HER TELDEN !!! MAKALELER (herhangi bir konuda, bir müminin, münafığın, müşriğin, kafirin görüşü)

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Aytunç Altındal ve Papalık (Ajanlık) meselesi (2011)

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Cübbeli Ve Yardakçıları Bizi Engelleyeceğinizi Mi Sandınız ? SİLİNMEDEN İZLE! ᴴᴰ | Ebu Haris

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
TÜRK KADININI AÇARSAK ONLARI BOZARIZ ! FRANSIZ YAZAR !

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Türkiye’de aileyi kamunun denetimine açmak: Kadına şiddet, cinsel istismar ve hukukun manipülasyonu

Neo-liberal kültür, sadece kayıt dışı ekonomiyi değil, kayıt dışı ilişkiyi de problemli olarak görür. Mahremiyet ya da akrabalık ilişkileri görünür olmamaya gerekçe olarak sunulamaz. Görmek asıldır. Şeffaflık mecburidir. Feministlerin sloganında söylendiği gibi: "Özel olan politiktir.". Fakat evin şeffaflaşması, sadece evi görünür kılacaktır. Tehlike burada bitmez. İçimden geçenler de görünür kılınmalıdır.
cX9xAvwC4x.png





1945 sonrası Türk-Amerikan ilişkilerini dönemin gazetelerinden araştırırken, 1950 yılındaki Cumhuriyet ve Zafer gazetelerinde yer alan "cinsiyet değiştirme" haberleri ilgimi çekti. Cumhuriyet'i biliyorsunuz. Zafer de Demokrat Parti'nin yarı resmi yayın organıydı. 27 Şubat 1950 tarihli Zafer'deki "Üç defa cinsiyet değiştiren kadın" haberi 3 sütuna tam sayfa olarak verilmişti. Özel bir araştırma yapmadım konuya ilişkin. Ama bu haberlerin, Akşam, Cumhuriyet, Zafer gibi yayın organlarında çıkması, Kinsey'in araştırmasının 1948 yılında yayınlandığını ve o yıllarda yönümüzü tam gaz ABD'ye döndüğümüzü düşündüğümüzde, daha bir ilgi çekici hale geliyor.

Demek ki, trans kimlikler mevzusu en az 70 yıldır Türk basınında işleniyor. Bunu bir kenara not ettikten sonra son 15-20 yılda ülkemizde olup bitenlere hızlıca bir göz atalım önce.[1]

***

1 Ocak 2001 yılında Türk Medeni Kanunu'nda bazı önemli değişiklikler yapıldı. "Ailenin reisi kocadır."ibaresi kaldırıldı. Meslek seçiminde eşlerden birinin diğerinin iznini alma zorunluluğu kaldırıldı. Ancak konumuz açısından önemli olan gelişme, yeni kanunun evlenme yaşını erkek ve kadın için eşitlemiş ve 17'ye yükseltmiş olmasıydı.

7 Mayıs 2004 tarihinde ise, uluslararası anlaşmaların iç kanunla çelişmesi halinde uluslararası sözleşmelerin esas alınacağına ilişkin olan Anayasanın 90. maddesine, daha sonraları çok önemli olduğunu anlayacağımız, küçük bir ekleme yapıldı: "temel hak ve özgürlüklere ilişkin [milletlerarası andlaşmalarla]..." Buna göre, biraz sonra ele alacağımız, İstanbul Sözleşmesi de "temel hak ve özgürlüklere" ilişkin olması sebebiyle, hukuk hiyerarşisinin en üstünde yer alacaktı.

Aynı tarihte 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) yapılan bir değişiklikle evlilik içi tecavüz kavramı getirildi. TCK'da yapılan değişiklikler bununla sınırlı kalmadı; ırz, namus, ahlak, ayıp, edebe aykırı davranış gibi "erkek egemen" söylemler TCK'dan çıkarıldı. Bakire, bakire olmayan ayrımı, kadın-kız ayrımı kaldırıldı.

Burada bir parantez açıp, biraz duralım. Türk Ceza Kanunu'nun değiştirilmesinde Türkiye'deki feminist STK'ların etkisi ayrıca önem taşımaktadır. Bu dernekler, 2002-2004 yılları arasında Kadın Bakış Açısından Türk Ceza Kanunu başlığıyla bir araya gelmiş ve bir kampanya düzenlemiştir. Kampanya sonuçlarını değerlendirdikleri yazılarında TCK'da 30'a yakın değişiklik yapıldığı belirtilmektedir. Hande Eslen Ziya (2012) Sosyoloji Araştırmaları Dergisi'nde bu hareketlerin Meclis'e nasıl "sızdıklarına" ilişkin 2000 yılından oldukça ilginç bir örnek aktarmaktadır:

"Söz konusu dönemde kadından sorumlu devlet bakanı Hasan Gemici’nin danışmanı olan Selma Acuner Türk Ceza kanunu değişikliğinde kadın hareketinin lobi stratejilerinin başarısından şöyle bahsetti:

Biz, KSSGM’nin [Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. Daha Sonra Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi] genel müdürü ile birlikte Şubat 2000 tarihinde yapılan bakanlar toplantısına resmen sızdık. O toplantıda öncelikli hedefler belirleniyordu, resmen oraya sızdık ve Hasan Gemici aracılığı ile kadınlar ile ilgili bazı konuları öncelikli hedefler arasına soktuk. Bunlardan birisi Anayasa’nın 10. maddesidir, birisi KSSGM’dir, bir başkası da Medeni kanunun öne çekilmesidir."

Devam edelim.

Türkiye'de bu gelişmeler yaşanırken, 2004 yılında ise dünya ilk pedofili partisinin yasallaştığına şahit olmuştu. Hollanda'da kurulan PNVD (Kardeşçe Sevgi, Özgürlük ve Farklılık Partisi!) isimli bir parti çocuklarla ve hayvanlarla cinsel ilişki kurulmasını savunuyordu. Halk partinin kapatılması için Lahey Bölge Mahkemesi'ne başvurdu. Ancak mahkeme başvuruyu "özgürlük" gerekçesiyle reddetti ve parti yasallaştı.

Aynı yıl Türkiye ile AB arasında “zina krizi” patlak verdi. Zinayı suç ve ceza kapsamına alan teklif AB’yi ayağa kaldırmıştı. Gül’ün danışmanı Ahmet Sever anılarını anlattığı kitabında: “AB’nin en önemsediği reformlardan biri de Türk Ceza Kanunu’nun, AB standartlarıyla uyumlu hale getirilmesiydi.” dedikten sonra, krizin nasıl aşıldığını ayrıntılarıyla anlatmaktadır. AB, zina varsa AB’yi unutun, demiş. 22 Eylül 2004 tarihinde Başbakan Brüksel’e gelmiş, Conrad Oteli’nde yapılan toplantıda, zina meselesi tekliften çıkarılmış, konu “tatlıya” bağlanmıştı.

