ALEVİLİK-6(Günümüzde Al-i Beyt ve Alevilğe bakış)

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Hocam hadisleri ve kur'anı kabul etmeyen insanlara kur'andan ve hadisten delil getirsen de nafile

Alevilik ne yazık ki islamdan kopmuş veya koparılmıştır.
İslamın yorumu falan değildir
Çünkü yorum asla uygun olur aslına uygun olmayana yorum değil yoldan çıkma denir
Genel olarak caferiler veya diğer arkadaşlar da kendilerini alevi olarak görsede
Onların genel islam akidesi ile bir sorunu yok
Ancak Hac gibi Kabenin kıblemiz olması gibi
Ölümden sonra ahiret hayatı gibi
cennet ve cehennem akidesi gibi mevzularda farklı düşünen bir inanca islami denilmez
 
Katılım
20 Eki 2009
Mesajlar
241
Tepkime puanı
24
Puanları
0
Alevi olmayan bir ehl-i sünnet müslüman YOKTUR. Ebubekir ve Ömer Hazretleri'nin (Radiyallahu enhüma) Muhammed aleyhisselam efendimizin sevdiği iki sahabesi olduğunu ben şu anda isteyene ispat ederim. Kimse de itiraz edemez. İddia ediyorum Allah'ın büyüklüğüne ve kudretine inanan kimsenin zerre itiraz etmeyeceği gözle görülür bir delili sunabilirim.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Ebu Bekr-i Sıddık
Ebu Bekr-i Sıddık hazretleri Peygamberlerden sonra, insanların en üstünüdür.
Aşere-i Mübeşşerenin yani Cennetle müjdelenen on sahabenin birincisidir. Peygamber efendimizin kayınpederi, Hazret-i Âişe'nin babasıdır. Hazret-i Ebu Bekirin Resulullah efendimize fevkalade sadâkât ve sevgisi vardı. Vefatına, Peygamberimizden ayrıldığından duyduğu aşırı üzüntüsü, gammı ve hasreti sebep olmuştur. Çünkü Ona karşı olan, sevgisi ve bağlılığı kelimelerle tarif edilemiyecek kadar çoktur. Peygamber efendimiz de onu çok severdi.

Peygamber efendimizin vefat ettiği gün halife seçildi. Hilafeti 2 sene 3 ay 10 gün sürdü. 63 yaşında iken hicretin 13 (m. 634) yılında Cemaziyel-ahir ayının yedisinde Pazartesi günü hastalandı, 15 gün hasta olarak yattıktan sonra vefat etti. Cenaze namazını Hazret-i Ömer kıldırdı. Peygamber efendimizin kabrinin bulunduğu Hücre-i Seadete defnedildi.

Hazret-i Ebu Bekir, Resulullahın en yakın dostu idi. Ondan hiç ayrılmazdı. Onların bu beraberliği, Mekke'den Medine'ye hicrette de devam etti. Ona mağara arkadaşı oldu. Mağara'da üç gün kaldıktan sonra, ikisi bir deveye binerek yolculuk ettiler. Medine'ye varıncaya kadar Resulullahın bütün hizmetini O gördü. Medine'deki mescid yapılırken Onunla beraber çalıştı. Hiçbir hizmetten, fedakârlıktan geri kalmadı. Hazret-i Ebu Bekir, Resulullah efendimizle birlikte bütün harplerde bulunmuş, bir kısmında ordu kumandanlığı vazifesi kendisine verilmiştir. Çok şiddetli muharebelerde, Peygamber efendimizin muhafızlığını yapmış, Efendimize karşı bedenini siper etmiştir. Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te müşriklere karşı büyük kahramanlıklar göstermiştir. Tebük harbinde, sancaktarlık görevini yürütmüştür.

Peygamber efendimizin; son hastalıklarında üç gün imamlık görevinde bulunup, onyedi vakit namaz kıldırmış, üç vaktinde de Peygamberimiz, Hazret-i Ebu Bekir'e uyarak arkasında namaz kılmışlardır.

Hicri 10 (m. 632) senesinde, Peygamberimizin vefatı üzerine Eshab-ı kiramın sözbirliğiyle halife seçilmiştir. Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselamdan sonra müslümanların halifesi, yani Peygamberimizin vekili ve müslümanların reisi, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık olmuştur.

Eshab-ı kiramın en çok ilim sahibi olanlarındandı. Her ilimde müracaat kaynağı olmuştur. İslami ilimlerin bütün meselelerini bilirdi. Nitekim Resulullah efendimiz Onun hakkında "Göğsümdeki marifetlerin, bilgilerin hepsini, Ebu Bekir’in göğsüne akıttım" buyurmuştur, Böylece O, Muhammed aleyhisselamdan sonra insanların en üstünü oldu. Hicrette Onun yol arkadaşı idi. Mağarada beraber idiler. Hayatı boyunca Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Her işinde Onun veziri oldu. Bir meselede Eshab-ı kiram ile istişare ederken Hazret-i Ebu Bekir'i sağına, Hazret-i Ömer'i de soluna oturturdu. Görülecek mesele hususunda, önce bu ikisinin reyini, görüşünü sorar, sonra da diğer sahabilerin görüşlerine yer verirdi.

Resulullahtan çok feyizlere kavuşmuş, Kur'an-ı kerimin manasına ve hakikatine ait bütün bilgileri bizzat Ondan almıştır. Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarmak hususunda üstün bir kudret ve maharet sahibi idi. Âyet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin mana ve hakikatlerine hakkıyla muttali (öğrenmiş) idi. Eshab-ı kiram ve Tabiinin âlimleri, birçok âyet-i kerimelerin tefsirini Ondan alıp bildirmişlerdir

Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık, tasavvuf ilminin bütün yüksek marifetlerine kavuşmuştu. Resulullahın kalbine akıtılan feyizlerin, marifetlerin hepsi Ona da verilmişti. Resulullahtan sonra Allahü teâlâyı en iyi tanıyan ve en çok ibadet eden Odur. Tasavvuf, Resulullahın izinde bulunmak, Onun gösterdiği yoldan ayrılmamaktır, insanların yaratılışları ayrı ayrı olduğu için tasavvuf yolları da ayrılmıştır. Bu ümmetin sonra gelen evliyâsı Resulullahtan gelen feyizlere, nurlara iki yoldan kavuşmuştur. Birisi nübüvvet yolu, diğeri de vilayet yoludur. Müslümanlar, nübüvvet yolunun bütün marifetlerine, Hazret-i Ebu Bekir vasıtası ile kavuşmuşlardır. Eshab-ı kiramın hepsi, Allahü teâlâya bu yoldan kavuştular.

Hazret-i Ebu Bekir'in faziletleri, üstünlükleri çoktur. Bunların herbiri, Kur'an-ı kerimin, hadis-i şeriflerin ve Eshab-ı kiram ile diğer din âlimlerinin haber vermesiyle anlaşılmıştır. Bu ümmet içinde, Peygamberimizden sonra olma saadetinin sahibi Hazret-i Ebu Bekir’dir. Çünkü dini kuvvetlendirmek ve Peygamberlerin efendisine yardım etmek için, malına dağıtmakta, cihad etmekte, yani düşmanlarla şiddetli mücadele etmek ve şanını, şerefini kaybetmekte, öncelerin öncesi odur. Hazret-i Ebu Bekir’in diğer müslümanların en üstünü olmasının sebebi, imana gelmekte, malının çoğunu ve canını feda etmekte ve her türlü hizmette, başkalarının önünde bulunmasıdır.

Resulullah insanları imana davet etti. Ebu Bekri Sıddık iman edenlerin birincisi oldu. Böylece imanda Onun ikincisi oldu. Sonra Hazret-i Ebu Bekir insanları Allah'a ve Resulüne imana çağırdı. Birçokları bu çağrıyı kabul etti. Böylece davette de ikincisi oldu. Her savaşta Resulullahın yanında idi. Bedir'de de Onun ikincisidir. Resulullah hastalanınca, Onun yerine insanlara imam olup, öne geçti. Bu hususta da ikinci oldu. Resulullahtan sonra Onun türbesine defin olunmada da ikincisi oldu. Bunlar hep Ona en yakın olma delilleridir. Allahü teâlâ, Resulünün arkadaşı olarak, Hazret-i Ebu Bekir’i Kur'an-ı kerimde bilhassa bildiriyor ve, "O vakit Resulüm arkadaşına, mahzun olma diyordu" buyuruyor. Üçüncüleri Allahü teâlâ idi. Allahü teâlânın kendisiyle olduğu bir kimse ise, şüphesiz, şeref ve fazilet yönünden diğerlerinden üstündür.

Hazret-i Ebu Bekir'in ismi geçince, Hazret-i Ömer şöyle dedi:
"Ömrümdeki bütün amelimin Ebu Bekrin, bir gün ve gecelik ameli gibi olmasını isterdim. Onun o mesut gecesi ki, Resulullah ile birlikte mağaraya gitti. Mağaraya varınca, "Allah için, ya Resulallah içeri girmeyin! Ben gireyim, içerde zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübarek zâtınıza bir keder, bir elem gelmesin" dedi ve içeri girdi, içeriyi süpürüp temizledi. Sağında solunda bir çok irili ufaklı delikler gördü. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı. Sonra Resulullaha, içeri girmesini söyledi. Resulullah içeri girdi ve mübarek başını Hazret-i Ebu Bekir'in kucağına koyup uyudu.”

Resulullah efendimiz buyurdu ki:

(Bize her nimeti veren ve iyilik eden kimseye karşılığını verdik. Ebu Bekrin iyilik ve ikramının karşılığını veremedik. Hak teâlâ kıyamette ona karşılığını verir. Ebu Bekrin malının fayda verdiği gibi, bir kimsenin malı bana fayda vermedi. Eğer ben dost edinseydim, Ebu Bekri dost edinirdim. Lakin bilmiş olun, sizin sahibiniz, Allahü teâlânın dostudur.) [Mesabih]

(Allah, İbrahim aleyhisselamı halil [dost] edindiği gibi, beni de halil edindi. Ümmetimden birini kendime halil edinseydim, Ebu Bekr’i edinirdim.) [Müslim, Tirmizi]

Hazret-i Ömer buyurdu ki:
Ebu Bekir bizim seyyidimiz, hayırlımızdır ki, Allah Resulüne hepimizden daha sevgilidir.

Hazret-i Ebu Bekir, Resulullahın vefatından sonra, her geçen gün biraz daha zayıflıyordu. Bir gün kızı Âişe-i Sıddıka validemiz bu zayıflamanın sebebini sordu. Cevabında, Resulullahın ayrılığı böyle zayıflattı buyurdu.

Hazret-i Ebu Bekrin kıymetli nasihatlerinden:

"Takva akıllıca yapılan işlerin en güzelidir. Hakka âsi olmak ahmakça yapılan işlerin en çirkinidir. Verilen emaneti yerine getirmek en üstün doğruluk sayılır. Hıyanet olarak da, en önde yalan gelir."

“Ölümü özüne sevdir. Nasıl olsa gelecek."

"Ömrünü faydasız, boş şeylerle geçiren, tarlaya tohum ekme vaktini kaçırmış olur. Vaktinde tohum ekmeyen ise, hasat zamanında pişman olur."

"Ne söyleyeceğine ve ne zaman söyleyeceğine dikkat et!"

Ordu kumandanlarını bir yere gönderdiği zaman, onlara:
"Kadınları öldürmeyiniz, çocuklara, ihtiyarlara dokunmayınız, meyve ağacı kesmeyiniz, mamur yerleri tahrip etmeyiniz, haddi tecavüz etmeyiniz, korkmayınız ve gıdadan başka bir maksatla koyun ve deve kesmeyiniz ve manastırlarına çekilmiş insanlara zarar vermeyiniz" diye emirler ve nasihatler verirdi.

Bir hutbesinde buyurdu ki:
"Ey insanlar, Allah'tan af ve afiyet isteyiniz. Çünkü mümine, İslam'dan sonra af ve afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir."

"Müslümanlardan hiçbiri, diğerini hakir görmesin! Zira müslümanların küçüğü, Allah yanında büyüktür."

"Allahü teâlâdan, kendisini, kıyamet gününde Cehennem ateşinden korumasını isteyen bir kimse, müminlere karşı çok merhametli ve ince kalbli davransın!"

Bir gün Eshab-ı kirama hitaben buyurdu ki:
"Allahü teâlâ size dünyayı fethettirecek, kapılarını açacaktır. Siz, ihtiyacınızdan fazlasını almayınız!"

"Bilmiş ol ki, sabah namazını kılan kimse, Allah’ın himayesindedir. Allah’ın hakkını küçümseme, zira yüzüstü seni Cehenneme atar."

"Allahü teâlâya olan halis sevginin zevkine varan, dünyalıktan vazgeçer ve bütün insanlardan yüz çevirir."

"Kişinin kelamı, aklının beyanı, faziletinin tercümanıdır."

Bir hutbesinde buyurdu ki:
Bütün hamd ve senalar Allahü teâlâya mahsustur. Ona hamd eder Ondan yardım dilerim. Ondan af niyaz eder, Ona inanır, Ona güvenirim. Hidayeti Allah'tan bekler, sapıklık düşüklük, şüphe ve körlükten Ona sığınırım. Allah'ın dürüst yürümeyi nasip ettiği kişi dosdoğru yol alır, Onun saptırdığı ise ne bir dost, ne de bir rnürşid bulabilir... Bütün varlığımla inanırım ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. O tektir ve şeriki yoktur. Mülk ve saltanat Onundur, hamd Onadır. Dirilten de öldüren de Odur. Ve O, hiç ölmeyen diridir. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltır. Bütün hayırlar Onun elindedir, O, her şeye gücü yetendir.

Bütün varlığımla inanırım ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve Peygamberidir. Onu bütün insanlığa bir rahmet ve bütün insanlık için bir dayanak ve delil olarak göndermiştir. O gönderildiği zaman insanlar, olabilecekleri hallerin en kötüsü içindeydiler. Bilgisizlik karanlıklarına gömülmüş durumdaydılar. Dinleri uydurma, davetleri yalan ve sahte idi. Allahü teâlâ hakikat dinini Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam ile aziz kıldı.

Ey müminler, Allah sizin gönüllerinizi birbirinize ısındırdı. Onun nimeti sayesinde sizler kardeş haline geldiniz. Daha önceleri bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz. Sizi oradan çıkaran O oldu. O halde ey iman edenler! Allah'a ve Onun Resulüne tam uyun! Allahü teâlâ, "Resule uyan, Allah’a uymuş demektir” buyurmaktadır. (Nisa, 3)

Ey iman edenler! Size her işte, her durumda Allahü teâlâdan korkmanızı nasihat ederim. Hoşunuza giden işler kadar, size zor gelen durumlarda da hakikate sarılın. Şunu bilin ki, doğru söz dışında hiçbir kelam hayır ve yarar getirmez. Yalan söyleyen, yaradılış hikmetini saptırmış, bunu yapan ise, helak olmuştur. Ey insanlar! Büyüklenmekten sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi de, ne demek oluyor? Bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsız!..

Ey insanlar! Çalışın ve nefslerinizi, içinde yer alacakları ahiret için hazırlayın. Önünüzde çözümü zorlaşan şeyleri Allah'ın ilmine havale edin. Öbür âleme geçmeden önce bir şey hazırlayın ki, oraya vardığınızda karşınıza çıksın.

Allah'tan korkun, Onun emir ve yasaklarına iyice kulak verin. Sizden önce gelip geçenlerden de ibret alın. Ve unutmayın ki, Rabbinizin huzuruna mutlaka çıkarılacak ve küçük-büyük bütün davranışlarınızın karşılığını bulacaksınız.

Bununla beraber Allah dilediğini bağışlayabilir. O bağışlayıcı ve affedicidir.

Kendinizi iyi tanıyın, sadece kendi noksanlarınızla meşgul olun. Yardım istenilecek tek kudret sahibi Allahü teâlâdır. Onun dışında hiçbir güç ne yapabilir, ne bozabilir.”

