Risaleden Bir Ölçü ile Getirdikleri

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bir Soru?

Bir fikre davet, Cumhur-u Ulemanın (ALİMLERİN ÇOĞUNLUĞUNUN) kabulüne vâbestedir (BAĞLIDIR). Yoksa davet bid'attır, reddedilir. (Said Nursi, Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, sf. 455, Madde 25)

Risale-i Nur Külliyatı Arama Motoru

Bu düstur Risale-i Nur’dan…

Güzel ve Müslümanlara faydalı bir Ehli Sünnet VelCemaat ilkesinin ifadesidir.

Ne deniyor yukarıdaki sözde: Bir davete bakılır: Eğer alimler çoğunluğunun kabul ettiği bir fikir değilse, o fikir bid’attir, yani Dinimizin aslında yokken sonradan türetilmiş reddedilmesi gereken bir düşüncedir. Yani, reddedilmesi gereken o düşünce sahiplerinin varabileceği “hayır” yoktur.

Risale-i Nur’u defalarca okumakla övünen, birbirlerine en az 5 kere külliyatı devirmelisin diye nasihatler veren ve cemaat dışı her muhatablarını satırlarca süren alıntılardan sonra en az bir kere Risale okumaya davet eden Nurculara sormak lazımdır. Sormak lazım ki onların yukarıdaki güzel ölçüyü görmedikleri, fark etmedikleri düşünülemez:

İmdi, “Tarikat devrini kapatan” “Kendilerini Tarikate gerek bırakmayan bir hakikat yolu olarak gösteren” “Said Nursi’yi son ve en büyük Müceddit olarak tanıtan” ve hatta Mücedditlik makamı küçük görünmüş olacak ki birçoklarına “Mehdi-i Azam üstadımızdı, Mehdi bekleyenler boşuna bekler; hasbel kader biri geliverecek olsa Risale’yi program yapmaktan başka çaresi yoktur”, “Nurcular seçilmiş insanlardır”, “Cevşen, Celcelutiyye, Sekine, Ercuze’de nice büyükler üstadımızı ve mesleğimizi överek haber vermişlerdir”, “İslam ile Hıristiyan ruhanileri omuz omuza çalışacak Hz. İsa’ya zemin hazırlayacak” ve saire… diyen Nurcular, hangi Cumhur-u Ulemaya bu görüşleri kabul ettirmişlerdir?

Kabul ettirmemişler ise, neden iddiaların isabetli olamayabileceğini hatırlarına dahi getirmeden bu bayrakları Ümmet-i Muhammed’in meydanına asmışlardır?

Nurculara sormak lazım dedim ama sorunun olması gerektiği gibi cevaplanmayacağından da eminim. İsterseniz deneyin. Yukarıdaki sözde olduğu gibi “Cumhur-u Ulemaya” vurgu yapan Risaleden sayfa sayfa nakillerle sizi ilzam etmeye (susturmaya) kalkacaklar; Risaleye yine Risaleden tonlarca deliller sıralayacaklardır. Yetinmeyecekler, talebelerden üstadları lehinde bir ton hatırayı da önünüze sereceklerdir. Tabii en sonunda Risale’yi okuyun da öyle gelin kardeşim tembihini eklemeyi unutmayacaklardır.

Yoksa “Cumhur-u Ulema”dan kasıt Said Nursi’nin tek başına kendisi midir? Ehli Sünnet dedikleri de Nurculuk mu oluyor?