Bir yıl sonra, 2005'te, ilk LGBT dernek, KAOS GL kuruldu. Ankara Valiliği “Hukuka ve ahlâka aykırı dernek kurulamaz” hükmü gereğince derneğin kapatılması için Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na başvurdu. Savcılık, AB siyasi kriterleri, Katılım Ortaklığı Belgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni gerekçe göstererek kapatılma istemini reddetti. O tarihten kısa bir süre önce Ankara, ironik bir şekilde, Brüksel’den müzakere tarihi alan hükümetin bu başarısını Kızılay Meydanı’nda kutlamış, AB’ye girecek olmanın coşkusunu yaşamaya başlamıştı.

2006 yılında "namus cinayetlerinin" önlenmesine yönelik Başbakanlık genelgesi yayınlandı.[2]

2009 yılında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından Türkiye'nin o güne kadarki en büyük örneklemli araştırması yayımlandı. Türkiye'nin 51 ilinde 24 bin 48 hanede yapılan araştırmada "Aile Kadınlar İçin Ne Kadar Güvenli?" başlığının altında şu ifadeler yer alıyordu[3]:

"Araştırma sonuçları hem kadınlar hem de toplum tarafından en güvenli ortam olarak düşünülen ailenin aslında kadınlar için güvenli bir ortam olmadığını göstermektedir. 10 kadından 4’ünün birlikte yaşadıkları erkekler tarafından şiddete maruz kalmaları, aile ortamının kadınlar için tehdit edebilecek bir kurum haline dönüştüğünü göstermektedir."

Üzerinde aile bakanlığının logosunun bulunduğu bir araştırmada "aile kadınlar için güvenli değildir."ifadesinin yer alması kıyametler filan koparmadı. Bilakis benzer ifadeler, yine Aile Bakanlığı'nın 2014 yılında yaptığı araştırmada da yer aldı. Bu iki araştırmanın Türkiye'deki aile politikalarının yönlendirilmesinde ve buna ilişkin yasal düzenlemelerde önemli bir etkisi vardı.

2009 yılında ilginç bir olay daha yaşandı. Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Viyana'da AB Aileden Sorumlu Devlet Bakanları Toplantısına katılmıştı. Kavaf, sonuç bildirgesindeki "farklı aile formları" ifadesine itiraz etmiş ve bildirgeyi imzalamamıştı. Sebep, "farklı aile formları" ifadesinin "eşcinsel aileleri" de kapsıyor olmasıydı.

Bunun üzerine Türkiye'de kızılca kıyamet koptu. Bakan aleyhine feminist hareketler deyim yerindeyse bir "cadı avı" başlattı. AK Parti içinden de Kavaf'a yönelik eleştiri sesleri yükseldi. Ak Parti Sivas milletvekili Nursuna Memecan Kavaf'ın sözlerini "talihsiz sözler" olarak niteledi. O dönem AB Başmüzakerecisi olan Egemen Bağış "Ben eşcinselliği bir hastalık olarak görmüyorum." dedi. Kavaf sonraki dönem aday olmadı. Yerine Fatma Şahin geldi. Şahin, Bakan koltuğuna oturduktan hemen sonra, Eylül ayında yeni anayasaya ilişkin eşcinsel derneklerin de davet edildiği bir toplantı yaptı. Toplantıda, eşcinsel hakların anayasaya alınmasına "pozitif" baktığını ifade etti.

2010 yılında, Anayasa'nın 41 maddesinde yer alan "Aile, Türk toplumunun temelidir." ifadesinin yanına usulca, "ve eşler arasında eşitliğe dayanır." hükmü eklendi. Böylelikle aile kurumu temsilden mahrum bırakılmış oluyordu.

Ancak asıl önemli gelişme, 2011 yılının mayıs ayında yaşandı. Türkiye kısa adı İstanbul Sözleşmesi olan "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi" başlıklı uluslararası sözleşmeye imza atan ilk ülke oldu ve sözleşme hiç bir maddesine çekince konulmadan ve tek bir ret oyu almadan 25 Kasım 2011'de Meclis'ten geçti; 29 Kasım 2011'de Resmi Gazete'de yayınlandı ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu anlaşmanın önemi LGBT'lerin sözleşmenin 4. maddesi gereği yasal güvence altına alınmış olmasıydı.

Dahası, Sözleşmenin tanımlar bölümünde aynen şu ifade yer alıyordu: "Kadınlar kelimesi 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da kapsar.".

Sözleşmenin bunlar kadar önemli olan bir başka maddesi ise, 48. maddeydi ve buna göre karı-koca arasındaki problemlerde, "arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere" alternatif "çatışma çözüm süreçleri" yasaklanıyordu. Ülkemizde Adalet Bakanlığı'na bağlı Arabuluculuk Daire Başkanlığı bulunuyordu. Çek senet meselelerinden, başka pek çok konuya ilişkin "arabuluculuk" imkanı tanınan ülkemizde, karı-koca arasındaki "şiddet iddiası" içeren sorunların çözümünde arabuluculuğa izin verilmiyordu.

Ardından, 2012 yılında 6284 sayılı kanun çıkarıldı. Kanunun ikinci maddesi, -hukukçulara göre, alışılmadık bir biçimde- İstanbul Sözleşmesi'ni esas aldığını belirtiyordu. Diğer bir ifadeyle, aile ve kadına ilişkin çıkarılan kanun, AB Konseyi'nin kadın ve aile algısını temel alıyordu. Yeni kanunla yapılan düzenlemelerin en dramatik sonucu, kadına yönelik şiddetin önlenmesi gerekçesiyle kadının "beyanının esas" kabul edilecek olmasıydı. Buna göre, hukukun "masumiyet karinesi" rafa kaldırılıyor, kadının beyanıyla koca hakkında en hızlı şekilde "yasal tedbir" uygulanıyordu. 6284 sayılı kanunun uygulama yönetmeliği 18 Ocak 2013 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlandı. Yönetmeliğin 30. maddesinin 3. bendi şöyle demektedir:

"Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz.Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Kararın verilmesi, Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez."

***

Şeffaf Ev: Ailenin Kamu Denetimine Açılması

Bir önceki yazımızda Rockefeller Vakfı'nın finanse ettiği çalışmalarla ABD'de hukuk sisteminin nasıl değiştirildiğini aktarmıştık. Bugün, ülkemizde benzer bir süreç yaşanmaktadır. Reisman'ın ABD için vurguladığı tehlikenin bir adım ötesine geçmiş bulunuyoruz: Aile sinoptik evrene dahil edilmelidir. Ülkemizde hukukun aileye karşı yeniden yapılandırılması bu bakımdan garipsenecek bir şey değildir.