Hazret-i Ebu Bekir’in faziletini bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:

(Ebu Bekir, insanların en üstünüdür. Yalnız Peygamber değildir.) [Deylemi]

(Ebu Bekir’i sevmek ve ona şükretmek her mümine vaciptir.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, Ebu Bekir’e “Sıddık” ismini verdi.) [Deylemi]

(Kıyamette, Ebu Bekir’den başka herkese hesap sorulur.) [Hatib]

(Ebu Bekir’in imanı, herkesin imanları toplamı ile tartılsa, hepsinden ağır gelir.) [M.Ç.Güzin]

(Göğsümdeki marifetlerin, bilgilerin hepsini, Ebu Bekir’in göğsüne akıttım.) [Reddi revafıd]

(Her Peygamberin halili vardır. Benim halilim Ebu Bekir’dir.) [Deylemi]

(Cebrail bana geldi. Elimden tuttu. Ümmetimden birinin, Cennet kapısından içeri girdiğini, bana gösterdi. Ebu Bekir dedi ki, (Ya Resulallah! Orada, seninle beraber olmak isterim). Ya Eba Bekir! Ümmetim içinden Cennete en önce sen gireceksin, buyurdu.) [Tirmizi]

Sevgi, bağlılık çok oldukça, faydalanmak da o kadar çok olur. Bunun içindir ki, Hazret-i Ebu Bekir bütün Eshabın en üstünü oldu. Resulullaha bağlılığı da, herkesten çok idi. (Ebu Bekir’in üstünlüğü, namaz ve orucunun çokluğu ile değil, onun kalbinde bulunan bir şey iledir) hadis-i şerifinde bildirilen şey, Resulullahın sevgisidir. (İ. Gazali)
Kimki Şeyhayna yani Hazreti Ebubekri Sıddık Radıyallahüanhüm ve Hazreti Ömerül Faruk Radıyallahüanh küfrederse bu ebedi cehennemliktir.Bizimle konuşa bilmesi için önçe iman etsin sonra gelsin.Her sualin cevabı vardır.Ama ilk önce samimiyet ve saygı lazım.Adam şu ifadeyi kullanıyor.
bir kere ayeti çarpıtma, ayette mağarada peygambere yardım eden ikinin
ikincisi Allahtır deniyor,tabi sünni uleması her yerde olduğu gibi bunuda işi
ne geldiği gibi çarpıtıyor...
Sen Ehli Sünnet Alimlerini senin gibi batinimi sandın.Namaz dersin,yasak Hac,kabe dersin,kabe gönüldür der.Oruc dersin yok.E geriye ne kaldı saz çal ağıt yak birde dön.İşte dinleri işte amelleri.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
İbni Sebecileri susturan kesin deliller
Önsöz
Eshab-ı kiramı kötüleyenler, yirmiden fazla fırkaya bölünmüştür.
Birinci kısım: En kötüsüdür. (Allah, Ali’nin içindedir. Ali’ye tapmak, Ona tapmaktır) diyor.

İkinci kısmı: Bunları kötülüyor ve (Ali, Allah olur mu? O, insandır. Ama insanların en üstünüdür. Allah, Kur'anı ona gönderdi. Cebrail de, iltimas edip, Muhammed’e getirdi. O da Ali’nin hakkını yedi) diyor.

Üçüncü kısım: Bunları kötüleyerek (Hiç böyle olur mu, Peygamber Muhammed “aleyhisselam”dır. Fakat, benden sonra, Ali halife olsun dedi. Sahabe, dinlemeyip, diğer üçünü halife yaptı. Ali’yi dördüncüye bıraktı) diyorlar. Diğer üç halifeye, Ali’nin hakkını aldılar diye düşman oluyorlar. Eshab-ı kiramın hepsine de, onun hakkını vermediler diye düşman oluyorlar. Kendi hakkını aramadı diye, Hazret-i Ali’ye de çok kızıyorlar. Bu üç kısmın hepsi de aşırı hareket ediyor.

Üçüncü halife Hazret-i Osman zamanında, Abdullah bin Sebe adındaki Yemenli bir Yahudi, İslam’da ilk olarak bölücülük fitnesini çıkardı. Buna aldananlar, Eshab-ı kiram arasına karıştılar. Tarih boyunca, din düşmanları tarafından desteklendiler. Zaman zaman azarak, İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışmışlar ve çok müslüman kanı dökülmesine sebep olmuşlardır. Halbuki İslamiyet, birleşmeyi, kardeş gibi birbirini sevmeyi emretmektedir.

Müslüman görünerek, İslam’da ilk fitneyi çıkaran yahudi ibni Sebe’nin maksadı müslümanları birbirine düşürmek, Allah Resulüne ve arkadaşlarına akrabalarına itimadı sarsarak İslamiyet’i yıkmak idi. Bunu başarırsa din otomatikman yıkılıyordu. Dinin sahibine yani Allah ve Resulüne ve arkadaşlarına itimat kalmayınca daha kime inanılacaktı, bu iman nasıl iman olacaktı? Bu iman mı yoksa imansızlık mı olacaktı? Bu iddiaları yapan ibni Sebeciler, Hurufiler, Rafiziler, bu fitneyi ilk çıkaran yahudi ibni Sebe’nin yolundan gitmekte olup, o Yahudinin maksadına hizmet etmiş olmaktadırlar.

Ehl-i sünnet âlimleri, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demenin küfre sebep olacağını, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle ispat etmişlerdir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fitne veya bid'at yayıldığı, Eshabım kötülendiği zamanda, hakkı bilen, bilgisini müslümanlara duyursun! Hakkı yani doğru yolu bildiği [ve gücü yettiği] halde, müslümanlara duyurmayanlara, Allahü teâlâ ve melekler ve bütün insanlar lanet eylesin! Allahü teâlâ, böyle bir kimsenin farzlarını ve nafile ibadetlerini kabul etmez.) [Hatib, Deylemi]

Diğer maddelerde, ibni Sebecilerin iftiralarını ve bunları susturan kesin delilleri okuyacaksınız. Önce kısa bir bilgi verelim:

Sofiyye-i aliyyenin büyüklerinden ve reislerinden aynı zamanda Peygamber efendimizin torunlarından olan, gavs-i azam, seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın ümmeti, başka Peygamberlerin ümmetlerinden daha üstündür. Bu ümmetin de üstünü, Ona iman ederek mübarek yüzünü görmekle şereflenen Eshab-ı kiramdır ki, hepsi Ona tâbi olmuş, Onun için harp etmiş, Onun uğruna canlarını, mallarını feda etmiştir. Onun emrini yapmak, birinci vazifeleri olmuş, her şeyde Onun yardımcısı olmuşlardır. Bu Eshabın da en üstünü Hudeybiye’de, Resulullah ile biat edip, Onun için ölmeye hazır olduklarını söz veren kahramanlardır. Bunlar, 1400 kişi idi. Bunların da en üstünü, Bedir muharebesinde bulunanlardır ki, bunlar 313 kişi idi.

Bunların da üstünü, ilk müslüman olan kırk kişidir ki, kırkıncısı Hazret-i Ömer, bunların otuz dördü erkek, altısı kadındır. Bunların da üstünü Aşere-i mübeşşere, yani Cennete girecekleri ismen müjdelenen on kişidir. Bunlar, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sad ibni Ebi Vakkas, Said bin Zeyd, Ebu Ubeyde bin Cerrah’dır.

Bunların da üstünü Hulefa-i raşidin, yani dört halife olup, bunların da üstünü Hazret-i Ebu Bekir, sonra Hazret-i Ömer, ondan sonra Hazret-i Osman, ondan sonra Hazret-i Ali’dir. Bu dördünden Hazret-i Ebu Bekir, iki sene dört ay, Hazret-i Ömer on sene, Hazret-i Osman oniki sene, Hazret-i Ali altı sene Resulullahın Halifesi oldu “radıyallahü anhüm”.

Dördünün hilafeti, bütün Sahabenin arzusu ve oy birliği ile ve her birinin, zamanının en üstünü olması ile idi. Zor ile, kuvvet ile ve kendinden daha üstün olanın hakkını almak sureti ile değildi. Ebu Bekri Sıddık, Muhacirlerin ve Ensarın söz birliği ile halife oldu. Şöyle ki, Resulullah vefat edince, Ensar-ı kiram, sizden bir emir, bizden bir emir olsun demişti. Hazret-i Ömer ayağa kalkıp, ey Ensar! Resulullahın Ebu Bekir’e, (Eshabıma imam ol!) diye emir buyurduğunu unuttunuz mu? deyince, biliyoruz ya Ömer, dediler. Hazret-i Ömer, devam ederek, içinizde Ebu Bekir’den üstünü var mı? dedi. Ensarın hepsi, kendimizi Ebu Bekir’den üstün sanmaktan Allah’a sığınırız, dedi. Hazret-i Ömer, Resulullahın tayin ettiği makamdan Ebu Bekir’i azletmeyi hanginiz hoş görür, deyince, bütün Ensar, hiçbirimiz hoş görmeyiz. Onu azletmekten Allah’a sığınırız, dediler. Muhacirler ile elbirliği yaparak Ebu Bekri Sıddıkı halife yaptılar. Hazret-i Ali ve Zübeyr de, sonra oraya geldi. İkisi de Halifeyi kabul etti. Hazret-i Ebu Bekri Sıddık, üç defa ayağa kalkıp, (Beni halife kabul etmekten vazgeçeniniz var mı?) dedi. Önde duranlar arasında bulunan Hazret-i Ali, ayağa kalkıp, (Hiçbirimiz vazgeçmeyiz. Vazgeçmeyi hiçbir zaman hatırımızdan geçirmeyeceğiz. Resulullah seni, hepimizin önüne geçirdi. Kim, seni geriye çekebilir?) buyurdu.

Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın halife olmasını isteyerek, en tesirli söz söyleyenin Hazret-i Ali olduğu kuvvetli, sağlam haberlerle gelmiştir. Mesela, Deve vakasından sonra, Abdullah bin Keva, Hazret-i Ali’ye gelip, Resulullah hilafet için, sana bir şey söylemedi mi? dediğinde: (Biz, önce dindeki vazifemize bakarız. Dinin direği ise namazdır. Allahü teâlânın ve Resulünün, dinde, bizden beğendikleri şeyleri, dünyalık olarak beğenir, seçeriz. Bunun için Ebu Bekir’i halife yaptık) buyurdu.

Resulullah son günlerinde, hasta iken, namaz kıldırmak için, Ebu Bekri Sıddıkı kendi yerine imam yapmıştı. Bilal-i Habeşi her ezan okuduğunda, (Ebu Bekir’e söyleyin, nasa imam olsun!) buyururdu. Resulullah, kendinden sonra, Hazret-i Ebu Bekir’in halife olmaya, herkesten daha layık olduğunu gösteren ve Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali’den her birinin de, kendi zamanlarındaki insanlardan, hilafete en layık olduklarını bildiren çok şeyler söylemiştir.) [Gunyet-üt-Talibin]

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Hazret-i Ali, Ebu Bekri Sıddıkın halifeliğini seve seve kabul etmişti. Bunu herkes iyi bildiği için, (İstemeyerek kabul etti) demekten başka söz bulamadılar.

Hazret-i Ebu Bekir, halifeliğe layık olmasaydı, Hazret-i Ali onu istemez, benim hakkımdır derdi. Nitekim, Hazret-i Muaviye’nin halife olmasını kabul etmedi. Kendisi halife olmak için uğraştı. Halbuki, Hazret-i Muaviye’nin ordusu, kuvveti çok idi. Bu yüzden çok kimselerin ölmesine sebep oldu. Böylece güç durumda hakkını istediği halde, hakkı kendinde görseydi, Hazret-i Ebu Bekir’den istemesi daha kolay idi. Seçilmesini ister ve hemen seçilirdi. Hazret-i Ali, Hazret-i Ebu Bekir’i seçtiğini bildirip biat ettikten sonra, minberin önünde oturdu. Sonraki konuşmalarda, Halifenin suallerine tesirli cevaplar vererek Halifeyi destekledi. (Reddi Revafıd)

Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri aynı kitabında, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali ve Hazret-i Hasan’ın üstünlüklerini gösteren hadis-i şerifleri ve hilafetlerini uzun uzadıya bildirdikten sonra, buyuruyor ki:
İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Hazret-i Muaviye’ye teslim etti. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Hazret-i Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Bu suretle, Server-i âlemin haber vermiş olduğu, (Bu benim oğlum seyyiddir. [Yani büyüktür] Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur. [Yani barıştırır]) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Görülüyor ki, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, Hazret-i Muaviye, İslamiyet’e uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi. Tabiin ve Tebe-i Tabiin ve dünyadaki bütün müslümanlar, Hazret-i Muaviye’yi halife olarak tanıdı. Server-i âlem, Hazret-i Muaviye’ye, (Halife olduğun zaman, yumuşak ol veya güzel idare et!) buyurdukları gibi, diğer bir hadis-i şerifte, (İslamiyet değirmeni, 35 sene veya 37 sene devam edecektir) buyurdu. Peygamber efendimizin çarh, yani dolab buyurmasının sebebi, dindeki kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. Bu müddetin otuz senesi dört halife ve imam-ı Hasan ile tamamlandıktan sonra, geri kalan beş veya yedi senesi, Hazret-i Muaviye’nin hilafeti zamanıdır. (Gunyet-üt-Talibin)

Mevahib-i ledünniyye ikinci cildinde, Resulullahın gelecekte olacak şeylerden verdiği haberleri bildirirken diyor ki:
İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, Hazret-i Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et. Kötülük yapanları da, af eyle!) buyurdu. Yine İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) buyurdu. Hazret-i Ali, Sıffin muharebesinde: Bu hadis-i şerif hatırıma gelseydi, Muaviye ile harp etmezdim, dedi.

İmam-ı Beyheki diyor ki, Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki:
(Ümmetimden bazı kimseler meydana çıkacak, Eshabımı kötüleyeceklerdir. Bunlar, müslümanlıktan ayrılacaklardır.)

Allahü teâlânın Kur’an-ı kerimde (Hepsine Cenneti vaad ettim, ben onlardan razıyım, onlar da benden razıdır) diye methettiği eshab-ı kiramın hiçbirine dil uzatılamaz. Fasık ve kâfir denilemez. Bu yüzden Hazret-i Ali kendisiyle savaş eden müslümanlar için buyurdu ki: (Kardeşlerimiz bize asi oldu. Bunlar, kâfir veya fasık değildir.)

İmam-ı Şafii hazretleri de, (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu.

Ya Rabbi! Bizleri parçalanmaktan koru! Hepimizi, razı olduğun, beğendiğin, Ehl-i sünnetin doğru yolunda birleştir! İslam düşmanlarının yalanlarına aldanarak, tuzaklarına düşmekten koru!

Ya Rabbi! Bizi ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi af eyle! Mahlukların en kıymetlisi olan, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama ve temiz olan âline ve Eshabının hepsine bizlerden kıyamete kadar dua ve selamlar olsun! Âmin.

Abdullah bin Sebe hakkında kısa bilgi
Müslümanlar arasında Eshab-ı kiram düşmanlığını ilk aşılayan Yahudi dönmesi Abdullah bin Sebe’dir, “Sebeiyye” denilen sapık yolun kurucusudur. [Geniş bilgi için Abdullah bin Sebe kimdir maddesini okuyunuz. Burada özetle yazıyoruz.]

Hazret-i Osman’ın halifeliği zamanında Yemen’den Medine’ye geldi. Ben müslüman oldum dedi. Halifenin gözüne giremeyince, her yerde halifeyi kötülemeye başladı. Fitne ve fesat çıkaracağı anlaşılarak Medine dışına çıkartıldı. O da gittiği Basra, Şam ve Kufe’de de Halife Osman’ın aleyhindeki faaliyetlere devam etti. Eshab-ı kiramın büyüklerine uygunsuz sözler söyleyerek bozgunculuk yaptıysa da fazla taraftar bulamadı. Mısır’a gelerek cahilleri etrafına topladı. “Hazret-i İsa’nın döneceğine inanıp da Hazret-i Muhammed’in döneceğine inanmayana şaşarım” dedi. “Halifelik Hazret-i Ali’nin hakkıydı, Osman onun hakkına tecavüz ederek zalimlik yaptı” dedi. Hatta Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’in hilafete geçmeye hakları olmadığını söyledi. Etrafına topladığı cahilleri isyana teşvik etti.

