Niye Korkulur Hristiyanlıktan?

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
kendi adimiza degil, insanlik adina korkuyoruz...
 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0

korkmak yersiz gibi düşünüyorum onlar zaten en büyük zararı kendilerine vermekteler
ALLAH a ortak koşarak evlat isnat ederek
 

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul

Ben yeryüzünde yaşayan ve insan(!) olan hiçbir farklı din ve kültür mensubundan korkmuyorum. Ermenilerden de, Kürtlerden, Yahudilerden (İsrail hükümeti ve politikalarını destekleyenler hariç) de korkmuyorum. Hee içlerinde insan(!) olmayan yok mu, var. İnsan(!) olmayan Müslümanlar olduğu gibi...

Korkular yersiz, insanların olduğu gibi dünyanın da bir kaderi var ve eninde sonunda o kaderi yaşayacak!
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
- Beyaz adam geldiğinde onun sadece İncili, bizimse topraklarımız vardı. Sonra, İncil bizim oldu, topraklarımızsa onun.


Tanrıya inanmamızı söylüyordu, elinde incil, siyah cübbeli, beyaz tenli papaz. Reisimiz sordu: "Tanrı size bunları yapmanızı mı söylüyor? Cennet dediğiniz yere sizler mi gideceksiniz? Öyleyse; ben sizin olmadığınız yeri, cehennemi seçiyorum. Eğer bizleri değil de, sizleri, zulmünüzü onaylıyorsa tanrınız; böyle bir tanrıya inanmaktansa, inanmamayı yeğlerim! "

kızılderililer
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
MALUMUNUZ SÖMÜRGECİLİK FAALİYETLERİNDE EN ÇOK İNCİLLER KULLANILMIŞTIR...

Sömürgecilik, genellikle bir devletin başka ulusları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılmayı istemesi, müstemlekecilik, kolonyalizm (TDK Sözlüğü) Sömürgeciler genellikle sömürdükleri bölgelerin kaynaklarına el, iş gücüne, pazarlarına el koyar ve aynı zamanda sömürgeleri altındaki halkın sosyo-kültürel, dini değerlerine baskı uygularlar. Sömürgecilik ile emperyalizm kimi zaman birbirleri yerine kullanılan terimler olmakla birlikte emperyalizm, şekli olduğu kadar şekli olmayan alanlarda da kontrolün hakim gücün elinde bulunduğunu durumlarda kullanılmaktadır. Sömürgecilik terimi aynı zamanda bu sistemi meşrulaştırmak veya yaymak için kullanılan bir dizi inanca da işaret etmektedir, zira Sömürgeciler kendilerinin sömürdükleri insanlardan daha üstün olduklarına inanırlar. Sömürdükleri insanları gelişmemiş toplumlardan seçerler. Dünya bu sömürgecileri, gelişmemiş toplumları refaha kavuşturmak ve gelişmelerinde katkıda bulunmak amacıyla baskı altında tuttukları şeklinde algılar veya algınlanması sağlanır. Bir bakıma iyimserlik havası estirilir.
Sözde bilimsel teorilerle de desteklenmeye çalışılan bu tip inançlar daha çok 19.yüzyılda Avrupa'da yayılmış ve Avrupalıların tüm dünyada sömürgeci güç olarak yayılmasının da sözde meşru dayanağı olmuştur. 18. yüzyılda başlayan sanayi inkılabının ardından 19. yüzyılda sanayileşmede ki gelişmeler neticesinde buhar makinelerinin kara ve deniz ulaşımında kullanılması yeni uluslar ve kıtalararası ekonomik ve ticari münasebetleri geliştirdi.19 yüzyılda tamamıyla sanayileşen İngilizler, diğer ülkelerle ekonomik bağlarını güçlendirdiler.Avrupa da ki diğer devletlerde İngilizlerin takip ettiği yolu izlemeye başladılar. Tarihte sömürge kurmak, büyük toprak kazanmak, büyük devlet olmak için gerekli sayılmaktaydı.Sömürgecilik bazen dini sebeplere dayanarak da olmuştur.Osmanlı devleti de din faktörüyle yayılmaya çalıştığı zaman başka devletlerle çatışma haline gelmiş ve askeri bakımdan önem kazanmıştır.Bunun için sömürgecilik hareketleri bazen askeri ve stratejik sebeplere de dayanmaktadır. İngiltere’nin 1878 de Kıbrıs’a yerleşmesi gibi. Asık ekonomik ve siyasal faktörler sömürgecilikte rol oynamaktadır[SUP][1][/SUP] .
Avrupa’yı 1890lardan itibaren sömürgeciliğe iten faktör tamamen ekonomiktir.1870lerden sonra endüstrinin gelişmesi başlıca ekonomik faktör olarak görünmektedir. Endüstrinin gelişmesi ortaya bir takım önemli problemler çıkarmaktadır. Endüstri geliştikçe üretim artmıştır, üretim arttıkça endüstri ülkelerinin kendi nüfusları bu üretimi tüketemez olmuşlardır.Bir üretim fazlası ortaya çıkmıştır .Bu üretim fazlasını dağıtacak alanlar aramaya başlamışlardır[SUP][2][/SUP].
Öte yandan endüstrinin ham madde problemi ortaya çıkmıştır. Avrupa’nın sınırlı hammadde kaynağı karşısında yeni hammadde sağlayacak topraklar elde etme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. 19 ve 20. yüzyılın başında, sömürgeciliğin en etkili vasıtalardan biri demir yoludur. Demiryolu bilhassa Asya ve Afrika da sömürgeciliğin en gelişmesinde önemli bir vasıtadır. 19. yüzyılda sömürgeciliğin iki aktif alanı Afrika ile Uzak Doğu olmuştur. Orta ve Güney Amerika Amerika Birleşik devletlerinin nüfuzu altına girmiş ise de bu durum Afrika ve Uzak Doğudan farklı olarak doğrudan doğruya bir sömürgecilikten ziyade özel bir münasebet düzeni şeklinde ortaya çıkmıştır.Demir yolları ağını genişleterek kara bölgelerinin içlerine kadar girdiler ve maddi manevi nüfuslarını korudular[SUP][3][/SUP]
Avrupa sömürgeciliği kabaca iki büyük dalgaya ayrılabilir. İlki keşiflerle başlamış ikincisi de 19.yüzyılın ikinci yarısında başlayan dönemidir...

Madagaskar'daki Fransız savaşı hakkında bir kitap.​

Sömürge Tipleri
Farklı sömürgecilik tipleri vardır. Sömürgecilerin büyük kentlerdeki halkları sömürdükleri topraklara taşıdıkları tipe örnek ABD'nin ilk onüç eyaleti, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Arjantin ve Sovyet döneminde Sibirya'da gerçekleştirilmiştir. Sömürgeciler sömürdükleri topraklardaki yerli halkı kontrol etmesi veya güçle tehdit etmesi için İngilizlerin Hindistan'da, Mısır'da, Hollandalıların uzakdoğuda ve Japonların sömürge imparatorluklarında yaptıkları gibi yöneticiler atarlar. Bazen Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi sömürgeci gücün kendi topraklarından getirdiği halklar yerli halklarla karışır bazen de ki çoğunlukla olan budur; Fransa'nın yönetimi altındaki Cezayir'de veya Güney Rodezya'da olduğu gibi ırken ayrı topluluklar halinde yaşamaya devam ederler.
Bir başka türde de Barbados, Saint-Domingue ve Jamaika gibi ülkelerdeki geniş çiftliklere (plantasyon) beyaz sömürgeciler siyah köleler getirerek çalıştırırlar. Bir diğer sömürge türünde ise sömürgenin asıl amacı bölgenin daha geniş bir şekilde kolonize edilmesi değil ticarettir.

