- Katılım
- 30 Eyl 2013
- Mesajlar
- 6,183
- Tepkime puanı
- 473
- Puanları
- 83
Ona bakarsan Allah birdir demek de yanlış, çünkü birin ikisi de olur. Doğrusu Allah tektir olacak.Allah büyüktür derse sıkıntı olduğunu oda biliyor
Ona bakarsan Allah birdir demek de yanlış, çünkü birin ikisi de olur. Doğrusu Allah tektir olacak.Allah büyüktür derse sıkıntı olduğunu oda biliyor
Hiç farketmedimFarkettimde bu forumdakiler arada uyukluyor?
Bilemem artıkHiç farketmedim
Acaba uyukladığımdan mı
Vay be! Biraz önce hobi forumlarını dolaştım, RC-uzaktan kumandalı helikopter ve uçak hobisi elhamdülillah yaygınlaşmış.
Edit: Yazının devamı silinmiştir.
Doğru söylüyorsun.biraz alçaktan uçsan nasıl olur. tasavvuf tasavvuf diyorsun lakin nefsin maşallah tavan kibir hat safada ego normalin 10 katı
Modernite adına hiç olmamış yenilikleri ve değişimi ilke edinmiş yenilikçilerin değiştirmeyi düşünmedikleri tek şey güçlünün güçsüzü ezmesidir. Sorduğun zaman derler ki, bu hep böyle idi! Ama din adına “bu hep böyle idi” dediğin zaman size saldırırlar. Bu yenilikçilerin inandıkları temel hakikat zulüm olsa gerek.
Görüldüğü gibi her çağın kendi hurafeleri vardır. Modern insan, kendini, hurafelere inanmıyor olmakla izah etse de farkında olmadan inandığı kendi hurafeleri vardır.
Hak-batıl savaşı, başka başka kulüplerin formasını giye giye kıyamete kadar devam edecek. Olay, tamamen Firavun'lar ve Musa'lar arasında cereyan ediyor. Dolayısıyla, bir şeye bakarken salt şu ilkeden yola çıkmak lazım: Zalim kim, mazlum kim? Futbol kulüplerini ve formaların rengini aşmış bir gözle bakmaya kendimizi alıştırmamız lazım.
Vahdeti Vücut, pasifliği önermez. Tam tersine cereyanın aktif bir cüzü olmayı önerir. Kemâlat yolculuğunda tâlibin pasif olduğun bir dönem vardır, lakin bu geçicidir. Hayret makâmından bahsediyorum. Bakarsın, oluşumları gözlemlersin, hikmetleri kalbine geldikçe hayret edersin. Bu, aşılması gereken bir makam, çünkü gaye hayret etmek değildir. Zamanla bütün zerrelerinle vahdette fâni olarak cereyanın bir cüzü olduğunun bilincine ulaşırsın.iyide zalimle mazlum size göre aynı değilmi renksizlik aleminde mazlum yok aslında bir zalimin diğer zalimle savaştığını görürsün.
yada mazlum mazlumla çarpışmaktadır. ayrıca olaylar firavun ve musa arasında değil musa ile diğer musa arasında ceryan ediyor
sizin felsefeniz bu bunu ben idaa etmiyorum sizin açıklamaya çalıştığınız felsefe diyor.şimdi siz bu felsefeyi benimsemişken kalkıp bundan şikayet etmeniz sizin açınızdan ne kadar doğru?
Vahdeti Vücut, pasifliği önermez. Tam tersine cereyanın aktif bir cüzü olmayı önerir. Kemâlat yolculuğunda tâlibin pasif olduğun bir dönem vardır, lakin bu geçicidir. Hayret makâmından bahsediyorum. Bakarsın, oluşumları gözlemlersin, hikmetleri kalbine geldikçe hayret edersin. Bu, aşılması gereken bir makam, çünkü gaye hayret etmek değildir. Zamanla bütün zerrelerinle vahdette fâni olarak cereyanın bir cüzü olduğunun bilincine ulaşırsın.
Mesele, Firavun veya Musa olmak değil, mesele şuurlanmaktır. Eğer firavun, firavunluğun hikmetini anlasa, nefsi için yapmasa, başka bir deyişle yüksek bir şuurla kulu olduğu vahdetin farkında olsa kendini kurtarırdı. Bu şuur, hâdisatın neticesini değiştirmesede aleti olduğun vahdetin bilincinde olmakla nefsini ebedî azaptan kurtarır. Şeriatin nezdinde adının firavun olması bâtında ki hakikati değiştirmez.
Allah'ın “kullarımızdan bir kul” dediği kişi ile Musa aleyhisselam'ın yolculuğunu anlatan kıssayı hatırlayın, tekrar etmeye gerek yok.
Renksizlik âlemi diyorsun. Şu kadarını söyleyim. Kâfire kılıç çeken Hz. Ali keremallahuveçhe ile müslümana kılıç çeken müşrik arasında ne fark var sanıyorsun? Neticede ikiside birbirini yok etmeye çalışıyor. Ama ince bir nüans var. Müslüman, nerede durduğunun farkında olacak. O da ancak vahdetin kulu olduğunun bilincinde olmakla mümkün. Bu bilincin oturmasına ise tek engel nefistir. Dolayısıyla gerçek düşmanın nefistir. Savaşta Hz. Ali'nin yüzüne tüküren müşriği hatırlayın, ne yaptı Hz. Ali? Ali, orada bir şeyi yok etmek için savaşmıyor. Vahdetin ona yüklediği misyonu yerine getiriyor. Nefsinin kulu değil, Allah'ın kulu olmuş.
İmam-ı Rabbani (ks), Muhyiddin-i Arâbi (ks)'nin Vahdet-i Vücut meselesini tenkit ederken şeriat ehlinin kalbi kırılmasın diye adına Vahdet-i Şühud diyerek yumuşatmış. Aslında ikiside aynı şeyden bahsediyor. Büyük imam, şahidin, şahidi olduğu vahdetin gayrında olduğunu iddia etmiyor. Zaten şuurdan gaye, cüzü olduğun vahdetin şahidi olmak değil midir? Bilen de o, bilinen de o.
Karışık mesele, ve istismara çok açık bir mesele. Farkındayım. Bu yüzden, tartış tartış bitmez.