halidali
Asistan
- Katılım
- 9 Nis 2007
- Mesajlar
- 487
- Tepkime puanı
- 3
- Puanları
- 0
TAMAMLIĞIN ŞARTLARI
· Tatbik ettiği kanuna inanan hâkim… Kendisini hâkime inandıran kanun… Aldığı dâvanın hak olmasına bağlı avukat… “Kanunun kestiği parmak acımaz” bilen mahkûm… Bunlar oldu mu adalet tamamdır.
· Terazideki uygunsuzluğu Allah’ın gördüğünü bilen ve parmakları titreyen esnaf… Teraziye bakmayı kötü zan ve boş zahmet sayan müşteri…
· Fazla kazancının kaç fakir lokmasından meydana gelme bir vâhid olduğuna dair ruh muhasebesinde hususî bir fasıl açan tüccar… Tüccarların vergi kaçakçılığını takib için bir hafiye ordusu beslemeyen ve bunu Allahın bilgisiyle müeyyide altına alan idare… Bunlar oldu mu, müeyyide tamamdır!
· Sırtında tasarruf edilen emek artığını sanki kendisi biriktiriyor ve cemiyet hesabına yatırılıyormuş gibi bir huzur ve (mistik) zevk içinde çalışan amele…
· Amelesinin diken batmış ayağını dizine koyup saran patron…
· İş verenle iş gören arasındaki âhengi bir orkestra nizamıyla kıvamlandıran ölçü… Bunlar oldu mu, usul tamamdır!
· En ileri, en zengin ve en kalabalık (Metropolis)in billûr sarayında; en geri, en fakir ve en tenha köyün cemiyet bütünü içndeki hak ve vazifesini kolluyan ve bu kollayışın kafa hâkimiyetini temsil eden münevver…
· En ileri (Metropolis)in en ileri ufkundaki ufuk münevverin teşekkülünü besleyici şartlara inanan ve kendisi için bu şartlardan daha üstün bir koruyucu olmayacağı idealine feda olan köylü…
· En ileri münevverle en iptidaî köylü arasındaki oluş kavşağını açık tutan sistem… Bunlar oldu mu, nizam tamamdır!
· Bacaklarına bakılıp memuriyete kayrılacağını ummayan daktilo kız…
· Günahın idarî ve ictimaî selâhiyetlerinden hiçbirine ortak etmeyen ve mide kanseri gibi ferdiyeti içinde hapseden âmir…
· Cemiyete sâri günahı en büyük felâket sayan toplum havası… Bunlar oldu mu, ahlâk tamamdır!
· Mikroplara karşı muvazalı bir muhalefet tavrı takınmayan doktor…
·Nefsi hastalığına razı olsa bile cemiyetin buna razı olmayacağını ve nereye saklansa kendisini arayıp bulacağını bilen hasta…
· Bir hastahanedeki ilim ve hakikat otoritesi önünde, fert hakkı, hürriyet, demokrasi gibi laflara yer bulunmayacağına inanmış ve bu inanışla beslenmiş, gönül… Bunlar oldu mu, hakikat tamamdır!
· Öğrenmemenin vatana ihanet olduğunu en başta öğrenen öğrenci…
· Hatır için numara vermeyi, vatan ihanetine müsavi bilen öğretmen…
· Bütün haklarını okul ve öğretmene devretmiş aile ve cemiyet… Bunlar oldu mu, terbiye tamamdır!
· Saadetini, ne yapıp yapıp kötüyü bulmakta değil, ne yapıp yapıp kötünün bulunmadığını bulmakta arayan polis…
· Polisi, kendi mesleğinin tesadüfen aksini temsil etmeye memur bir yoldaş sanmayan hırsız…
· Polisle korkuttuklarına karşılık, polisi korkutmak ceberrutu yerine, ona hak takipçiliğini telkin eden hükûmet… Bunlar oldu mu, emniyet tamamdır!