İlk Avrupa Sömürgeciliği [değiştir]

1913 yılında Afrikadaki Avrupa hakimiyeti​

İlk sömürgecilik 15. yüzyılın sonlarında başlayan deniz yolculuklarıyla başladı. Deniz yolculukları İspanyol ve Portekiz krallıkları tarafından düzenlenerek Portekizliler Afrika’nın batı kıyıları boyunca Güneye doğru ilerlediler [SUP][4][/SUP]. Çin ile ticari faaliyette bulunmak istiyorlardı.
Doğu ve Batı yarımkürelerindeki Avrupa sömürgeciliğinin kökleri, baharat ticareti için kaynak bulmak ve masalsı krallıkların varlığını keşfetmek isteyen Portekiz kaşiflere kadar geri gider. Avrupa dışındaki ilk ayak izi Ceuta'nın 1415'de fethedilmesiyle atılır. Onbeşinci yüzyılda Portekiz denizciler 1488'de Bartolomeu Dias'ın Ümit Burnu'nun çevresinden dolanarak Afrika kıtasının aşılabildiğini gösterip Vasco da Gama'nın 1498'de Hindistan'a ulaşmasına yol açana dek Atlantik adalarını ve tüm Afrika sahillerini keşfetmişlerdir.
Portekiz denizcilerin başarıları Christopher Columbus'un 1492'de İspanyol finansmanıyla batı kıyılarına doğru yeni bir keşif rotasına çıkmasının önünü açmıştır. Columbus Japon sahillerine vardığı inancıyla günümüzde Bahamalar denilen yere ulaşmış ancak gerçekte Amerika denilen yeni bir kıta keşfetmişti.Orta ve Güney Amerika’ya yerleşen İspanyollar yerlilerle kültür birliği kurarak kısa sürede onlara Hıristiyanlığı ve İspanyol dilini benimsettiler hatta yerlilerle evlenip kaynaştılar. Bundan dolayı İspanyol sömürgeciliği ;Portekiz sömürgeciline nazaran daha uzun ömürlü oldu.Avrupalı denizciler açık deniz yolculuna elverişli gemileri hazırladıktan sonra ucuz baharat taşımak için yeni yollar aradılar. Uzak Doğu ticaretiyle Avrupa’ya ucuz ve bol miktarda baharat getirdiler. Portekiz ve İspanyol gemicilerine açık denizlere iten diğer bir faktör değerli madenlerden altın ve gümüş elde etme duygusuydu Portekizlilere nazaran İspanyollar Orta ve Güney Afrika’ya ulaşıp yerlilerin elinde bulunan zengin altın ve gümüş kaynaklarını alıp Avrupa’ya taşıdılar.
İlk Sömürgecilikte Şirketlerin Rolü [değiştir]Batı sömürgeciliği başından bu yana kamu-özel girişimin ortaklığıyla yürütülmüştür. Kolomb'un Amerika seyahatlerinin masrafı kısmen İtalyan yatırımcıları tarafından karşılanmıştır. İngiltere, Fransa ve Hollanda sömürgelerde ticari yatırım gerçekleştiren Doğu Hindistan Şirketleri ve Hudson's Bay Şirketine ticari tekel hakkı tanımış ve ticaret sömürgedeki zenginliklerin sömüren Avrupa ülkelerine taşınması şeklinde gerçekleştirilmiştir.
Afrika'nın Sömürgeleştirilmesi [değiştir]Ana madde: Afrika'nın Sömürgeleştirilmesi

1898 yılında Dünya'daki büyük sömürge imparatorlukları ve Osmanlı İmparatorluğu

Afrika'nın Sömürgeleştirilmesi, 15. yüzyılda köle ticareti ile başlamış ve uzun yıllar sürmüştür. Bunu en iyi anlatan terim İngilizce bir deyim olan "Afrika'ya hücum"dur.
Afrika'yı bir köle kaynağı olarak görenler, şimdi onunla hem hammadde kaynağı, hem de pazar olarak ilgilenmeye başladılar. Ama bunun için Afrika'da çalıştıracak işgücüne ihtiyaçları vardı. Köleciliğin yasaklanması doğrudan bununla ilişkiliydi. Afrikalıların kurtuluşu olarak ilan edilen bu yeni süreç, köleliğin yeni bir biçiminden başka bir şey değildi. Köle tacirleri, madenlere ya da çiftliklere işçi temin eden kuruluşlar halinde örgütlendi. Afrika’nın sömürgeleşmesi gayet kısa bir sürede olmuştur. O kadar ki 1870’de Afrika’nın ancak onda biri sömürge iken 1890’da sömürge olmamış kısım ancak onda bir miktarındaydı. Afrika’nın insanlığın bilgisine açılması devre devre olmuştur ve burada da üç devreyi tespit etmek mümkündür. İlk devrede, ilk çağlarda Kuzey Afrika da Mısır ve Kartaca medeniyetlerine rastlamaktayız. Daha sonra bunların yerini Roma İmparatorluğunun dağılmasından sonra ve Osmanlı İmparatorluğunun kontrolüne girmiştir.
8. 9. ve 10. yüzyıllarda ise Arap Yarımadasının Doğu Afrika ile temasa geçtiğini görüyoruz. Somali, Kenya ve Kızıl Deniz kıyıları 10. yüzyıldan itibaren Arapların sömürgesi olmuştur[SUP][5][/SUP] . Orta Doğunun Arap kuşağının Osmanlı imparatorluğunun kontrolüne girmesinden sonra, Doğu Afrika’daki Arap kontrolü de zayıflamıştır. Fakat tam bu sıralarda Avrupalılar, Afrika ile alakadar olmaya başlamışlardır. 15. yüzyıldan itibaren Portekizliler Angola ve Mozambik kıyılarını ele geçirirken, Hollandalılar da Güney Afrika kıyılarına yerleşmeye başlamışlardır. Fransızlar ise Afrika’ya,16.Yüzyıldan itibaren Batı Afrika kıyılarında Senegal’den itibaren Afrika’ya girmeye başlamışlardır. İngilizler ise genellikle Gine körfezi kıyılarına yerleşmişlerdir.
Denizcilikte ilerlemiş olan Avrupa ülkeleri Afrika’nın kıyılarına yerleşmekle beraber iklim ve tabiat şartlarının güçlüğü dolayısıyla kıtanın içlerine girmeye cesaret edememişlerdir. Bu sebeple 19.yüzyılın ortalarına gelinceye kadar Afrika’nın iç kısımları ve buralardaki hayat insanların bilgisine kapalı kalmıştır.
Afrika’nın insanlığın bilgisine açılmasında Nil nehri büyük rol oynamıştır. Çok eski çağlardan beri Nil nehri ve bilhassa Nil’in kaynağı insanların merakını çekmekteydi. Avrupalılar tarafından Nil’in kaynağı bulunmuş ve Afrika’nın bilinmeyen kısımları insanlığın bilgisine açmışlardır[SUP][6][/SUP] .
Afrika’nın keşfedilmesiyle birlikte Avrupalı devletler Afrika’nın iç kesimlerine doğru ilerlemeye başladılar. Bu da bize sömürgeleşmenin hızlandığını göstermektedir. İç kesimlerin işgaliyle birlikte fiili işgal prensibi kabul edildi. Fiili işgal prensibi Afrika’ya hücumu daha da hızlandırdı. Her devlet daha geniş toprak için birbirleriyle yarıştı.
İspanyol Sömürgeleri [değiştir]

İspanyol İmparatorluğu'nun en geniş sınırları​

Kuzey ve Güney Amerika başta Güney Amerika'nın pek çok bölgesi, Orta Amerika, Meksika, Karayiplerin bazı bölgeleri ve ABD'nin büyük bir kesimi olmak üzere İspanya'nın hakimiyeti altına girmişti.
İlk dönemde Konkistadorlar (İspanyolca bir kelimedir ve sömürge askerleri, kaşifleri vs. ifade etmektedir) ile kraliyet otoritesi arasında çekişme yaşanmıştır. Konkistador asker ve memurlara ücret karşılığı olarak geniş topraklar ve yerli işçi çalıştırma hakkı verilmişti.
İngiliz Sömürgeciliği [değiştir]