Fakat hukukun yapılandırılma süreci henüz bitmemiştir. Bugün ardı ardına yayınlanan "istismar", "tecavüz", "ensest" haberlerinden yeni bir hukuk üretileceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

Artık ev şeffaf hale gelecektir. Byung-Chul Han'ın Flusser'den (1997) aktardığı şu sözler olup biten şeyleri özetlemektedir: "Duvar, çatı, pencere ve kapıdan oluşan sağlam ev maddi ve gayri maddi kablolarla delik deşik edilmiş, çatlaklardan iletişim rüzgarlarının estiği bir harabeye dönmüştür.". Han, şunu ekliyor: "İletişim ve enformasyonun dijital rüzgarı her şeyin içine işler ve her şeyi şeffaf hale getirir.".

İlgilendiği her şeyi bir pazar olarak gören küresel sermaye, görünmeyene düşmandır. Çocuklara, kadınlara, gençlere doğrudan ulaşmayı engelleyen her şeyi "şeffaf olmamak"la canavarlaştırır. Görünmeyen şey kötüdür. "Şeffalık mecburiyeti" der, Han, "Görünürlüğe tabi olmayan her şeyi şüpheli bulur. Şiddeti buradadır.".

Hukuk, hepimizi birer teşhir ürününe dönüştürmek için manipüle ediliyor. Sadece devletin değil, toplumun da göremediği her şeye "şüpheyle" bakması tavsiye ediliyor. Yukarıda bahsettiğim araştırmada ailenin "güvenilmez" olarak kodlanması boşuna değildir. Metis Yayınlarından çıkan Pınar İlkkaracan, Leyla Gülçür ve Canan Arın'ın yazdığı kitabın adı da bu güvenilmezliği/şüpheyi açıkça yansıtır: Sıcak Yuva Masalı.

Ev şeffaflaşana kadar, herkes tarafından görülebilir hale getirilene kadar bu şüphe devam edecektir. Han'ın sık sık söylediği gibi: "Şiddet buradadır." Artık hepimiz şüpheliyiz. Hepimiz, sadece olası bir mağdur değiliz, aynı zamanda her birimiz olası bir sapık olarak görülüyoruz: Gizleyecek/örtecek/saklayacak bir şeyimizin olması, bizi sadece şüpheli hale getirmez, aynı zamanda bize yapılacak formel ve informel müdahaleler için esaslı bir gerekçe oluşturur. Neo-liberal kültür, sadece kayıt dışı ekonomiyi değil, kayıt dışı ilişkiyi de problemli olarak görür. Mahremiyet ya da akrabalık ilişkileri görünür olmamaya gerekçe olarak sunulamaz. Görmek asıldır. Şeffaflık mecburidir. Feministlerin sloganında söylendiği gibi: "Özel olan politiktir.".

Fakat evin şeffaflaşması, sadece evi görünür kılacaktır. Tehlike burada bitmez. İçimden geçenler de görünür kılınmalıdır. Michia Kaku Zihnin Geleceği kitabında, beynimizin içinden geçenleri görselleştirilebilecek bir makinenin -ilkel düzeyde de olsa- yapılabildiğini bize haber vermektedir. Sonuçta "iyi dokunuşla", "kötü dokunuşu" ayırt edebilecek bir makineye ihtiyacımız var. Niyet de görünebilir olmalıdır.

Sorun istismar değildir. Bir şeylerin görünemiyor olmasıdır.[4] Niedzviecki (2010) Dikizleme Kültürükitabında Padme adındaki bir ev hanımının açtığı kişisel bloğu anlatır. Padme, kocasıyla yaşadığı her şeyi bloğunda yazmaktadır. Yazmakla kalmamakta, kocasıyla yaşadıklarını da videoya kaydedip bloğuna koymaktadır. Bloğunun adı şeffaflık ideolojisinin bir cümlelik anlatımıdır: Karanlık Tarafa Yolculuk. Zaten Padme de, 1 milyon 600 bin takipçisinin ardındaki sırrı şöyle açıklıyor: "Pek çok insan şeffaflığımızdan hoşlanıyor.". Padme'nin anlattıklarında ilginç olan bir şey daha var: Padme kocasını "Efendi" kendisini ise "köle" olarak tanımlıyor. İzleyicileri bu Efendi-Köle ilişkisini merak ediyor. Padme, artık bloğuna reklam da almaya başlamış. Şeffaflık, dünyamızda ödüllendiriliyor. Han'ın deyimiyle: Şiddet buradadır. Ancak Padme'nin kamuya açtığı hayatını bilmeyen birileri var. Çocuklarının ya da yakınlarının bir gün bloğundan haberdar olmasından korkuyormuş. Padme burada korkmalı mıdır? Ya da kendini ev hayatını ifşa ettiği için suçlu hissetmeli midir? Soruyu şöyle sorarsak cevabı daha kolay bulabiliriz: Şeffaf olmak suç mudur?

*

Ev/aile bugün kamunun denetimine çoktan açıldı bile. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2012 yılında Han'ın bahsettiği maddi kablolardan birini uygulamaya koydu. 18 Ekim 2012 tarihinde "panik butonu" ve "elektronik kelepçe" uygulamaları için Bursa pilot bölge seçilmişti. Bir kaç yıl sonra akıllı telefonlara indirilebilen panik butonu uygulamaları hizmete sunuldu.

1946 yılında ABD Michigan Senatörü Arthur Vandenberg Başkan Truman'a, halkını savaşa ikna etmek istiyorsan, onların "ödünü patlatmalısın" demişti. Klein buna Şok Doktrini diyor. Korkutulmuş ve şoke edilmiş bir toplum her türlü telkine açık hale gelecektir.

Uzmanların "istismarı önlemek için" verdiği nasihatlerden biri çok ilginçtir: Çocuğa, en yakınlarının bile vücuduna dokunmaması için eğitim verilmelidir. Frank Furedi, Paranoyak Anne-Babalık kitabında tam da bu konuya değinir. Artık bir çocuğun başını okşamak da şüpheli bir şeydir; ebeveyni bile olsanız. Dahası, çocuk da en yakınlarını "güvenilmez" olarak algılar. Ne de olsa, istismar "en yakından" gelmektedir.

İstismarın en yakından gelmesi önemli bir şeydir. "En yakınların" kişiliklerinin ne olduğu, "en yakının eyleminin beslenme kaynakları" vs. önemli değildir. Hatta en yakının eyleminin cezalandırılması da asıl değildir. "Ceza" o yüzden tartışılması gereken bir şeydir: İdam olmamalıdır. Eylemden daha çok "en yakın" olmanın önemi vardır. "En yakınlık" olağan şüphelilik demektir. Artık günümüzde, amca, dayı, yeğen olmak riskli bir şeydir; ebeveyn olmak da.

