Tesettür:
“Kadınların başlarını örtmesi iman meselesi ölçüsünde önem arzetmez. Allah’a karşı kulluk, umumi manada kulluk ölçüsünde önem arzetmez bunlar. Teferruata ait meseledir. Nitekim, Allah’a iman meselesi Mekke’de Efendimize tebliğ edilmiş, namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra da zekât bize farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum Peygamberliğin 16. ve 17. senesinde müslüman kadınların başları açıktır. Temel meseleler varken, teferruatla uğraşılmamalı.”
Fethullah Gülen, basın yayın organlarıyla yaptığı röportajlar ve verdiği beyanlarla (Fetullah Gülen bu beyanatları 23-28 Ocak 1995 tarihleri arasında Hürriyet Gazetesi'nde ve 23-30 Ocak 1995 tarihleri arasında Sabah Gazetesi'nde yayınlanan röportajlarında vermiştir.), kendi dinini ilân etmiş, İslâm dininin hükümlerine karşı gelmiştir.
“Tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum peygamberliğin 16 ve 17. senesinde müslüman kadınların başları açıktır. Temel meseleler varken teferruatla uğraşılmamalı.” diyor.
Yani Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e tesettür Âyetleri ilk yıllarda gelmediğini bunun için önem arzetmediğini; teferruat olduğunu söylemek istiyor.
Bütün insanlar ve cinler Hazret-i Kur’an’ın bir hükmünü, bir harfini dahi inkâr etseler, hafife alsalar, hepsi kâfir olur. İsterse emir ya da hüküm Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in son nefesinde inmiş olsun. Artık o kesin hükümdür, emirdir. Biz iman ederiz. İslâm dininin hükümleri zamanla ilgili değildir. Hüküm geldikten sonra ona imandan başkası düşünülemez. “16. senede gelmiş, 17. senede gelmiş, 18. senede gelmiş” diye hüküm basite alınamaz, bu açık bir küfürdür.
Âyet-i kerime’de:
“İşte böyle, çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır.” buyuruluyor. (Muhammed: 9)
Oysa inananlar için tesettür kesinlikle uyulması gerekli bir farzdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz zamanında savaş sebebi dahi sayılmıştır.
Asr-ı saâdet yıllarında Beni Kaynuka yahudilerinden bir kuyumcunun mümin bir kadının tesettürüne, başörtüsüne el uzatması savaş sebebi sayılmış ve savaşılarak yahudi erkekleri öldürülmüştür. (Hişam: c. 3, sh: 66)
Allah’ın hükmü bu kadar önemli bir meseledir.
Kadın İdareci:
Başka bir beyanında ise:
“Kadınlardan idareci olmasının hiçbir sakıncası yoktur.” demiş.(Tansu çillerin başbakanlığı dönemi)
Bu beyanları ile Allah ve Resulü’nün hükümlerine karşı gelmiştir.
Zira Âyet-i kerime’de:
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neden nehyettiyse ondan sakının.” buyuruluyor. (Haşr: 7)
“Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” buyuruluyor. (Âl-i imran: 31)
Hadis-i şerif’te:
“Sizden hiç birinizin arzuları benim tebliğ ettiğim esasa uymadıkça gerçek mânâda iman etmiş olmaz.” (En-nevevi, Erbâin: 41) buyuruluyorken ve kadın idareci hakkında,
“Mukadderatını bir kadının eline veren millet felah bulmaz.” buyuruluyor. (Buhari 1660, Megazi 82, Fiten 18, Tirmizi fiten 75, Nesai Kada: 8, Ahmed bin Hanbel 5743, 51, 38, 47)
Bu İslâm dinine göre böyledir. Eğer Allah’a iman ediyorsak, Resul’üne tâbi isek, onların beyanı Âyet-i kerimeler ve Hadis-i şerif’lerde böyle buyurulmaktadır. Bunun tersini söylemek ve savunmak Allah ve Resul’üne karşı gelmek demektir. Bu da açık bir küfürdür. O kendi kurduğu nurculuk dinine göre kendi nefis putuna dayanarak zanla konuşuyor, Allah ve Resul’ünün hükümlerine karşı geliyor.