· Namazda, akşama indireceği hatimden kaç para alacağını düşünmeyen imam…
· Her ferdi öbüriyle dirsek teması halindeyken, yine her ferdi Allahla yapayalnız ve aynı ictimaî dayanışmaya her sahada mâlik, milyonluk safları çerçeveleyen cemaat…
· Dini, kör ve sağır nefslerin karanlık bodrumuna indirmeyen, asliyet ve saffetinden zerre feda etmeksizin koruyan bilgi… İmam tamamdır!
· “Hâkimiyet halkın değil Hakkındır!” düsturunu mahyalaştıran telâkki…
· Hâkimiyet kendisinin değil, ancak Hakkın olursa kendisinin de hâkim olacağını şuurlaştıran halk…
· Halka “Sen kendi hayrını bilemezsin; onu Hak bilir ve gösterir! Gerçek hürriyet de bu teslimiyettir!” diyen hükûmet… Bunlar oldu mu, demokrasya tamamdır!
· Büyüklerin keyfi için tarihi ve gerçekleri değiştirmeyen bilgin… Düşünce tamamdır!
· Sanatın, sanatla beraber her şey için, her şeyden evvel mutlak hakikat ve cemiyet için olduğu sırrına eren şair… Duygu tamamdır!
· Herkesi ve herkesten ziyade kendisini aşan prensipler heyûlasının gölgesiyle heybet ve haşyet saldıktan sonra, hak ve vicdan adına kendi gölgesinden ödü patlayan politikacı… Devlet tamamdır!
· Yangın kulesinden Sarıçizmeli Mehmet Ağayı arar gibi boş yere ismi haykırılmayan, daha ilk seslenişte ilk ferdiyle “burdayım!” diye meydana çıkıveren yığın… Cemiyet tamamdır!
· Beyin, kalb, yumruk ve taban arasındaki ilâhî vazife bölümünü ve rütbe dağıtımını, her uzvu kendi faaliyeti içinde mesut ve öbürüne riayetkâr, cemiyet bünyesi…
· Allahın, meleklerine bile mahrem tuttuğu hakikat yuvası kalblerle, hakikatin sesi diller arasında mesafe bırakmayan samimiyet… Bunlar da oldu mu, baştan beri saydıklarımızın hepsi ve her şey tamamdır!..
ANADOLU
· Anadolu… Bozkurdun bir dere kenarında gümüş sulara dalıp gözlerindeki tılsımlı ateşi seyrede ede, içli ve mütevekkil bir söğüt ağacına istihale ettiği (mübarek) diyar…
· Anadolu… Türkün, gerçek ruh ve muhtevasını bulur bulmaz seyyarlıktan sabitliğe geçtiği ve ruh vataniyle içiçe yeryüzü vatanını kurduğu büyük mâna çerçevesi…
· Anadolu… Kıt’alar arası tarihî hesaplaşmaların geçit meydanı, medeniyetlerin sergi evi, mahrem ve muazzam Asyanın, Avrupa’ya bakan cumbası…
· Anadolu… Putların ve salîbin binbir cümbüşü arkasından kendisini topyekûn hilâle teslim eden ve onun dâvasını bütün dünyaya şâmil bir (aksiyon) halinde güden aslî ve asîl unsur kadrosu…
· Ve nihayet Anadolu… Tarih boyunca cihanın en büyük mâna ve madde imparatorluğuna dayanak vazifesini gördükten sonra, dört asırdır öksüz, mazlum, harap ve mahrum yaşayan; bir asırdan beri de ihanetlerin en acıklısına uğrayan, derken ananevî tahammül ve tevekkülünün üstünde ruh eşkiyasının çatı kurduğuna şahit olan misilsiz çile ve işkence arsası…
· Halbuki Anadolu; şehitler toprağı, gaziler bucağı, velîler ocağı…
· Nihayet Anadolu, her taşında bir Yunus Emre’nin oturduğu, her yolundan bir Yunus Emre’nin geçtiği, hak âşıklarının yurdu ki, minareleri, evleri, rüzgârları, ırmakları, kağnıları ve kalbleri hep “Allah Allah!” sesleriyle uğuldamakta…
· Böyleyken, Anadolu; suları bile “Allah deyu deyu” akarken, tam 65 yıldır kendi iradesiyle başa geçtiğini iddia eden istismar idarelerinin esiri olmak gibi, hayal ve efsaneye sığmaz bir gözbağcılığının, hokkabazlığın zebunu…
· Anadolu’nun yine 65 yıldır beklediği, böyle bir Anadolu görüşü ve en üstün milliyetçilik halindeki böyle bir Anadoluculukla, ona, kendi kendisini, kendi uktesini, kendi kökünü göstermeye, kendi özünü ve yemişini kuvvetlendirmeye, sırlarını çözmeye ve dostlariyle düşmanlarını tanıtmaya memur, büyük fikir hamlesidir.