En yakınların "uzaklaşması ya da uzaklaştırılmasının" bir kamu meselesi, hukuk meselesi haline gelmesi garipsenmemelidir. Ev şeffaflaşana kadar sürekli bir "olay mahalli" muamelesi görecektir. Mekan şeffaflaşacak, "olağan şüpheliler" çocuktan uzaklaştırılacaktır. Şeffaflık ideolojisi, hedefiyle arasında bir şeylerin olmasına tahammül edemez.

"Şeffaflık, neoliberal bir aygıttır." der Hal, "Buna karşın gizlilik, yabancılık ve ötekilik sınırsız iletişime engel oluşturur. Şeffaflık adına bunlardan kurtulmak gerekir. Şeffaflık insanı camlaştırır. Şiddeti de buradadır. Sınırsız özgürlük ve iletişim topyekûn kontrol ve gözetime dönüşüyor.".

Şiddet, tam da buradadır.


[1] Bu yazı, bir önceki yazının devamı olarak kaleme alınmıştır.
[2] Bu genelgenin ve Türkiye'de konuya ilişkin yayınlanmış başka resmi belgelerin analiz edildiği araştırma raporu için Bkz.:
-http://aileakademisi.org/arastirma/turkiyede-ve-dunyada-kadina-siddet-arastirmasi-yayinlandi
Diğer raporlar için bkz.:
-http://aileakademisi.org/arastirma/arastirma-toplumsal-cinsiyet-esitligine-dayali-politika-uygulayan-uelkelerde-kadin-ve-aile
-http://aileakademisi.org/arastirma/aile-politikalari-ve-istanbul-sozlesmesi
[3] Bu araştırmada ve Türkiye’de kadına şiddet söyleminde kullanılan diğer istatistiklerdeki manipülasyonları ele alan rapor için bkz.: Türkiye'de ve Dünyada Kadına Şiddet Araştırması Yayınlandı | Aile Akademisi
[4] Bkz. İstanbul Kids Fashion ve Yapısal İstismarın Görünmez Kılınışı Mücahit Gültekin - İslami Analiz




Türkiye’de aileyi kamunun denetimine açmak: Kadına şiddet, cinsel istismar ve hukukun manipülasyonu Mücahit Gültekin - İslami Analiz
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Anayasa Hukuku Profesörü Kemal Gözler, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın "Dünyada ve ülkemizde yıllarca 'haram' denilmediği için dikkate alınmayan sigara bağımlılığından insanlığı kurtarmamız lazım. Sigara haramdır" sözlerine yanıt verdi.

Kendi internet sitesi üzerinden bir yazı kaleme alan Gözler, “Günümüzde modern hukuk düzenlerinde bu gibi konular beşerî kanun koyucu tarafından düzenlenir. Esasen fıkıh da bu tür konuların beşerî kanun koyucular tarafından düzenlenebileceğini kabul eder” ifadelerini kullandı. Gözler, "Sigara içilmesi haram değildir. Sigara içilmesi pek çok durumda kanun koyucu tarafından yasaklanabilse bile sigara haram değildir" diye yazdı.

İşte Gözler’in o makalesi:

Bir süredir Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın sigaranın haram olduğu yolundaki açıklamalarını dinliyoruz. Örneğin son olarak 16 Şubat 2019 günü din görevlileriyle yaptığı bir toplantıda Sayın Ali Erbaş, “sigara haramdır ve her birimiz sigaranın haram olduğunu milletimize anlatmalıyız” demiştir (1).

Diyanet İşleri Başkanının sigaranın haram olduğu yolundaki açıklamalarına karşı ülkemizin İslam hukuku uzmanlarından gelen güçlü bir tepki görmedim. Ortaya çıkan boşluğu bir nebze de olsa doldurmak istedim. Bu küçük makaleyi bunun için yazdım.

Öncelikle belirtmek isterim ki, sigaranın gerek içene, gerekse çevredeki kişilere verdiği pek çok zarar vardır ve kanun koyucu tarafından Anayasamızın 13’üncü maddesinde öngörülen şartlara uygun olarak belli yerlerde içilmesi yasaklanabilir. Nitekim Türkiye’de 7 Kasım 1996 tarih ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanunla belli yerlerde sigara içilmesi yasaklanmıştır.



Ayrıca belirtmek isterim ki belli yerlerde sigara içilmesinin kanun koyucu tarafından yasaklanması gerektiğini ve böyle bir yasağın Anayasaya uygun olacağı görüşünü savunan Türkiye'deki ilk akademik makaleyi, bundan 30 yıl önce ben yazdım (2). 30 yıldır sigaranın zararlı olduğunu ve başkasına zarar verme ihtimalinin bulunduğu istisnasız her yerde yasaklanması gereğini savunuyorum.

Vakıa şu ki günümüzde başka medenî ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de, pek çok yer ve koşulda sigara içilmesi yasaklanmıştır.

Belli yerlerde sigara içilmesi yasaktır; peki ama haram mıdır?

Hayır. Sigara içilmesi haram değildir.

Sigara içilmesi pek çok durumda kanun koyucu tarafından yasaklanabilse bile sigara haram değildir.

“Sigara haramdır” diyenler, pek muhtemelen “haram”ın ne olduğunu bilmiyorlar veya bilmezden geliyorlar. O nedenle önce “haram”ın bir tanımını yapalım:

Son devrin büyük fakihlerinden Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu isimli ünlü eserinde “haram”ı şöyle tanımlıyor: “İşlenilmesi şâri-i mübîn tarafından nehiy ve men edildiği kat'î delil ile sabit olan herhangi bir şeydir” (3).

Görüldüğü gibi haram ancak “şarî-i mübîn”, yani Allah tarafından konulur (4) ve varlığı sadece “kat’i delil”, yani kesin kanıt ile ispatlanır.

Şimdi konuyu biraz daha açalım.

HARAM KOYMAYA KİM YETKİLİDİR

Yukarıdaki tanımdan anlaşılacağı üzere haram koymaya ancak “şâri-i mübîn”, yani Allah yetkilidir. Sigara veya tütünün haram olduğuna dair bir ayet yoktur. Sigaranın haram olduğunu savunanlar da sigara veya tütün anlamına gelen bir kelimenin Kur’an-ı Kerimde geçmediğini kabul etmektedirler.

O hâlde sigara içilmesi şâri-i mübin tarafından haram kılınmamıştır.