Değilse, Cumhur-u Ulema'ca kabul görünceye kadar kimi fikirlerin arka plana atılıp temkin ve ihtiyat ile beklemeye alınması gerekmez miydi?
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hiçbir beşer hatasız ve ömrünün her devrinde hep isabet ederek bir hayat sürmemiştir. Bu bütün insnlar için böyle olduğu gibi, Said-i Nursi için de böyledir. Hatta, bu zat bizatihi kendisi hayatını ---eski Said- yeni Said diye--- iki döneme ayırmış ve çoğu zaman eski Said'in yapmış olduğu hatalardan bahsetmiştir. Şimdi bu bağlamda yukarıdaki ***İslam ile Hıristiyan ruhanileri omuz omuza çalışacak Hz. İsa'ya zemin hazırlayacak***cümlesi irdelenecek olursa, şimdiki diyalogçuların doğru yolda (!) olduğu ve Said-i Nursi tarafından da desteklendiği (!) manâsına çıkar ki, (NEUZUBİLLÂH) bu tam bir BUBİ TUZAĞI olur. Ne demek Hıristiyan ruhanilerle beraber İsa'ya zemin hazırlamak ? İsa (A.S.) 'a ne diye zemin hazırlansın ki ? Onun buna ihtiyacı mı var ? İslâm Dininmde ruhani mi va ki --İslâm Ruhanisi!!!!---nden bahsedilmiş ! Kimdir bu İslâm Ruhanileri ???? Yoksa, bu İslâm ruhanilerinin ABD'ye de taşınıp orada ikamet etmesinden de mi bahsedilmiş te, müslümanların bunlardan haberi yok ???? Hem sonra, kıyamete yakın yeryüzünde adalet ve İslâmı ihyâ etme görevi İsa (A.S.) değil, Mehdi Aleyhisselâma verilmiştir.Zeminin hazırlanacaksa Mehdi Aleyhisselâm için hazırlanması daha doğru değil mi ?
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Konu içerisinde 8-10 mesele zikredilmekle beraber, aranan, bu meselelerin hallinden ziyade bu ve benzeri meselelerde neden cumhuru ulemanın görüşlerinin dikkate alınmadığıdır. Ve/veya bu görüşlerin cumhuru ulemaya onaylatılmadığıdır. Yoksa her mesele ayrı olarak ele alınabilir, değerlendirilebilir.

Yine de meseleler hakkında da görüş belirtilebilir tabi.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Bir Soru?.....İmdi, “Tarikat devrini kapatan” “Kendilerini Tarikate gerek bırakmayan bir hakikat yolu olarak gösteren” .....


Üstad, Risale-i Nur'un çok yerlerinde, Tarikat ve Tasavvufu kabul edip müdafaa etmiştir. Hiçbir zaman, Tarikat ve Tasavvufun aleyhinde söz söylememiştir.

Üstad, Tarikat ve Tasavvufun zatı ve özünü değil, sonradan içine girmiş bazı arıza ve hataları tenkit etmiştir. Ekseri tenkit ettiği hususlar, Tarikat ve Tasavvuf erbabının bazı aşırılık ve hatalarıdır. Üstad, bu hataları Telvihat-ı Tisa adlı risalesinde, sekiz varta şeklinde özetlemiştir.