İbni Sebe ve taraftarlarının yaptığı fitnenin etkisinde kalarak Mısır ve Irak’tan Medine’ye gelen isyancılar Hazret-i Osman’ı şehid ettiler. Hazret-i Ali zamanında da fitne ateşini körüklemeye çalışan ibni Sebe, Kufe’ye giderek Hazret-i Ali’ye yaranmaya çalıştı. Hazret-i Ali’ye “sen tanrısın” diyerek ona secde etti. Hazret-i Ali, onu Medayin şehrine sürdü. Sebeiyye fırkası, Cemel ve Sıffin olayının hazırlayıcılarıdır. Hazret-i Ali’yi de şehid ettiler. Hazret-i Ali şehid olunca; “O ölmedi, bulutlara yerleşti, şimşek, yıldırım onun emri ile olmaktadır” derdi. Daha nice düzmece sözleri ile cahilleri aldatıp Müslümanları içeriden yıkmaya çalıştı. (Rehber Ansiklopedisi)

Yahudi İbni Sebe, 654’te Mısır’dan Medine’ye gelmiştir. (Müncid)

İbni Sebe Mısır’da isyana sebep oldu, ona inanan çapulcular, Osman’ı şehid etti. (Kamusül alam)

Yahudiler Resulullahı zehirledikleri halde, öldüremeyince bu sefer müslümanların arasında fitne çıkarmaya başladılar. İbni Sebe, her peygambere Allah tarafından vasi verildiği ve Hazret-i Muhammed’in vasisinin Hazret-i Ali olduğu hakkında propagandaya girişti. Mısır’dan Medine’ye gelmiştir. Hazret-i Ali’ye secde etmiştir. Hazret-i Ali de onu Medayin şehrine sürmüştür. (İslam Ansiklopedisi)

Cemel Savaşını hazırlayan ibni Sebe’nin Müslümanlığa karşı kazandığı zaferin bu ikincisi idi. Daha önce Hazret-i Osman’a karşı hazırladığı isyanı kazanmıştı. (Kısas-ı Enbiyâ, Mir’atül’iber)

Hazret-i Osman halife iken, Abdullah bin Sebe isminde Yemenli bir Yahudi, Medine’ye geldi. Halifeden yüz bulamayınca, Hazret-i Osman’ı kötüledi. Halife de, bunu Medine’den çıkardı. Bu da, Mısır’a gidip, halifeyi kötülemeye başladı. Çok bilgili olduğundan, cahilleri etrafına topladı. (Her Peygamberin bir veziri var idi. Peygamberimizin veziri de Ali’dir. Hilafet, onun hakkı idi. Osman, onun hakkını elinden aldı) diye her yerde konuşmaya başladı. (Tarih-i Taberi)

Eshab-ı kiramı kötüleyenlerin ilki, Abdullah bin Sebe’dir. (İbni Mülcem Hazret-i Ali’yi öldürmedi. Şeytan Ali’nin şekline girmişti. Şeytanı öldürdü. Ali, bulutlar içindedir. Gök gürlemesi, onun sesidir. Şimşek, kamçısıdır) derdi. İbni Sebe Yahudisinin sözlerine aldanan (Sebeciler), gök gürültüsü işitince, (Ey emirel-müminin! Sana selam olsun) derler. (Reddi revafıd)

Sebeiyye sapık inanışını kuran, Abdullah bin Sebe adında Yemenli bir Yahudidir. “Sen tanrısın” dediği için Hazret-i Ali bunu Medayin’e sürdü. (Tuhfe-i isna aşeriyye)

Eshab-ı kiramın hepsini sevenlere Ehl-i sünnet denir. Bir kısmını sevmeyenlere Şii denir. Tamamına düşman olanlara Rafizi denir. Rafiziler, ibni Sebe’nin yolundadır. (Cennet yolu ilmihali)

İbni Sebe’nin varlığı ve Sebe’iyye fırkası
Rafıziler ile Sünni görünen bazı mezhepsizler, İbni Sebe diye birisi yok diyorlar. Halbuki yüzlerce kitap İbni Sebe’den bahseder. (El Şia ve El Sünne) kitabında İhsan İlahi Zahir diyor ki: İslam güneşi doğup her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin kalbleri yanıp tutuştu. Yahudiler, İran Mecusileri, Hindular, İslam’a tuzak hazırlamaya başladılar. Fitne çıkarıp, kan dökülmesine sebep oldularsa da, İslamiyet’i yıkamadılar. Kâfirliğini gizleyenlerin başında Yahudi Abdullah bin Sebe gelir. Sünni ve Şia’dan tarihçiler, hadisçiler ve tabakat sahipleri, edebiyat ve soy kütükçüleri İbni Sebe’ye yer vermişlerdir.

Bazıları şunlardır:
Çok bid’at çıkaran İbni Sebe’ye Allah lanet etsin. (İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/190);

İbni Sebe, Yemen Yahudisidir. (İbni Asakir Dimaşik Tarihi 3/29, İbni Esir, Kâmil 3/77);

İbni Sebe kendini tam kamufle etmiştir. Basra valisi Abdullah bin Amir, ona ismini sorduğunda, ben ehli kitaptan İslamiyet’i seçen ve size yakın olmak isteyen bir kişiyim demiştir. İbni Amir ona, bunu nereden bileyim der ve Basra’dan çıkarır. (Taberi 4/326-327),

İbni Sebe, Şam’da rolünü oynayamadan Mısır’a geçmiştir. (Taberi 4/340),

İbni Sebe’ye anası siyahi olduğu için İbni sevda da denir. (El Mukrizi, el Hutat 2/356);

İbni Sebe’nin anası Habeşli siyahi - zencidir. (Taberi 4/326-327),

İbni Sebe ve fırkası taşkınlar sınıfındadır. (Ebul Hasenil Eş’ari, Makalatil İslamiyyin 1/85);

Kelbi, ibni Sebecidir. (İbni Hibban kitabil Mecruhin 2/253);

İbni Sebe Hazret-i Ali ölmedi derdi. (El Mukaddesi, el Bedi vel Tarih 5/129);

Hazret-i Ali’nin nasla imam olacağını ilk ortaya atan İbni Sebe’dir. (Şehristani, Milel ve Nihal 2/116);

İbni Sebe, Hazret-i Ali’nin bir kısmı ilahtır derdi. (Essafidi, el Vafi bil Vefiyyet 17/20);

Yahudi Pavlos’un Hıristiyanlığa yaptığı gibi Yahudi İbni Sebe de müslüman görünüp İslam’ı bozmaya çalıştı. (Ebil Iz El Hanifi, Şerh el akidetü et-Tahaviyye s.578);

İbni Sebe tenasühü İslam’a sokmaya çalışmıştır. (Mukrizi, el Hutat 2/356);

Yahudi İbni Sebe, bâtıl davasını sinsice, tedrici olarak ve kurnazca yayardı. (Abdulaziz bin Veliyullah Muhtasaril Tuhfe el İsna Aşeriyye s.317);

Sebeciler biz vahye ulaştık derler. (İbni Ebi Ömer el Adni, Kitabül imam s.249);

Hazret-i Ali, Sebecileri ateşte yaktı. (El Maltı, Tenbih s.18, Cevzcani, Ahval el Rical s.38, Fahrettin el Razi İtikâdet Firak el Müslimin vel Müşrikin s.57; Hazret-i Ali’nin yaktığı hadis kitaplarında da geçer: Ebu Davud 4/126, Nesai 7/104, Hakim 3/538),

Sebeciler Hazret-i Ali’ye yaratıcı dediler. (İbni Abdu Rabbeh, el Akdul Ferid 2/405),

Sebeciler, İbni Sebe’nin adamlarıdır. (El Havarzemi, Mefatihul Ulum s.22).

İbni Sebe’den bahseden kitaplardan bazıları şunlardır:
İbni Asakir, Tarihi 3/29, 29/7;
İmam Taberi, Tarih Taberi 4/283-505;
Furazdak, Divan s.242-243;

İbni Kuteybe, Mearif 267; Muhtelif Hadis Tevili s.73;
Süyuti, Hüsnü Muhadara 2/174; Lubbul Elbab fi tahrirul Enseb 1/132;
Cevzcani, Ahval el Rical s.38;

El Belaziri, Enseb el Eşraf 3/382;
İbni Abdu Rabbeh, el Akdul Ferid 2/405;
Ebu Asım Huşeyş bin Esram, İstikame;

Ebu Hasan Eş’ari, Makaletil İslamiyyin 1/85;
İbni Hibban, Kitabil Mecruhin, 2/253;
El Mukaddesi, el Bedi vel Tarih 5/129;

El Maltı, Tenbih s.18;
El Havarzemi, Mefatihul Ulum s.22;
El Hemazani, Tesbit Dalail el Nübüvveh 3/548;

Mutezile Cahiz, Beyan ve Tebyin s.81-83;
Bağdadi, el Firak Beynel Firak s.15;
İbni Habib Bağdadi, Muhber s.308

İbni Hazm, Fasıl fil Milel ve Nihal 4/186;
El Esfarayani, el Tabsira fiddin s.108;
Şehristani, Milel ve Nihal 2/116-155;

Sem’ani, Enseb 7/24
Neşvan el Humeyri, Hivarul Ayn s.154;
İbni Esir, Ellubab 2/98; Kâmil, 3/144-154

Fahrettin el Razi, İtikâdet Firak el Müslimin vel Müşrikin s.57;
Es Sekseki, el-Burhan;
İbni Teymiye, Mecmu’ul Fetava 4/435, Minhec’ul Sünnetül Nübeviyye

El Ma’laki, Temhid vel Beyan s.54
Zehebi, el Muğni fid Duafa 1/339; Mizan 2/426, İslam Tarihi 2/122-123;
Essafidi, el Vafi bil Vefiyyet s.17-20

İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/183;
Kermani, Firak el İslamiyye, s. 34
Şatibi, el İ’tisam 2/197;

Ebil İz El Hanifi, Şerh el akidetü et-Tahaviyye s.578;
Cürcani, Tarifat;
Mukrizi, el Hutat 2/356-357;
Hafız bin Hacer, Lisanil Mizan 3/290;

El Ayni, Akdul Ceman 9/168;
Sefarani, Levamiul Envar 1/80;

İbni S’ad, Tabakat Kübra 3/39
Abdul Aziz bin Veliyullahil Dehlevi, Muhtasaril Tuhfe el İsne Aşeriyye s.317

Şia kitaplarından bazıları:
El Naşi el Ekber, Meseil el İmame s.23;
El Kami, Mekalet ve Firak s.2;
Nubahti, Firak el şia s.23;

Ebu Hatim el Razi, El zine fil Kelimatil İslamiyye s. 305;
El Keşi, Rical s. 98-99;
Ebu Cafer Saduk bin Babuvi el Kami, Men la Yahdurhül Fıkıh 10/213;

Şeyh el Mufiyd, Şerh Akaidil Sudur s. 257;
Ebu Cafer el Tusi, Tehzibul Ahkam 2/322;
İbni Şehri Aşub, Menakibi âli Ebi Talib 1-227-228;

İbni Ebil Hadid, Şerh Nehcül Belaga 2/99;
Hasan bin Ali el Hilli, Rical 2/71;
İbnil Murteda, Tacul Arus s.5-6;

Erdibili, Cami ul Rivat 1/485;
El Meclisi, Bahrul Envar elcamiatü lidürari Ehbaril Eimmetül Ethar 25/286;
Nimetullah El Cezairi, Envarul Numaniyye 2/234;

Tahir El Alimi, Miratül Envar ve Mişkatül Esrar fi Tefsirul Kur’an s.62;
Memakani, Tenkihul mekal fi ehvalir rical 2/183;

Muhammed Hüseyn el Muzferi, Tarih el Şia s.10;
El Havanseri, Ravdatül Cinan 3/141
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Rafiziler, Resulullah Gadir-i Hum’da Hazret-i Ali’yi yerine vekil etti diyorlar.
Abdullah-i Süveydi hazretlerinin, Molla başı ile konuşmasının bu konu ile ilgili kısmı Hucec-i katiyye kitabından alınarak aşağıya çıkarılmıştır:

Molla başı dedi ki:
Resulullah efendimizin ümmetine çok şefkatli olduğu, onların haklarını, düzenlerini korumaya uğraştığı, herkesin bildiği şeydir. İşte bu şefkatinden dolayı, Medine şehrinden çıkıp, başka yere giderken yerine, birisini kordu. Böyle iken, vefatından sonra, milyonlarca ümmetinin işlerini çevirecek, ihtiyaçlarını karşılayacak bir imam ve vekil ayırmayıp, bunları kıyamete kadar başı boş bırakması nasıl olabilir? Halbuki Gadir-i Hum hutbesinden ve başka haberlerden anlaşılıyor ki, (Resulullah, hem açıkça, hem de işaret ile, yerine Hazret-i Ali’yi vasiyet buyurmuştur. Hatta, imam tayin etmek, Rabbülâlemin üzerine vacip olduğundan, vefat edeceği zaman, bu mühim işin yapılması için ve inatçıların bu vazifeden kaçınmalarını önlemek için, bir vasiyet yazmak diledi. Kağıt, kalem istedi. Yanında bulunanlardan Ömer, ayak takımlarının bile söyleyemeyeceği birkaç kırıcı ve aşağılayıcı sözü Resulullaha karşı söyleyerek, bu düşüncesinden vazgeçirmiştir.
CEVAP
İmam tayin etmenin, Rabbülâlemin üzerine vacip olduğunu söylemeniz Mutezile fırkasının, (yapılmaması hikmeti bozan şeyleri, Allahü teâlânın yapması vaciptir) demelerine benzemektedir. Bu sözleriniz bozuktur, yanlıştır. Çünkü, Allahü teâlânın bütün işleri hikmete uygun, hep faydalıdır. Herhangi bir şeyin yapılması hikmete uygun ve faydalı göründüğü için, Allahü teâlânın o şeyi yapması vacip olamaz. Kur'an-ı kerimde (Ona yaptıklarından dolayı bir şey sorulmaz. Onun kulları, yaptıklarından sorulacaktır) [Enbiya, 23] mealindeki âyet-i kerime, sözünüzün bozuk olduğunu açıkça gösteriyor. İmam tayin edilmesi, Allahü teâlâ üzerine vacib olsaydı, insanların hiçbir zaman imamsız kalmaması lazım gelirdi. İmamın, herkesçe tanınması, kuvvet, iktidar sahibi olması, imamlık şartlarını taşıması, kötü işleri, çirkin adetleri kaldırabilmesi, iyi işleri yaptırabilmesi, müslümanları zararlardan koruyabilmesi gerekir. Siz, yeryüzü imamsız kalamaz dediğiniz halde, yalnız imam bunlar olabilir dediğiniz ve bunların imam yapılması, Allahü teâlânın üzerine vaciptir sandığınız o masum imamların aralarına Hazret-i Ali’yi de karıştırdığınız halde, hiçbirisinin imamlık şartlarını taşımadığını söylüyorsunuz. Hepsinin sıkıntı içinde, zulüm görerek, güçsüz, kuvvetsiz yaşadıklarını, bir şey yapamayıp, tesirsiz kaldıklarını bildiriyorsunuz. Böyle aciz, başkalarının kuvveti karşısında hareketsiz, onlara itaat etmeye mecbur bir kimseyi imam yapmakta nasıl bir fayda ve hangi hikmet düşünülebilir?

Siz bu yanlış sözünüzde inat ve ısrar etmekle, Allahü teâlâyı, hâşâ, zayıf, aciz yapmış oluyorsunuz. Çünkü, kendi üzerine vacip olan bir şeyi yapamamış oluyor. Allahü teâlâ, böyle uygunsuz sözlerden uzaktır.

Görülüyor ki, imam tayin etmek, Allahü teâlâ üzerine vaciptir demeniz, büsbütün yanlıştır. Evet ehl-i hakkın, yani Ehl-i sünnetin dediği gibi, İslam dinini korumak, suçluların cezalarını vermek, herkese hakkını ulaştırmak ve emr-i maruf ve nehy-i anilmünker yapmak için, insanların bir imama, başkana ihtiyaçları olduğu için tayin etmek, bize vaciptir. Yoksa, Allahü teâlâya vacip değildir. Bunun için, Resulullah vefat edince, Eshab-ı kiram toplanarak, Ebu Bekri Sıddıkı söz birliği ile imam yaptı. Böylece, İslam dininin bir sarsıntı geçirmesi önlenmiştir.

Mutezile fırkası, aklın güzel veya çirkin demesini esas tutuyor. Allahü teâlânın yarattığı şeylerin güzel veya çirkin olmasının seçimini akla bırakıyor. Güzel olduğu anlaşılanları, Allahü teâlâ, yaratmaya mecburdur, diyor. Allahü teâlânın, insan aklının güzel dediği şeyleri yaratmaya mecbur olduğunu söylemek kadar çirkin, bozuk söz yoktur. Sizin sözünüz de, buna benziyor.