İslam hukukunda Allah’ın haram kılmadığı bir şey mübahtır. İslam hukukunda “eşyada aslolon ibahedir” ilkesi geçerlidir. İbahe, mübah olma, helâl olma, serbest olma anlamına gelir. “Eşyada aslolan ibahedir” demek, “bir şeyin serbest olması asıldır” demektir. Bu ilkeye göre, bir şeyin veya fiilin helâl veya haram olup olmadığında tereddüt edilirse o fiilin veya şeyin helâl olduğu varsayılır. Haram olduğunu iddia eden kişi ona kat’i delil getirmek mecburiyetindedir. Şâri-i mübin tarafından haram kılınmamış her nesne helâl ve her insan davranışı serbesttir. Bir şeyin veya bir insan davranışın haram kılınması ancak açık bir ayet ile mümkündür (5).

Sigara ne kadar zararlı olursa olsun, sigara konusunda bir ayet yoktur. O hâlde sigara içmek haram değildir.

Allah tarafından haram kılınmamış bir şeyin haram olduğunu söylemek, Allah’a ait bir yetkiyi gasp etmek anlamına gelir ki, böyle bir şey müçtehitlerin en korktuğu şeydir.

* * *

Sigarayı haram kılan bir ayetin bulunmadığı ve dolayısıyla sigaranın haram olmadığı hususu bu kadar açık iken, sigara konusunda bu tartışma neden? Sigaranın haram olduğunu savunanlar nerede hata yapıyorlar? Sigaranın haram olduğunu savunanların dayandığı deliller nelerdir? Şimdi bunları görelim.

BİR ŞEYİN ZARARLI OLMASI O ŞEYİN HARAM OLMASI SONUCUNU DOĞURUR MU

Sigaranın haram olduğunu savunanların bir kısmı, sigaranın çeşitli zararlarını sayıp, bu zararları nedeniyle sigaranın haram olduğu sonucuna ulaşıyorlar. Yani zararlılıktan haramlığı istihraç ediyorlar.

Şüphesiz ki sigara zararlıdır ve beşerî kanun koyucular tarafından belli şartlar altında yasaklanmalıdır. Ancak bir şeyin zararlı olmasından onun haram olduğu, yani şâri-i mübin tarafından da yasaklandığı sonucu çıkarılamaz. Haram Allah tarafından konulmuş bir şeydir; ya vardır; ya yoktur; yok ise ne kadar gerekli olursa olsun var olduğu söylenemez. Zira gereklilik başka haram başkadır. Haram ile zararlılık farklı kavramlardır. Haram olan şey, zararlı olduğu için değil, Allah tarafından haram kılındığı için haramdır. Yarar-zarar bilançosu yapıp bir şeyin haram olduğuna hükmetmek, Allah’ın takdirine karışmaktan başka bir şey değildir.

İlave edelim ki zararlılık argümanından haram istihraç edenlerin fıkıh kültüründen şüphe etmek lazımdır. Şâri-i mübin tarafından konulmuş bir kurala gönderme yapmaya ihtiyaç duymaksızın bir şeyin haram olduğunu söylemek için minimum bir fıkıh kültüründen mahrum olmak gerekir. Fıkıhta meseleler olgulara gönderme yaparak değil, nasslara referansla tartışılır. Gerek hukukta, gerek fıkıhta, olgular başka, normlar başkadır. Olgusal alem ile normatif alem farklı şeylerdir ve bunlar arasında geçiş yoktur; olgudan norm; normdan olgu çıkmaz.

YORUM YOLUYLA HARAM KONULABİLİR Mİ

Sigaranın haram olduğunu savunanların bir kısmı ise, zarar argümanından yola çıkmakla birlikte, az da olsa bir fıkhî kaygıyla, sigaranın haram olduğu görüşünü çeşitli nasslarla delillendirmeye çalışıyorlar.

Ne var ki, dayandıkları nasslar açık ve kesin değil. Sigaranın haram olduğu yolunda ileri sürdükleri ayet sayısı da bir ikiyi geçmiyor. Hemen belirtelim ki, bu ayetlerin de sigarayla doğrudan bir ilgileri yok. Yani sigaranın haram kılınması bakımından bu ayetlerde yeterince “norm somutlaşması (normkonkretisierung)” yok.

Bu ayetlerden birincisi Bakara Suresinin “… ve kendinizi elinizle tehlikeye atmayın… ()” (6) diyen 195’inci ayetidir. Diyorlar ki, sigara içen kişi, kendisine de zarar vermektedir, kişinin kendi eliyle kendisini tehlikeye atması haram ise, sigara içerek kendisini tehlikeye atması da haramdır.

Bu ayetlerden ikincisi A’raf Suresinin “…yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz… ()” (7) diyen 31’inci ayetidir. Diyorlar ki, “israf haramdır; sigara da israftır, o hâlde sigara haramdır”.

Keza bazıları, sigara ile haram kılınan içkiler arasında benzerlik kurarak, sigaranın da haram olduğunu ispatlamaya çalışıyor. “Şarap haram ise sigara da haramdır” diyorlar. Bazıları sigaranın şarap gibi uyuşturucu etkisinden bahsediyor. Hatta bazıları, sigarayı soğan ve sarımsağa kıyasla haram kılmaya çalışıyor.

Bu tür çıkarımlarda kullanılan öncüllerin maddî doğruluğu sorununu bir yana bırakarak belirtelim ki, bu çıkarımlarda ciddi metodolojik hatalar vardır. Bu çıkarımların bazılarında “kıyas (argumentum a simili)” argümanı kullanılıyor. Oysa burada kıyasın şartları yoktur (8). Haram koyan hükümler, mahiyetleri gereği “muhtassun binnas” niteliğinde hükümlerdir. Yani bu hükümlerde sırf belli bir şey veya fiil hakkında, sırf o şeye veya fiile özgü olarak, o şeyin veya fiilin ismi de zikredilerek hüküm konulur. Asıl hükmün muhtassun binnas olduğu durumlarda kıyas yapılamaz (9). Yani Latince terimlerle söylersek, aslın hükmünde bir nesne veya fiil “expressio unius” olarak zikredilmiş ise orada kıyas yapmak caiz değildir (10).

Kıyasın şartları gerçekleşse bile ortaya ikinci bir metodolojik problem daha çıkıyor: Kıyas her zaman, genişletici yorum aracıdır ve kıyas yapıldığında haram getiren hükümlerin kapsamı genişler. Peki ama haram getiren hükümlerin kapsamı, kıyas yoluyla veya diğer yorum yöntemleriyle genişletilebilir mi?

Bu soruya cevap vermek için öncelikle nesnelerin ve insan fiillerinin haram olmasının “sıfat-ı asliye (essentialia)” mi, yoksa “sıfat-ı arıza (accidentalia)” mı olduğunu tespit etmek gerekir.