“Kadınlardan idareci olur.” demek, bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i inkâr etmektir. O yalnız zannını konuşturuyor heva ve hevesine uyuyor. Eğer doğru sözlü ise bir Âyet-i kerime ya da Hadis-i şerif getirebilir mi?
@ehlinimet
Demek istediğim bu iddialarınızın kaynağını F.Gülen resmi sitesinden getirmeniz bence girin siteye bakın bakalım TESETTÜR için ne demiş ?
Kadın idareci için NEFATİV olarak değinen bana Sağlam kaynaklı Hadis getirin getirdiğiniz AYTELERDE ben kadın yönetici konusunda birşey göremedim.
Temel meseleler varken teferruatla uğraşılmamalı
Bakın doğrusu aşağıda DEĞİŞTİRİLMİŞ sözler yüzünden kişileri yargılamayın hele hele İMAN konudunda
Soru:Tesettür füruattır sözü ile ne kasdedilmiştir?
Hocaefendi,hiçbir yazısında,tesettürün farz olmadığını,Allah'ın bir emri olmadığını söylemiş değildir ! Diğer yandan,"tesettür furuattır" cümlesi eksik aktarılmış bir cümledir aslı şu şekildedir:
'İman esasları yanında Tesettür furuattır '
Bu cümle aslında Ehl-i Sünnet İtikadınında bir prensibidir ! Usul İlminde,gerek İbn-i Abidin ve diğer Ulemanın İslamın Genel Hükümlerini (Akaid) ikiye ayırdığını görmekteyiz:
1-) Usul'e ait hükümler:Buna göre 'lâ ilâhe illallah;Muhammedün Rasûlullah' başta olmak üzere,sair iman esasları akidede usûldür. İman esasları,muhakkikîn yaklaşımı ile dört asla irca edilebilir ki,bunlar;Allah'a,âhirete,peygamberlere iman;bir de ubudiyet veya adalettir. Yani,hayatî ehemmiyet arz eden esaslar,usûl kategorisine giren hususlardır
2-) Furuata ait hükümler:Namaz,oruç,hac,zekât ve tesettür gibi diğer ibadetler,bu asıllar üzerine bina edilen ve asla göre fürûât sayılan amellerdir. Furuata ait hükümler,usule ait hükümler üzerine bina edilir. Bu açıdan denilebilir ki,usûlün olmadığı yerde,sistemli fürûdan bahsetmek mümkün değildir.
Ancak fürûât demek,Türkçemizde anlaşıldığı şekliyle 'olmasa da olur' gibi bir mefhumu akla getirmemelidir. Bunların fürûât olması,asıl ile olan münasebet ve mukayeseleri neticesi ve tamamen yukarıdaki taksim ve tasnif itibarıyladır. Yoksa ibadetsiz imanın tam olmayacağı izahtan varestedir.
Bu konuya isterseniz küçük bir örnek ile tenvir etmeye çalışalım:Siz terazinin bir kefesine imanı,diğer kefesine farz olan tesettürü koyarsanız,iman kefesinin ağır bastığına şahit olacaksınızdır! Çünkü,Allah katında en önemli esas İmandır! Peki,bu tesettürün önemsiz veya ehemmiyetszi olduğu anlamına gelirmi? Hayır gelmez,sadece İmanın Allah katında ne denli büyük bir Konumunun olduğuna bir işarettir!
Tesettür emrini,bu esaslar çerçevesi içinde incelediğimizde,önce onun hicretin yedi veya sekizinci yılı;yani peygamberliğin yirminci senesinde farz olduğunu görürüz. Bu demektir ki,İslâm'ın ilk yirmi yılında kadınlar,cahiliye dönemindeki giysilerini devam ettiriyorlardı..
Burada,hikmet-i teşri açısından dikkati çeken en önemli husus,teşride meselelere ehemmiyet sırasına göre yer verilmesi ve öncelik tanınması ya da geriye bırakılmasıdır. Bu itibarla da,gönüllere 'lâ ilâhe illallah' hakikatinin yerleştirilmesi en önemli mesele olduğu için,öncelik ona tanınmıştır. 13 yıllık Mekke dönemindeki nâzil olan hemen bütün âyetler ve Allah Rasûlü'nün metluv,gayri metluv bütün tebliğatı hep bu mevzu etrafında örgülenmiş gibidir.
