İran’da Safevi Hakimiyetine son vererek 1736 yılında iktidarı ele alan Avşar boyundan Nadir Şah, Şii ve Sünni İslam dünyası arasındaki ayrılıkları sona erdirip Müslümanlar arasında birlik sağlamak istiyordu. Hatta İslam dünyasının en büyük hakimi olan Osmanlı Devleti nezdinde girişimlerde bulunarak Caferiliği beşinci Sünni mezhebi olarak kabul ettirmek istemişti.
Nadir Şah ülkenin içinde bulunduğu iç ve dış durumun iyice kötüleşmesi üzerine kurtarıcı olarak görülmüş ve Safevi Devletinin başkomutanlığına getirilmişti. Ancak durumun vehameti onun tahta çıkmasını gerektirmişti. Nadir Şahın İslam dünyasını birleştirme düşüncesinin ne kadar samimi olduğu daha kendisine teklif edilen taht için ileri sürdüğü şartlar incelenince anlaşılacaktır. Şöyle ki o:
- Safevilerin benimsediği şekliyle Şiiliğin terkini ve Caferiliğe dönülmesini
- Teberra’nın (yani halife ve sahabelere) küfrün terkini
- Sünnilere iyi davranılmasını istemişti.
Nadir Şah, Şah seçildikten sonra ilan ettiği bildirisinde bu kararlara uyulmasını istedi. Ayrıca ülke genelindeki ilgili kişilere gönderdiği emirler ile Hz. Peygamber’den sonra halife olan Hz. Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman’a sövülmeyip, aksine isimlerinin rahmetle anılması, yine Sünniler ile Şiiler
arasında ihtilafa sebep olan ve ezanlarda okunan Hz. Ali için, “Aliyyünveliullah” kelimesinin bundan böyle okunmaması, emirlere uymayan görevlilerin cezalandırılacağını bildirmişti.
Şii ve Sünni dünyası arasında ki ayrılıkları gidermek ve dostluğu sağlamak amacıyla 1743 yılında Necef’te Hz. Ali türbesinde İslam aleminin bölgedeki ileri gelen ulemasının katıldığı bir toplantı düzenletti. Toplantıya önde gelen Şii uleması ile Maveraünnehir ve Afganistan bölgesinin Sünni alimleri katılmışlardı. Bu toplantıya başkanlık eden Ebu‟l-Berekat Abdullah b. Hüseyn el-Bağdadi es-Süveydi “el-Hucecu’lKafiyye li’t-tifaki’l-Fırakı’ı-İslamiyye” adlı eserinde bu toplantıyı konu almıştır. Toplantı sonunda Şii uleması, Sünniler tarafından en çok eleştirilen :
- Hz. Ali’den önceki halifelere ve sahabeye kötü söz söylemeyeceklerine dair,
- Mut’a nikahından vazgeçmeye,
- İtikatte ise Eş’ari usulünü kabul edeceklerine dair söz vermişlerdi.
Bu konuda karşılıklı imzalanan tutanak Nadir Şah’ın uzun bir önsözüyle başlamaktadır. O Şii ve Sünni dünyasının arasında ki ayrılıkların bu denli derinleşmesinden Şah İsmail’i dolayısı ile Safevi hakimiyetini sorumlu tutmakta idi. M.Saffet Sarıkaya konu ile ilgili makalesinde Nadir Şah’ın önsözünden şu bölümü nakleder:
“Ben (Şah), 1148 senesinde, Mogan sahrasında, sizinle bey’at ederken (Ashaba) dil uzatmayı terk etmenizi sizlere şart koşmuş bulunuyordum. Şu andan İtibaren sebb-i Şeyhayn’i (halifelere küfür) yasakladım. Her kim onlara dil uzatırsa onu öldürür, evlad ü iyalini esir eder, malını alırım. Ne İran içinde, ne de çevresinde ashabı kınamak ve buna benzer çirkin davranışlar artık yoktur. Bunlar, aşağılık Şah İsmail devrinde türemiş, soyu da onun izinden gitmiş sonunda ashaba sövgü çoğalmış, bid’atler artmış, budalalıklar yayılmıştır.’’
Nadir Şah’ın konuşmasında belirttiği gibi İran Şah İsmail döneminde katı bir Şii anlayışa sahip olmuştu. Daha önce üçte ikisi Sünni olan İran havalisi Şah İsmail’le başlayan Safevi hakimiyeti döneminde sert ve hoşgörüsüz yöntemlerle Şiileştirilmişti. Safevi hakimiyetine son veren Nadir Şah bu dönemin izlerini de silmeye çalışıyordu. Toplantı sonunda iki taraf arasında ihtilaflı konularda anlaşma sağlanarak karşılıklı tutanak imzalanmıştı.
