucaklaşma hevesi düğümlenir içimde.
Daha çok işe yarayacakken…
Daha çok yorulmam gerekirken Erciyes’te kayak yapmayı düşünmek bile ihanet olur kendime…
Erciyes duvarda güzel…

Lale’yi seviyorum…
Ama onu sevebilmek için nisanları beklemem…
Nisanlarımı lale bahçelerine ayıramam…

Dedim ya…
Ölüm duygusu en çıplak gerçek ve sıcaklığı ensemde…
Ömrü kısa lale belki nisanlara tutsaktır ama…
Sevmeyi bilen gönlümde ben yaşadığım müddetçe yaşar güzelliği
Sonra diğer sevdiklerim…
İstanbul…
Bir daha İstanbul ve dostlarım…
Sevdiklerim idealimle elele verebildiği müddetçe kıymetlidir…
İstanbul bile…
Çünkü ben idealim ve dertlerim için varım…
Ve dertlerim gururumdur.

Vakit düne göre çok geç
Yarına göre erken değil…
Sadece yirmi dört saati yaşayıp yirmi dört saati dert edinenlerin yarınları fantastik hayallerle yüklüdür.
Ve onlar o kadar zavallıdır ki bu fantastik hayalleri dert edinirler kendilerine…
Ama benim ufkumda pembeye yer yok…
Dertlerimle boğuşurum ve öyle öleceğim…
İşin garip ve güzel tarafı; dertlerimin ve idealimin bana ihtiyacı yok…
Benim…
Veya bizim….
Bu dertlere ihtiyacımız var; yarınlarımızı kurtarmak için…
Onun için ne kadarını yaşayacağımı bilmediğim günleri haftaları hatta bazılarının yaptığı gibi aylarımı dinlenmeye ayıramam…
Çünkü kaybetmeyi sevmiyorum…


Sevmek ölmekle başlar / Murat Başaran
 

Nihle

Profesör
Katılım
5 Ara 2009
Mesajlar
1,981
Tepkime puanı
468
Puanları
0
Lale Zamanı

Maviyi seviyorum…
Belki de çok kişi benim kadar mavi üzerine konuşamaz
Onun insanları dinlendiren tonlarından başlayıp deniz mavisindeki enginliği gök mavisindeki serinliği kar mavisindeki hafifliği saatler yorulana kadar anlatabilirim.
Sadece maviyi mi? Dağların eteklerini yaladığı sarp kayaların veya gümüş kumsalların hemen bitiminde maviye nispet yapan bin çeşit ağacın bin çeşit yeşilini de…
Yeşili de
Az mı hayal ettim sırtımı yeşile verip mavi suların gökyüzüyle kesiştiği çizgiyi bakışlarımla okşamayı…

Lakin ömür kısa…
Çok kısa…

Dağları seviyorum…
Odamın duvarındaki resimde Erciyes bana heybeti hatırlatır.
Kainatın büyüklüğü dolar yüreğime küçüklüğümü ve acizliğimi haykırır…
Şehirden kopup ıssız dağlarda tabiatla kucaklaşma hevesi düğümlenir içimde.
Daha çok işe yarayacakken…
Daha çok yorulmam gerekirken Erciyes’te kayak yapmayı düşünmek bile ihanet olur kendime…
Erciyes duvarda güzel…

Lale’yi seviyorum…
Ama onu sevebilmek için nisanları beklemem…
Nisanlarımı lale bahçelerine ayıramam…

Dedim ya…
Ölüm duygusu en çıplak gerçek ve sıcaklığı ensemde…
Ömrü kısa lale belki nisanlara tutsaktır ama…
Sevmeyi bilen gönlümde ben yaşadığım müddetçe yaşar güzelliği
Sonra diğer sevdiklerim…
İstanbul…
Bir daha İstanbul ve dostlarım…
Sevdiklerim idealimle elele verebildiği müddetçe kıymetlidir…
İstanbul bile…
Çünkü ben idealim ve dertlerim için varım…
Ve dertlerim gururumdur.

Vakit düne göre çok geç
Yarına göre erken değil…
Sadece yirmi dört saati yaşayıp yirmi dört saati dert edinenlerin yarınları fantastik hayallerle yüklüdür.
Ve onlar o kadar zavallıdır ki bu fantastik hayalleri dert edinirler kendilerine…
Ama benim ufkumda pembeye yer yok…
Dertlerimle boğuşurum ve öyle öleceğim…
İşin garip ve güzel tarafı; dertlerimin ve idealimin bana ihtiyacı yok…
Benim…
Veya bizim….
Bu dertlere ihtiyacımız var; yarınlarımızı kurtarmak için…
Onun için ne kadarını yaşayacağımı bilmediğim günleri haftaları hatta bazılarının yaptığı gibi aylarımı dinlenmeye ayıramam…
Çünkü kaybetmeyi sevmiyorum…


Sevmek ölmekle başlar / Murat Başaran

Bende bu yazıyı eklemek için tıklamıştım lâkin Allah razı olsun siz eklemişsiniz ..
Kitaptaki nadide yazılardan birtanesi ..

:gul
 
Üst