Sıfat-ı asliye, yani aslî nitelik, nitelenen şeyde bizzat bulunan, yani o şeyin kendisinde bulunan durum, nitelik veya özelliktir (11). Sıfat-ı asliye, tabir caiz ise, bir şeyin “default (varsayılan) niteliği”dir. Sıfat-ı arıza, yani arızî nitelik, nitelenen şeyde bizzat, yani kendiliğinden bulunmayıp, ona sonradan eklenen niteliktir (12). İnsan, irade sahibi bir varlıktır ve yaradılış olarak hareket etme gücüne sahiptir. Dolayısıyla insanın, fiillerinde hür olması aslî nitelik, bu fiillerin yasaklanmış olması ise sonradan ortaya çıkan arızî bir niteliktir. Mecellenin 9’uncu maddesinde dendiği gibi “sıfat-ı arızada aslolan ademdir” (13). Yani arızî niteliğin yokluğu asıldır. Bu şu anlama gelir ki, bir insan fiilinin yasak olup olmadığında tereddüt edilirse, yasak olma arızî bir nitelik olduğuna göre, yasağın olmadığı varsayılır. O hâlde, bir nesnenin veya fiilin helâl olması “sıfat-ı asliye”, haram olması ise “sıfat-ı arıza”dır. Yani aslolan bir şeyin helâl olması; arizî olan ise o şeyin haram olmasıdır.

Sıfat-ı asliye daima “kaide (generalis regula)”yi, sıfat-ı arıza ise daima “istisna exceptio)”yı teşkil eder (14). O hâlde bir şeyin helâl olması kaide, haram olması ise istisnadır.

Devam edelim: Gerek modern hukukumuzda, gerekse fıkıhta, kaidenin değil, istisnanın varlığı ispata muhtaçtır. Fıkıhta bu husus “beyyine hilaf-ı aslı ispat içindir” (15) özdeyişiyle dile getirilir.

Tüm bunlardan şu sonuç çıkar: Gerek modern hukukumuzda, gerekse fıkıhta, kaide geniş, istisna dar yorumlanır. Roma hukuku temelli hukuklarda bu ilke Latince olarak “exceptiones sunt strictissimae interpretationis” özdeyişiyle ifade edilir. Fıkıhta bu ilke benzer şekilde bir özdeyiş hâline getirilmemiş ise de, “istisnalar dar yorumlanır” ilkesi, “sıfat-ı arızada aslolan ademdir” ve “beyyine hilaf-ı aslı ispat içindir” ilkelerinin doğrudan bir sonucudur (16).

Nihayet belirtelim ki, istisnaların dar yorumlanması ilkesi, kural koyma ve konulan kuralı değiştirme yetkisinin yorumcuya değil, kanun koyucuya ait olması prensibinden de kaynaklanır. İstisna, kaidenin kapsamını daralttığı için kaidenin değiştirilmesi anlamına gelir. Kaideyi değiştirme yetkisi sadece ve sadece kaideyi koyan makama aittir. Yorumcu istisnayı geniş yorumladığında, kaidenin uygulama sahası daralmış, yani kaide değişmiş olur. Oysa yorumcunun böyle bir yetkisi yoktur (17).

Sonuç olarak fıkıhta da istisnaların dar yorumlanması gerektiğini söyleyebiliriz. Bir insan fiilinin haram kılınması ise bir sıfat-ı arıza ve dolayısıyla istisna olduğuna göre sigaranın haram kılınıp kılınmadığı meselesinin çözümünde de dar yorum yapmamız gerekir.

Dar yorum yapılırsa, Bakara Suresinin 195’inci ayetinde geçen “tehlike (el tehlekeh [])” ve A’raf Suresinin 31’inci ayetinde geçen “israf (tüsrifu şekliyle [])” kelimelerinin kapsamına “sigara” dâhil edilemez. Dâhil edilirse, bu ayetler tarafından konulan haramın kapsamı genişletilmiş olur. Oysa haramların kapsamını genişletmeye, sayısını artırmaya, yorumcu veya uygulayıcı değil, sadece şâri-i mübin yetkilidir. Ayrıca ilave edelim ki, istisnalar dar yorumlanır kuralına riayet edilmez ise, yorum yoluyla haram kılınamayacak bir nesne veya fiil kalmaz. İstisna olan asıl hâle gelir. Bu durumda ise fıkhın liberal özü ortadan kalkmış olur.

Yukarıda açıkladığımız “eşyada aslolon ibahedir” ilkesi de yorum yoluyla istisnaların genişletilmeyeceği sonucunu doğurur. Bu ilkenin temelinde En’am Suresinin 119’uncu ayetindeki “ve muhakkak size haram olan şeyler mufassalan bildirilmiştir (18) (ve kad fassale lekum mâ harrame aleykum)” hükmü bulunur. Bu ayete göre haram olanlar, Kur’anda “fassale ()”, yani “fasıla fasıla”, yani “mufassal” olarak, yani Ömer Nasuhi Bilmen’in mealiyle “mufassalan”, yani Elmalılı Hamdi Yazır’ın mealiyle “ayrı ayrı”, yani Diyanet İşleri Başkanlığının mealiyle “tek tek” bildirilmiştir (19). Diğer bir ifadeyle Kur’anda haram kılınanlar, numerus clausus olarak, yani sınırlandırılarak sayılmıştır. Kur’an’da haram listesi, “liste fermée” veya “exhaustive list” oluşturur. Dolayısıyla Kur’anda ayrıca ve açıkça haram olduğu belirtilmeyen şeyler, haram değildir. Haram listesine yorum yoluyla yeni maddeler eklenemez.

Makalenin başında Ömer Nasuhi Bilmen’den verdiğimiz haram tanımında geçen “kat’i delil” şartı da, haram koyan ayetlerin dar yorumlanmasının gerekliliğine işaret eder. Bir şeyi haram kılan bir ayetin varlığı, herhangi bir delil ile değil, ancak bir “kat’i”, yani “kesin” delil ile ispat edilebilir. Kıyas yoluyla veya yorum yoluyla elde edilmiş deliller birer “kat’i delil” değildir.

SONUÇ

Yukarıda açıklananlardan şu sonuç çıkıyor: Fıkıhta sigara içilmesi haram değildir.

Malum; Şeyhülislam Ebussuud Efendi, “nâ-meşru olan nesneye emr-i sultanî olmaz” demiştir; ilave edelim: “Diyanet İşleri Başkanının fetvasıyla meşru olan bir nesne nâ-meşru hepten olmaz”.

Diyanet İşleri Başkanından böyle tartışmalı bir konuda “sigara haramdır ve her birimiz sigaranın haram olduğunu milletimize anlatmalıyız” demek yerine hiç olmazsa bu konunun içtihada mütehammil bir konu olduğunu belirtmesi beklenirdi.