Bordo renkli alan 1921'de İngiliz İmparatorluğuna ait bölgeleri göstermektedir.​

Afrika’nın sömürgeleşmesinde İngiltere’nin payı çok büyüktü. Sömürge faaliyetleri tüccarlar tarafından kurulan şirketler vasıtasıyla yürütüldü. Bu şirketler gittikleri yerlerde toprakları kendi üzerlerine alarak savaş ve barış yapma yetkisine sahip idiler. Devlet tarafından yetkilerle donatılıp bireysel devlet görünümü aldılar. İngilizler daha çok Portekiz sömürgeleri üzerinde genişlediler. Hindistan’a gelip Portekizlilerin elinden kıyı bölgelerini aldılar. İngiltere’nin Afrika’dan aldığı topraklar: İngiliz Somalisi, Mısır, Nijerya, Uganda, Kenya, Bechuanaland, Rodezya ve Nysaland’dır.[SUP][7][/SUP].
İngiliz ticaret şirketleri deniz aşırı pazarları kimseyle paylaşmak istemediler. Bunda özellikle Fransızlar ile çatışmalar yaşadılar. Bu sebepten dolayıdır ki Yedi Yıl Savaşları yaşandı. İngiltere’nin zaferiyle sonuçlanan savaşta Paris antlaşması yapıldı. Anlaşmaya göre İngiltere;Fransa’nı Kuzey Afrika’daki topraklarının bir bölümünü ele geçirdi bütün Hindistan İngiliz egemenliğine geçince Hindistan’a İngiliz tacını temsil eden genel vali tayin edildi. Yedi Savaşları sonunda İngiltere dünyanın en büyük sömürgeci devleti olarak ortaya çıktı. 1815 Viyana Kongresinden sonra Hollanda’nın elinden Afrika’daki Cape Colony sömürgelerini aldı. Mısır’ı işgal ederek Afrika’nın Kuzey ucuna yerleşti. Bazı önemli yerleri aldı. Nil Nehrinin güneyine doğru inip Sudan’ı sömürge toprakları içine kattı. Arap yarım adasıyla anlaşma yaparak Aden Muskat ve Umman gibi Müslümanların yaşadığı kıymetli toprakları sömürgelerine kattı.
Sömürge devletleri zaman zaman birbirleriyle anlaşmazlığa düşerlerdi. İngiltere’nin ise en büyük sorun yaşadığı Fransa’ydı. 1896 tarihinde yapılan bir anlaşmayla Siyam üç bölgeye ayrıldı. Batısı İngiliz,Doğusu Fransız etki alanı oldu. Orta kısımda tampon bir bölge oluştu,böylece iki devlet çatışma olasılığını azaltmak istiyordu.İngiltere Rusya ile İran üzerinde de aynı nitelikte bir sömürge anlaşması yapmıştı İngiltere tüm bu düzenlemelerin sonunda Hindistan Sömürgesine kuzeyden İran Afganistan ve Tibet Doğudan da Siyam yönlerinden gelecek Fransız ve Rus Tehdidine karşı bir güvenlik kordonu kurmuştur. İngiliz İmparatorluğunun denizaşırı bölgeleri yerleşmesinin kökleri 1485-1509 tarihleri arasında tahtta bulunan İngiliz Kralı VII. Henry'nin denizcilik alanıyla ilgili politikalarında yer almaktadır. Selefi Kral III.Richard'ın başlattığı ve 1707 sonrası İngiliz sömürgeciliği için büyük önemi olan British East India Company gibi şirketlere de öncülük eden yün ticaretine yönelik deniz ticareti sistemi kurmuştu. Henry aynı zamanda küçük deniz kuvvetlerini genişletmiş ve İngiltere'nin İlk denizaşırı kolonisini kuran İtalyan denizci John Cabot'un -Kral Henry adına Newfoundland'da koloni kurmuştur- 1496 ve 1497 yılındaki seyahatlerinin de sponsorluğunu yapmıştı.
VIII. Henry babasının başlattığı işi devam ettirmiş ve İngiltere deniz kuvvetlerini geliştirmeye devam etmişti.
Kraliçe I. Elizabeth döneminde Sir Francis Drake kuzey California'ya ayak basmış ve İngiliz Kraliyeti adına buraya Nova Albion (Albion İngiltere için kullanılan antik bir isimdi) adıyla yönetimi altına almıştı. İngiltere'nin Avrupa dışındaki bölgelere ilgisi gittikçe artmış ve ilk defa John Dee tarafından "İngiliz İmparatorluğu" ifadesi öne sürülmüştü. Denizcilik konusunda uzman olan John Dee imparatorluk kavramına ilişkin bakış açısını Dante'nin "Monarchia" kitabından almıştı.
Humphrey Gilbert Cabot'u izlemiş ve 1583'de Newfoundland'ı sefer düzenlemiş ve 5 Ağustos'da bölgenin İngiliz kolonisi olduğunu ilan etmişti. Sir Walter Raleigh ise Kuzey Carolina'da Roanoke Adalarında 1587'de ilk koloniyi kurmuştu. Gilbert'in Newfoundland ve Roanoke'deki kolonilerinin ömrü yiyecek kıtlığı, hava koşulları gibi sebeplerle kısa ömürlü olmuştu.
Fransız Sömürgeciliği [değiştir]

İlk (açık mavi) ve İkinci (koyu mavi) Fransız sömürge imparatorluklarının haritası​