· Suları bile “Allah deyu deyu” akan vatanın, o mukaddes emanet çerçevesinin “Harîm-i ismet” inde, Anadolu, düşmanlarını boğacak şuura yükselmedikçe, bilerek veya bilmeyerek, Firavunların ehramlarına taş taşıyan esirlerden farksız yaşayacaktır. “Harîm-i ismet”te boğulmasıyla, Anadolunun ve Anadolu ruhunun büsbütün boğulması arasında, ihtimal payı olarak hiçbir mesafe kalmamıştır. “Olmak mı, olmamak mı; işte bütün mesele!..”
· Annelerin gittikçe unutkan, habersiz ve nebat hayatına namzet yavrular doğurduğu ve aziz mânaların gittikçe ışıkları sönük bir liman gibi arkada kaldığı bu hengâmede, sahipsizliğine rağmen ulvi bir sezişle hakkı gördüğünü birkaç yıldır belli etmiş bulunan Anadolu, elbette ruhî istiklâl veya buna bağlanması değil, mücerret bir hasretle yanması yeter! Sadece şuur!…
· Hasret, vuslatın yarısıdır. İste ki, olsun!.
· Tatbik ettiği kanuna inanan hâkim… Kendisini hâkime inandıran kanun… Aldığı dâvanın hak olmasına bağlı avukat… “Kanunun kestiği parmak acımaz” bilen mahkûm… Bunlar oldu mu adalet tamamdır.
· Terazideki uygunsuzluğu Allah’ın gördüğünü bilen ve parmakları titreyen esnaf… Teraziye bakmayı kötü zan ve boş zahmet sayan müşteri…
· Fazla kazancının kaç fakir lokmasından meydana gelme bir vâhid olduğuna dair ruh muhasebesinde hususî bir fasıl açan tüccar… Tüccarların vergi kaçakçılığını takib için bir hafiye ordusu beslemeyen ve bunu Allahın bilgisiyle müeyyide altına alan idare… Bunlar oldu mu, müeyyide tamamdır!
· Sırtında tasarruf edilen emek artığını sanki kendisi biriktiriyor ve cemiyet hesabına yatırılıyormuş gibi bir huzur ve (mistik) zevk içinde çalışan amele…
· Amelesinin diken batmış ayağını dizine koyup saran patron…
· İş verenle iş gören arasındaki âhengi bir orkestra nizamıyla kıvamlandıran ölçü… Bunlar oldu mu, usul tamamdır!
· En ileri, en zengin ve en kalabalık (Metropolis)in billûr sarayında; en geri, en fakir ve en tenha köyün cemiyet bütünü içndeki hak ve vazifesini kolluyan ve bu kollayışın kafa hâkimiyetini temsil eden münevver…
· En ileri (Metropolis)in en ileri ufkundaki ufuk münevverin teşekkülünü besleyici şartlara inanan ve kendisi için bu şartlardan daha üstün bir koruyucu olmayacağı idealine feda olan köylü…
· En ileri münevverle en iptidaî köylü arasındaki oluş kavşağını açık tutan sistem… Bunlar oldu mu, nizam tamamdır!
