15,11,2006
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Sen Allah'ın kudreti karşısında hayrete düştün; onlar ise alay edip dururlar. Öğüt verildiği zaman güzelce düşünmezler.
Sâffât Sûresi: 12-13
15.11.2006
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların selâmette olduğu kimsedir. Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçandır.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3792
15.11.2006
Batı medeniyeti, insanlığı mutsuz etti
—Dünden devam
İkinci derecede: On İkinci Söz’de ispat edildiği gibi, bir kısım düsturlarını hulâsa etmektir.
İşte, medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede nokta-i istinâdı kuvvet kabul eder. Hedefi menfaat bilir. Düstur-u hayatı cidâl tanır. Cemaatlerin râbıtasını unsuriyet ve menfî milliyet bilir. Gâyesi hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bâzı lehviyât’tır.
Halbuki, kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte, şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber, beşerin yüzde ancak yirmisine bir nev’i sûrî saadet verip, seksenini rahatsızlığa, sefâlete atmıştır.
Ammâ hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinâdı kuvvet yerine hak’kı kabul eder. Gàyede, menfaat yerine fazîlet ve rızâ-i İlâhî’yi kabul eder. Hayatta, düstur-u cidâl yerine düstur-u teâvün’ü esas tutar. Cemaatlerin râbıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabul eder. Gàyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin nâmeşrû tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Fazîletin şe’ni, tesânüddür. Teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni, uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.
İşte, medeniyet-i hâzıra, edyân-ı sâbıka-i semâviyeden, bâhusus Kur’ân’ın irşâdâtından aldığı mehâsinle beraber, Kur’ân’a karşı, böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüştür.
Sözler, s. 372
Lügatçe:
cidâl: Mücadele, çarpışma.
düstur-u teâvün: Yardımlaşma düsturu.
edyân-ı sâbıka-i semâviye: İslâmdan önce gelen semavî dinler.
hâcât-ı beşeriye: İnsana ait ihtiyaçlar.
hayat-ı içtimâiye-i beşeriye: İnsanlığın sosyal hayatı.
hevesât-ı nefsâniye: Nefsin gayrimeşru hevesleri, arzuları.
lehviyât: Haram eğlenceler.
maâliyât: Ulvî, âlî, yüksek meseleler.
medeniyet-i hâzıra: Şimdiki Batı medeniyeti.
mehâsin: Hüsünler, güzellikler.
nokta-i istinâd: Dayanak noktası.
râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî: Din, sınıf ve vatan bağı.
râbıta: Bağ.
şe’n: İş, gerek, birşeyin özelliğinin fiilî görünümü.
tesânüd: Dayanışma.
tezyid: Ziyadeleştirme, attırma.
unsuriyet: Irkçılık.
15.11.2006
ESMA-İ HÜSNA
Müczil
Allah (c.c.), Müczil’dir. Yani kullarına atıyye ve ihsânlarını bol bol verendir. Allah Teâlâ dilediği kullarına dilediği gibi ikramlarını çoğaltır. Feyiz ve bereketini artırır. Rızkını bollaştırır.
Müczil ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebir’de zikri geçen isimlerdendir.
Dünya yüzünü bu kadar güzel varlıklarla süslendirmek, ay ve güneşi lamba yapmak, yeryüzünü bir nimetler sofrası haline getirerek yiyeceklerin en güzel çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçları birer kap yaparak her mevsimde bir çok defalar tazelendirmek ve yenilemek sonsuz bir cömertlik ve keremi gösterdiğini, böyle bir kerem ve cömertliğin ebedî bir ziyâfet ve saadet yurdunu istediğini ve içindeki lezzet alanların da ebedî olmasını dilediğini kaydeden Bedîüzzaman, Cenâb-ı Hakkın tükenmez serveti ve bitmez hazineleri bulunduğunu, misilsiz sermedî cemâle ve kusursuz ebedî kemâle sahip olduğunu ve kullarını, ziyâfet yurdu olan Cennette ebedî misâfir edeceğini vaat ettiğini belirtir.
Bedîüzzaman’a göre böyle bir kerem ve cömertlik sahibi, has ve sevgili kullarının yokluk ve ayrılık korkusuyla elem çekmelerini istemez. Kullarına ebedî Cenneti vermek, ebedî Cennet içinde ebedî lezzetler ihsan etmek ve bol bol ikramlarda bulunmak sonsuz bir cömertliğin ve keremin tezâhürleridir. Cennette devam ve bekânın lezzeti, Cennetteki nîmetlerin lezzetlerinden de üstündür.
(Risâle-i Nur'da Esma-i Hüsna)
15.11.2006