Fransız sömürge imparatorluğu 17.yüzyılda başlar ve 1960'lara kadar sürer. 19.ve 20 yüzyıllarda Fransız sömürge imparatorluğu İngiliz İmparatorluğu'nun ardından gelen ikinci büyük sömürge imparatorluğuydu ve en geniş sınırlarına 1919 ve 1939 arasında ulaşmış, ikinci Fransız sömürge imparatorluğu 13.000.000 km²'yi aşmıştı. Bu rakam dünya toprağının 8.7%'dir.
Fransız sömürge yayılmacılığı 16.yüzyılın başlarında Giovanni da Verrazzano ve Jacques Cartier'in seyahatleriyle başlar. Ancak İspanya'nın Amerika kıtası üzerindeki tekelini koruması ve Din Savaşları Fransa'nın koloniler kurma çabalarını engellemişti. Fransanın ilk koloni kurma teşebbüsü 1555'de Brezilya'da Rio de Janeiro'dadır (o dönemde Fransız Antarktiki olarak adlandırılıyordu). 1612'de São Luís'de ve Portekiz ve İspanyol engeliyle karşılaştığı için başarısız olan Florida'da da benzer teşebbüslere girmişti.Fransa’nın Afrika’daki sömürgecilik faaliyeti İngiltere’ninkinin aksi istikametinde olmuştur.Yani İngiltere Afrika’da Kuzey-Güney Fransa Batı-Doğu istikametinde olmuştur.Fransa’nı ilerleyişi İngiltere’yi endişelendirmiştir. Fransa’nın kendi sömürgelerine doğru kaymasından korkmuştur. Fransa’nın güneye inmesinin İngiltere tarafından engellenmesi bu devleti Doğu istikametinde ilerlemesine mecbur bırakmıştır. İngiltere ve Fransa Sudan için birbirleriyle mücadele ediyorlardı. İngiltere Fransa’nın Sudan’dan çıkmasını istiyordu. Savaşa cesaret edemeyken Fransa İngiltere ile barış yapmaya mecbur kaldı ve Sudan’dan çekildi. Nil’in tamamı İngilizlerin hakimiyetinde kaldı. Madagaskar’da Fransa’ya bırakıldı.
Uzakdoğu'da Sömürge Hareketleri [değiştir]Güneydoğu Asya’daki Mücadele [değiştir]Güney-Doğu Asya’daki sömürgecilik faaliyetleri İngiltere ile Fransa arasında üstünlük mücadelesi sağlama şeklinde oldu İngiltere Fransa’nın elinden Hindistan’ı almış ve burayı dış politikasında önemli bir faktör olarak görmüştür. Çünkü İngiliz ekonomisi için Hindistan çok önemli bir yere sahipti. Uzun bir süre Hindistan sömürgesi için İngilizler ber tehlike görmüyordu.Kırım savaşında yenilen Rusya faaliyetlerine Sibirya ve Orta Asya’ya naklederek buraları sömürgeleştirmeye başlamıştır. Bundan sonra Hindistan için bir tehlike ortaya çıkıyordu. Bu sebepten dolayı İngilizler ve Ruslar arasında mücadeleler başladı: Rusya ile yapılan anlaşmayla Rusya’nın Afganistan’nın gerisine atılmasıyla Hindistan’ın güvenliği sağlandı. Afrika’da ki sömürgecilik faaliyetlerini tamamlayan Fransa Hindiçini ile yakından ilgilenmiş buranın halkının misyonerler aracılığıyla Katolik yapmaya çalışmıştır. Fransa’nın yaşadığı Fransız İhtilali ve bunu takibe gelişen olaylar Fransa’nın bu bölge ile ilgilenmesini durdurdu. Zamanla tekrar olaylar yatıştıktan sonra Fransa Hindiçini ile ilgilenmeye başladı. Burada Annam İmparatorluğu vardı. Fransa Annam İmparatorluğunu kontrol altına aldıktan sonra Batı istikametinde ilerlemeye ve Siyama girmeye başladı. Bu durum İngiltere’yi tedirgin etti[SUP][8][/SUP] . Çünkü Fransa Hindistan istikametinde ilerlemekteydi. İngiltere sahip olduğu Hindistan’ın Doğu sınırının güvenliğini sağlamak için Hindistan’nın Doğusunda ki Birmanya’yı işgal edip ve oradan da ilerleyerek Siyam’a girmeye çalıştı. Bu sebepten dolayı Fransa ve İngiltere Siyam için bir mücadele durumuna girdiler aralarında ki ilişki o kadar gerginleşti ki neredeyse iki devlet arasında savaş çıkacaktı. Ancak İngiltere burada çıkacak olan savaşı göze alamadı İngiltere ile Siyam için bir anlaşmaya karar verdi. Yapılan anlaşmaya göre Siyam üç bölgeye ayrıldı. Doğusu Fransız Batısı İngiliz hakimiyeti altına girdi ve ortada boş bir bölge bırakıldı. Bu bölgeyi güvenlik amaçlı olarak boş bıraktı. Tampon bölge konumunda olacaktı, hiçbir devlet buraya giremeyecekti. Böylece İngiltere Hindistan ile Fransa arasına güvenlik şeridi olarak tampon bir bölge sokmuş ve Fransa’yı belirli bir mesafede Hindistan’dan uzak tutmayı başarmıştır.
Çin'in Batıya İlerleyişi [değiştir]Çin’in Avrupa ile ilişkisi çok eskiye yani 13. yüzyıl zamanına kadar gitmektedir. Avrupa ile Çin’in çok geniş bir ticaret alanı vardı,ve Çin’in ipekli kumaşları Uzak Doğu’nun baharatları Avrupa’nın ilgisini çeken önemli tüketim malları idi[SUP][9][/SUP] . Ama Ortaçağ’dan itibaren hem Çin’in hem de Japonya’nın Avrupa ile olan ilişkileri kesilmiştir. Bu iki devlet kapılarını Avrupa’ya yani Batı’ya kapatmıştır. Bunun sebebi de Avrupa devletlerinin Çin’de ve Japonya’da Hıristiyanlığı yaymak adına yaptıkları dini propaganda ve misyonerlik faaliyetleridir [SUP][10][/SUP].Din üzerine en az kadar Avrupa kadar düşkün olan Çin’de Hıristiyan papazların Çin ve Japon halkı arasında yaptıkları din propagandası ve misyonerlik faaliyetleri büyük tepkiyle karşılandı. Hıristiyan papazlara verilen tepki sonucunda Çin ve Japonya kapılarını Batı’ya kapatıp Avrupa ile olan ilişkilerini her türlü alandaki ilişkilerini en az seviyeye indirmiştir. Ticaret yapılan bütün limanları Avrupa’ya kapmış sadece Canton limanını Avrupa ile ticaret yapmak için kullanmıştır. Burada da limanın tümünü değil belli bir kısmını Avrupa’dan gelen gemlere ayırmıştır.Gemilerle gelen tüccarlar mallarını buradaki tüccarlara satarlar alacaklarını da burada tüccarlardan alırlar ve hiçbir şekilde halkla iletişime giremezlerdi.Japonya Çin’e nazaran bu konuda daha tepkiliydi.Japonya tüm Limalarını Batılılara kapamıştı o kadar ki bir deniz kazasından kurtulan bir yabancıyı dahi Japon kıyılarına çıktığında Hıristiyan misyonerdir diye derhal öldürüld[SUP][11][/SUP] . Bu durum 19. yüzyıldan itibaren değişmeye başladı. Zamanla Avrupa devletleri sanayileşmeye başlayınca bu ülkelerin ham maddeye ve pazara olan ihtiyacı arttı. Buda Avrupa devletlerini sömürgeciliğe itti. 18. yüzyılda Avrupa ülkeleri içinde sanayi inkılabını tamamlayan devlet İngiltere olmuştur. Diğer Avrupa devletlerinin sanayileşmelerini tamamlamaları 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. 1763 yılında İngiltere Hindistan’ı ele geçirmiş ve kendisini Çin’e komşu yapmış oluyordu. Hindistan da ise afyon yetiştiriliyor ve bunun en iyi pazarı da halkının afyon içtiği Çin’di. İngiltere afyon ticaretinden pek çok para kazanmaktaydı. Fakat bir süre sonra Çin imparatorları afyon içilmesini yasaklamıştır. Afyonun yasaklanmasıyla afyon ticareti de yasaklanmış oluyordu. Buda İngiltere’nin hoşuna gitmedi. İngiltere Çin’e kaçak afyon sokmaya çalışmıştır. Böylece İngiltere ve Çin’in arası açılmıştır. İngiltere 1839 da Çin’e savaş açmıştır. Bu savaşın adı Afyon Savaşı dır. Savaş 3 yıl sürmüş ve Çin yenilerek İngiltere ile 1842 yılında Nanking anlaşması imzalamak zorunda kalmıştır. Bu anlaşma ile Çin, Conton limanın dışında beş ayrı limanı daha Avrupa’ya açıyordu.
İngiltere’den sonra Fransa ve Birleşik Amerika 1844 yılında Çin ile imzaladıkları anlaşmalar ile İngiltere’nin elde etmiş olduğu ticari hakları elde ettiler. Avrupa Devleri prensiplerini yaptıkları anlaşma ile Çin’e kabul ettirmişlerdir. Bunun sonucu olarak 1842 den sonra Çin ne zaman herhangi bir devlete imtiyaz verirse derhal öbürleri de yararlanmışlardır. Bu biraz aralanmış olan kapının sonuna kadar açılması demektir.
Avrupa devletleri 1842 den itibaren Çin’in başına üşüşmeleri Çin halkı tarafından da tepkiyle karşılandı. Ve 1851 yılında Taypingler ayaklanması çıktı. Bu ayaklanma Avrupa, yani yabancı düşmanlığına karşı yapılıyordu. Avrupa Devletleri bir menfaat birliği oluşturarak Çin ularında donanmalarıyla gezindiler. Bu baskı sonucunda Çin ayaklanmayı bastırmak zorunda kaldı ve 1858 yılında Fransa ve İngiltere ile imzaladığı Tien-Tsin anlaşması ile 11 limanını daha Avrupa ya açmak zorunda kaldı.
Çin İngiltere ve Fransa donanmaları ortalardan çekilince anlaşmayı önemsiz kılmaya başladı. Bunun üzerine bütün Avrupa devletleri birleşip askeri güç kurup bunu Çin’e yolladılar. Bunun üzerine Çin geri çekilmek zorunda kaldı. Tekrar başka bir anlaşmayla eski durumu yeniledi. Sadece limanlar değil iç kısımlarını da Avrupa’ya açmak zorunda kaldı.
Çin bunun üzerine Avrupa devletlerinin hücumu karşısında kedini korumak ve kurtarmak için bu devletleri birbirine karşı oynak istemiş fakat ne yaptıysa kendini kurtaramamıştır.
Japonya'nın Batıya Açılması [değiştir]Japonya 1854 yılında Amerikan bakısına dayanamayarak kapılarını ona açmıştır. Tabi Amerika’nın arkasından diğer devletlerde gelmişlerdir. Japonya Çin gibi değil aksi bir politika izlemiştir. Çin Avrupa’nın teknik seviyesini takip etmezken Japonya, Batı tekniğini takip etmediği zaman kendilerinin Avrupa tarafından sömürüleceğini düşünmüşlerdir. Bunun için Japonya biran önce Bati tekniğini almak zorunda kalmıştır. Böyle bir yolu takip eden Japonya kırk yıl sonra 1894-95 Avrupa devlerini karşısına, sömürgeleşmiş bir ülke olarak değil, sömürgeci bir devlet olarak çıkacaktır[SUP][12][/SUP].
1854 yılından sonra Japonya batı seviyesine ulaşabilmek için Amerika’ya yüzlerce öğrenci göndermiştir. Japonya köklü değişiklikler yapmaya başlamışlardır. (Meiji Restorasyonu Japonya pek çok konuda yapmış olduğu değişiklerle hızlı gelişmesi bu ülkeyi sömürgeci bir devlet haline getirmiştir. Bu durum karşısında Japonya gözlerini Kore’ye dikmiştir, Kore meselesi ise Çin ve Japonya’yı savaşa götürecektir.
Birinci Çin-Japon Savaşı(1894-1895) [değiştir]Ana madde: Birinci Çin-Japon SavaşıBatı’ya açılıp onun teknolojisini gönderdiği öğrenciler sayesinde ülkesine getiren ve sömürülmekten kurtulup sömürgeci devlet haline gelen Japonlar sanayideki eksikliğini tamamlayıp gözünü Kore’ye dikti. Çin’in kalbini oluşturan Kore Japonya’nın büyümesi için gerekli hammadde kaynağı ve iyi bir Pazar yeriydi. Kore yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip bir yerdi. Ayrıca stratejik yönden Kore Japonya’nın Asya’ya yayılmasını sağlayabilecek bir mevkiiydi. Tüm bu sebepler Japonya’nın Çin’e asker çıkarmasıyla gelişip Çin’in mağlubiyetiyle sonuçlandı. Aralarında yapılan bir anlaşmaya göre Japonya istediğine ulaştı. Ayrıca Rusya’nın hedefindeki Mançurya’ya da yerleşti. Bu durum Rusya’nın tepkisine yol açtı. İngiltere de çıkarları gereği Rusya’nın yayılmasını istemiyordu. Bu durumda Japonya’nın yanında yer aldı. Rusya’yı destekleyen ise Fransa oldu. Rusya’nın diğer bir destekçisi de Almanya’ydı. Japonya bu destekçiler karşında aldığı bazı yerlerden geri çekildi. Bu savaşla Japonya büyük bir devlet olduğunu ve Uzakdoğu politikasında yer aldığını göstermiş oldu. Amerika ve Japonya arasında bir rekabet başladı.
Rus-Japon Savaşı (1904-1905) [değiştir]Ana madde: Rus-Japon Savaşıİngiltere yalnızlıktan sıyrılmak ve Almanya ile Rusya iş birliğine karşın Japonya ile anlaşmıştı. Japonya aldığı bazı yerlerden çekilmesine rağmen Rusya buralardan askerlerini çekmemiş Kore’de nüfusunu artırmak istemesi Japon Rus ilişkilerini bozulmasına neden oldu. Japonya’nın Çin’e karşı üstünlük göstermesi Çin’li aydınların tepkisine yol açtı. Çinli aydınlardan bazıları Avrupalı sömürgeci devletlerin sömürgeleştirilmesinden kurtulmayı Japonya gibi Avrupa teknolojisin örnek alınmasıyla sağlanacağını düşünüyorlardı. Ülkede çıkan Boixerler yenileşme hareketine karşı ayaklandılar, gördükleri her Avrupalıyı öldürdüler. Bu durumda Rusya Mançurya’ya asker sevketti. Çin ile bir anlaşma yapıp Mançurya'dan zenginliklerinden faydalandı. Japonya’yı devre dışı bıraktılar bu durum İngiltere ve Japonya’yı endişelendirdi. Japonya Rusya’yla anlaşmak istese de Rusya teklifi reddedince Japonya savaş ilan etti, Rusya Japonlar karşısında yenilgiyi kabul etti. Mançurya'daki haklarından vazgeçip Kore’nin bağımsızlığını tanıdı daha sonra Japonya, Kore’yi kendi topraklarına kattı. Bu savaş sonucunda Uzakdoğu’da Japonya büyük bir kuvvet olarak görüldü uluslar arası politikada büyük devletler arasına girdi: Kore’yi alarak Asya kıtasına ayak bastı. Japonya’nın zaferi sarı ırk milliyetçiliğine itibarı artırdı. Japon milliyetçiliği güç kazandı. Rusya İngiltere’nin her fırsatta karşısına çıkacağını anladı, Japonları üstlerine saldırtmakla mağdur duruma düşürülmüştü. Rusya politikasını değiştirip Avrupa’ya yöneldi.
Amerika [değiştir]Herkesin de bildiği gibi Amerika kıtası Kristof Kolomb tarafından keşfedildi. Ancak keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamamış orayı Hindistan adaları sanmıştı. İtalyan denizci Amerigo Vespuçi’nin adı bu yeni kıtaya verildi. Bu kıtanın keşfiyle birlikte Avrupalıların sömürgecilik ve göç hareketlerine maruz kaldı. Öncü devletler ise Portekiz ve İspanya idi. Çok kısa bir süre sonra Meksika, Orta ve Güney Amerika bu devletlerin kolonileri haline geldi. Kanada ve Missisipi nehrini takiben olan bölgede Fransızların sömürgesi oldu. İngilizler ise Kuzey Amerika kıyılarında sömürgeler kurdu. Amerika 18. yüzyılın sonuna kadar Avrupalı sömürgeci devletler tarafından pay edilip idare ediliyordu. Ama Amerika kıtasında 18. yüzyıldan itibaren bağımsızlık hareketleri başladı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşu [değiştir]Kuzey Amerika kıyılarına yerleşen İngilizlerin 13 kolonisi vardı. Bu kolonilerin yönetim şekli ise İngilizlere göre düzenlenirdi. Siyasi olarak İngiltere’ye bağımlı olmak rağmen coğrafi yönden ise bağımsızlardı. Her kolonide İngiliz kralını temsil eden bir vali Senato ve Temsilciler Meclisi bulunurdu[SUP][13][/SUP] . 17. yüzyıldan itibaren koloniler ile İngiltere arasında bağımsızlık için mücadele ve çatışmalar çıkmaya başladı. 1760 yılına gelindiğinde koloniler ile İngiltere’nin arası tamamen açılmıştı[SUP][14][/SUP] . Koloniler ile İngiltere’nin arasının açılmasının sebebi vergi meselesiydi. Yedi Yıl Savaşları İngiliz hazinesini mali yönden sıkıntıya düşürdü, yeni vergiler elde etmek için kolonilere bazı vergiler koydu. Koloniler ise kendilerin görüşü alınmadan konan vergilere karşı çıktılar ve bunları Fransa destekledi. 1774 te başlayan bağımsızlık hareketi başarıya ulaştı. İngiltere 1782’de ABD’nin bağımsızlığını kabul etti. ABD sınırsız doğal kaynaklarıyla hızla gelişmiştir.Fransa Amerika’ya bağımızlık hareketine yardım ederken büyük yük altına girmiştir. Bu da ekonomik sıkıntıya sebep olmuştur. Bu da Fransız devriminin en önemli nedeniydi,böylece Avrupa da Liberal ve demokratik devrimler çağını açmıştır.Sömürge sistemine darbe vurmuşlardır. Latin Amerika’ya ve sömürgeciliğe karşı olan diğer devletlere örnek olmuşlar, ayrıca 20. yüzyılda Asya ve Avrupa’ya da örnek olmuşlardır.
ABD'nin Yayılma Siyaseti [değiştir]ABD'nin yayılmacı siyasetinin arkasında şu nedenlerin yattığı gösterilmektedir:

  • ABD'nin endüstri ve ziraati ihtiyacın ötesinde büyümüştü. James G. Blaine gibi iş camiası ve siyasetin önde gelen figürleri daha fazla ekonomik büyüme için yabancı pazarların gerekli olduğu ve bunun için de saldırgan bir dış politika izlenmesi gerektiğine inanmaktaydılar.

  • Ernst Haeckel'in "biyogenik yasa"sına dikkat çeken John Fiske, Anglo-Saxon ırki üstünlüğü teorisini öne sürmüş, Josiah Strong ise geri ulusları "medenileştirmek ve Hristiyanlaştırmak" gerektiği çağrısını yapmıştı. Bunlar Amerikan siyaset düşüncesinde bazı gruplarda giderek büyüyen Sosyal Darvinizm ve ırkçılığın da tezahürleriydi aynı zamanda.

  • Frederick Jackson Turner'in geliştirdiği "Öncülük Tezi". Amerika'nın öncülüğü medeniyet için gereken yaratıcılık ve gücü (virility) taşımaktaydı. Çoğu insan Amerikan ruhunun sürdürülmesi için denizaşırı yayılmacılığının hayati olduğuna inanmaktaydı.

  • Alfred T. Mahan'ın 1890'da yayımlanan "The Influence of Sea Power upon History" adlı eseri ABD'nin "dünya gücü" konumunun yükselmesi için gereken üç unsur olduğunu öne sürmüştü: Güney Amerika'da bir kanal inşası (Panama Kanalının inşası fikrinin de kaynağıdır), ABD deniz gücünün genişletilmesi ve Pasifik'de Çin ile ticareti geliştirmek için ticari/askeri bir yapı, karakol inşası. Bu yayın Roosevelt gibi başkanların politikaları ve daha güçlü bir deniz kuvvetlerinin kurulması konusunda etkili olmuştu.
Sömürgelerin Bağımsızlığa Kavuşması [değiştir]Sömürge ülkelerde I. Dünya Savaşı sonrasında ulusal özgürlük hareketleri başlamasına karşın II. Dünya Savaşının sonuna kadar bu hareketler başarıya ulaşamamışlardı.
1952'de nüfus bilimci Alfred Sauvy, Soğuk Savaş sırasında Batı ile ittifak içinde olmamakla birlikte Sovyet Bloğuna da dahil olmayan ülkeleri tanımlamak için "Üçüncü Dünya" terimini ortaya attı. Bunu takip eden yıllarda sömürgelikten kurtulan ulusların sayısında artış oldu ve bu grup Birleşmiş Milletler'de temsil edilmeye başladı. Üçüncü Dünya'nın ilk uluslararası hareketi Hindistan'dan Nehru, Mısır'dan Nasır ve Yugoslavya'dan Tito'nun başını çektiği, 1955 yılında dünya nüfusunun yarısından fazlasına sahip olan 29 ülkenin biraraya gelerek gerçekleştirdiği Bandug Konferansı'dır.
ABD Başkan Wilson'un ilkelerinde de görülebileceği başta sömürge güçlerine karşı olduğunu ilan etmesine karşın Musaddık'ın İran petrolünü ulusallaştırmasına karşı çıkmış ve Şah'a baskı uygulamak için 1953 yılındaki darbeyi desteklemiş, bir sonraki yıl Guetamala başkanı Arbenz'in United Fruit'i ulusallaştırma çabasına karşılık Amerikan Gizli Servisi düzenlediği operasyonla yerine askeri cuntayı geçirmişti.
Bu müdahalelere rağmen sömürgelikten kurtulma süreci devam etmiş 1960'da bazı ulusal kurtuluş hareketlerinden sonra Birleşmiş Milletler üye sayısı 99'a 1980'de 154'e 1990'da ise 159'a yükselmişti.
Yeni Sömürgecilik [değiştir]Ana madde: Yeni Sömürgecilik

SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri Josef Stalin, Amerikan Başkanı Harry S. Truman ve İngiliz BaşbakanıWinston Churchill Almanya, Potsdam'da "Big Three Conference"nin açılışında ve ilk kez biraradayken görülüyor. (1945)​