Bundan başka, masum imam bulundurmak, Allahü teâlâ üzerine vacip olursa, her asırda bir Peygamber göndermesi, her şehirde bir masum imam bulundurması, her hakimi adil, doğru eylemesi vacip olmak lazım olur. Evet, iyi kötü herkes, Allahü teâlânın, insanları rehbersiz, imamsız olarak başı boş bırakmasını, cahil, sapık, karanlıkta yuvarlanmalarını doğru bulmaz.

Bunun için, Allahü teâlâ saadet, huzur yolunu gösteren bir kitap ve bunun kıymetini anlayacak kadar, bir akıl vermiştir. Allahü teâlânın, masum imamı, zamanın sahibini her zaman gönderdiğini, kullarının işlerini, Onun eline bıraktığını söylerseniz, bu da çok bozuk, pek gülünç olur. Çünkü, bin seneden beri, çocukları, torunları, yakınları öldüğü halde ve Şiiler çoğaldığı halde, insanları irşad etmek, gafletten uyandırmak için ve İslamiyet’i yaymak için meydana çıkmayıp da gizli kalan masum bir imam, nasıl faydalı olabilir? Herkese doğru yolu göstermek, hakları, sahiplerine ulaştırmak ve nice işleri yapmak vazifeleri olduğu, nasıl söylenebilir? Böyle inanmak kadar, şaşkınlık ve hatta sapıklık olur mu?

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allahü teâlâ hiçbir şeyi yapmaya veya yapmamaya mecbur değildir. Nehcülbelaga kitabınızda yazılı olduğu gibi, Hazret-i Ali Sıffin muharebesinde, hutbe okurken bunu açıkça bildirmiştir. Şöyle ki, (Sizin işlerinizi idare ettiğim için, üzerinizde hakkım vardır. Benim üzerimde ve birbirinizin üzerlerinizde de haklarınız vardır. Bir kimsenin vereceği hak olunca, başkasından alacağı hak da olur. Alacağı hak olup da, vereceği olmayan kimse, ancak Allahü teâlâdır. Çünkü O, her şeyi yapabilir. Her işi, adl iledir. Allahü teâlânın kulları üzerinde olan hakkı, kendisine ibadet, itaat etmeleridir. İhsan ederek, buna karşılık sevap verir) buyurdu. Bu hutbeye dikkat ederseniz, bu sözlerinizin Hazret-i Alinin sözlerine uygun olmadığını görürsünüz.

Resulullah efendimiz, Hazret-i Ali’nin halife yapılmasını vasiyet etti demeniz de yanlıştır. Eshab-ı kiram farzları yapmaya memur oldukları gibi, Resulullahın emirlerini de yapmaya memur idi. Buna uymadıkları, bu emri sakladıkları söylenmiş olmaktadır. Böyle çok kimsenin, bozuk bir işte sözbirliği yapması ise, olacak şey değildir. Hadis-i şeriflere de uymadığı için, doğru bir söz olamaz.

Şii âlimlerinden ibni Ebi Âsım ve Elkai’nin, Enes bin Malik’ten bildirdikleri hadis-i şerifte (Allahü teâlâ, benim ümmetimi, dalalet üzerinde sözbirliği yapmaktan korudu) buyuruldu. Hadis âlimi Hakim Uyeyne’nin bildirdiği hadis-i şerifte (Allahü teâlâ, bu ümmeti, dalalet üzerinde toplamaz) buyuruldu. (Allahü teâlânın yardımı, cemaat iledir) hadis-i şerifi gibi, daha nice hadis-i şerifler gösteriyor ki, ümmet-i Muhammed, hiçbir zaman dalalet üzerinde sözbirliği yapamaz. Böyle olmadığını söylemek, bu hadis-i şeriflere inanmamak olur.

Resulullah efendimizin, vasiyet yazmak için, kağıt kalem istediğini söylüyorsunuz. Bu sözünüz, daha önce bildirdiğiniz Gadir-i Hum vasiyetinin, doğru olmadığını gösteriyor. Böyle bir vasiyet etmiş olsaydı, bir daha vasiyet yazmaya lüzum görmezdi. Bundan da anlaşılıyor ki, Resulullahın Gadir-i Hum denilen yerde okuduğu hutbesinde, söylediğini ileri sürdüğünüz vasiyetin aslı ve esası yoktur. Doğrusu şudur ki, Hazret-i Ali ve bütün Haşimoğulları da birlik olduğu halde, Eshab-ı kiramın hepsi Hazret-i Ebu Bekri, sözbirliği ile halife seçmiştir. Bu sözbirliği yukarıdaki hadis-i şeriflere göre, bunun halifeliğinin doğruluğunu, sizin sözlerinizin de, yanlış ve bozuk olduğunu açıkça göstermektedir. Böyle bir vasiyet olsaydı, Hazret-i Ali, kendi hakkını elinden aldıkları için üç halife zamanında, bu hakkının kendisine geri verilmesini ister, vermeyenlere karşı harekete geçerdi. Nasıl ki, halife seçildiği zaman, din ve dünya işlerini çevirmek için, İslamiyet’in emri ile, kendisine itaat etmeyenlere karşı kılıcını çekerek, bunlarla boğuştu. Herkesin bildiği gibi, nice şehirlerin yıkılmasına, binlerle müslüman kanının dökülmesine sebep olan savaşları yapmıştı. Kendisine itaat etmeyenlere karşı böyle şiddet gösteren, böyle güçlü, şerefli bir zatın, İslamiyet’in kendisine vermiş olduğu hakkın elinden zorla alındığını görüp de susması ve hatta, üstelik bu hakkın kime verilmesi daha iyi olacaktır diye görüşen kurula üye olarak katılması, düşünülebilir mi?

Eğer, hâşâ, Şii kitabının dediği gibi, Hazret-i Ali bu hakkını aramaktan adamları az olduğu için, istemeyerek susmuş denilirse, Allahü teâlânın ve Resulullahın kendisine vermiş olduğu vazifenin icaplarını yerine getirmekten korktuğu için, Allahü teâlânın emrini yapmamış, Ona isyan etmiş demek olur. Halbuki, Resulullahın damadı ve Allah’ın aslanı olan Hazret-i Ali, değil yalnız Arabistan’dan, belki bütün dünyadan, herkim olursa olsun, böyle utanç verici ve lekeleyici bir korkaklığı kendine bulaştırmayıp, ölümü göze alacağı herkesin bildiği bir şeydir. Bunun için siz, emirül-müminin Hazret-i Ali efendimize böyle kötü, çirkin bir hâli yakıştırıyorsunuz. Böyle söylemek, onu sevdiğinizi bildirmiş olmuyor, Ona düşmanlık etmiş oluyorsunuz. Her türlü şüpheden ve ayıptan temiz olan O yüce imamı böyle bir kusurdan uzak görmeyi ve burada bildirmeyi, üzerime borç bilirim.

Resulullahın vasiyet yazmak için kağıt kalem istediği zaman, Ömer bunu önledi demeniz de, bu zatın böyle bir iş yapacağına, kesin bir delil, senet bulunmadığı için, doğru değildir. Çünkü, Buhari kitabının Megazi kısmında, Abdullah ibni Abbas diyor ki:
Resulullah efendimizin hastalığı perşembe günü arttı. (Bana kağıt getiriniz! Size kitap yazacağım. Benden sonra, yoldan hiç ayrılmayasınız) buyurdu. Orada olanlar, konuşmaya başladı. (Peygamberin yanında yüksek sesle konuşmak layık değildir) buyurdu. Acaba sayıklıyor mu? Kendisinden, bunu sorunuz, denildi. Yine Abdullah dedi ki, Resulullah hasta idi. Yanında birkaç kişi vardık. (Size kitap yazacağım. Benden sonra, yoldan çıkmayasınız) buyurdu. Birkaçımız dedi ki, ağrısı arttı. Yanımızda Kur'an-ı kerim var. Allah’ın kitabı bize yetişir. Uyuşamadık. Birkaçımız, getirelim, yazsın da, bundan sonra, yolu şaşırmayalım dedi. Kimisi, başka şey söyledi. Sözler çoğalınca, (kalkınız) buyurdu.

İşte yeryüzünde Kur'an-ı kerimden sonra en kıymetli ve en güvenilen kitabımız olan Buharinin bildirdiğine göre, sözü yapmak istemeyen belli bir kişi değildir. Birkaç kişi idi. Çünkü, Buhari’de (söylediler) diyor. Bundan, cevap verenlerin çok kişi olduğu anlaşılıyor. Burada, yalnız Hazret-i Ömer’i dile alıp, onu kötülemeye kalkışmak, doğru değildir. Eğer dil uzatmak denilirse, orada bulunanların, hepsini kötülemek lazım olur. Bunların arasında Hazret-i Ali ve Hazret-i Abbas da vardır. Bunlar da, kötülenmiş olur.

Maide suresinin (Rabbinden sana indirilen emirleri bildir! Bunu yapmazsan, Peygamberlik vazifesini yapmamış olursun! Allah seni insanlardan korur) mealindeki 67. âyeti Gadir-i Humda geldi demeniz de yanlıştır. Çünkü, bu sözünüz, Resulullahın (hâşâ) Allahü teâlânın emrini eshabına bildirmediğini düşündürür. Bu hutbede, bu emri bildirmek istemediği ve bundan dolayı, Allahü teâlânın, kendisini affetmesini, Cebrail aleyhisselamdan dilediğine göre, bu emri yapmakta eshabından çekindiği anlaşılır. Resulullah efendimizin bu gibi şeylerden masum olduğu şüphesizdir.

İkinci olarak deriz ki, Resulullahın vefatına yakın olan bu hutbesine kadar, Allahü teâlânın Onu, insanlardan korumadığını ortaya koyar. Halbuki, Allahü teâlânın Habibini koruduğu, bu hutbesinden çok önce biliniyordu. Bu sözünüz bilinen bir şeye uymadığı için de, yanlış oluyor.

Üçüncü olarak, Resulullahın o güne kadar kâfirlerden korkmakta olduğu ve Eshab-ı kiramdan da, kâfirler gibi korktuğu anlaşılır. Halbuki, Eshab-ı kiram efendilerimizin kendi canlarını, ana babalarını Resulullahın uğrunda feda etmekten hiçbir zaman çekinmedikleri, çeşitli haberler ile bilinmektedir. Bunların, kâfirler gibi Resulullahı korkutmak için toplanmaları akla da, din bilgilerine de uyacak bir şey değildir. Resulullah efendimizin, ilk zamanlarında, yalnız olduğu ve karşı gelenlerin ve Kureyş kâfirlerinin, zulümlerinin pek çok olduğu anlarda, hiç korkmadan, çekinmeden (Emrolunanları bildir!) âyet-i kerimesine uymakta, kahramanca nasıl uğraştığı bilindiği halde, Mekke alındıktan, her yerden bölük bölük gelip Müslüman olanlar çoğaldıktan ve Haşimoğulları ile Abdülmuttalib oğulları gibi pehlivanların hepsi Müslüman olduktan sonra ve İzacae suresi ile fetihler, zaferler müjdelendikten sonra, Gadir vakası zamanında, Muhacirlerin ve Ensarın topluluğunda ve Haşimoğullarının çok bulunduğu anda, Allah’ın emirlerini bildiremeyecek kadar korku gösterdiğini söylemek, üstün sıfatlarla süslenmiş olan o Nebiyy-i muhtereme yakışmayacak, çok çirkin, çok iğrenç bir iftira olur. Hele Eshab-ı kiramdan korktuğunu söylemek, Âl-i İmran suresinin (Siz ümmetlerin en hayırlısı, insanların seçilmişisiniz) mealindeki 110. âyetine inanmamak olur. Hiçbir bakımdan doğru olamaz.

Dördüncü olarak, Resulullah efendimiz, Allahü teâlâya, emirlerini Eshabına bildirmekte karşı geldikten sonra Medine’ye gelip, hasta olunca, birkaç gün, Allah’ın imam yapmasını emrettiğini söylediğiniz Hazret-i Ali’yi, arkada bırakıp da, namaz kıldırmak için, kendi yerine Hazret-i Ebu Bekri imamlığa geçirmesi, Allahü teâlânın emrini ikinci defa yapmamak olur. Hazret-i Ali’yi halife yapmalarını, Eshabına bildirmesi, Gadir-i Hum’da gelen âyet-i kerime ile emredildikten sonra, yine Ebu Bekri imam yapması karşısında, bu âyetin sandığınız gibi, orada değil, büyük âlimlerin sözbirliği ile bildirdikleri gibi, Arefede indiği ve Eshab-ı kiram için değil, Kureyş müşrikleri için inmiştir. Resulullah Hazret-i Ali’nin birinci halife olacağını bilseydi, bunu elbette bildirirdi. Bunu bildirmesinde hiç korku da yoktu. Çünkü, bütün Mekke halkı ve hele Haşimoğulları ve Abdülmuttalib oğulları, Hazret-i Ali’nin akrabası ve yakınları olduğundan, bu haberden sevinecekler, kimseye korku, zarar gelmeyecekti.

Bütün bunlardan başka, taassubu, inadı bırakıp, tarafsız ve insaflı olarak, bu hutbeye ve içindeki kelimelere ve bayağı cümlelerine iyi dikkat edilirse, bu sözlerin, fesahat ve belagatta biricik olan o Peygamberin mübarek ağzından çıkması şöyle dursun, Arab edebiyatını bilen herhangi bir kimsenin bile söylemiş olması mümkün değildir. Bundan da anlaşılıyor ki, bu sözlerin hepsi, yabancıların uydurma ve iftiralarıdır. Bu sözler arasında bulunan (Ben, kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır) hadis-i şerifi, Hazret-i Ali’nin imam olacağını göstermez. Çünkü, mevla sözünün birçok manası vardır. Kamusda yirmi kadarı yazılıdır. Böyle kelimelerin, hangi manaya kullanıldığı da, bir delil, bir işaret ile anlaşılır. İşaretsiz, delilsiz bir mana vermek doğru olmaz. Mevla kelimesine sevici ve yardım edici manalarını vermekte, biz de, sizinle birlikteyiz. Bunun içindir ki, Abdülgafir bin İsmail Faris, Mecmaul-garaib kitabında (veli) kelimesini anlatırken, bu hadis-i şerifin (Beni seven ve yardımcı bilen kimse, Ali’yi de, yardımcı bilsin!) olduğunu yazıyor. Bunlar ince düşünülürse, bu hadis (halife) olmaya, daha uygun, daha üstün olmayı göstermemektedir. Çünkü, veli kelimesinin (evla) demek olacağı, lügata da, İslamiyet’e de uygun değildir. İslamiyet’e uygun olmadığı meydandadır. Lügatta ise, mefal vezninde olan kelimelerin, efal vezninde kullanılmaları hiç görülmemiştir.

Bu hadis-i şerifin, Hazret-i Ali’yi sevmek ve ona düşman olmaktan kaçınmak demek olduğu anlaşılır. Hatta Ebu Nuaym Ahmed bin Abdullah, Hazret-i Hasan’ın oğlu Hasan’dan bildiriyor ki, bu Hasan’dan soruldu. (Ben kimin mevlası isem...) hadis-i şerifi, Hazret-i Ali’nin halife olmasını gösteriyor mu, dediler. Hasan buna cevap olarak, eğer Resulullah bu hadis-i şerif ile, Hazret-i Ali’nin halife olmasını bildirmek isteseydi, (Ey insanlar! Bu zat benim işlerimin velisidir. Benden sonra, halife olacak budur. İşitiniz ve itaat ediniz!) buyururdu. Allahü teâlânın ismine yemin ederim ki, Allahü teâlâ ve Onun Resulü, Ali’nin halife olmasını isteselerdi, Ali, bu emri yerine getirmeye kalkışmaması ile böylece Allahü teâlânın emrine karşı gelmesi ile, çok büyük günah işlemiş olurdu, dedi.