Üstad, yine aynı Telvihat-ı Tisa adlı risalesinde, Tarikat ve Tasavvufun dokuz fayda ve güzelliğini sayarak, Tarikat ve Tasavvuf lehinde olduğunu ilan ediyor..
Burda gerçi siz
Risaleden sayfa sayfa nakillerle sizi ilzam etmeye (susturmaya) kalkacaklar; Risaleye yine Risaleden tonlarca deliller sıralayacaklardır. demişsiniz amma kusurabakmayınız Risale-i Nurdan bir ikitibas yapacam:
Üçüncü Telvih
Velâyet bir hüccet-i risalettir; tarikat bir bürhan-ı şeriattır. Çünkü risaletin tebliğ ettiği hakaik-i imaniyeyi, velâyet bir nevi şuhud-u kalbî ve zevk-i ruhanî ile aynelyakin derecesinde görür, tasdik eder. Onun tasdiki, risaletin hakkaniyetine katî bir hüccettir. Şeriat ders verdiği ahkâmın hakaikini, tarikat zevkiyle, keşfiyle ve ondan istifadesiyle ve istifazasıyla o ahkâm-ı şeriatın hak olduğuna ve haktan geldiğine bir bürhan-ı bâhirdir. Evet, nasıl ki velâyet ve tarikat, risalet ve şeriatın hücceti ve delilidir; öyle de, İslâmiyetin bir sırr-ı kemâli ve medar-ı envârı ve insaniyetin, İslâmiyet sırrıyla bir maden-i terakkiyâtı ve bir menba-ı tefeyyüzâtıdır.
İşte bur sırr-ı azîmin bu derece ehemmiyetiyle beraber, bazı firak-ı dâlle onun inkârı tarafına gitmişler. Kendileri mahrum kaldıkları o envardan başkalarının mahrumiyetine sebep olmuşlar. En ziyade medar-ı teessüf şudur ki:
Ehl-i Sünnet ve Cemaatin bir kısım zâhirî uleması ve Ehl-i Sünnet ve Cemaate mensup bir kısım ehl-i siyaset gafil insanlar, ehl-i tarikatin içinde gördükleri bazı sû-i istimâlâtı ve bir kısım hatîâtı bahane ederek, o hazine-i uzmâyı kapatmak, belki tahrip etmek ve bir nevi âb-ı hayatı dağıtan o kevser membaını kurutmak için çalışıyorlar. Halbuki eşyada kusursuz ve her ciheti hayırlı şeyler, meşrepler, meslekler az bulunur. Alâküllihâl bazı kusurlar ve sû-i istimâlât olacak. Çünkü ehil olmayanlar bir işe girseler, elbette sûiistimal ederler. Fakat Cenâb-ı Hak, âhirette muhasebe-i a'mâl düsturuyla, adalet-i Rabbâniyesini, hasenat ve seyyiâtın muvazenesiyle gösteriyor. Yani, hasenat râcih ve ağır gelse mükâfatlandırır, kabul eder; seyyiat râcih gelse cezalandırır, reddeder. Hasenat ve seyyiâtın muvazenesi kemiyete bakmaz, keyfiyete bakar. Bazı olur, birtek hasene bin seyyiâta tereccuh eder, affettirir.
Madem adalet-i İlâhiye böyle hükmeder ve hakikat dahi bunu hak görür. Tarikat, yani Sünnet-i Seniyye dairesinde tarikatin hasenâtı seyyiâtına katiyen müreccah olduğuna delil, ehl-i tarikat, ehl-i dalâletin hücumu zamanında imanlarını muhafaza etmesidir. Âdi bir samimî ehl-i tarikat, sûrî, zâhirî bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebâirle fâsık olur, fakat kâfir olmaz, kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedit bir muhabbet ve metin bir itikadla aktab kabul ettiği bir silsile-i meşâyihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütmediği için, onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse, zındıkaya giremez. Tarikatte hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkik Âlim zat da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir.
Bir şey daha var ki: Daire-i takvâdan hariç, belki daire-i İslâmiyetten hariç bir suret almış bazı meşreplerin ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyiâtıyla tarikat mahkûm olmaz. Tarikatin dinî ve uhrevî ve ruhanî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız Âlem-i İslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, tesirli ve hararetli vasıta tarikatler olduğu gibi, Âlem-i küfrün ve siyaset-i Hıristiyaniyenin, nur-u İslâmiyeti söndürmek için müthiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kale-i İslâmiyeden bir kalesidir. Merkez-i hilâfet olan İstanbul'u beş yüz elli sene bütün Âlem-i Hıristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul'da beş yüz yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde Allah Allah diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i İlâhiyeden gelen bir muhabbet-i ruhaniye ile cûş u huruşlarıdır.
İşte, ey akılsız hamiyetfuruşlar ve sahtekâr milliyetperverler! Tarikatin, hayat-ı içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır, söyleyiniz.Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup | 430
Üstad'ın, zaman tarikat zamanı değildir demesinden, tarikatı inkar ya da tahkir anlaşılmamalı. Zira Üstad, zamanın gereği ve ilcaatına göre meseleye bakıyor.
Halbuki günümüzdeki insanların mutlak çoğunluğu, tahkiki iman sahibi değil ve farzları ifa edemiyor, hatta çoklarının imanı tehlikede. Böyle bir toplumsal yapıda öncelikli görev sağlam bir imanı vermek ve akabinde farzları ifa etmesini temin etmektir. Yoksa Allah’ın varlığından şüphe duyan adamlara, tarikat dersi vermek pek fayda germez. Üstad, bu toplumsal gerçeği iyi okuduğu için, zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır diye hüküm veriyor. Halbuki Üstad, iman-ı tahkiki dersleri vererek ve farzları teşvik ederek, Tarikat ve Tasavvufun temelini ve altyapısını temin ediyor denilebilir.Gerrçi bu mevzu çok tartışılp neticelenmesi az görülmüştür amma...
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Bir Soru?....“Said Nursi’yi son ve en büyük Müceddit olarak tanıtan” ve hatta Mücedditlik makamı küçük görünmüş olacak ki birçoklarına “Mehdi-i Azam üstadımızdı, Mehdi bekleyenler boşuna bekler; hasbel kader biri geliverecek olsa Risale’yi program yapmaktan başka çaresi yoktur”.....