Yukarıda En’am Suresinin 119’uncu ayetinin “ve muhakkak size haram olan şeyler mufassalan bildirilmiştir” kısmını okuyucular için alıntılamıştık. Şimdi de aynı ayetin geri kalan kısmını, haram olmayan şeyleri haram ilan edenler için alıntılayalım. Bu sefer Ömer Nasuhi Bilmen’in mealinden değil, Diyanet İşleri Başkanlığının mealinden alıntı yapalım: “Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına uyarak bilmeden (halkı) saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir” (20) .

* * *

Bu makaleyi bitirirken bu vesileyle şunu da belirtmek isterim ki, İslam hukuku dahil, Akdeniz havzasında doğmuş ve gelişmiş bütün hukuk sistemleri “hürriyet karinesi” üzerine kuruludur (21). Bu hukuk sistemlerinde insanın hür, eşyanın mübah olduğu varsayılır. Bu sistemlerde hürriyet asıl, yasak ise istisnadır. Yasaklanmamış her şey serbesttir. Ve yasak, yorumcu veya uygulayıcı tarafından değil, ancak kanun koyucu tarafından konulabilir. Kanun koyucunun koyduğu yasaklar da istisna oldukları için dar yoruma tâbi tutulurlar. Roma hukukuna dayanan modern hukukumuz da, İslam hukuku da bu temel üzerine kuruludur ve bu nedenle de otoriter değil, liberal hukuk sistemleridir.

Maalesef bu temeli bilmeyen veya hürriyet fikrinden nasibini almamış sözde hukukçu ve fakihlerin elinde, günümüz Türkiye’sinde, hukuk da, fıkıh da liberal özünden koparılıp, adım adım otoriter bir hukuk ve otoriter bir fıkıh olma yolunda hızla ilerliyor. İki ay kadar önce yayınladığım bir makalede “hukuk nereye gidiyor” sorusunu sormuştum (22). Maalesef Türkiye’de tamamıyla aynı sebeplerden dolayı bugün “fıkıh nereye gidiyor” sorusunu da sormak gerekiyor.

Türkiye’de içinden geçtiğimiz otoriterleşme sürecinde hukukun zarar gördüğü gibi fıkıh da zarar görüyor. Fıkhen haram olmayan şeyler haram olarak ilân edilmeye başlandı. Aslında bu şaşırtıcı değil. Hukukun bozulduğu yerde, fıkhın da bozulması beklenen bir sonuçtur. Zira hukukun özünde de, fıkhın özünde de insanın insana değil, insanın kurallara itaat etmesi düşüncesi yatar.

Sanıyorum artık Henry de Bracton’un (1210-1268) bugün Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kütüphanesinin giriş kapısının üstünde kazılı şu sözünü zikretmenin zamanıdır: “Non sub homine, sed sub Deo et lege” (23). Bu söz şunu söylüyor: İnsanlar, insanlara değil, Tanrıya ve kanuna itaat etmelidir. İnsanların insana itaat ettikleri bir yerde hukuk da, din de tehdit altındadır.

* * *

Nihayet son olarak şunu da not etmek isterim ki, bu makalede tartışılan konu, sigara içmenin fıkıh açısından haram olup olmadığı sorunundan ibarettir. Bu makalede sigara içmenin beşerî kanun koyucu tarafından düzenlenemeyeceği yolunda bir fikir yoktur. Tersine günümüzde modern hukuk düzenlerinde bu gibi konular beşerî kanun koyucu tarafından düzenlenir. Esasen fıkıh da bu tür konuların beşerî kanun koyucular tarafından düzenlenebileceğini kabul eder. Laik bir hukuk sisteminde, beşerî kanun koyucu tarafından yasaklanmış olan bir fiilin haram olup olmasının uygulanacak olan normun geçerliliği üzerinde bir etkisi yoktur. Laikliğin anlamı da budur.

Odatv.com

DİPNOTLAR

* Kemal Gözler - Özgeçmiş - CV

(1) Ali Erbaş, “Sigaranın Haram Olduğunu Milletimize Anlatmalıyız”, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı | İman | İbadet | Namaz | Ahlak (16 Şubat 2019).

(2) Kemal Gözler, “Sigara İçme Özgürlüğü ve Sınırları: Özgürlüklerin Sınırlandırılması Problemi Açısından Sigara Yasağı”, Ankara Barosu Dergisi, Yıl 47, Sayı 1, Ocak 1990, s.31-67
HTML:
.

(3) Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, Bilmen Yayınevi, 1967 (Tıpkı Baskısı: Sarmaşık, Tarihsiz), c.I, s.34.

(4) Allah, yasakları vahiy yoluyla bildirdiğine göre “Şâri-i Mübîn”in “Allah ve Peygamberi” olduğu düşünülebilir. Bu makalede “Şârî-i Mübin”in Allah olduğu, Peygamberinin ise “Şâri” olduğu kabul edilmiştir. Bu küçük makalade bu konuda daha fazla bir tartışmaya girmeksizin bu hususta Ömer Nasuhî Bilmen’den şu paragrafı alıntılayalım: “Şeriat, umumî mânâsına nazaran, ‘bir peygamberi zîşan tarafından tebliğ edilmiş olan kanunu ilâhî’ demektir. Bu kanunun asıl vazıı olan Cenabı Hakka ‘Şarii Mübîn’ denir. Bu kanunu insanlara tebliğ etmiş olan peygambere de ‘Şârî’ unvanı verilir” (Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, op. cit., , c.I, s.14).

(5) Servet Armağan, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Ankara, Diyanet Vakfı, 6. Baskı, 2006, s.82.

(6) Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an Tefsiri, Bakara Suresi, Ayet 195,kuran.diyanet.gov.tr/… (Erişim Tarihi: 18 Şubat 2019)

(7) Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an Tefsiri, A’raf Suresi, Ayet 31,kuran.diyanet.gov.tr/… (Erişim Tarihi: 18 Şubat 2019).

(8) Kıyasın şartları konusunda bkz. Kemal Gözler, Hukuka Giriş, Bursa, Ekin, 15. Baskı, 2018, s.355-362.

(9) Kavram için bkz. Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, op. cit., c.I, s.172.

(10) “Expressio unius” kavramı ve bu durumda kıyas yapılamayacağı ilkesi konusunda bkz.: Gözler, Hukuka Giriş, op. cit., s.329-361.

(11) Ali Haydar, Dürerü’l Hukkam Serhu Mecelleti’l Ahkam (Yazı Çevrimi: Raşit Gündoğdu ve Osman Erdem), İstanbul, Gül Neşriyat, Tarih Yok (2006?), c.I, s.35.

(12) Ibid.