Dinleyenlerden biri: Öyle ise Peygamberimiz (Ben kimin velisi isem, Ali de onun velisidir) buyurmadı mı? deyince, Hasan, vallahi eğer Resulullah, Ali’nin halife olmasını isteseydi, namaz kılmayı ve oruç tutmayı emreylediği gibi, bunu da, açıkça emrederdi, dedi. İşte, Ehl-i beytin en ileri gelenlerinden biri olan ve Hazret-i Ali’nin torunu olan Hasan’ın bu sözleri, senin sözlerinin bozuk ve yalan olduğunu açıkça göstermektedir. Molla başı sustu. (Hucec-i katiyye)

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Hazret-i Ali'nin halife olmasını yazacaktı) demek, boş sözdür. Gaibden haber vermek olur. Yazsa idi, Hazret-i Ebu Bekir’i yazardı. Çünkü, hasta iken, Hazret-i Âişe'ye (Baban Ebu Bekir’i çağır! Ona yazacağım ki, biri çıkıp, kendisinin Ebu Bekir’den hilafete daha layık olduğunu söylemesin. Allahü teâlâ, bu konuda yalnız Ebu Bekir’den razıdır) buyurduğu Müslim'de yazılıdır. (Mektubat-ı Rabbani)

Eshab-ı kiram, Resulullahın ictihadına uymayan ictihadlar da yaparlardı. Resulullahın ictihadına uymayan hareketlerde bulunurlardı. Vahiy gelmekte iken, onların bu ayrılıklarına bir şey denilmedi. Hiçbiri bu yüzden kötülenmedi. Resulullahın ictihadına uymayan ictihadda bulunmaları yasak edilmedi. Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramın ictihadlarında ayrılık olmasını istemeseydi, ayrılmalarını beğenmeseydi, ayrılmalarını elbette yasak ederdi. Ayrılanların azap göreceği bildirilirdi. Resulullah ile konuşurken, yüksek sesle konuşmanın yasak edildiğini ve yüksek sesle konuşanlara azap yapılacağının bildirildiğini hepimiz biliyoruz. Hücurat suresinin ikinci âyetinde mealen, (Ey müminler! Seslerinizi, Resulullahın sesinden daha yükseltmeyiniz. Onunla konuşurken, birbirinizle konuşur gibi bağrışmayınız!) buyuruldu. Beğenmediği bir hareketi, hemen yasak eylemiştir.

Eshab-ı kirama uymuş olmak için, hiçbirini inkâr etmemek lazımdır. Bir kısmı beğenilmeyince, diğer kısmına uyulmuş olamaz. Çünkü Hazret-i Ali, diğer üç halifenin büyük ve uyulmaya layık olduklarını biliyordu. Bunlara, seve seve biat etmiş, hilafetlerini kabul etmişti. Diğer üç halifeyi sevmedikçe, Hazret-i Ali’ye uyduğunu söylemek yalan olur. Hatta, Hazret-i Ali’yi beğenmemek, onun sözlerini, kabul etmemek olur. Allahü teâlânın aslanı Ali için, onları idare ediyordu, yüzlerine gülüyordu demek, cahilce söz olur. Allah’ın aslanının, o kadar ilim ve kahramanlığı ile, tam 30 sene, üç halifeye karşı düşmanlığını saklayıp, dost göründüğünü ve onlarla yalandan arkadaşlık ettiğini hangi akıl kabul eder? En aşağı bir Müslüman bile böyle ikiyüzlülük yapamaz. Onu bu kadar küçülten, aciz, hileci ve münafık yapan böyle sözlerin çirkinliğini düşünmek lazımdır. Peygamber efendimizin bu üç halifeyi övmesine, bütün yaşadığı müddetçe, bunlara kıymet vermesine ne diyecekler? Efendimize de, ikiyüzlü mü diyecekler? Peygamberin doğruyu bildirmesi vaciptir. İdare ediyordu diyen zındık olur. Münafıklar, “Muhammed, vahiyden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmeyenleri söylemiyor” diyordu. Bunun üzerine, Maide suresinin, (Ey Resulüm! Rabbinden sana indirileni, herkese ulaştır! Bunları, doğru bildirmezsen, Peygamberlik vazifeni yapmamış olursun) mealindeki 70. âyeti gelerek her şeyi doğru söylediği bildirildi. Peygamberimiz, ahirete teşrif edinceye kadar, üç halifeyi över, başkalarından üstün tutardı. Demek ki, Resulullaha uyarak bunları üstün tutmak lazımdır.

Diğer maddelerde ve bu maddede bazılarını yazdığımız âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler gösteriyor ki, Allahü teâlâ ve Onun Resulü, Sahabe-i kiramın hepsini adil bilmiştir. Allahü teâlânın ve Onun Peygamberinin adil bildiği kimseleri, başkalarının adil bilmemesinin ne ehemmiyeti ve zararı olur? Eğer Sahabe-i kiram, âyet-i kerime ve ehadis-i şerife ile meth ve sena edilmemiş olsaydı, İslama yardımları ve bu uğurda mallarını ve canlarını, ana, baba ve evlatlarını feda etmeleri ve Peygamber efendimize yardım etmeleri ve imanlarının kuvveti, hepsinin adil olduğunu ve böyle itikad etmemiz lazım geldiğini açık olarak göstermektedir. (Eshab-ı Kiram kitabı)

Büyük İslam âlimi şah Veliyyullah-ı Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
Resulullah, Hazret-i Ali’yi Yemene hakim [Vali] yapmıştı. Beytülmalda olan bir cariyeyi Hazret-i Ali hizmetlerinde kullandı. Bu hareketi, dedi-kodu halini aldı. Bu dedi-kodu Resulullahın mübarek kulağına kadar geldi. Fitneyi önlemek için, Hazret-i Ali’yi sevmeyi emir buyurdu. (Kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır) buyurdu ki, (Beni seven, Aliyi de sevsin) demektir. Mevla kelimesi, Kur'an-ı kerimin birçok âyetinde vardır. Sevilen kimse manası verilmiştir. Bu hadis-i şerif, (Allah’a inanan, misafirine ikram etsin) hadis-i şerifi gibidir. Bu hadis-i şerif, yalnız Hazret-i Ali için değildir. Hazret-i Hasan için, (Ya Rabbi, Onu seviyorum. Onu sen de sev! Onu sevenleri de sev) buyuruldu. Resulullah Mekke ile Medine arasında bulunan Gadir-i Hum ismindeki yere gelince, Hazret-i Ali’nin elini tutup, (Kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır! Ya Rabbi, onu seveni sev! Onu sevmeyeni sevme) buyurdu. Sonra, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali’nin yanına gelip, (Ne mutlu sana ya Ali! Bütün müminlerin sevgilisi oldun) dedi.

Müslim kitabında, Zeyd bin Erkam diyor ki:
Gadir-i Hum denilen su başında, Resulullah hutbe okudu. (Ben de insanım. Bir gün ecelim gelecek. Size Allah’ın kitabını ve Ehl-i beytimi bırakıyorum. Kur'an-ı kerimin gösterdiği yola sarılınız! Ehl-i beytimin kıymetini biliniz!) buyurdu.

Tirmizide, İmran bin Hasin diyor ki:
Resulullah, bizi Hazret-i Ali’nin emrinde cihada gönderdi. Hazret-i Ali, esir denilen cariyelerden birini kendine aldı. Dört kişi, bunu Resulullaha söylediler. Resulullah çok üzüldü. (Ali’den ne istiyorsunuz? Ali bendendir. Ben de ondanım. Benden sonra, O her müminin velisidir) buyurdu.

Bu hadis-i şerifler, Ehl-i beyti sevmeyi emretmektedir. Mevla, veli, sevilen kimse demektir. Zeyd bin Erkam, (Tirmizi)de bildiriyor ki, Resulullah buyurdu ki:
(Size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, benden sonra doğru yolda kalırsınız. Biri, ötekinden daha büyüktür. Bu, Allah’ın kitabıdır. İkincisi, Ehl-i beytimdir. Havz başında bana kavuşuncaya kadar, ikisi birbirinden ayrılmaz!)

Birbirinden ayrılmaz demek, Kur'an-ı kerime sarılan kimsenin, Ehl-i beyti sevmesi gerekir demektir. Ehl-i beyte yapışmak, onları sevmektir. Kur'an-ı kerime uymak sevap olduğu gibi, Ehl-i beyti sevmenin de böyle sevap olduğunu bildirmektedir. Bu hadis-i şeriflerin hiçbiri, Hazret-i Ali’nin halife, imam olacağını göstermiyor. Bu hadis-i şerifleri ileri sürerek, Ehl-i sünneti kötülemek, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, pek haksız ve çok yanlıştır. Cenab-ı Hak, hepimize Ehl-i beyti ve Eshab-ı kiramın hepsini sevmek nasip eylesin! Âmin! (Kurret-ül ayneyn)

Abdullah-i Süveydi hazretlerinin, Molla başı ile konuşmasına devam edelim:
Molla başı dedi ki:
-Kendisine, Bahrülilm adını nasıl yakıştırmış? İlimden hiç haberi yoktur. Ona, imam-ı Alinin birinci halife olacağını gösteren iki vesika versem, cevabını bulamaz. Yalnız o değil, Ehl-i sünnet alimlerinin hepsi bir araya gelse, bir şey söyleyemezler, dedi.
Öyle cevap verilemeyecek delilleriniz nedir, dedim.
-Önce, size sorarım ki, Hazret-i Peygamber, Ali ibni Ebi Talib için (Musa’nın yanında Harun nasıl idi ise, sen de, benim yanımda öylesin. Yalnız, şu fark var ki, benden sonra Peygamber gelmeyecektir) buyurdu. Bu hadisi, siz de bilirsiniz, dedi.
-Evet. Hem de meşhurdur, dedim.

-İşte bu hadis, Hazret-i Peygamberden sonra, imam-ı Ali’nin halife olacağını gösteriyor, dedi.
-Nasıl gösteriyor, dedim.

-İmam-ı Ali’nin Peygamber yanındaki yeri, Harun’un Musa yanındaki yeri gibi gösteriliyor. Yalnız (Ancak benden sonra Peygamber gelmez) diyerek, burada ayrıldığı bildiriliyor. Bunun için, Hazret-i Ali’nin, birinci halife olması lazımdır. Harun’un eceli gelmeseydi, Musa’dan sonra, halifesi olurdu, dedi.
-Sözünüzden açıkça anlaşıldığına göre, mantık bilgisinde, bu sözlerden genel hüküm çıkar imiş. Genel olduğunu neresinden çıkarıyorsunuz?

-İstisnalarda, izafet, genel mana bildirir.
-Harun aleyhisselam, Musa aleyhisselam gibi Peygamber idi. Halbuki, Hazret-i Ali’nin, önce de, sonra da Peygamber olmadığını siz de biliyorsunuz. Bundan başka, Harun aleyhisselam, Musa aleyhisselamın öz kardeşi idi. Halbuki Hazret-i Ali, Resul-i ekremin öz kardeşi değildir. Genel olan şeyin ise, istisna ile ayrılması, mantık ilminde, zan gösterir. Onun için, sözün hükmünü, manasını, bir menzile, bir yer için aramak lazım olur. Bunun için de, hadis-i şerifteki menzile kelimesinin sonundaki (t) harfi, bir tek manasını bildiriyor. (Harun’un yerinde) izafeti, izafetlerin çoğunda olduğu gibi, izafet-i ahdiyyedir. Yani genel mana bildirmez. (Ancak) kelimesi de (Fakat) demektir. O halde, sözün manası, kati değil zanni oldu. Böyle sözlerde, belli olmayan bir şey, başka bilgiler yardımı ile anlaşılır. Yani (menzile) ile (Harun) arasındaki bağlantı, Harun’un yalnız, beni İsrail için halife olduğunu gösterdiği gibi, Hazret-i Alinin de Tebük gazasında Medine-i münevverede halife bırakıldığını gösterir, dedim.

-Halife bırakmak, onun üstün olduğunu bildiriyor. Birinci halife olması lazım gelir, dedi.
-Öyle ise, Abdullah ibni ümm-i Mektumun da halife olması lazım gelir. Çünkü, Resul-i ekrem Onu ve başkalarını da, Medine-i münevverede, halife, yani kendi yerine vekil bırakmıştı. Şu halde, halifelikte birinciliği, buna ve başkalarına vermeyip de, Hazret-i Ali’yi, ayırmanızın sebebi nedir? Bundan başka, yerine vekil bırakılmak, üstünlüğe sebep olsaydı, Ali (Beni kadınlarla, çocuklarla, zavallılarla birlikte mi bırakıyorsun?) diyerek üzülmezdi. Fahr-i âlem efendimiz de, Ali’nin gönlünü almak için (Sen benim yanımda Harun’un Musa yanındaki yeri gibi olmayı beğenmiyor musun?) buyurmazdı, dedim.

-Ehl-i sünnetin üsul bilgisine göre, sebebin ayrı olmasına değil, sözün genel olmasına bakılır.
-Vesika olarak, sebebin ayrı olmasını ele almıyorum. Ancak, hadis-i şerifteki, belli olmayan bir şeyin, yalnız, (Hususi) olduğunu gösteren bir işaret olduğunu söylüyorum, dedim. Sustu.

Bundan başka, bu hadis-i şerif, zaten senet olarak gösterilmez. Çünkü, sözbirliği ile bildirilmiş değildir. Kimi sahih, kimi hasen, kimi de zayıf hadisdir, dedi. İbnülcevzi ise, mevdu olduğunu bildirmektedir. [Ebülferec Cemaleddin hafız Abdurrahman bin Aliyyülcevzi büyük hadis alimidir. 508 de Bağdadda tevellüd, 597 [m. 1201] de orada vefat etti. Yüzden fazla kitap yazdı. Mugni adındaki tefsiri meşhurdur.] Bununla, imam-ı Ali’nin birinci halife olması, nasıl anlaşılır ki, delilin meşhur nass olması lazımdır, dedim.

-Evet öyledir. Delilimiz, yalnız bu değildir. (Ali’ye, müminlerin emiri olarak selam veriniz) hadisi delildir. Bundan Ali’nin Peygamber olduğu anlaşılmasa bile, birinci halife olmasına diyecek yoktur, dedi.
-Bu hadis-i şerif, bizce mevdudur. Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarında, böyle bir sahih hadis yoktur, dedim. Düşündü. Birdenbire:

-Başka bir delil söyleyeceğim ki, manasını çevirmeye imkan yoktur. (Geliniz! Çocuklarınızı ve çocuklarımızı çağıralım!) âyeti delilimdir dedi.
-Al-i İmran suresinin altmışbirinci âyeti olan bu âyet-i kerime, nasıl delil olur dedim.

-Necrandan, hıristiyanlar, Medine’ye gelip inanmayınca, Resulullah bunlara, (Gelin, içimizden yalancı olana, Allah’tan lanet isteyelim) buyurdu. Ve Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyni alıp meydana çıktı. Duaya çıkan, çıkmayanlardan elbet daha üstündür, dedi.
-Bu dediğiniz, menkıbedir. Üstünlüğü göstermez. Çünkü Eshab-ı kiramdan herbirinin bir menkıbesi vardır ki, başkalarında bulunmaz. Tarih okuyanlar, bunu iyi bilir. Bundan başka, Kur’an-ı azimüşşan arabi dil ile indi. Mesela, iki aşiret arasında harp başlamak üzere iken, biri (Ben aşiretimdeki yiğitleri alıp çıkacağım. Sen de seçilmiş, kahramanlarını alıp çıkmalısın) dese, bu söz, ikisinin de aşiretinde, meydana çıkanlardan başka, yiğit adam bulunmadığına delil olamaz. Duada, akraba ve yakınları ile birlikte bulunmak kalbin kırıklığı ve duanın çabuk kabul olması içindir, dedim.

-Bu, sevgisinin çokluğunu gösterir, dedi.
-Bu cibilli, tabii, yaratılışta bulunan bir sevgidir. İnsanın kendi kendini, çocuklarını sevmesi gibidir. Bunda üstünlük aranmaz, dedim.

-Başka bir şey daha var. Peygamber Hazret-i Ali’yi kendisi ile beraber saymıştır dedi.
-Sen daha, üsul ilmini ve belki de arabiyi bilmiyorsun! Delil sandığın (enfüs) kelimesi, cemi kıllettir. Cem olan (na) ya bağlanmıştır. Cemin cem karşısında bulunması ise, birlerin binlere bölünmesine sebep olur. Mesela bölük bindi demek, bölükteki erlerin hepsi atlarına bindi demektir. Birden çok olana cem denir. Nur suresinin yirmialtıncı âyeti olan (Bunlar onların dedikleri gibi değildir) kelamında, Hazret-i Âişe ile Safan bildirilmektedir. Bunun gibi, Tahrim suresinin dördüncü âyetindeki (kalbleri), cem olduğu halde, mantık ilmine göre, ikiyi gösteren zamire bağlanınca iki kalb olmuştur. Bunlar gibi Hasan ve Hüseyin için cem olarak (çocuklarımız) ve Hazret-i Fatıma yalnız bulunduğu halde, cem halinde (kadınlar) denilmesi, mecazdır. Bu âyet-i kerime, eğer, Hazret-i Ali’nin birinci halife olacağını gösterseydi, Hasan, Hüseyin ve Fatıma hazretlerinin de, sıra ile halife olmaları lazım olurdu. Halbuki, Hazret-i Fatıma halife olamaz, dedim.