Dünya'da 1960-70'lerde sömürgecilik sona ermesine karşın eskiden sömürge olan ülkeler günümüzde hâlâ güçlü Batı etkisi altındadırlar. Devam eden bu Batı etkisi yenisömürgecilik şeklinde adlandırılmaktadır. Bu durumun tek istisnası Doğu Asya Kaplanları denilen (Hong Kong, Singapur, Güney Kore ve Tayvan) ile Hindistan veÇin'dir. Yine de sömürgecilik Hindistan'daki 1984 gerçekleşen Bhopal felaketi gibi birtakım izler bırakmıştır. Hindistan'ın Bhopal eyaletindeki böcek ilacı fabrikasındaki patlama 40 ton Metil Isocyanate'in (MIC) çevreye yayılmasına yol açmış ve çevre bölgedeki 150 bin ila 600 bin kadar insan bundan etkilenmiş, daha sonra en az 15 bin kadar insan da hayatını kaybetmiştir. Fabrikanın sahibi olan Union Carbide hiçbir zaman Birleşik Devletlerdeki korunma tedbirlerini uygulamamışlardır.
Soğuk Savaş döneminde Rusya ve Çin, Birleşik Devletlerin ve NATO'nun çeşitli ülkelere müdahalesine karşı anti-emperyalist hareketleri desteklemişler buna karşılık Birleşik Devletler ve Fransa "Özgür Dünya" denilen bloktan Komünist bloğa kayma riskine karşı demokrasi yerine üçüncü dünyada diktatörlükleri desteklemişlerdir.
ABD'nin Müdahalesi [değiştir]Soğuk Savaş dönemi Rusya ve Çin'in antiemperyalist hareketleri desteklemekte, ABD ve diğer NATO ülkeleri de çeşitli ülkelerin iç işleri müdahale etmekteydiler. Bunların en bilinen örneği 1959 Küba Devrimi sonrasında Küba'ya karşı 7 Şubat 1962'de başlayan ambargo Domuzlar Körfezi Baskını, Küba Projesi gibi gizli operasyonların desteklenmesidir. ABD ve Fransa bu amaçla Üçüncü Dünya ülkelerinde demokrasi yerine diktatörlükleri desteklemiştir..
Fransa'nın Müdahalesi [değiştir]Fransa Afrika'daki eski kolonilerindeki diktatörlük rejimlerini desteklemişti. Anti-neokolonyalist Survie NGO örgütü üyesi François-Xavier Verschave Fransızların kıtaya yaptıkları müdahaleleri Françafrique olarak isimlendirmekte ve sömürge sonrası ülkelere gelişme yardımına bu yardımların yanlızca yeni sömürgeciliği, ülke içi yozlaşmayı ve silah ticaretine destek verdiğini söyleyerek karşı çıktı. Üçüncü Dünya ülkelerinin gelişmiş ülkelere borçlandırılması eski sömürgeci ülkelerin bu ülkeleri baskı veya kontrol altına alma yollarından biriydi.
Birleşmiş Milletler Listesi (Kendi Yönetimine Kavuşmamış Bölgeler) [değiştir]Bakınız---->Birleşmiş Milletler Kendi Yönetimine Kavuşmamış Bölgeler listesi
Daha Önce Listede Yer Alanlar [değiştir]Aşağıdaki listede daha önce geçmişte kendi yönetimini devr almayan bölgeler yer almaktadır.
Bakınız---->Birleşmiş Milletler Statüsü Değişen Bölgeler listesi
Kaynaklar [değiştir]
KAYNAK: VİKİPEDİ
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
ama kendileri benim en kutsal değerlerime ağız dolusu küfretmekte hiçbir sakınca görmüyorlar.
Mesihçi ben desem ki hıristiyanlık inancında 3 ayrı tanrısal erk, güç, muktedir rab vardır. dolayısıyla hıristiyanlık çok tanrılı bir inanç sistemidir. bunu söylediğimde senin kutsal değerlerine ağız dolusu küfür etmiş oluyor muyum?
Rab İsa, Tanrının tahtının hemen yanıbaşında kendi tahtına oturdu diyorsunuz. Bende Allah'a olan bağlılığım ve inancım sebebiyle çıkıp desem ki : her insan gibi Allah'ın kulu olan Hz.İsa'yı Allah'a eşdeğer bir makamla ve Allah'a şirk koştuğunuz için eleştirirsem bunu da ağız dolusu küfürden mi kabul ediyorsun.?
 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
@Kimya_ı Saadet Kopyala yapıştır yaparken o denli gaza gelmişsiniz ki Çin-Japon savaşını bile paylaşmışsınız. :D

Ben hiç sömürgecilik yapmadım. Benim atalarım da yapmadı. Havariler, elçiler yapmadı. İsa Mesih zaten yapmadı. Kutsal Kitap'ta da sömürgecilik yok. Zulüm de yok. Kötülük zaten yok. Eee ne bu yaygara...
 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
Mesihçi ben desem ki hıristiyanlık inancında 3 ayrı tanrısal erk, güç, muktedir rab vardır. dolayısıyla hıristiyanlık çok tanrılı bir inanç sistemidir. bunu söylediğimde senin kutsal değerlerine ağız dolusu küfür etmiş oluyor muyum?
Rab İsa, Tanrının tahtının hemen yanıbaşında kendi tahtına oturdu diyorsunuz. Bende Allah'a olan bağlılığım ve inancım sebebiyle çıkıp desem ki : her insan gibi Allah'ın kulu olan Hz.İsa'yı Allah'a eşdeğer bir makamla ve Allah'a şirk koştuğunuz için eleştirirsem bunu da ağız dolusu küfürden mi kabul ediyorsun.?

Siz o denli nefret ediyorsunuz ki inancımdan küfretmenize gerek yok.
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
@Kimya_ı Saadet Kopyala yapıştır yaparken o denli gaza gelmişsiniz ki Çin-Japon savaşını bile paylaşmışsınız. :D

Ben hiç sömürgecilik yapmadım. Benim atalarım da yapmadı. Havariler, elçiler yapmadı. İsa Mesih zaten yapmadı. Kutsal Kitap'ta da sömürgecilik yok. Zulüm de yok. Kötülük zaten yok. Eee ne bu yaygara...

Ne yaygarası @Mesihçi . sen başlık açmışsın Hristiyanlıktan neden korkulur diye ben de cevap verdim. cevaplara tahammül edemeyeceksen niye başlık açıyorsun ki?

kes/yapıştır yapmak istemedim onun için de kopyala/yapıştır yaptım. sömürgecilik başlığı altındaki tarihi bilgileri okumuşsun çok şükür. dikkatini çeken bir şey oldu mu? müslüman ülke yok. hep hristiyanlar, hep hristiyanlar... Allah Allah... hadi bir rastlantı olsa, iki rastlantı olsa neyse...bu kadar rastlantı mı olur? ne tuhaf.

sormuşsun hristiyanlardan niye korkulur diye? ben de cevap verdim. yine sor yine aynı cevabı veririm.

sen onları hristiyan kabul etmesen de, papalar kabul ediyor:laugh:
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Siz o denli nefret ediyorsunuz ki inancımdan
hıristiyanlıktan nefret etmekle hıristiyanlığa küfretmeyi aynı anlamda düşünmüyor musunuz?
nefret ve küfretmek aynı kavanozdan çıkan iki ayrı kelime ama taşıdıkları anlam bakımdan aynıdır. eğer nefret ediyorsam küfretmekte arkasından gelecektir. yok eğer sadece kürediyorsam bu nefret ettiğime işarettir.

benim hakkımdaki yargılarınız korkunç derecede aşırıdır bay Mesihçi.

şunu iyi bilin ben nefret ve akabinde küfretme güdüsü ile hareket etmiyorum.
bana bunu yazdıran sebep nedir? buyrun aşağıdaki bölümü okuyunuz
Bende Allah'a olan bağlılığım ve inancım sebebiyle çıkıp desem ki
işte bu kadar.

küfretmenize gerek yok.
yani çok enteresan.
Baba Tanrı, oğul Rab İsa ve Kutsal Ruh
üç müktedir, üç erk, üç güç hepside tanrısal güce sahip.
hıristiyanlık M.S 325 yıllarında öz olarak değişmiştir.
konsil toplantılarının yapıldığı ege bölgesi antik yunan inancının etkisinde kalarak Hz.İsa'yı Allah'ın oğlu olarak tanımlamıştır.
tıpkı baba tanrı zeus'un oğlu yarı tanrı heraklietas benzetmesinde (kısaca herkül) olduğu gibi.
 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
hıristiyanlıktan nefret etmekle hıristiyanlığa küfretmeyi aynı anlamda düşünmüyor musunuz?
nefret ve küfretmek aynı kavanozdan çıkan iki ayrı kelime ama taşıdıkları anlam bakımdan aynıdır. eğer nefret ediyorsam küfretmekte arkasından gelecektir. yok eğer sadece kürediyorsam bu nefret ettiğime işarettir.

benim hakkımdaki yargılarınız korkunç derecede aşırıdır bay Mesihçi.

şunu iyi bilin ben nefret ve akabinde küfretme güdüsü ile hareket etmiyorum.
bana bunu yazdıran sebep nedir? buyrun aşağıdaki bölümü okuyunuz
işte bu kadar.


yani çok enteresan.
Baba Tanrı, oğul Rab İsa ve Kutsal Ruh
üç müktedir, üç erk, üç güç hepside tanrısal güce sahip.
hıristiyanlık M.S 325 yıllarında öz olarak değişmiştir.
konsil toplantılarının yapıldığı ege bölgesi antik yunan inancının etkisinde kalarak Hz.İsa'yı Allah'ın oğlu olarak tanımlamıştır.
tıpkı baba tanrı zeus'un oğlu yarı tanrı heraklietas benzetmesinde (kısaca herkül) olduğu gibi.

İznik konsilinde Hristiyanlığın inanç esasları veya kitabı değişmemiştir. Orada tartışılan Kutsal Kitap'ın yorumudur.