Öyleyse bizim de,tebliğ ve irşadda daha çok bu önemli noktaya dikkatleri çekmemiz gerekmektedir. Allah'ın büyük gördüğü şeyleri büyük görmek,küçük gördüğü şeyleri de küçük kabul etmek kalbin takvasındandır. Aslında bu,din-i mübin-i İslâm'ın da temel bir kuralıdır. Allah'ın vaz'ettiği şeyleri kendi ölçüleri içinde kabullenme ve hayata taşıma,Allah'a olan imanın,O'nunla olan irtibatın önemli bir göstergesidir.
Tesettür meselesi,farziyetinin gereği tartışılmaz olmasının yanında iman ve imanî hakikatlerin önüne geçirilmemelidir. Hele 'tesettür -örtünme keyfiyeti mahfuz- ille de şu şekilde olacak! ' denilmemelidir. Zira tesettür başka,çâr ve çarşaf başka şeylerdir. Çarşafın tesettür yollarından biri olduğu muhakkak. O,Osmanlı döneminde bazı yörelerde kullanılmaya başlanmış bir giysi çeşididir. Onun mazisi birkaç asır gibi yakın bir tarihe dayanır. Hatta çarşafın bazı yörelerde kullanıldığı o dönemlerde bile Bağdat ve Şam gibi merkezî şehirlerde kullanılmadığı bilinen gerçeklerdendir. Hakikat böyle iken,bir tesettür türü üzerinde imanî meseleler ölçüsünde durmak ve ona her şeyin aslı nazarıyla bakmak,dinî emirlerdeki ilahî tertibi alt-üst etme demektir. Bu,dinde aslî bir mesele olmadığı halde,daha sonraki dönemlerde ibadetmiş gibi ortaya çıkartılan bir husus olması itibarıyla dinin ruhundaki itidale de münafidir.
Öte yandan,yanlış bir anlayışın tesirinde kalan bazı kesimler -mâalesef- bazı kılık ve kıyafetler karşısında,kelimelerle ifade edilemeyecek ölçülerde tahrik olmaktadırlar. Dini bilmeyen kimseleri tahrik etmeme,dinde çok önemli bir esastır. Aksi halde,gücü ve kuvveti elinde bulunduran bazı kimseler,bırakın fürûâtı,usûlü dahi yaşama ve yaşatma imkânını vermeyebilirler. Yakınçağ itibarıyla tarihimiz bunun nice örnekleriyle doludur.
Netice itibarıyla;usûle ait meselelerin anlatılması ve hayatın her ünitesine girilip,imanla gönüllerin itmi'nâna kavuşturulmasına şiddetle ihtiyaç duyulduğu günümüzde,yukarıda arzettiğimiz ölçüler içinde,usûl sayılmayan meselelerde takılıp kalmak,bırakın inanmayanları,inanan insanların bile cephe almasına vesile olabilir. Onun için günümüz şartlarını idrak edip realitelere sırtımızı dönmeden,İslâmî hakikatleri anlama,yaşama ve anlatma zorunda olduğumuzu bir kere daha hatırlama mecburiyetindeyiz.
YANİ TEFERRUAT DEĞİLMİŞ ?
BİRDE DEMİŞSİNİZ ki..... kendi dinini ilân etmiş, İslâm dininin hükümlerine karşı gelmiştir.BU İDDİANIZ AHİRETİNİZ İÇİN TEHLİKE ARZ ETMEZMİ ? HÜRRİYET ve Sabah gazetesinin beyanları ile kişi kişileri oluşumları İMAN AÇISINDAN YARGILAMAKTAN BEN ALLAH a sığınırım
TEFERRUAT ın anlamı ile fürûât ın anlam farkını anlamamak bilmemek sizi kötü durumlara sürükleyebilir.LÜTFEN BU KONULARDA ÇOK HASSAS OLUN.