-Benim bir delilim daha var. Maide suresinin ellibeşinci âyetinde mealen, (Elbet, sizin veliniz, sahibiniz, Allahü teâlâ ve Onun Resulü ve iman edenlerdir) buyuruldu. Tefsir alimleri sözbirliği ile bildiriyor ki, Hazret-i Ali namazda iken, bir fakire yüzüğünü sadaka verince, bu âyet-i kerime nazil oldu. Âyet-i kerimedeki (inne-ma) yalnız o demektir. Yani, ona mahsustur. Veli kelimesi de, tasarrufa, idareye en elverişli demektir, dedi. Ve, siz Sahabe-i kiramı nasıl bilirsiniz? dedi.
-Adil, özü, sözü doğru biliriz dedim.

-Kur’an-ı kerimdeki pek çok âyetler, Eshabı azarlamaktadır dedi. Münafık olduklarını, Resulullaha, elem, acı verdiklerini bildiren âyetler çoktur. Mesela, Tevbe suresinin ellidokuzuncu âyeti ve Mücadele suresinin sekizinci âyeti ve Münafıkun suresinin birinci âyeti ve Muhammed suresinin onaltıncı ve yirmi ve yirmidokuzuncu ve otuzuncu âyetleri bunlardandır, dedi. Bundan başka, Tevbe suresinin yüzikinci âyeti ve Feth suresinin onbirinci ve onikinci ve onbeşinci âyetleri ve Hucurat suresinin dördüncü âyeti gösteriyor ki, Medine’de bazı münafıklar o kadar gizli çalışıyorlardı ki, ahaliye değil, Fahr-i âlem efendimize bile sezdirmiyorlardı. Enfal suresinde, (Resulullaha karşı gelenler, meşhur Bedir gazasından cayarak, düşmanı görmeden önce geri dönenler, müminlerin, canlarına minnet bildikleri o günün şerefinden kaçanlar, hep onlardır) buyuruluyor. Bunun içindir ki, gizli şeyleri bilen Allahü teâlâ, Enfal suresinin altıncı âyetinde münafıkların kötü niyetlerini açığa çıkarmaktadır. Huneyn gazasında kaçanlar ve çok sayıda olmalarına güvenerek, Al-i İmran suresinin onuncu ve yüzonaltıncı âyetlerinin inmesine sebep olanlar, yine bu münafıklardandır. Bunlar, Uhud faciasında, Fahr-i kâinat hazretlerini düşmanların eline bırakıp dağa kaçtılar. Mübarek yüzünün yaralanmasına ve iki dişinin şehid olmasına ve kısraktan düşmesine sebep oldular. Hatta yardım istediğinde, duymazlıktan geldikleri için, Al-i İmran suresinin yüzelliüçüncü âyet-i kerimesi ile, Allahü teâlâ tarafından azarlandılar. Tebük’teki meşhur hareketlerinden dolayı da, Tevbe suresinin otuzdokuzuncu âyet-i kerimesi ile tekdir ve tehdid edildiler.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Hazret-i Peygamberin Eshabı isyan ederler, Ona karşı gelirlerdi. Firar ettiklerini bildiren âyet-i kerime, birkaçının değil, hepsinin kaçtığını göstermektedir. Çünkü, Tevbe suresinin kırküçüncü âyeti, azaplarını ve azarlandıklarını açıkça bildirmektedir. Fahr-i alem, onların geri dönmelerine izin verdiği için, Tevbe suresinin kırk dördüncü âyet-i kerimesi ile, o Nebiy-yi zişanın da azarlanmasına sebep oldular. Bunlardan başka, hicretin beşinci yılının onbirinci ayındaki Ahzab yani Hendek gazasında, Ahzab suresinin onüçüncü ve onbeşinci âyetleri ile ve daha nice âyetlerle tekdir edildiler ve kötülendiler. Böyle kimselere nasıl olur da, adil denir? Onların işleri ve sözleri, din işlerinde nasıl senet olur? Onlara inanmak, güvenmek, akla da, ilme de uygun değildir dedi.

-Eshab-ı kiramı kötülemek için, vesika olarak bildirdiğin âyet-i kerimelerin hepsi, münafıklar için gelmiştir. Bunda, kimsenin şüphesi yoktur. Hatta, Şiiler de, böyle olduğunu sözbirliği ile söylemektedir. Münafıklar için geldikleri bilinen bu âyet-i kerimeleri, âyetler ile meth-u sena edilen Eshab-ı kirama bulaştırmaya kalkışmak, böylece, O büyükleri lekelemek istemek, adalete ve insafa sığmaz. Önceleri, münafıkların sayısı çoktu. Sonra, azalmaya başladı. Fahr-i âlem efendimizin, ömr-ü şerifinin sonuna doğru, münafıklar, doğru olan müminlerden ayırt edildi. Allahü teâlâ, Al-i İmran suresinin yüzyetmişdokuzuncu âyet-i kerimesi ile, tayyıbleri habislerden ayırt eyledi. Resulullah efendimiz hazretleri, (Ocaktaki ateş, demiri, pislikten ayırdığı gibi, Medine de, insanların iyisini, kötüsünden ayırıyor) buyurdu. [Yani demircilerin kullandığı ocak, yüksek fırınlar, demirdeki curufu, gang denilen kötü maddeleri ayırdığı gibi, Medine şehri de, insanların kötüsünü iyisinden ayırır buyurdu.] Bunun için münafıkları bildiren âyet-i kerimeleri Eshab-ı kirama yüklemek, nasıl doğru olur? Al-i İmran suresinin yüzonuncu âyetinde mealen, (Siz ümmetlerin en hayırlısı, en iyisi oldunuz) buyuruldu. Bu âyet ile, Allahü teâlânın meth-u sena buyurduğu kimseler, nasıl olur da, münafıklarla bir tutulur?

Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı, birçok âyet-i kerime ile övdü. Tevbe suresinin ellidokuzuncu âyetinin (Havaric) kabilesinin reisi (İbni zil Huvaysıra bin Zuheyr) için geldiğini bütün tefsirler yazıyor. Bu âyet-i kerimeyi Sahabe-i kirama yüklemek, ilim adamına yakışmaz. Buhari-yi şerif kitabında, bunu açıklayan yazıları burada söylemek yerinde olur. Ebu Said-i Hudri diyor ki, Resulullah efendimizin yanında idim. Mübarek nurlu yüzünü görmekle lezzet alıyordum. Kendisi, Huneyn gazasında kâfirlerden alınan ganimet mallarını dağıtıyordu. Beni Temim aşiretinden Huvaysıra kapıdan içeri girdi. (Ya Resulallah! Adaleti gözet!) dedi. Resulullah (Sana yazıklar olsun! Ben adalet yapmazsam, kim yapar? Adalet üzere olmasaydım, çok zarar ederdin!) buyurdu. O sırada, Eshab-ı kiramdan Ömer-ül-Faruk ayağa kalkıp, (Şu cahili öldürmeye müsaade buyur) dedi. (Bırakınız! Çünkü, bu adamın arkadaşları vardır. Sizin gibi namaz kılarlar. Sizinle birlikte oruç tutarlar, Kur’an-ı kerim okurlar ise de, Allahü teâlânın kelamı boğazlarından aşağı inmez. Bunlar, ok yaydan çıktığı gibi, dinden dışarı çıkarlar. Okuna ve hedefe ve şişeye bakınca, hiçbirini göremez. Halbuki, ok şişeye varmış, delmiş, kanı akıtmıştır. Bunların içinde bir kimse olacaktır ki, rengi siyahtır. İki kolundan biri hayvan memesi gibidir. Durmadan damlar) buyurdu. Ebu Said-i Hudri diyor ki, Hazret-i Ali halife iken, haricilerle muharebe etti. Esirler arasında, böyle bir adam gördük. Tam, Resulullah efendimizin bildirdiği gibi idi. Bu âyet-i kerimenin inmesine sebep, münafıklardan Ebülhavat adında birisinin (Ey arkadaşlar! Sahibinize niçin bakmıyorsunuz! Size mahsus olan eşyayı, koyun çobanlarına vererek adalet yaptığını göstermek istiyor) demesidir denildi.

Mücadele suresinin sekizinci âyeti de, Yahudiler ve münafıklar için inmiştir. Çünkü bunlar, müminlerden gizli olarak, aralarında toplanır ve göz, kaş işaretleri ile, Eshab-ı kiramı aldatmaya çalışırlardı. Müminler, bunların başlarına ağır bir felaket geldiğini, acılarını kimseye duyurmamak için gizli konuştuklarını sanarak bunlara acırlardı. Fakat, böyle gizli konuşmaların uzun zaman sürmesi, bunların içlerini ortaya çıkardı. Eshab-ı kiram, kötü niyet ile yapılan bu gizli toplantılara son verilmesi için, Fahr-i âlem efendimize şikayet ettiler. Böyle toplantılara son verilmesini emr buyurdu. Fakat, münafıklar dinlemedi, hıyanetlerine devam ettiler. Bunun üzerine, Mücadele suresinin sekizinci âyetinde, mealen (Gizli toplantı yapmaları yasak edilenleri görmedin mi? Bunlar, yasak edildiği halde, yine gizli toplandılar. Günah, düşmanlık ve Resulullaha karşılık için toplanıyorlar) buyuruldu. Bunların yasak emrini dinlemeyip, yine toplanmaları, Resulullaha karşı gelmektir.

Mücadele suresinin sekizinci âyetinde mealen, (Sana selam verdikleri zaman, Allah’ın, seni selamladığı gibi vermiyorlar) buyuruldu. Bu âyet-i kerimede Yahudiler azarlanmaktadır. Yahudiler, Resulullahın yanına geldikleri zaman, (Size selam olsun) yerine, (Size sam olsun) derlerdi. Resulullah da (Size de olsun!) buyururdu. Emin olmak, korkusuz olmak demek olan selam yerine, ölüm demek olan sam derlerdi. Böylece, yaratılmışların, geçmiş, gelecek bütün insanların en üstünü olan Fahr-i kainatı aldatacaklarını sanırlardı. Kendisinden ayrıldıktan sonra, aldattıklarını, eğer gerçekten Peygamber olsaydı, bu kötülüklerinden dolayı, kendilerine azap gelmesi lazım olduğunu söylerlerdi. Bunun içindir ki, bu âyetin sonunda, (Hesaplarının sonu Cehennem azabıdır) buyuruldu. (Buhari) kitabında diyor ki, Yahudiler, Peygamber efendimizin huzuruna geldikleri zaman, kötü adetlerine göre, şüpheli, bozuk selamlarını söylerlerdi. Hazret-i Âişe bunu anlayıp öfkelendi. Resulullah efendimiz, öfkelenmenin yeri olmadığını, (Size de olsun!) dediğini, duasının kabul buyurulduğunu söyledi.

Münafıkun suresinin birinci âyetinde, (Münafıklar, sana geldiği zaman) kelamı, Abdullah bin Selul ve arkadaşlarını göstermektedir. Eshab-ı kiram ile hiçbir alakası yoktur.

Muhammed suresinin onaltıncı âyetinde mealen, (Onlardan, seni dinleyenler, yanından çıktıkları zaman...) buyuruldu. Bu âyet-i kerime de, münafıklar için gelmiştir. Münafıklar, Resulullahın yanında bulunup, sözlerini işitirler ise de, anlamak istemezlerdi. İmam-ı Mukatil [Belhlidir. 150 de Basra’da vefat etti] tefsirinde diyor ki, Resulullah hutbede, münafıklara nasihat verirken, onlar anlamazlıktan gelerek, Abdullah ibni Abbas’dan sorarlar, (Bu ne demek istiyor) derlerdi. Abdullah ibni Abbas, bazen bana sorarlardı diye, bunu haber veriyor. Adalet sahibi olan Allahü teâlâ, sadık olan, canla başla hizmet eden müminleri, münafıklardan ayırarak, Muhammed suresinin onaltıncı âyetini gönderdi. Bu âyet-i kerimede mealen, (Onların kalblerini Allah mühürledi...) buyuruldu. Eshab-ı kiramı da, bundan sonraki âyet-i kerimede hidayet ve necat ile müjdeledi. Said bin Cübeyr diyor ki, Muhammed suresinin yirminci âyetinin, (Kalblerinde hastalık olanları gördün) meali, münafıkları açıkça göstermektedir. Çünkü, üç türlü kalb vardır: Biri, müminin kalbidir. Temiz ve sevgi ile Allahü teâlâya bağlıdır. İkincisi kâsi ve ölü kalbdir. Kimseye acımaz... Üçüncüsü, hasta olan gönüldür. Hastalık, münafıklık hastalığıdır. Allahü teâlâ, bu üç kalbi de, Hac suresinin ellibirinci âyetinde bildiriyor. Bu üçden, ikisi azaptadır. Biri, kurtulucudur. Müminin kalbi selimdir. Allahü teâlâ, kalb-i selimi meth ve sena buyuruyor. Şüara suresinin seksensekizinci âyetinde mealen, (O gün, mal ve çocuklar fayda vermez. Yalnız, kalb-i selim ile gelen faydalanır) buyuruldu.

Beni Anber kabilesi kâfir idi. Bunları, Eshab-ı kiram hazretlerinin sırasına koymak, akıl ile de, ilim ile de pek yanlıştır.

Bedir gazasına gelince, sizin de, bizim de, kitaplarımızda açıkça bildirildiği üzere, Enfal suresinin birinci âyetinde bildirildiği gibidir.

Huneyn gazvesindeki dağılmak da, kaçmak değildir. Bir tedbir, bir harp oyunu idi. Her savaşta, ilerleme olduğu gibi, bazen çekilme de olur. Bununla beraber, bu dağılanlar, Eshab-ı kiramın büyükleri değildi. Birkaç ay önce, Mekke’nin fethinde, azat edilmiş olan esirlerdi. Sonunun zafer olacağı belli idi. Hatta bu çekilmenin zafere yol açtığı, Tevbe suresinin yirmialtıncı âyetinin, (Sonra, Resulüne ve müminlere sekine indirdi) meal-i şerifi ile bildirilmektedir. Resulullah bunu bildiği için, o gün dağılanlara, sonra hiçbir şey söylemedi. Hiçbirine darılmadı. Bizim dil uzatmamız, doğru olur mu? Şii fırkasının alimlerinden Ebülkasım şiinin (Kitabüşşerayı) risalesinde (Ölüm ve helak tehlikesi olduğu zaman muharebeden kaçmak caizdir) denildiğine göre, Huneyn gazasında çekilen Eshaba dil uzatmamak lazım gelmez mi?

Uhud gazasındaki firar ise, yasak edilmeden önce idi. Allahü teâlânın bunları af buyurduğu, Al-i İmran suresinin yüzellibeşinci âyetinde bildirilmektedir.

Al-i İmran suresinin yüzelliüçüncü âyet-i kerimesinden önceki (Allah sizi af etti) mealindeki müjdenin, bu sonraki âyete bağlı bulunduğunu her tefsir bildirmektedir.

Tevbe suresinin otuzsekizinci âyetinde mealen, (Ey iman edenler! Cihada gidiniz denildiği zaman, size ne oldu?) buyuruldu. Bu meal, Eshab-ı kiramı kötülemek, azarlamak değildir. Gevşek davrandıkları, kendilerine haber verilmektedir. Hepsine bildirilmektedir. Bunların arasından Hazret-i Ali’nin ayırt edileceği bildirilmemiştir, dedim.

Molla başı söz alıp:
-Hilafetinin kabulünde anlaşmazlık olan kimsenin halife olması doğru olur mu? Beni Haşim, Eshab-ı kiramın büyüklerinden idi. Halifeyi, uzun zaman sonra zor ile kabul etmişlerdi. Böyle halife kabul edilir mi?
-Hazret-i Ebu Bekir’in halifeliğini bütün Sahabe, sözbirliği ile kabul etti. İnat etmeyen herkes bunu böyle bilir. Hazret-i Ali ile yanında bulunan birkaç Sahabinin, sonra biat etmeleri, kabul etmediklerinden değildi. Kendileri çağrılmadığı, seçimde bulunmadıkları içindi. Zaten, birkaç kişinin ayrı kalması, çoğunluğun seçmesini değiştiremezdi. Değiştirseydi, Hazret-i Ali’nin halife olduğu, halife seçildiği zaman değiştirirdi ve onun halifeliği doğru olmazdı, dedim.

