"İman edip de, imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var (ya), işte (korkudan) emin olmak onlar içindir. Ve onlar doğru yolda olanlardır!" (En'am, 82)
Madem ki, o kişiler, imanlarına zulüm bulaştırmayanlar genel manada"Tevhid'e evet, şirke hayır!" demiş ve bu tebliğatlarını gaflete düşmüş kişilere yaparak bunları şirkten arındırıp Tevhid'le bağdaştırmış ve kalplerinden korkuyu silmiştirler. Elhamdülillah günümüz insanı Tevhid'le şirkin mana ve önemini idrak etmiş ve şirk bataklığındaki kişilere de tebliğini yapmaktadır. Ve bunun akabinden kemalistlerin, particilerin ve bunları oylarıyla destekleyip seçenleri şu üç maddeden dolayı küfre girdiklerini defalarca belirtmiştir:
1- Şirk meclisine girenler kendilerini tağut yerine koymuş ve şirke
düşmüşlerdir!
2- Yemin meselesi, tüm milletvekilleri meclis kürsüsünden yemin edip,
"Atatürk İlke ve İnkilaplarına bağlı kalacaklarına" dair yemin edip and
içmektedirler. Gayr-i meşru bir şey üzerine yemin etmek caiz değildir. Bir kimse Allah'ın isimlerinden başka bir şey üzerine yemin ederse şirke düşmüş olur.
(Ahmed b. Hanbel; Tirmizi)
Bir kimse Allah'ın isimlerin'den başka bir şey üzerine yemin ederse, o Allah'tan değildir.
Bazı kişiler diyecek ki, "Biz yemin ederken, niyyetimiz başkadır, başka bir şeyi aklımıza alıyoruz!" Böyle bir şeyi söylemeleri de acaba kendilerini kurtarabilir mi?..
Bakınız Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Yemin, yemin edenin niyetine göre değil, ettiği yemin niyyetine göre hüküm alır!" (Müslim; İbn-i Mace)
3- Hâkimiyyet ve kanun koyma selahiyyeti, teşri makamı Allah'a mahsus olan bir mevkidir. Allahü Teala bu selahiyyeti hiç bir kimseye vermemiştir; Ne meleklerine ve ne de peygamberlere vermiştir. Ve kişinin, bir insanın bu selahiyyeti kendine veya millete vermesi şirktir. Çünkü, "Yaratan da O'dur,
kanun koyup idare eden de!" (Mülk, 14); "Hüküm Allah'ındır ve O'na
mahsustur!" (Yusuf, 40)
Ve yine Allah'a mahsus olan kanun koyma yetkisini kendilerinde gören ve kendi beş paralık akıllarına göre kanun koyanlar ilâhlık taslamış, açık bir şekilde "Ben ilâhım, Rabb'im!" demese bile kâfir ve müşrik olmuşlardır.
Kanun koyma ilim işi ve Allah'a aid bir haktır. Zira kanun koymak Allah'a savaş açmak demektir. Adeta Allah'a, (haşa) "Sen bilmiyorsun, Senin aklın ermez, Sen gökyüzüyle ilgilen, devlet işlerinden anlamazsın!" demiş olmuyorlar mı?
Halbuki Peygamber (s.a.v.) hadis'inde "Din ile devlet iki ikiz kardeştir!"
buyurulmuyor mu? Biri olmadan diğeri işe yaramaz! Etle kemik, bedenleruh nasıl birbirinden ayrılmazsa, din de devletten ayrılamaz! Zira din devletsiz, devlet de dinsiz kalır!Ve yine, "Kim Allah'ın indirdiği, vaaz ettiği kanunlarıyla hükmetmezse, işte onlar zalimlerin, fasıkların ve kâfirlerin ta kendileridir!" (Maide 44, 45 ve 47)
İşte bu kişiler şirk meclisine girdiklerinden, beşerî nizama göre yeminden ve
"hâkimiyyet" sıfatını millete verip kendi kafalarına göre kanun koyup, hüküm verip, Allah'ın emrine aykırı hareket ederek, bunları oylarıyla seçen ve İslam'ın, Şeriat'ın verdiği hükme aykırı hareket ettiklerinden, şirke bulaşmışlardır.
Yine bir ayette:
"Yemin olsun ki, ya Muhammed, şirk yaparsan veya şirke düşersen bütün
amellerin mahvolur ve neticede zarar edenlerden olursun!" (Zümer, 65)
İşte görüldüğü gibi ayet-i kerime'de, Peygamber'e bile ağır hitabta bulunuluyor. Zira günahların en büyüğü şirktir. Kişi şirke düşer ve tevbe etmeden ölürse onun yeri cehennemdir!
Şirk kelimesi Kur'an'da 160'dan fazla yerde geçmektedir.
Bir yol düşünün ki, uzun ve çileli, görünüşü acı ve tehlikeli, görünüşü karanlık ama sonu aydınlıktır ve menzil tam cennet bahçelerine çıkıyor, ama yoldan giderken sağa-sola saparsanız, "Bu yollar kestirmedir!" deyip rotadan çıkarsanız, daha manasını idrak edemediğiniz şeyden medet umarsanız, yani demokrasinin oyununa gelip İslamî olmayan sistemleri benimseyip rıza gösteririp şayet saparsanız, şirke düşmüş olursunuz ve akabinde cehennemin Veyl deresine yuvarlanır gidersiniz!