Ceylân'ın müdafaasıdır
Afyon Ağırceza Mahkemesine,
..... Onun ağzından bir defa olsun, mehdîliğine ve müceddidliğine dair bir kelime duymadım. Tevazuun kemâlinde olduğuna yüz binleri aşan Nur nüshaları ve onları okumakla imanlarını kurtaran yüz binler hâlis Nur şakirtleri şahittir.
O mübarek Üstadım, kendisini bizim gibi Nur talebesi olarak görür. Ve öyle iddia eder. Bunu elinizde bulunan birçok mektuplarında, hususan Asâ-yı Mûsâ mecmuasının içindeki İhlâs Risalesinde kolaylıkla görmek mümkündür. Kendisi "Bâki ve güneş gibi ve elmas misilli hakikatler, fâni şahıslar üzerine bina edilmez ve fâni şahıslar o kıymettar hakikatlere sahip çıkamazlar" diye risale ve mektuplarında tekrarla zikrettiği halde, o zâtın tefahuruna hükmetmek ve mehdîlik ve müceddidlik dâvâ ettiğini iddia etmek, hiç bir akl-ı selimin kârı değildir. Şualar | On Dördüncü Şuâ | 486

Hıfzı Bayram'ın müdafaasıdır
Afyon Ağırceza Mahkemesine,
.... Yalnız iddianamede savcının mehdîlikten bahsettiğini öğrendim. Halbuki Üstadım bu gibi isnatlardan müberrâdır. Böyle birşeyi lisanından duymadığımız gibi, eserlerinde de görmedik. Ve talebelerini, her fırsatta şahsına hürmet ve tâzimden ve makam vermekten men etmiş ve tâzimkârâne mektup yazanları dahi takbih etmiştir. Bizler kendisini hubb-u cahtan müberrâ, zamanın en yüksek bir âlimi ve bir ilm-i tahkik hocası olarak biliyoruz.
Mevkuf
Hıfzı Bayram

Şualar | On Dördüncü Şuâ | 492

Halil Çalışkan'ın müdafaasıdır
Afyon Ağırceza Mahkemesine,
.....Bunlarla pek yakından alâkadar olduğum halde, içinde ne halkı hükûmet aleyhine teşvik ve ne de emniyeti bozacak ve gizli bir cemiyet kurmaya dair hiçbir şey görmediğim gibi, Üstadımdan da gerek mehdîliğe ve müceddidliğe ve gerekse bu hareketlere dair hiçbir şey işitmedim. Risale-i Nur'un ve Üstadımın ve biz talebelerin yegâne gaye ve hizmetimiz, İslâmiyete, hususan Türk milletine İmân ve ahlâk cihetinde kudsî bir hizmettir.
Afyon Cezaevinde mevkuf
Emirdağlı
Halil Çalışkan

Şualar | On Dördüncü Şuâ | 494

daha bunun gibi örnekler sıralanabilir ama yeterlidir diye düşünüyorum. Üstadımızı sevenlerin ona yüksek makamlar vermesi Üstadımızı bağlamaz.Zaten Üstadımız makam veren talebeleri defaatla tekdir edip ikaz etmiştir mesela:
Bediüzzaman, kendisine Mehdîlik isnadıyla yazı yazan bir talebesinin mektubuna verdiği cevapta şöyle demekteydi:

Âhir fıkrasında ‘Muhbir-i Sadık'ın haber verdiği mânevî fütûhât yapmak, zulümatı dağıtmak zaman ve zemini hemen hemen gelmiş’ diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ve temennî ediyoruz” diyor, böyle şeylerle uğraşma yerine asıl olan vazifeye dikkatleri çekiyor, “Fakat biz Risale-i Nur şâkirdleri ise; vazifemiz hizmettir, vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi Onun vazifesine binâ etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemmiyete değil, keyfiyete bakmak; hem çoktanberi sükùt-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeğe sevk eden dehşetli esbab altında Risaletü'n-Nur'un şimdiye kadar fütûhâtı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerinin kırılması ve yüzbinler bîçârelerin îmanlarını kurtarması ve herbiri yüze mukabil binler hakiki mü'min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sadıkın (a.s.m.) ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukûât ispat etmiş ve ediyor ve inşaallah daha edecek.

başka bir misal:
.....Benim Üstadım daima diyor ki: "Ben bir neferim, fakat müşir hizmetini görüyorum. Yani, kıymet bende değil, belki Kur'an-ı Hakimin feyzinden tereşşuh eden Risale-i Nur eczaları, bir müşiriyet-i maneviye hizmetini görüyor."
Üstadımı kızdırmamak için, şahsını sena etmiyorum.
Şamlı Hafız Tevfık
Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Risale-i Nurdan Parlak Fıkralar ve Bir Kısım Güzel Mektuplar | 17
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Bu alıntıyı yapan nurcular arasında hiç kalmamış demek ki. O zaman nurcu forumlara baksa kafidir. Bu forumda da aranır ise yeteri kadar alıntıların aksi yönünde sözlere rast gelecektir.

Daha konuya cevap verecek biri çıkmamış bu arada.

Hazretin kabri neden belli değildir? Hangi hikmete binaen yeri gizlenmiştir? Burada Allah'ın merhametini görüyorum. Kabri bilinse idi bu kadar ifrat içerisinde o kabir ne hale gelirdi, orada neler yapılırdı düşünemiyorum.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Bu alıntıyı yapan nurcular arasında hiç kalmamış demek ki. O zaman nurcu forumlara baksa kafidir. Bu forumda da aranır ise yeteri kadar alıntıların aksi yönünde sözlere rast gelecektir.
Değerli kardeşim nurcuların içinde bulundum amma nurcuların bunu başkalarına kabul ettirmeye çalıştıklarını duymadım ,farz-ı muhal olsa ve nurcu forumlarında bulunsa bile bu o kardeşlerimizin hüsn-ü zanlarıdır saygı gösteririz amma Üstadımızın bize verdiği ölçü ise şudur ki:

[Risale-i Nur talebelerinden bir kısım kardeşlerimin, benim haddimin çok fevkinde hüsnüzanlarını ve ifratlarını tadil etmek için ihtar edilen bir muhaveredir.]
Bundan kırk elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (rahmetullahi aleyh) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum.
O merhum kardeşim, evliya-i azimeden olan Hazret-i Ziyaeddin'nin (k.s.) has müridi idi. Ehl-i tarikatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsnüzan etse de makbul gördükleri için, o merhum kardeşim dedi ki:
"Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam gibi herşeye ıttılâı var." Beni onunla raptetmek için çok harika makamlarını beyan etti.
Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam edebilirim. Hem sen benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin. Yani o ünvanla bağlısın, muhabbet edersin.
Eğer perde-i gayb açılsa, hakikati görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtten birisine iner. Fakat ben, o zât-ı mübâreki senin gibi pek ciddi severim, takdir ederim. Çünkü, Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana halis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak, bilâkis daha ziyade hürmet ve takdirle bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin." Haşiye

Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti.
Ey Risale-i Nur'un kıymettar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakar kardeşlerim,
Şahsiyetim itibarıyla sizin ziyade hüsnüzannınız belki size zarar vermez; fakat sizin gibi hakikatbin zatlar vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusuratla âlûde mahiyetim görünse, bana acıyacaksınız. Sizi kardeşliğimden kaçırmamak, pişman etmemek için şahsiyetime karşı haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irtibatınızı bağlamayınız.
Ben size nispeten kardeşim; mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârâne dua ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var.
Haşiye
Çünkü sen, muhabbetini ona pek pahalı satıyorsun. Verdiğin fiyatın yüz defa ziyade bir mukabil düşünüyorsun. Halbuki onun hakikî makamının fiyatına en büyük muhabbet de ucuzdur.
Cenab-ı Hakkın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsi ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette taksimü'l-mesâi kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı manevinin fevkalade ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.
Hem madem bu zamanda herşeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir. Hem kemiyet ise, keyfiyete nispeten ehemmiyeti azdır. Hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimi, sabit hidemat-ı imaniyeye nispeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz. Risale-i Nur'un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalade hüsnüzan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalade sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lazımdır. Onda terakki etmeliyiz.
b126.gif


Kardeşiniz
Said Nursî

Kastamonu Lâhikası 61
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Hazretin kabri neden belli değildir? Hangi hikmete binaen yeri gizlenmiştir? Burada Allah'ın merhametini görüyorum. Kabri bilinse idi bu kadar ifrat içerisinde o kabir ne hale gelirdi, orada neler yapılırdı düşünemiyorum.

Üstad insanların kendisine teveccüh etmelerinden, aşırı hürmet göstermelerinden rahatsızlık duyardı. Günümüzde bazı büyük zatların türbelerinde İslamın özüne aykırı bazı davranışlar sergilendiği açıkça görülmektedir. Bu açıdan kabrinde rahatsız edilmek istememiştir. Bu konuda şöyle der:

"Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevî dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur'daki a'zamî ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevî sebep hissediyorum."
Bu konuda Üstadın hizmetinde bulunan talebelerinin bir lahikasını aşağıda takdim ediyorum:

Biz Üstadımızdan sorduk: Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men'ediyorsunuz?

Cevaben Üstadımız dedi ki: "Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki Firavunların dünyevî şan ü şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mana-yı harfîden mana-yı ismîyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile; eski zamandaki lillah için ziyarete mukabil ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ü şerefine ziyade ehemmiyet verir, öyle ziyaret ediyorlar.

Ben de Risale-i Nur'daki a'zamî ihlası kırmamak için ve o ihlasın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garbda, hem kim olursa olsun okudukları Fatihalar o ruha gider.

Dünyada beni sohbetten men'eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevab cihetiyle değil, dünya cihetiyle men'etmeye mecbur edecek."
dedi.

Hizmetinde bulunan Talebeleri
Bediüzzaman, ömrünün sonlarında neşrettiği mektublarda kabrinin gizli olmasını vasiyet eder.

"Benim kabrimi gayet gizli bir yerde... bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum."

1960 da (hicri 1379 da) Urfa'da vefat eder. Halilurrahman dergahına defnedilir. Talebeleri hayret içindedirler. Çünkü, o güne kadar Bediüzzaman'ın her dediğinin çıktığını görürlerken, kabrinin bilinmemesi meselesi çıkmamıştır.

Her gün, binlerce insan, kabrini ziyaret etmektedir. İşin sırrı 27 Mayıs İhtilali'yle ortaya çıkar. İhtilal hükümetinin emriyle, 12 Temmuz 1960'da gece yarısı Bediüzzaman'ın kabri parçalanır. Na'şı bir uçakla Isparta istikametine götürülür. Talebeleri o zaman Bediüzzaman'ın vasiyetini ve şu sözlerini daha iyi anlarlar:

"Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Saîd'den yetmiş dokuz emvat, baâsam alâma
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş
Beraber ağlıyor hüsran-ı İslâma."
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Yazıya bakayım dedim ama yazarı Adülkadir Badıllı imiş. Siz bakadurun badıllı ağabeyinize bizim ondan alacağımız bir şey yoktur. O değil miydi bir mübarek sultanı yalancı çıkarmaya çalışan? Zırvaları arasında doğru aramaya lüzum yoktur.
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
buradan sorsam belki cevap gelecek.geçenlerde ülke tv de.m.ali.Bulut.şöyle dedi.üstad """MASUM HIRISTIYANLAR CENNETE GİDECEK DEDİ"" Yanlışmı anladım acaba.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Yazıya bakayım dedim ama yazarı Adülkadir Badıllı imiş. Siz bakadurun badıllı ağabeyinize bizim ondan alacağımız bir şey yoktur. O değil miydi bir mübarek sultanı yalancı çıkarmaya çalışan? Zırvaları arasında doğru aramaya lüzum yoktur.
Değerli kardeşim bir kişinin kitaplarını eserlerini sözlerini vaazlarını vs değerlendirirken içinde bazı hatalar varsa onu küllen silip atmak mı gerek yani hiç mi istifade edilecek bir şey bulunamaz o zaman bana hiç hatası olmayan Kuran-ı Kerim ve Hadislerin haricinde 100%100 hakikat ve doğrulardan oluşan bir eser veya 100%100 hatasız birini gösterirmisiniz?
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
buradan sorsam belki cevap gelecek.geçenlerde ülke tv de.m.ali.Bulut.şöyle dedi.üstad """MASUM HIRISTIYANLAR CENNETE GİDECEK DEDİ"" Yanlışmı anladım acaba.
[Şefkat yüzünden, esasat-ı İslamiyenin haricindeki bid'at ve dalâlet yollarına sapanları çeviren bir hakikattır.]
Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmetenli'l-Âlemîn zâtın (a.s.m.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir.

Meselâ, kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur'an'ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azimini inkâr ve tekzip olduğu gibi, bir zulm-ü azim ve gayet derecede bir merhametsizliktir.
Çünkü masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır. ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.
Risale-i Nur'da kat'iyetle ispat edilmiş ki, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azimdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hatta, deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, "İstirahatimizin selbine sebep oldular" diye rivayet-i sahiha vardır.
O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkata lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman masumlar da yanarlar; onlara acımak olmuyor. Fakat, cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.
Bir zaman, eski Harb-i Umumîde, düşmanların ehl-i İslama ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim.
Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belalara mukabil rahmet-i İlahiyenin hazinesinden öyle mükâfâtları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, "Ya Rabbi, şükür elhamdü lillâh" diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum.
Risale-i Nur Külliyatı Arama Motoru
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Yanlış yapmak başkadır, yalan söylemek, iftirada bulunmak başkadır. Herkes yanlış yapabilir ama herkes yalan söylemez. Yalan söylemeyecek olan, iftirada bulunmayacak olan çoktur.

Bizzat görenleri yalanlarcasına yoktur öyle bir şey demek hataen, bilgi eksikliği ile yanlış yapmak değildir.

Hatalarını attım, doğrular için de ona lüzum yoktur. Toptan attım gitti :) Sen tutadur.

Hem noksanı yoktur denilen risalelerdir -nurcular diyor-. Benim öyle bir iddiam yok nurculara sor.

Şu da karıştırılır ya, izah edelim. Bir eserin yanlışı olması başkadır, noksanı olması başka. Hatasız bir eser olabilir. Ama noksansız eser yoktur, Allah kelamından başka. Ufak bir akaid eseri yazarsınız hatasız olabilir. Ama noksanı yoktur denemez. Herşeyi künhüyle, tüm hakikatiyle kim bilebilir de satırlara aktarabilir.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Yanlış yapmak başkadır, yalan söylemek, iftirada bulunmak başkadır. Herkes yanlış yapabilir ama herkes yalan söylemez. Yalan söylemeyecek olan, iftirada bulunmayacak olan çoktur.

Bizzat görenleri yalanlarcasına yoktur öyle bir şey demek hataen, bilgi eksikliği ile yanlış yapmak değildir.

Hatalarını attım, doğrular için de ona lüzum yoktur. Toptan attım gitti :) Sen tutadur.

Hem noksanı yoktur denilen risalelerdir -nurcular diyor-. Benim öyle bir iddiam yok nurculara sor.