Başka söze başladı.
-Kıyamet günü, her müslümana dünya ve ahiret işlerinden sorulacağı gibi, Ali’yi ve çocuklarını sevmesinden sorulacağını gösteren hadis-i şeriflere ne dersiniz? Çünkü, Ali bin Muhammed ibni Sabbağ-ı maliki (855 [m. 1451] de vefat etti) (Füsulül-mühimme) kitabında, Elmenakıb kitabından alarak diyor ki, İbnil-Müeyyed’den işittim. Bir gün, Ebu Büreyde, Resulullahın yanında oturuyordu. Ebu Büreyde diyor ki, Resulullah efendimiz, (Ruhum yed-i iktidarında bulunan Allahü teâlâya yemin ederim ki, kıyamet günü, insanlardan ilk sorulacak şey, ömrünü ne ile geçirdin, bedenini, ne yaparak eskittin, malını nereden kazandın ve nerelere verdin ve Resulümü sevdin mi, soruları olacaktır) buyurdu. Yanımda bulunan Hazret-i Ömer, sizi sevmenin alameti nedir ya Resulallah, dedi. Mübarek elini, yanında oturan Hazret-i Ali’nin başına koyup, (Beni sevmek, benden sonra bunu sevmektir) buyurdu. Yine bu kitapta diyor ki, Hazret-i Ali (Vallahi Nebiyy-i ümmi efendimiz, beni sevenlerin mümin olduklarını, sevmeyenlerin ise, münafık olduklarını bildirdi) dedi. İşte, kıyamet günü, sevgisi herkesten sorulacak, bir zat, acaba başkalarından daha üstün ve halifelik, başkalarından ziyade kendisinin ve çocuklarının hakkı olmaz mı, dedi.

-Maliki dediğin İbni Sabbağ maliki mezhebinde değildir. Kitapları, yazıları gösteriyor ki, Şii itikadındadır. (Harezm odunu) olarak meşhur olan ibni Müeyyedin de, Şii olduğunu bütün âlimler bildirmektedir. Zaten başka vesika aramaya hacet yok. Şiilerden bazısı, hadis-i şerifleri değiştirip büyük bir hadis âliminin ismini koyuyor. Böyle yalanlarla, müslümanları aldatmaya çalışıyor. Kitaplarda, doğrusu yazılı olan bir hadis-i şerifi, böyle değiştirerek, başka türlü bildiren kimsenin bir yalancı olduğu meydandadır. İşte, bu hadis-i şerifin doğrusunu, imam-ı Muhammed bin İsa Tirmizi (209 da tevellüd, 279 [m. 892] da vefat etti) şöyle bildiriyor: (İnsana, kıyamet günü dört şeyden sorulacaktır. Ömrünü ne ile geçirdiği, ilmini ne yaptığı, malını nereden kazandığı, cismini ne ile eskittiği sorulacaktır.) Taberani de, bu hadisi bildiriyor ise de, son cümlesi yerinde, gençliği ne ile geçirdiği yazılıdır. İşte, hadis-i şerifin doğrusu böyle bildirilmiştir. İçinde, Ehl-i beyti sevmek ve Hazret-i Ömer’in adı yoktur. Bundan anlaşılıyor ki, İbni Sabbağ ile ibni Müeyyed yalan söylemişlerdir. Bununla beraber, burada, halifeliği anlatan hiçbir şey yoktur. Bu hadis-i şerife doğru desek bile, olsa olsa, Ehl-i beyti sevmeyi göstermektedir. Ehl-i sünnet mezhebi de, Ehl-i beytin hepsini, herbirini, bulundukları mevkılerine göre, az veya aşırı olmayarak sevmeyi emretmektedir. Ehl-i sünnet olmak için, Ehl-i beyti, şanlarına uygun olarak sevmek lazımdır. Siz ise, bunları sevmeyi anlatmak için İslamiyet’e uymayan öyle şeyler bildiriyorsunuz ki, kalbinde zerre kadar iman bulunan kimse, böyle şeyler söyleyemez. Mesela (Ali’yi sevene hiçbir günah zarar vermez) diyorsunuz. Bunun gibi, hadis de uyduranınız var. Mesela, Peygamber efendimize, (Ali’nin şiasına kıyamet günü, ne küçük günahtan, ne de büyük günahtan sorulmaz. Onların kötülükleri, iyiliğe çevrilir) buyurdu diyerek iftira eden kimseye inanılır mı? İbni Babeveyh uydurup (İbni Abbas buyuruyor ki) diyerek, Peygamber efendimizin güya (Allah Ali’yi sevenleri Cehennemde yakmaz) dediğini söylüyor. Yine (Ali’yi seven bir kimse, Yahudi veya hıristiyan olsa bile Cennete gireceklerdir) sözlerine, hadis diyerek herkesi aldatıyor. Böylece, uydurma sözleri, hadisdir diyerek, Resulullah efendimize iftira etmek haksızlık değil midir?
[Ebu Cafer bin Babeveyhin kendi adı Muhammed bin Alidir. Şiilerin dört meşhur Fıkıh ve tefsir adamından biridir. Bir tefsiri ve imamiyyenin çok kıymet verdikleri Fıkıh kitabı vardır. Horasanda tevellüd, 381 [m. 991] de öldü].

İftira yapmak, İslamiyet’e de, akla da uymuyor. Allahü teâlâ, Nisa suresinin yüzyirmiüçüncü âyetinde, mealen (Kötülük yapan, bunun cezasını bulacaktır) buyuruyor. Zilzal suresinin son âyetinde mealen, (Zerre ağırlığı kadar kötülük yapan, bunun cezasını görecektir) buyuruldu. Haksız iftiralar yapmak, bu âyet-i kerimelere uymuyor.

Bunlardan başka Ehl-i beyti sevmek, bir ibadettir. Bunun kıymetli olması için, bütün ibadetlerde olduğu gibi, önce iman sahibi olmak lazımdır. Enbiya suresinin doksandördüncü âyetinde mealen, (Mümin olan kimsenin yaptığı iyi işler..) buyuruldu. Yahudi ve hıristiyan gibi, iman şerefine kavuşmamış kimselerin, yalnız Ehl-i beyti sevdikleri için Cennete gireceklerini söylemek ve küçük ve büyük günahların, bunların sevgisi ile, iyilik, sevap şekline döneceklerine inanmak, İslamiyet’e uygun değildir. Şii kitaplarında da yazıyor ki, Ali efendimiz kendi ehl-i beytine her zaman, (Soyunuza güvenmeyiniz! İbadet ve taat yapmaya devam ediniz! Allahü teâlânın emirlerini yapmaktan zerre kadar sapmayınız!) buyururdu. Senin yukarıdaki sözlerin, Hazret-i Ali’nin bu nasihatine ve buna benzeyen daha nice haberlere uymadığı için, hiç kıymeti olmaz. Dünya ve ahiret saadetlerinin ele geçmesi için ve dünya işlerinin düzgün gitmesi için, herkesi günah ve yasakları işlemekten korkutmak, vazgeçirmek lazım iken, (günahlar, sevap haline dönecektir) demek, taban tabana zıd oluyor. Bu söz, kötü kimseleri ve hatta şiileri kötülük, günah ve çirkin işleri yapmaya sürükler. Böylece dini yıkar. Biraz aklı olan kimsenin, bu sözlere inanmak şöyle dursun, dönüp bakmayacağı meydandadır, dedim.

Bu sözümden sonra, toplantıda bulunanlar, hazırlanmış olan suallerin sorulup, cevap verilmesini istediler. Fakat, Şiilerden birkaçı, molla başıya, farisi dil ile (Bu adamla çarpışmaktan sakın! Çünkü, deniz gibi, derin bir alimdir. Sen ne kadar vesika ileri sürdünse, o da cevabını vererek susturdu. Sonra olabilir ki, şerefin ve kıymetin bozulur) dediler. Bunun üzerine, molla başı bana bakarak güldü. Dedi ki:

-Sen, üstün bir âlimsin. Bunlara ve her şeye cevap verebilirsin. Fakat, Buharalı Bahrulilm sözlerime cevap veremez.
-Söze başlarken, Ehl-i sünnet âlimlerinin size cevap veremeyeceklerini söylemiştiniz. Beni konuşturmaya mecbur eden, bu sözünüzdür, dedim. (Hucec-i katiyye)
 

şahkulu

Yasaklı
Katılım
5 Ara 2009
Mesajlar
193
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
ALEVİLİK-5

Dedekorkut nickli şahıs,değişik tarikatların(nakşibendiler,nurcular,kadiriler..)zikir törenle
ri yaptığını, ama öncelikli olarak camiye gittiklerini ve namaz kıldıklarını söylüyor,bu doğ
rudur, fakat aynı şey alevilik için söz konusu olamaz zira;alevilerin temel ve birincil iba
det biçimi cemdir, yapıldığı mekanlarda cemevleridir, kimi sünni tarikatlerin kendine öz
gü zikir biçimleride onları bağlar, bize yorum yapmak düşmez.

Alevilikte ibadet ve namaz tartışması

Bir inancın kimliğini iyi anlamak için onun teolojik köklerine inmek gerekir, bunu anlamak için miraç olayını irdelemek lazımdır, bilindiği üzere hz.peygamber isra-2.ayete göre bir
gece mescid-i haramdan mescid-i aksaya götürülmüştür, zaten isra kelime anlamı ola
rak gece yürütmek demektir.Kuranda bu olayın pek fazla içeriğinden bahsedil
mez, sadece söz konusu ayette(isra-2),mirac haber verilir, içeriği sırdır,ancak sırra erenler buna vakıf olurlar.Bu olayda resulün bedenselmi yoksa ruhenmi miraca yüksel
diği tartışmalıdır,kimileri bedensel kimileride manen bu olayın vuku bulduğu görüşünde
dir, Hatice Anamız da resulün yatağının hiç gitmemiş gibi sıcak olduğunu bildirmiştir, biz
ce önemli olan kuranın haberine iman etmektir.

Sünnilikte Mirac

Resulullah sünni inancına göre yolda başka peygamberleride görmüş, en sonunda alla
hın huzuruna varmış, ümmetine başta 50 vakit namaz getirmiştir, yolda dönüşte Musa
peygambere rastlamış, sormuş Musa,'' ya Muhammed ümmetine ne getirdin'', 50 vakit
namaz cevabı alınca, ümmetine bu çok ağır gelir,var git rabbin katına biraz azalt de
miş,peygamber resulullah gitmiş, gelmiş Musa yine sorunca 40 vakite indirdim demiş,
Musa bu da çoktur, git biraz daha azalt demiş,bu şekilde sürmüş,30,20,10 derken en
sonunda 5 vakite inmiş, Musa peygamber yine çoktur deyince, artık rabbin huzuruna
varmaya yüzüm kalmadı demiş resulullah ve böylece 5 vakit namaz farz olmuş, bu anla
tım en ciddi sünni kaynaklarında yer bulmuştur,biz alevilere göre haşa allah ile peygam
beri pazarlık yapar gibi düşünmek inandırıcı ve tutarlı olmaktan çok uzaktır, ama dile
yen dilediği gibi inanır ve biz sadece saygı duyarız.

Alevilikte mirac

Mirac olayı önceden dediğimiz gibi içeriği sır bir olaydır,ancak allahın kuranda velilerim
dediği gerçek erenler,pirler ve insan-ı kamiller bu sırra bir dereceye kadar vakıf olmuş
lar ve miraçtan bize anlatımlar sunmuşlardır,örn; yunus emre de,şah ismail hatai de
ve daha nice velide mirac ve kırklar olgusu vardır, alevilikte erenlerin haber verdiğine
göre miraç şöyledir;
Resulullah burak adında atına biner,hak katına gider, hakkın huzuruna varır,90 bin ke
lam eder, bunun 30 bini Alide sır olur, yolda dönerken karşısına bir aslan çıkar, resul
önce korkar, cebrail der'' ya Muhammed hatemi(yüzüğünü)aslana ver, bunun üzerine
resul,parmağındaki hatemi aslana verince, aslan sakin olur,yola devam eder,bir kapıya
varır, kapalıdır,vurur kapıya,içeriden sorarlar;
-kimsin?
-ben son peygamber Muhammedim
-biz kırklar meclisindeki erenleriz,aramızda resule gerek yok, ümmetine git
cebrail tekrar git der ve resul kapıyı tekrar vurur, yine aynı cevabı alır,üçüncüde ceb
rail nida eder'' Muhammed fakirlerin hizmetkarıyım diyerek gir!! der, bunun üzerine kapı
açılır,resul içeri girer,kırklar buyur ederler(kırklar rivayete göre 17 kadından,23 erkekten
oluşur), resul sorar;
-size kimler derler
-pirim bize kırklar derler,bizim büyüğümüz,küçüğümüz birdir derler
resul içinden sayar 39 kişidir
-ya biriniz nerde der
-Selman şeydullaha gitti(Selman Farisi)
kırklardan biri bileğini resule uzatır ve bir kesik vurmasını ister,bilek kesilince hepsinden
aynı anda bir damla kan akar, yukarıdanda bir damla kan düşer, o da Selmanın kanıdır,
sonra Selman içeri girer,bir üzüm tanesi getirir ve -ya resulullah bunu bize pay et der,
resulullah üzüm tanesini bir kaba sıkar suyunu şerbet eder ve kırklara sunar, işte birisi
tastan üzümün suyunu içer, cezbeyi aşka düşer,kendinden geçer, aynı anda bütün kırk
larda aşka gelir ve -ya Allah deyip semah dönmeye başlarlar, resulullah da kırklarla se
mah döner, sarığı başından düşer, kırk parçaya bölünür, her bir parçayı kırklar beline
bağlar, hz.resul kalkıp giderken karşısında Aliyi görür ve yolda aslana verdiği yüzüğü Ali
peygamberin önüne koyar, işte o anda resul yolda gördüğü aslanın Ali olduğunu anlar ve; -saddaksın ya Ali der, evveli sen, ahiri sen, zahiri sen,batını sensin,cümle sırlar sa
na aşikar, ey şah-ı evliya der,Alinin kerametini anlar ve kırklara der ki;
-gelin hep birlikte Aliye talip olun,ikrar getirin,hakikat Alinin şanına geldi der.

İşte o gün bugündür hakikat yolunda rehber Muhammed,mürşitte Alidir, bu yolda Hakk-
Muhammed-Ali yoludur canlar.
Anlattığımız gibi alevilikte sünnilik gibi bir miraç ve namaz kılan bir Muhammed ve Ali
yoktur, kırklar cemi inancı,semah ve zikir inancı vardır,yani alevilikte hz.peygamber ve
İmam Ali kırklar cemi sürmüşler,semah ve zikri ibadet biçimi olarak bırakmışlardır, bu
yüzden zaten camiler alevilerin inanç olarak da ibadet yeri olamaz,çünkü camilerde namaz ibadeti yapılır,cem değil, dedekorkut nickli şahsın istediği cevabı vermeye çalış
tık ve aleviliğin inançsal kimliğini ortaya koymaya gayret ettik.
 

şahkulu

Yasaklı
Katılım
5 Ara 2009
Mesajlar
193
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
alevilik

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Nezdimizde bir eli (ihsanı) bulunan hiç kimse yoktur ki, o ihsan sebebiyle biz ona (misliyle veya daha fazlasıyla) karşılıkta bulunmayalım. Ancak Ebu Bekr bundan hariç. Çünkü onun nezdimizde yardımı varsa da, onun karşılığını Kıyamet günü ona Allah verecektir. Bana Ebu Bekr`in malı kadar kimsenin malı faydalı olmadı. Ben müslüman olmasını teklif ettiğim herkesten bir zorluk gördüm, Ebu Bekr hariç. Zira o teklifim karşısında hiç tereddüd etmeden kabul etti. Eğer kendime bir dost (halil) ittihaz etseydim, mutlaka Ebu Bekr`i dost edinirdim. Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teala`nın dostu (halilullah`tır)."