· Bacaklarına bakılıp memuriyete kayrılacağını ummayan daktilo kız…
· Günahın idarî ve ictimaî selâhiyetlerinden hiçbirine ortak etmeyen ve mide kanseri gibi ferdiyeti içinde hapseden âmir…
· Cemiyete sâri günahı en büyük felâket sayan toplum havası… Bunlar oldu mu, ahlâk tamamdır!
· Mikroplara karşı muvazalı bir muhalefet tavrı takınmayan doktor…
·Nefsi hastalığına razı olsa bile cemiyetin buna razı olmayacağını ve nereye saklansa kendisini arayıp bulacağını bilen hasta…
· Bir hastahanedeki ilim ve hakikat otoritesi önünde, fert hakkı, hürriyet, demokrasi gibi laflara yer bulunmayacağına inanmış ve bu inanışla beslenmiş, gönül… Bunlar oldu mu, hakikat tamamdır!
· Öğrenmemenin vatana ihanet olduğunu en başta öğrenen öğrenci…
· Hatır için numara vermeyi, vatan ihanetine müsavi bilen öğretmen…
· Bütün haklarını okul ve öğretmene devretmiş aile ve cemiyet… Bunlar oldu mu, terbiye tamamdır!
· Saadetini, ne yapıp yapıp kötüyü bulmakta değil, ne yapıp yapıp kötünün bulunmadığını bulmakta arayan polis…
· Polisi, kendi mesleğinin tesadüfen aksini temsil etmeye memur bir yoldaş sanmayan hırsız…
· Polisle korkuttuklarına karşılık, polisi korkutmak ceberrutu yerine, ona hak takipçiliğini telkin eden hükûmet… Bunlar oldu mu, emniyet tamamdır!
· Namazda, akşama indireceği hatimden kaç para alacağını düşünmeyen imam…
· Her ferdi öbüriyle dirsek teması halindeyken, yine her ferdi Allahla yapayalnız ve aynı ictimaî dayanışmaya her sahada mâlik, milyonluk safları çerçeveleyen cemaat…
· Dini, kör ve sağır nefslerin karanlık bodrumuna indirmeyen, asliyet ve saffetinden zerre feda etmeksizin koruyan bilgi… İmam tamamdır!
· “Hâkimiyet halkın değil Hakkındır!” düsturunu mahyalaştıran telâkki…
· Hâkimiyet kendisinin değil, ancak Hakkın olursa kendisinin de hâkim olacağını şuurlaştıran halk…
· Halka “Sen kendi hayrını bilemezsin; onu Hak bilir ve gösterir! Gerçek hürriyet de bu teslimiyettir!” diyen hükûmet… Bunlar oldu mu, demokrasya tamamdır!
· Büyüklerin keyfi için tarihi ve gerçekleri değiştirmeyen bilgin… Düşünce tamamdır!
· Sanatın, sanatla beraber her şey için, her şeyden evvel mutlak hakikat ve cemiyet için olduğu sırrına eren şair… Duygu tamamdır!
· Herkesi ve herkesten ziyade kendisini aşan prensipler heyûlasının gölgesiyle heybet ve haşyet saldıktan sonra, hak ve vicdan adına kendi gölgesinden ödü patlayan politikacı… Devlet tamamdır!
· Yangın kulesinden Sarıçizmeli Mehmet Ağayı arar gibi boş yere ismi haykırılmayan, daha ilk seslenişte ilk ferdiyle “burdayım!” diye meydana çıkıveren yığın… Cemiyet tamamdır!
· Beyin, kalb, yumruk ve taban arasındaki ilâhî vazife bölümünü ve rütbe dağıtımını, her uzvu kendi faaliyeti içinde mesut ve öbürüne riayetkâr, cemiyet bünyesi…
· Allahın, meleklerine bile mahrem tuttuğu hakikat yuvası kalblerle, hakikatin sesi diller arasında mesafe bırakmayan samimiyet… Bunlar da oldu mu, baştan beri saydıklarımızın hepsi ve her şey tamamdır!..