İran Şii uleması “Bizler (Ashaba) lanetin kaldırılmasını kabul ve taahhüt ediyoruz. Sahabenin gerek fazileti, gerekse hilafeti, iş bu tutanakta belirtilmiş olan tertip üzeredir. Bizden her kim ashaba dil uzatır veya burada tespit edilenlerin hilafına konuşursa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Böyle bir durumda Nadir Şah’ın gazabını kabul ederiz, malımız; canımız ve evladımız ona helaldir” derken;
Sünni ulema ise “İranlılar, kararlaştırdıkları hususlara uydukları, aksine davranmadıkları sürece, İslami fırkalardandırlar. Müslümanların lehine olan, onların da lehine Müslümanların aleyhine olan, onların da aleyhinedir” diyerek Caferiliği beşinci mezhep olarak tasdik ettiler.
Ne güzel bir adım atılmış... Lakin, bugünkü şiilerin, söz verdiklerinin aksine aynı itikadı sürdürdüklerini bildiğimizden dolayı Nadir Şahın bu güzel adımının pek işe yaramadığını görüyoruz. Allah bilir ya, her zaman yaptıkları gibi Nadir Şah'a yalan söylemişler, adına da dini vecibe (takiyye) demişlerdir. Gidi sahtekarlar!
Ahter'in verdiği bilgiler doğrudur.
Anadolu'daki aleviler, Şah İsmail'in takiyyeci dailerinin tesiriyle şiilik inancına yaklaşan, onunla yetinmeyip gelenek göreneklerini ve şaman dininden arta kalanları, bozulmuş bektaşiliği on iki imamcılıkla ve emevi düşmanlığıyla harmanlayıp hepsini çorba haline getirenlerdir. İtikadlarını tespit için yazılı metinleri yoktur. Şah İsmail'in güya İmam Bakır efendimize ya da Caferi Sadık efendimize mal ettiği, kendi uydurması olan "Buyruklar" risalesi var; bunlar alevi itikadının yegane yazılı metinleridir. Her yörenin elindeki Buyruklar'ı metin olarak bir araya getirdiğinizde hiç birinin birbirini tutmadığını görürüz. Dolayısıyla alevilerde 40 çeşit itikad vardır, her yörenin inanç ve uygulamaları kendine mahsustur. Neticede kuşaktan kuşağa alevilik sözlü aktarmayla bugünlere gelmiştir.
Bu şah ismail, Şah Hatayi mahlasıyla şiirler yazmıştır. Şiirleri türkü şeklinde aleviler arasında yaygın olarak söylenmeye devam eder.
Aleviler, yazılı, sahih bir ilim ve alim geleneğine sahip olmadıklarından maada kendilerini doğru Sünnileri eğri görürler. Dayanakları, mesnedleri; tedvin edilmiş eserleri, makbul, itibarlı ve meşhur alimleri yoktur.
Kentleşmenin artmasıyla, göç olayları vs. ile şehirlere yığılan aleviler, çocuklarına inanç ve uygulamalarını pek öğretemediklerinden, bugün Alisiz aleviler, ateist aleviler (!), solcu örgütlerin vs. esiri aleviler çoğalmıştır. Sözlü anlatmayla nesillerini idame ettiren alevilik bugün ciddi bir kriz içerisindedir. 40 alevi bir araya gelsin, 40 türlü fikir imal ederler. Çoğu da çoğunu iptal eder. Karman çorman. Bu bahis uzundur.
Onlara sözümüz şu: Birbiriyle çelişen, birbirini nakzedenleri dahil her itikad ve tören sahibi kendisini doğru yolda görmektedir. Aleviler de kendilerini doğru yolda görmekteler. Herkes doğru olamayacağına göre, doğruluğu başka yüzüyle, başka bir açıdan görmek gerekir. Hakikat tektir ve parçalanamaz. İnanmak başkadır, akıl ve isnad cihetinden nakil yoluyla doğruluğunu sabit kılmak başkadır.
Akıl ve vicdan sahibi bir kimseye bu kadarını söylemek yeter inşallah.
Netice, hidayet, din, nur, feyz, akıl ve her nimetin sahibi Allah Teala'dır, bunları istediğine ihsan eder. Çünkü, kullarının sahibi de O'dur.