Allah haşa cahil miydi ve Peygamber haşa saf ve salak mı idi de Ebubekr ve Ömer efendilerimiz hakkında bunca övgü söylediler. Eğer sizin dediğiniz gibi zulüm işleyen bir mevki makam düşkünü olacak olsalardı. Eğer Ebubekir hilafet için zora başvuracak ve Hz. Ali'nin hakkını alacak olsa kıyamete kadar ümmetinin durumu gösterilen Yüce Peygamber bunu göremeyecek miydi. Kuran da bile övülen o iki yüce sahabinin size göre' yapacaklarını Allah bilememiş miydi ki?

"Siz ona (peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak onu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: ‘Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.' Böylece Allah ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 40)

Mağara arkadaşı kimdir? Allah'ın habibinin arkadaşı diye hitap ettiği kimdir?

Halifelik üstünlük derecesine göre inmiştir ve Hz. Ali radiyallahü anh Allah'ın Arslanı, doğru bilmediği hiçbir şey önünde eğilmemiş hiçbir zulme boyun eğmemiştir.


Vallahi, Biillahi ve Tallahi sizden kim ki Ebu Bekir'e ve Ömer'e düşmanlık besler bilsin ki Muhammed'de . ona düşmanlık besler ve kim ki Allahu Teala'nın habibi ona düşmandır bilsin ki Allah'ın merhameti ondan beridir. Onlar sonsuz azabı tadıcıdırlar.

Ve şahit olun ki ben Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz Osman ve Hz Ali (radiyallahu anhuma) efendilerimi çok seviyorum.

Alevi olmayan bir ehl-i sünnet müslüman YOKTUR. Ebubekir ve Ömer Hazretleri'nin (Radiyallahu enhüma) Muhammed aleyhisselam efendimizin sevdiği iki sahabesi olduğunu ben şu anda isteyene ispat ederim. Kimse de itiraz edemez. İddia ediyorum Allah'ın büyüklüğüne ve kudretine inanan kimsenin zerre itiraz etmeyeceği gözle görülür bir delili sunabilirim.

laf salatasına gerek yok,ispat etde görelim,hodri meydan...ehlisünnet diye
bir fırka yoktur,madem öyle Ali ve soyundan gelenlerin(12 imam) imameti
ni niye ehlisünnet kabul etmiyor? ebu hanife imammıdır yoksa hocası Cafer
sadık mı imamdır,önce buna cevap ver...
 
Katılım
20 Eki 2009
Mesajlar
241
Tepkime puanı
24
Puanları
0
laf salatasına gerek yok,ispat etde görelim,hodri meydan...ehlisünnet diye
bir fırka yoktur,madem öyle Ali ve soyundan gelenlerin(12 imam) imameti
ni niye ehlisünnet kabul etmiyor? ebu hanife imammıdır yoksa hocası Cafer
sadık mı imamdır,önce buna cevap ver...

İşte sana en basit ispat.


Diyorlar ki Ebubekir ve Ömer radiyallahu anhuma kafirdir, ben de derim ki Muhammed aleyhisselam'ın yanında yatanlar kimdir? Allahu Teala habibinin, bazılarına göre, sevmediği ve kızına eziyet eden veya kendi sözüne karşı çıkıp halifeliği zorla Ali radiyallhü anhın elinden alan iki kafir kişiyi yanına neden koymuştur? Allahu Teala Habibinin yanına en çok sevdiği iki dostunu koymuştur. Buna karşı deliliniz nedir?
 

şahkulu

Yasaklı
Katılım
5 Ara 2009
Mesajlar
193
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
alevilik

alevi olduğunu söyleyen arkadaşlar, mezheblerinide lütfedebilirlermi, acaba?Vesselam.

sen bana mezhebi kim icat etmiş onu söyle önce,mesela islam peygamberi
hangi mezheptendir?
a-hanefi b-şafii c-maliki d-hanbeli e-hiçbiri

bize gelince;

SORMA BE BİRADER MEZHEBİMİZİ
BİZ MEZHEP BİLMEYİZ YOLUMUZ VARDIR
ÇAĞIRMA MECLİSİ RİYAYA BİZİ
ŞAH-I MERDAN ALİ GİBİ ULUMUZ VARDIR
 

şahkulu

Yasaklı
Katılım
5 Ara 2009
Mesajlar
193
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
Alevilik

Kimki Şeyhayna yani Hazreti Ebubekri Sıddık Radıyallahüanhüm ve Hazreti Ömerül Faruk Radıyallahüanh küfrederse bu ebedi cehennemliktir.Bizimle konuşa bilmesi için önçe iman etsin sonra gelsin.Her sualin cevabı vardır.Ama ilk önce samimiyet ve saygı lazım.Adam şu ifadeyi kullanıyor.
bir kere ayeti çarpıtma, ayette mağarada peygambere yardım eden ikinin
ikincisi Allahtır deniyor,tabi sünni uleması her yerde olduğu gibi bunuda işi
ne geldiği gibi çarpıtıyor...
Sen Ehli Sünnet Alimlerini senin gibi batinimi sandın.Namaz dersin,yasak Hac,kabe dersin,kabe gönüldür der.Oruc dersin yok.E geriye ne kaldı saz çal ağıt yak birde dön.İşte dinleri işte amelleri.

Şimdi ibni sebe diye hayali kişileri bırakalım, şu ehlisünnet alimleri de kim?
hem ebubekirin, ömerin üstünlüğünü neye dayandırıyosun?bir de utanmadan
Aliden ve ehlibeytten bu adamları üstün tutuyorsun..ne yapmış ebubekir,ni
ye peygamberi mağarada satmaya yeltendi, niye ayağını yılan soktu? öyle
ya madem imanlıydı, o halde niye yılan soktu? niye halife olunca Fatımanın elinden fedek hurmalığını almış?
ömer niye Fatımanın evine biat almaya geldi,kapıyı zorladı?siz emevilerin
yalanlarını hadis ve kanıt diye ortaya koymayı bırakın da bunlarla yüzleşin
derim, hem ben provakatör değilim, özgürlükçü site, her türlü farklılığa ta
hammül eder, ama sizlerin alevilere karşı tavrınız 1400 yıldır belli...
benim alevilikle ilgim yokmuş,alevilerin bu şahıslarla ilgili görüşü budur, ben
de bunu dile getirdim sadece, asıl ikiyüzlülük peygamber öldükten hemen
sonra, onun soyuna her türlü eziyeti yapanlara sahip çıkıp, ondan sonra şe
faat ya Muhammed demektir, biz ise her zaman ehlibeytle beraberiz,Ali,Ha
san ve Hüseyin,diğer ehlibeyt imamları yolumuzun ışığıdır,aradaki fark budur.
 
Katılım
20 Eki 2009
Mesajlar
241
Tepkime puanı
24
Puanları
0
Hala ispatıma cevap vermedin diye altında kalınacak bir ispat daha koyuyorum. Siz ehl-i beytin yolundan gittiğinizi ve gerçek imana sadece sizin sahip olduğunuzu savunadurursunuz ama yüzlerce belki binlerce seyyid ve şerif ehl-i sünnet İslam alimi yaşamış ve inanmazsız ama hala yaşamaktadır. Onlar kendi dedelerinin gerçekte ne dediğini bilemez de siz bileceksiniz. Mesela Abdulkadir-i Geylani hazretleri hem seyyid hem de Şeriftir üstelik gavs makamındadır ama kendisi Hanbeli mezhebinde idi. Kaynak dersen kendi kitaplarının orjinalleri durmakta, soyu dayanmıyor diyorsan o kaynaklar da durmakta. İslam dünyası herhalde kendi Peygamberlerinin soyunu sizlerden daha iyi takip edecektir. Yani her yerden elde kalıyor delilleriniz üstelik anlattığın hikayelerin hiçbir muteber kaynağa dayanmayan peri masalları. Musa aleyhisselamın miraç hadisesinde olmasını mantıksız buluyorsunda 41 tane sahabenin Allahın Habibine kapıyı izin istetip açacaklarına inanabiliyorsunuz. Hz Ali radiyallu anh Namazda şehit oluyor ama siz namaz kılmayı şereffsizlik sayıyorsunuz.
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Arkadaşlar saygılı olalım ki saygı görelim
Alevi bir arkadaşın zaten bizim gibi düşünmesini inanmasını beklemiyoruz
Bu yüzden kendilerine alevi denilmiyor mu zaten
Saygı hepimiz için gerekli
 

ziruh

Kıdemli Üye
Katılım
22 Kas 2007
Mesajlar
5,245
Tepkime puanı
1,279
Puanları
0
:yn:

hakaret içeren mesajlar silinmiştir

tartışmanında bir adabı vardır

lütfen ! uyarıları göz önünde bulunduralım

...
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
sen bana mezhebi kim icat etmiş onu söyle önce,mesela islam peygamberi
hangi mezheptendir?
a-hanefi b-şafii c-maliki d-hanbeli e-hiçbiri

bize gelince;

SORMA BE BİRADER MEZHEBİMİZİ
BİZ MEZHEP BİLMEYİZ YOLUMUZ VARDIR
ÇAĞIRMA MECLİSİ RİYAYA BİZİ
ŞAH-I MERDAN ALİ GİBİ ULUMUZ VARDIR


İslam Peygamberi hangi mezhepten diye soran zat, meseleyi bilmediğini itiraf ediyor, lakin farkında değil.Alevilik kelime anlamı aliyi seven demektir.Bu mubarek ismi kullanarak gerçek maksadlarını gizleyenler vardır.Alevi olduğunu söyleyipte mezhebini söylemeyenlerin hiç bir sözüne, itikadına itibar edilmez.Arkadaş diyorki,''
SORMA BE BİRADER MEZHEBİMİZİ
BİZ MEZHEP BİLMEYİZ YOLUMUZ VARDIR'' Mezheb zaten gidilen yol anlamınada gelir.Mezhebim yok diyenin gideceği bir menzilide yok demektir.Hazreti Ali radıyallahu anhu müctehid idi yani mezhebi vardı.Benimyok diyen, O zatı istismar ediyor demektir.Evet Hazreti Aliyi istismar etmeyelim.Bu konuda (Ortadoğu Aleviliği)İsmet Özelin mertçe söylediklerine katılıyorum.Maalesef Anadolu Aleviliği büyük oranda, Şaman dininden gelme kalıntıları bünyesinde barındırıyor.Samimi şekilde müslüman olmayanların itikadı...Allame Şeyh İsmail Çetin Hafizahullah Ehli Sünnetin Nazarı kitabında ''Mezhebi belli olmayan alevinin kestiği et yenmez'' demektedir.Yani mezhebi belli olacak; İsna Aşeri mi, Zeydimi...ila ahir..
 

Hasan

Kardeşiniz
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
6,112
Tepkime puanı
279
Puanları
0
Yaş
53
Konum
KALU BELA
şah kulu kardeş sen hiç siyer okurmusun?
 

Hasan

Kardeşiniz
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
6,112
Tepkime puanı
279
Puanları
0
Yaş
53
Konum
KALU BELA
abdülkadir geylaninin gavsiye açıklaması isimli kitabını oku,bu zat şeriatı elbi
se yapmış aslı batıni bir zattır,tarihte birçok batıni zat takiyye yapmak duru
munda kalmıştır,çünkü şeriat ehli, bu zatların gerçek inancını bilseler hemen
kafir diye katlederler ve katletmişlerdir zaten, Hallac-ı Mansuru enel hak de
di diye kafir damgası vurup vahşice katletmediler mi? Nesiminin derisini yüz
mediler mi, sende gavsiyeyi okuyup içeriğini kavrasan yemin ederim Geylani
ye kafir dersin, mesnevinin gerçek manasını kavrasan Mevlanayada kafir di
yeceğin kesin, sizin gibi inanmayan herkes size göre kafir ve rafızidir değil mi?katlide vaciptir...
Miraca gelince, sana göre Musanın resule adeta akıl vermesi ve sonrada
allah ve peygamberinin haşa pazarlık etmesi normalse sorun yok,yalnız me
rak ediyorum,Musa araya girip indirim yaptırmasa idi haliniz ne olacaktı?50
vakiti kılmak için bütün gün yere yatıp kalmamanız icap ederdi herhalde,iyi
ki Musa araya girmiş, yoksa durum vahimdi yani...
Kırklara gelince,burası her türlü sıfattan arınılan , herkesin eşit olduğu, kim
senin kimseye üstün olmadığı bir meclistir, oraya alçakgönülle girilir, burada
hz.peygamberin nübüvvet makamına bir saygısızlık yoktur, sadece kapıdan
her türlü makam ve mevkiden sıyrılıp girmek gerektiği anlatılmak istenmiştir.
Alinin namaz kılmasına gelince, bir kere bu yalan artık deşifre olmuştur,Ali
evinin önünde pusuya düşürülmüş ve harici olan abdurrahman ibni mülcem
tarfından zehirli kılıç darbesiyle alnından yaralanmıştır(yüzbin kere lanet ol
sun ) ve evinde 2-3 gün yattıktan sonra hakka yürümüştür, şimdi alevi
leri camiye sokup namaz kıldırmak için olmadık hikayeler uydurup yüzyıllar
dır emevi bezirganları sayısız kitaplar yazdılar ve halen yazıyorlar...
Namaz kılanlarla bizim bir sorunumuz yok, fakat bizim inancımızda bu şekil
icra edilen namaz yoktur,namazın karşılığı alevilikte cemdir,kaynağıda kırkla
rın cemidir, isteyen istediği şekilde ibadet etsin,kuranda salat vardır, salat
da dua etmek manasına gelir, ibadetin şekli ve vakti kuranda yoktur, bu şe
kil namazı emeviler ve abbasiler kurallaştırmışlardır, kuran değil...
Alevilikte secde,niyaz veya boyun büküş cemal cemaledir, çünkü hak ademde mevcuttur ve meleklerde ademe secde kılmışlardır, taş duvara sec
de bizim inancımızda yoktur, taşa duvara secde eden bir Muhammed ve Ali
alevilikte yoktur...

Yahu sakin ol bak bir admin olarak sana bi soru sordum,sen hiç siyer okurmusun.
 

Hasan

Kardeşiniz
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
6,112
Tepkime puanı
279
Puanları
0
Yaş
53
Konum
KALU BELA
Heh yaav iletişime geçebildik senle :glm

Öle elalem gevurunun iftira dolu kitaplarından bahsetmiyorum.

Her ne okuduysan genel kültür olarak bi kaç sey sorucam izin verirsen.
 

Hasan

Kardeşiniz
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
6,112
Tepkime puanı
279
Puanları
0
Yaş
53
Konum
KALU BELA
Nooldu yaav koptuk mu yine cevap gelmedi soruyorum ozaman.

1-İslam ı kabul eden ilk 3 kişinin isimlerini biliyomusun.
2-Peygamber efendimizin kayın pederlerinden birinin ismini verebilirmisin.
3-Efendimiz sav hicret ederken yanında kim vardı.
4-Efendimiz ravza ı mutaharra ya bitişik olan evinde ölüm döşeğinde iken son vakit namazına kimi imam tayin etti.
 

Hasan

Kardeşiniz
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
6,112
Tepkime puanı
279
Puanları
0
Yaş
53
Konum
KALU BELA
elbet istediğini sor, yalnız ben sünnilerin düşmanı değilim, eşimde sünni
bir aileden geliyor, sadece alevi olarak inancımız hakkındaki yanlış ve yalan
bilgileri düzeltmek isteğimizdir,başka bir amacımız yoktur, bugün her cemevinde dedelerimiz sünnilerden sünni kardeşlerimiz diye bahsediyor,
ama ne yazık ki biz sünnilerden hala önyargılar ve yer yer dışlayıcı davranış
lar görüyoruz, isteğimiz herkesin özgürce ve insanca karşılıklı saygı içinde
yaşamasıdır...

Elbette öyle bak bende sana kardeşim diye hitap ettim sorularım yukarda buyur.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Mezheb nedir, müctehid nedir, ictihad nedir bilmeyenle, bu konuyla kitab dahi okumayanla neyi müzakere edeceksin.Zatı muhterem Alinin mezhebinin ismini soruyor...Ne traji-komik durum!Hem Hazreti Ali Radıyallahu anhu yu velayetin başı diye öv, sonra mutlak müctehid olan 4.Halifeye mezhebinin ismi hanefi mi, şafii mi..diye sor??Yahu insan bunları burda ifade etmeye sıkılır...Sen anlamyorsan, araştıranlar, bilenler var...Önce şu istilahları okuda, sonra müzakere ederiz...El İnsaf!!!
 
Üst