ANADOLU
· Anadolu… Bozkurdun bir dere kenarında gümüş sulara dalıp gözlerindeki tılsımlı ateşi seyrede ede, içli ve mütevekkil bir söğüt ağacına istihale ettiği (mübarek) diyar…
· Anadolu… Türkün, gerçek ruh ve muhtevasını bulur bulmaz seyyarlıktan sabitliğe geçtiği ve ruh vataniyle içiçe yeryüzü vatanını kurduğu büyük mâna çerçevesi…
· Anadolu… Kıt’alar arası tarihî hesaplaşmaların geçit meydanı, medeniyetlerin sergi evi, mahrem ve muazzam Asyanın, Avrupa’ya bakan cumbası…
· Anadolu… Putların ve salîbin binbir cümbüşü arkasından kendisini topyekûn hilâle teslim eden ve onun dâvasını bütün dünyaya şâmil bir (aksiyon) halinde güden aslî ve asîl unsur kadrosu…
· Ve nihayet Anadolu… Tarih boyunca cihanın en büyük mâna ve madde imparatorluğuna dayanak vazifesini gördükten sonra, dört asırdır öksüz, mazlum, harap ve mahrum yaşayan; bir asırdan beri de ihanetlerin en acıklısına uğrayan, derken ananevî tahammül ve tevekkülünün üstünde ruh eşkiyasının çatı kurduğuna şahit olan misilsiz çile ve işkence arsası…
· Halbuki Anadolu; şehitler toprağı, gaziler bucağı, velîler ocağı…
· Nihayet Anadolu, her taşında bir Yunus Emre’nin oturduğu, her yolundan bir Yunus Emre’nin geçtiği, hak âşıklarının yurdu ki, minareleri, evleri, rüzgârları, ırmakları, kağnıları ve kalbleri hep “Allah Allah!” sesleriyle uğuldamakta…
· Böyleyken, Anadolu; suları bile “Allah deyu deyu” akarken, tam 65 yıldır kendi iradesiyle başa geçtiğini iddia eden istismar idarelerinin esiri olmak gibi, hayal ve efsaneye sığmaz bir gözbağcılığının, hokkabazlığın zebunu…
· Anadolu’nun yine 65 yıldır beklediği, böyle bir Anadolu görüşü ve en üstün milliyetçilik halindeki böyle bir Anadoluculukla, ona, kendi kendisini, kendi uktesini, kendi kökünü göstermeye, kendi özünü ve yemişini kuvvetlendirmeye, sırlarını çözmeye ve dostlariyle düşmanlarını tanıtmaya memur, büyük fikir hamlesidir.
· Suları bile “Allah deyu deyu” akan vatanın, o mukaddes emanet çerçevesinin “Harîm-i ismet” inde, Anadolu, düşmanlarını boğacak şuura yükselmedikçe, bilerek veya bilmeyerek, Firavunların ehramlarına taş taşıyan esirlerden farksız yaşayacaktır. “Harîm-i ismet”te boğulmasıyla, Anadolunun ve Anadolu ruhunun büsbütün boğulması arasında, ihtimal payı olarak hiçbir mesafe kalmamıştır. “Olmak mı, olmamak mı; işte bütün mesele!..”
· Annelerin gittikçe unutkan, habersiz ve nebat hayatına namzet yavrular doğurduğu ve aziz mânaların gittikçe ışıkları sönük bir liman gibi arkada kaldığı bu hengâmede, sahipsizliğine rağmen ulvi bir sezişle hakkı gördüğünü birkaç yıldır belli etmiş bulunan Anadolu, elbette ruhî istiklâl veya buna bağlanması değil, mücerret bir hasretle yanması yeter! Sadece şuur!…
· Hasret, vuslatın yarısıdır. İste ki, olsun!.