Zeus'la herküle benziyorsa o zaman Zeus'un babası Kronos'u ne yapacağız? Kardeşlerini? Karısı ve kızkardeşi olan Hera'yı? Onbinlerce yarı tanrı oğlunu... Evlatları olan tanrıları... Hiç alakası yok. Ama sizin türkünüz değişmez. Başkaları okur diye yazıyorum bunları...
 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
Ne yaygarası @Mesihçi . sen başlık açmışsın Hristiyanlıktan neden korkulur diye ben de cevap verdim. cevaplara tahammül edemeyeceksen niye başlık açıyorsun ki?

kes/yapıştır yapmak istemedim onun için de kopyala/yapıştır yaptım. sömürgecilik başlığı altındaki tarihi bilgileri okumuşsun çok şükür. dikkatini çeken bir şey oldu mu? müslüman ülke yok. hep hristiyanlar, hep hristiyanlar... Allah Allah... hadi bir rastlantı olsa, iki rastlantı olsa neyse...bu kadar rastlantı mı olur? ne tuhaf.

sormuşsun hristiyanlardan niye korkulur diye? ben de cevap verdim. yine sor yine aynı cevabı veririm.

sen onları hristiyan kabul etmesen de, papalar kabul ediyor:laugh:

Ben o papaları da kabul etmiyorum. Şimdi ne olacak :D Türkiye'deki Hristiyanların onlarla ne alakası var. Samimi bir Hristiyan'dan kimseye zarar gelmez.
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
Ben o papaları da kabul etmiyorum. Şimdi ne olacak :D Türkiye'deki Hristiyanların onlarla ne alakası var. Samimi bir Hristiyan'dan kimseye zarar gelmez.

geçmişi inkar noktasında olmak geçmişi değiştirmez ki...

senin hristiyanlığı sevdirme çaban pek işe yaramayacak sanki @Mesihçi . pek sempatik gelmiyorsun. ne dersin?
 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
geçmişi inkar noktasında olmak geçmişi değiştirmez ki...

senin hristiyanlığı sevdirme çaban ne pek işe yaramayacak sanki @Mesihçi . pek sempatik gelmiyorsun. ne dersin?

Beni sevmeseniz de olur. Hristiyanlığı da sevmeyin. Yeter ki nefret etmeyin. Öfke duymayın. Hristiyanlar korkmadan yürüsün sokaklarda...
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Zeus'la herküle benziyorsa o zaman Zeus'un babası Kronos'u ne yapacağız? Kardeşlerini? Karısı ve kızkardeşi olan Hera'yı? Onbinlerce yarı tanrı oğlunu... Evlatları olan tanrıları... Hiç alakası yok.
Yani olabildiği ölçüde İzmir konsilinde fazla abartıya kaçmadan incil tahrif edilmiştir.
Eğer dediğiniz gibi Kronos benzeri bir rolude incile eklemiş olsaydılar, veya kardeşlerini karısı ve kızkardeşi olan Hera ve onbinlerce yarı tanrı oğul'da eklenmiş olsaydı o zaman bu Hz.İsa'nın dini değil Zeusun dinidir derdik.
Oysa biz şu an Hıristiyanlık Zeusun dinidir demiyoruz.
Konsil ege bölgesinin antik yunan inancından bazı benzetmeleri orjinal incil'e eklemeler yaparak bugünkü hıristiyanlık formulunu ortaya çıkartmıştır.


Ama sizin türkünüz değişmez. .
bestesi bana ait değil. ve üstelik yaptığım tek şey bu türkünün bet sesini yorumlamaktan ibarettir .
ha birde söyleyene değil söyletene bak derler.
 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
Yani olabildiği ölçüde İzmir konsilinde fazla abartıya kaçmadan incil tahrif edilmiştir.
Eğer dediğiniz gibi Kronos benzeri bir rolude incile eklemiş olsaydılar, veya kardeşlerini karısı ve kızkardeşi olan Hera ve onbinlerce yarı tanrı oğul'da eklenmiş olsaydı o zaman bu Hz.İsa'nın dini değil Zeusun dinidir derdik.
Oysa biz şu an Hıristiyanlık Zeusun dinidir demiyoruz.
Konsil ege bölgesinin antik yunan inancından bazı benzetmeleri orjinal incil'e eklemeler yaparak bugünkü hıristiyanlık formulunu ortaya çıkartmıştır.

İslam ne kadar Arapların ay tanrıçasına dayanıyorsa, Hristiyanlık da o kadar zeusa dayanır...

Bu arada İzmir değil İznik konsili.
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
Beni sevmeseniz de olur. Hristiyanlığı da sevmeyin. Yeter ki nefret etmeyin. Öfke duymayın. Hristiyanlar korkmadan yürüsün sokaklarda...

inan ki gözlerim yaşardı @Mesihçi daha öncede söylemiştim. sen gölgenden korkuyorsun. müslümanları genelleme çaban ne beyhude bir çaba. burada yok senin hayal dünyandaki canavar müslümanlar.müslüman algını değiştirmeyi hiç düşündün mü?

öfke senin öfken görmüyor musun? müslümanları sevmeyen sensin.bizde eleştirdiğin her şey sensin. bizler ayna gibiyiz.bize bak kendini tanı.

@Dut_agaci kardeşime söz verdim. bundan böyle sana tek kelime etmeyeceğim. hadi yaşadın:)
 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
inan ki gözlerim yaşardı @Mesihçi daha öncede söylemiştim. sen gölgenden korkuyorsun. müslümanları genelleme çaban ne beyhude bir çaba. burada yok senin hayal dünyandaki canavar müslümanlar.müslüman algını değiştirmeyi hiç düşündün mü?

öfke senin öfken görmüyor musun? müslümanları sevmeyen sensin.bizde eleştirdiğin her şey sensin. bizler ayna gibiyiz.bize bak kendini tanı.

@Dut_agaci kardeşime söz verdim. bundan böyle sana tek kelime etmeyeceğim. hadi yaşadın:)

Burada canavarlar var demedim zaten. Genelden bahsediyorum. Buradaki insanlar sokakta yaşamıyor mu? Bilseler iyi değil mi? Daha bugün İstanbul'daki kiliseye 30 kişi saldırdı. Niye? Kim bilir hangi suçun vebali kiliseye kaldı kafalarında...
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
Burada canavarlar var demedim zaten. Genelden bahsediyorum. Buradaki insanlar sokakta yaşamıyor mu? Bilseler iyi değil mi? Daha bugün İstanbul'daki kiliseye 30 kişi saldırdı. Niye? Kim bilir hangi suçun vebali kiliseye kaldı kafalarında...

@Dut agaci kusura bakma. dayanamıycam. kendi ağzınla "genelden bahsediyorum" demiş beni tastik etmişsin.

sana daha öncede sormuştum sizin kötüleriniz hristiyanlığı temsil etmezken, bizde yanlış hareket edenleri nasıl islamiyete ve müslümanlara mal edebilirsin.sen de müthiş çelişkiler var. hristiyanlıkla ilgili methiye düzüyorsun.zalim hristiyanlık tarihini yüzüne vurulunca, diyorsun ki onlar hristiyan değil, hristiyanlık böyle değil. kötü olan hiçbir şeyi konduramıyorsun dinine.soruyorum sana böyle davranırken; hangi hakla İslamiyet'le bağdaştırıyorsun saldırıları. dinimizin ve bizlerin zulmü desteklediğini nasıl ima edebiliyorsun? hangi hakla siz müslümanlar böylesiniz diyebiliyorsun? bu ne riyakarlık, bu nasıl bir çifte standart?

vebal senin vebalin, suç senin suçun.mağduru oynama derken bundan bahsetmiştim işte.bu görüşümü daha önce de paylaşmıştım seninle.
Copy/paste olayını sevdiğini bildiğimden, çok sevdiğim bir yazıyı bir de burada paylaşacağım. sana daha önce yollamıştım bir kısmını.bu da yazının tamamı...


“Zâlim, yeryüzünde Allah’ın adâletidir. Allah onunla (başkalarından) intikâm alır. Sonra (döner), ondan da intikâmını alır.” (bk. Keşfu’l-Hafâ, 2/64)


Haksızlığa Uğrama Psikolojisi

"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."(Yusuf Suresi, 53)

Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz.(Enbiya Suresi, 47)

Şeytan, dünyanın var oluşundan itibaren, insanların Allah'a iman etmelerini engellemek için var gücüyle çalışmaktadır. Tek amacı insanlara Yüce Allah'ın varlığını ve birliğini unutturmaktır ve bunu başarabilmek için birçok farklı sinsi plan kurmaktadır. Bunlardan biri olan 'haksızlığa uğrama psikolojisi', iman etmeyen veya zayıf imanlı olan birçok kişinin çoğunlukla yaşadığı bir tavır bozukluğudur.

İnsanın nefsinde hep kendini savunma, haklı çıkma çabası vardır. Ancak güçlü bir imana sahip kişiler, bu sesin insanın yegane düşmanı olan şeytanın bir kışkırtması olduğunu bilirler ve böyle bir durumla karşılaştıklarında hemen Allah'a sığınırlar.