Şu da karıştırılır ya, izah edelim. Bir eserin yanlışı olması başkadır, noksanı olması başka. Hatasız bir eser olabilir. Ama noksansız eser yoktur, Allah kelamından başka. Ufak bir akaid eseri yazarsınız hatasız olabilir. Ama noksanı yoktur denemez. Herşeyi künhüyle, tüm hakikatiyle kim bilebilir de satırlara aktarabilir.
Bilgilendirmelerinizden dalayı teşekkürlerimi kemal-ı memnuniyetle arz eder attığınız pasıda tutmaya çalışırım inşalllah.Ben o zaman sizi sizin ilminize ve kaynaklarınıza havale ediyorum ancak anlamadığım nokta niye illada nurculara bir atıfta bulunma gereksiniminde bulunuyorsunuz abim?
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Akla onlar geliyorlar da o yüzden. Şimdi sen bana noksansız bir eser söyle dedin. Benim bildiğim böyle bir eser yok. Ama bildiğim nurcuların risaleler hakkındaki genel kanaatleri budur. Bunu başka şekilde nasıl ifade edebilirdim? Sorunuza cevap olarak söylenmiştir.
 

elcevaz13

Profesör
Katılım
17 Şub 2008
Mesajlar
1,472
Tepkime puanı
19
Puanları
0
Yaş
39
Web sitesi
www.herkul.org
Akla onlar geliyorlar da o yüzden. Şimdi sen bana noksansız bir eser söyle dedin. Benim bildiğim böyle bir eser yok. Ama bildiğim nurcuların risaleler hakkındaki genel kanaatleri budur. Bunu başka şekilde nasıl ifade edebilirdim? Sorunuza cevap olarak söylenmiştir.

Kardeşim Hüsrev, Lütfi, Rüştü,
Size Üstad ve talebeler ve ders arkadaşları içinde fayda verecek bir fikrimi beyan edeceğim. Şöyle ki:
Sizler-haddimin fevkinde-bir cihette talebemsiniz ve bir cihette ders arkadaşlarımsınız ve bir cihette muîn ve müşavirlerimsiniz.
Aziz kardeşlerim, Üstâdınız lâyuhtî değil... Onu hatâsız zannetmek hatâdır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla, insaf odur ki: Bir seyyie, bir hatâ görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp itiraz etmemektir. Hakaike dair mesâilde külliyatları ve bazan da tafsilâtları sünuhat-ı ilhâmiye nev'inden olduğundan, hemen umumiyetle şüphesizdir, kat'îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünkü, hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor.
Fakat münâsebât-ı tevafukiyeye dair işaretler, mutlak ve mücmel ve küllî surette sünûhât-ı ilhâmiyedir. Tafsilât ve teferruatta bazan perişan zihnim karışır, noksan kalır, hatâ eder. Bu teferruatta hatam, asla ve mutlaka zarar îras etmez. Zaten kalemim olmadığından ve kâtip her vakit bulunmadığından, tâbiratım pek mücmel ve nota hükmünde kalır, fehmi işkâl eder.
Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım, benim hatâmı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım. Hattâ başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim. Hakkın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz. Nefs-i emmârenin enâniyeti hesabına Hakkın hatırı olan bilmediğim bir hakikati müdafaa değil, ale'r-re'si ve'l-ayn kabul ederim.
Biliniz ki, şu zamanda şu vazife-i imaniye çok mühimdir. Benim gibi zayıf, fikri çok cihetlerle inkısam etmiş bir biçareye yükletmemeli, elden geldiği kadar yardım etmeli. Evet, mücmel ve mutlak hakaik, biz zahirî vesile olup çıkıyor. Tanzim ve tasfiye, tasvir ise, kıymettar, muktedir ders arkadaşlarıma aittir. Bazan onlara vekâleten tafsilâta, tanzimata girişiyorum, noksan kalıyor.. ..Risale-i Nur Külliyatı Arama Motoru
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Söylenebilecek çok şey var da, neyse, uzatmanın bir manası yok. Konumuz çok başka idi ama ona cevap vermeye yanaşan yok.
 
Üst