(13) Ali Haydar, bu ilkenin İbn Nüceym’in El Eşbah’ında Arapça olarak “el-aslü fi’s-sıfati’l-ârizati el-adem ()” şeklinde ifade ettiği ilkenin çevirisi olduğunu not etmektedir (Ali Haydar, op. cit., c.I, s.34).

(14) Bu konuda bkz. Gözler, Hukuka Giriş, op. cit., s.343.

(15) Ali Haydar, op. cit., c.I, s.104.

(16) Bu konuda bkz. Gözler, Hukuka Giriş, op. cit., s.341-343.

(17) Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Gözler, Hukuka Giriş, op. cit., s.329-330.

(18) Ayetin Türkçe mealini Ömer Nasuhi Bilmen’in mealinden alıyoruz (Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri, İstanbul, Bilmen Yayınevi, 1985, c.II, s.945).

(19) Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kuran Dili Tefsiri’nde de aynı hüküm “O size… harâm kıldığı neler ise ayrı ayrı bildirmiş iken…” şeklinde geçer. Yine aynı hüküm, Diyanet İşleri Mealinde, “Allah, … size neleri haram kıldığını tek tek açıklamışken…” şeklinde Türkçeye çevrilmiştir (kuran.diyanet.gov.tr/). Görüldüğü gibi Bilmen mealinde “fassale” kelimesi Türkçeye “mufassalan”, Elmalılı mealinde “ayrı ayrı”, Diyanet mealinde “tek tek” diye Türkçeye çevrilmiştir. Her üç mealdeki çeviri de doğrudur.

Burada belirtelim ki, internetteki versiyonlarına bakıldığında bazı meallerde En’am suresinin 119’uncu ayetinin Türkçe mealinde “fassale” kelimesi atlanarak Türkçeye çevrildiği görülüyor. Örneğin Diyanet Vakfı, Gölpınarlı, Parlıyan, Sağlam, Bayraklı, Ateş ve Piriş’in meallerine bakılabilir ( http://kuranmeali.com/...). Bazı meallerde bu ayete ilişkin olarak “fassale” kelimesinin atlanması, gerek bu ayetin, gerekse bütün fıkıh sisteminin liberal özüne zedelemektedir.

Burada En’am Suresinin 119’uncu ayetinin tamamının mealini vermekte de yarar vardır. Bunu meali de yine en ehil ve en sadık müfessir olduğunu düşündüğümüz Ömer Nasuhi Bilmen’den verelim: “Size ne var ki, üzerine Allah Teâlâ'nın ismi zikredilmiş olanı yemeyesiniz. Ve muhakkak size haram olan şeyler mufassalan bildirilmiştir. Ancak kendisine muzdar kaldığınız şey müstesna. Ve şüphe yok ki birçokları bilmeksizin kendi hevâlarıyla (halkı) dalâlete düşürürler. Senin Rabbin ise muhakkak ki, mütecavizleri en ziyâde bilendir” (Bilmen, Kur’an’ı Kerim’in Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri, op. cit.,c.II, s.945).

(20) Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an Meali, En'am SUresi, Ayet 119 (kuran.diyanet.gov.tr/…) (Erişim Tarihi: 20 Şubat 2019).

(21) Hürriyet karinesi konusunda bkz.: Kemal Gözler, İnsan Hakları Hukuku, Bursa, Ekin, 2. Baskı, 2018, s.140-151.

(22) Kemal Gözler, “Hukuk Nereye Gidiyor? Gözlemler ve Sorular”,anayasa.gen.tr/… (Yayın Tarihi: 6 Aralık 2018).

(23) Sir Edward Coke bu sözü Bracton’a atfeder (12 Coke’s Reports 63) (O. John Rogge, “The Rule of Law”, ABA Journal, Cilt 46, Sayı 9, Eylül 1960, s.981) (books.google.com).

https://odatv.com/diyanet-isleri-baskani-haram-nedir-biliyor-mu-24021948.html
 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Barnaba İncilinde Hz. Muhammed Müjdelendi Mi ? / Pelin Çift / Ömer Faruk Harman / Emre Dorman

 
Son düzenleme:

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
EROL MÜTERCİMLER: MÜSLÜMANI MÜSLÜMANA KIRDIRIYORLAR. İSLAM İSLAMLA YOK EDİLİYOR. BANA KÜFREDECEĞİNİZE OYNANAN OYUNLARA BAKIN


 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
D0mMdiYXcAEaek5.jpg



Rahmetli Timurtaş (Uçar) Hocanın oğlu Bekir Yunus Uçar'ın, AKP tarafından milli piyango genel müdürlüğüne getirilmesi trajik olmuş.

ozel-haber-bekir-yunus-ucar-2017-de-hedefimiz-9186160_o.jpg


258021.jpg


Kısaca kumara karşı babanın oğlu milli kumar teşkilatının başına getirilmiş.

Çok ince bir sosyal mühendislik eseri olan bu atamayı planlayanı, zekasından dolayı tebrik etmek istiyorum.

Son zamanlarda gördüğüm en ince işçilik!

Spor Toto’ya karşı babanın oğlu, Spor Toto Müdürü



Rahmetli Timurtaş hocanın eski bir vaazı ile mesajımı noktalıyorum:
 
Son düzenleme:

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Rahmetli Timurtaş (Uçar) Hocanın oğlu Bekir Yunus Uçar'ın, AKP tarafından milli piyango genel müdürlüğüne getirilmesi trajik olmuş.

ozel-haber-bekir-yunus-ucar-2017-de-hedefimiz-9186160_o.jpg


258021.jpg


Kısaca kumara karşı babanın oğlu milli kumar teşkilatının başına getirilmiş.

Çok ince bir sosyal mühendislik eseri olan bu atamayı planlayanı, zekasından dolayı tebrik etmek istiyorum.

Son zamanlarda gördüğüm en ince işçilik!

Spor Toto’ya karşı babanın oğlu, Spor Toto Müdürü



Rahmetli Timurtaş hocanın eski bir vaazı ile mesajımı noktalıyorum:




Naci Karadag on Twitter

Naci Karadag on Twitter
 
Son düzenleme:

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
AMERİKA'YI Öven Kabe İmamını Rezil Eden Örnek Müslüman

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
bir rüya...

''Dünyadaki imtihanın gayesi; gözden perdeyi kaldırmak imiş''

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
abdullah azzam - cihad bugün farz değilse hiçbir zaman farz değil

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Şeytan'ın da razı olacağı sözde müslüman tipi

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Kamâlizm Türk' ün dini midir?

 
Son düzenleme:

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Nevruz Bayramı Hakkında | Alparslan Kuytul Hocaefendi

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Oy Kullanmak Halis Hoca Hafız Mustafa Ebu Haris Ebu Ubeyde Murat Gezenler İbrahim Gadban


 
Üst