Haksızlığa Uğrama İddiası

"Haksızlığa uğrama iddiası" ile ilk ortaya çıkan da yine şeytan olmuştur. Kuran ayetleri incelendiğinde, şeytanın haksızlığa uğrama mantığıyla ortaya çıktığı ve bu iddia ile Allah'ın emrine itaatsizlik ettiği görülmektedir. Kuran'da şeytanın bu durumu şöyle bildirilmektedir:

"Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Allah:) "Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (Araf Suresi, 11-13)

Şeytan, Yüce Allah'ın, Hz. Adem'e secde etme emrine karşı gelmiş ve "... Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim." (Hicr Suresi, 33) diyerek"kendisinin Hz. Adem'den daha üstün olduğu"nu öne sürmüştür. Kendi mantığıyla çarpık bir çıkarım yapmış ve haksızlığa uğradığını düşünerek baş kaldırmıştır. (Allah'ı tenzih ederiz) Kendi çarpık mantığına göre; kendi yaratılış malzemesi olan ateş, insanın yaratılış malzemesi olan çamurdan çok daha hayırlıdır. Böyle üstün bir yaratılışa sahip iken insana secde etmesi, onun ölçülerine ters düşmektedir. Bu sapkın ve isyankar ahlakı nedeniyle kibirlenmiş ve Allah'ın emrine itaat etmemiştir. Kuran'ın "Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu."(Bakara Suresi, 34) ayetinde bildirildiği gibi, kibirden kaynaklanan bu sapkın mantığı onu iman etmemeye sürüklemiştir.

Bu durum bize, haksızlığa uğrama psikolojisinin son derece tehlikeli ve şeytani bir düşünce şekli olduğunu açıkça göstermektedir. Din ahlakıyla hiçbir şekilde bağdaşmayan haksızlığa uğrama iddiası, kişileri Allah'a isyana (Allah'ı tenzih ederiz), O'nun varlığını kabul etmek istememeye ve bunların sonucunda da sonsuz cehennem ateşine sürükleyebilecek bir düşüncedir.

Bu Tavır Bozukluğu Nasıl Ortaya Çıkar?

Bu tavır bozukluğunun insanlarda ortaya çıkış şekli çok çeşitlidir. Şeytan kimi insanlarda haksızlığa uğrama düşüncesini öyle derin bir inanç haline getirir ki, bunun sonucu Allah'a iman etmemeye kadar gider. Allah'a inanan, Allah'ın sonsuz adaletini, herşeyi hayır ve hikmetle yarattığını bilen, ancak zayıf bir imana sahip olan insanlara ise şeytan çok daha sinsi yöntemlerle yaklaşır. Onlara, kendilerini kandırıp, bu düşüncelerinin de aslında tümüyle 'iyi niyetlerinden, daha iyi olma isteklerinden' kaynaklandığına inandırabilecekleri metodlar öğretir. Çünkü şeytan da kendisini de bu şekilde inandırmıştır. Kuran'da şeytanın, dünya hayatında kendisine verilen süre boyunca tüm insanlığı Allah'a iman etmemeye çağırdıktan sonra, hesap gününde Allah'tan korktuğunu söylediği bildirilmektedir:

Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkar et" dedi, inkar edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi. (Haşr Suresi, 16)

Kuran'da verilen bu bilgi, din aleyhinde yürüttüğü onca çabaya, kınanıp lanetlenerek cennetten kovulmasına rağmen, şeytanın da kendisini Allah'tan korkan biri olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır. Şeytanın insanlara oynadığı oyun da işte yine bu düşünceyi temel almaktadır. Bu kimseler de Allah'tan çok korkup sakınan, halis niyetli samimi Müslümanlar olduklarını iddia ederler; ama bir yandan da haksızlığa uğradıkları iddiasıyla içten içe Allah'ın adaletinden şüpheye düşerler (Allah'ı tenzih ederiz). Kimi zaman bu fikir içlerinde giderek büyüyerek onları iman etmemeye sürükler. Fakat buna rağmen, bir yandan da doğru yolda olduklarını iddia ederler. Ancak Yüce Allah Kuran'da, bu kişilerin gerçek bakış açılarını ve ahlak yapılarını şöyle tanımlamaktadır:

"... Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler." (Furkan Suresi, 4)

Allah İnsanları 'Bir Hurma Çekirdeğindeki İpince Bir İplik Kadar' Bile Haksızlığa Uğratmaz

İmanı bildikleri halde şeytanın 'haksızlığa uğrama' telkinlerinden etkilenen insanlar, bu konuyu sadece birkaç dakika için açık bir şuurla değerlendirseler, şeytanın oyunundaki çelişkiyi çok açık bir şekilde görebileceklerdir. Çünkü bir insanın aynı anda hem Allah'tan çok korkması hem de haksızlığa uğradığını düşünebilmesi mümkün değildir. Allah korkusu; Allah'a karşı çok derin bir sevgi, içli bir bağlılık ve sadakat demektir. Böyle bir insan Allah'ı tüm üstün sıfatlarıyla bilip tanır ve bundan dolayı nasıl bir olayla karşılaşırsa karşılaşsın, Allah'ın en güzelini, en hayırlısını yarattığını ve kendisine en adaletli, en merhametli şekilde karşılık vereceğini bilir. Allah'ın samimi iman eden bir insanın en yakın, en güvenilir dostu olduğundan; onu daima yardımı, sevgisi ve ihsanı ile destekleyeceğinden emindir. Tüm bunları kavrayan bir insanın haksızlığa uğrayabileceğini düşünmesi mümkün değildir. Allah, insanlara Kuran ayetleriyle bu gerçeği bildirmiştir. Samimi iman eden bir insan için Kuran'daki bu açıklamalar, şeytanın bu yöndeki kışkırtmalarını engellemek için yeterlidir. Allah Kuran'da üstün adaletini ve insanların en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklarını şöyle bildirir:

"Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa Suresi, 40)

Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz.(Enbiya Suresi, 47)

... siz 'bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız." (Nisa Suresi, 77)

... onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)

Kuran'ın bir başka ayetinde ise Allah, böyle bir fikre kapılan insanların kalplerinde hastalık ve kuşku olduğunu bildirmektedir:

Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir. (Nur Suresi, 50)

Tüm bu ayetlerin ortaya koyduğu gibi, Allah'ın insanlar üzerindeki sonsuz rahmetini ve lütfunu bilerek böyle çirkin bir tavır içerisine girebilenler ancak "zalim" kimselerdir. Bu, Allah'a karşı apaçık bir iftirada bulunmaktır ki, Kuran ahlakını bilerek böyle bir tavır gösteren bir kimsenin ahirette bu konudaki sorumluluğu da aynı derecede büyük olur. Nitekim şeytanın bu yöndeki çirkin cesaretinin karşılığı da bu nedenle çok büyük olmuştur. Allah Kuran'da haksızlığa uğradığını düşünerek isyan eden şeytanın aldığı karşılığı şöyle bildirmiştir:

(Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 18)

Güzel Ahlakta Kararlılık Göstermek, İnsanları Bu Psikolojiden Uzak Tutar

Tüm bu gerçekleri düşünebilen bir insan, şeytanın insanlara büyük bir tuzak kurduğunu anlayarak, bir an önce onun şerrinden sakınıp Allah'ın razı olacağı bir ahlaka ulaşmak için çaba sarf etmelidir. Bunun yolu ise çok açıktır: "Kötülükten sakınıp iyilikle yaşamak (iyiliği ilke edinmek)". Allah, Kuran'da iyiliklerin kötülükleri gidereceğini şu şekilde bildirmiştir:

Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. (Hud Suresi, 114)

Allah'ın "Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra doğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Ahkaf Suresi, 13) ayetiyle bildirdiği gibi, güzel ahlaklarında istikrar gösterdikleri takdirde, Allah bu kimselerin hayatlarından korkuyu, hüznü çekip alacak; kötülüklerini örtüp bağışlayacak ve onlara yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecektir. Bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirilir:

İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz. (Ankebut Suresi, 7)





 

Mesihçi

Ordinaryus
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
2,212
Tepkime puanı
91
Puanları
0
@Kimya_ı Saadet Ben ne zaman İslam'ı suçladım bunlar için? İslam'ı suçlasam iyi Müslümanlardan bahsedebilir miyim? İslam'ı suçlasam "Müslümanlar inancı gereği kötüdür" derdim. Sözümü saklamazdım rahat olun. Önyargılar var. Onların giderilmesi lazım. Nefretin bitmesi lazım dedim. Batı da da İslam'a yönelik aynıları var. Nefret suçlarıyla mücadele din,ırk ayırmaz. Siz takıntılı olduğunuz için İslam'ı suçladığımı zannediyorsunuz. Başka kimse İslam'ın üstüne alınmıyor çünkü İslam'ı suçlamadığımı gayet iyi biliyorlar.

Beni şeytan ilan etmeniz ise işin aslını ortaya koyuyor. Siz onlardansınız...
 
Üst