Düşünce yapım her zaman ortada
1873 yılında Bitlis'in Nurs köyünde doğdu. Nursi ismi bu köye izafeten kendisinin soyadı olarak kullanılmaktadır. Kısa bir süre Molla Mehmet Emin'den ders almış, düzenli bir eğitim görmemiş, görememiştir.
Alıntıdır
M. Esad Erbilli hazretleri Nakşibendidir ama said nursi Pir Abdulkadir Geylanı 'nin Fütuhul Gayb Adlı Eserinden İlhami Olarak Etkilenmiştir
Evet düşünce yapım ortada, her zaman doğrudan yana
Kişilere kutsaliyet verilipte her dedikleri doğru kabul edilemez, her yaptıkları mübah görülemez
Kimse zorlanmasın anlasın düşüncemi diye yazıyorum
Aşağıda bazı alıntılar
Üçüncü Nokta
Bundan otuz sene evvel, Eski Said'in gafil kafasına müthiş tokatlar indi, -1- Ölüm kesin bir gerçektir. kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir hâlâskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı Âzam olan şeyh-i Geylânî Radıyallahu Anhın Fütuhu'l-Gayb namındaki kitabıyla tefe'ül etti. Tefe'ülde şu çıktı:
-2- Sen dârü'l-hikmettesin; önce, kalbini tedavi edecek bir tabip ara.
Aciptir ki, o vakit ben Dârü'l-Hikmeti'l-ıslâmiye âzâsı idim. Güya ehl-i ıslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvelâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir.
ışte, Hazret-i şeyh bana der ki: "Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara."
Ben dedim: "Sen tabibim ol." Tuttum, kendimi ona muhatap addederek, o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum.
Fakat sonra, ameliyat-ı şifakârâneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münâcâtını dinledim, çok istifaza ettim.
Sonra ımam-ı Rabbânî'nin Mektubat kitabını gördüm, elime aldım. Hâlis bir tefe'ül ederek açtım. Acaiptendir ki, bütün Mektubat'ında yalnız iki yerde "Bediüzzaman" lâfzı var. O iki mektup bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektupların başında "Mirza Bediüzzaman'a Mektup" diye yazılı olarak gördüm. "Fesübhânallah," dedim. "Bu bana hitap ediyor." O zaman Eski Said'in bir lâkabı Bediüzzaman idi. Halbuki Hicretin üç yüz senesinde, Bediüzzaman-ı Hemedânî'den başka o lâkapla iştihar etmiş zatları bilmiyordum. Halbuki ımamın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki, ona o iki mektubu yazmış. O zâtın hali benim halime benziyormuş ki, o iki mektubu kendi derdime devâ buldum.
Yalnız ımam, o mektuplarında tavsiye ettiği gibi, çok mektuplarında musırrâne şunu tavsiye ediyor:
"Tevhid-i kıble et." Yani, "Birini üstad tut, arkasından git. Başkasıyla meşgul olma."
şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahvâl-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim? Tahayyürde kaldım. Herbirinde ayrı ayrı cazibedar hâsiyetler var; biriyle iktifâ edemiyordum.
O tahayyürde iken, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle kalbime geldi ki:
Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi Kur'ân-ı Hakîmdir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyleyse, en Âlâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur.
Ona yapıştım. Nâkıs ve perişan istidadım elbette lâyıkıyla o mürşid-i hakikînin âb-ı hayat hükmündeki feyzini massedip alamıyor. Fakat ehl-i kalb ve sahib-i hâlin derecâtına göre, o feyzi, o âb-ı hayatı, yine onun feyziyle gösterebiliriz. Demek, Kur'ân'dan gelen o Sözler ve o nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil, belki kalbî, ruhî, hâlî mesâil-i imaniyedir. Ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i ılâhiye hükmündedirler.
..............................................................................................................................................................................................................
Ve benim bildiğim eğer yaanlış değilse M Esad Erbilli hazretleri 'nden Ders Almamıştır said nursi ( dersi kabul etmemiştir çünki )
...............................................................................................................................................................................................................
Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Abdurrahman Cerrahoğlu Bediüzzaman hazretlerinin kendisine bir ziyarette şöyle dediğini naklediyor: Bundan kırk yıl kadar evvel Şeyh Esad Efendi kardeşim bana geldi:"Kardeşim Said, tuttuğun bu yolu tarikatla birlikte devam edersen zamanın imam veya reisi olursun' dedi."Cevaben dedim: 'Kardeşim, öyle bir zaman gelecek ki, iman adet kabilinden sallantıda olacak. biz,-tarikat bir tarafa-hepimiz bugünden tezi yok imanî hüccetlerin gönüllerde yerleşmesi için birleşirsek o zaman en faydalı, en lüzumlu vazifemizi yerine getirmiş oluruz.' Son Şahitler-1.s: 244- Necmeddin Şahiner, Yeni Asya yayınları-İst-1993
Aynı hadiseyi M.Fethullah Gülen Hocaefendi de şöyle bahsetmektedir: Asrımızın başlarında, İstanbul'daki büyük bir veli, müceddid namzedi büyük zata: "Efendi gel şöyle birisine intisab et. Bir hilâfet al. Zamanın İmam-ı Rabbani'si olursun" deyince O hüşyâr kâlpli zat "İmam-ı Rabbani'lik değil Ebu Bekir'lik bile verilse insanlığın imanına hizmet edemedikten sonra ne ehemmiyet ifade eder!" cevabını verir(Hitap Çiçekleri- Nesil yayınları)
Alıntıdır
......................................................................................................................
Bediüzzaman'ın on iki tarikattan icazet aldığını gösteren bir bilgiye, ne Risale-i Nur külliyatında, ne de hatıralarda rastlayamadık
Yalnız Emirdağ Lahikası'nda geçen şu ifade var; "Bütün on iki büyük tarikatın hulâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi." (1)
Bilen Bey
0
Bediüzzaman'ın on iki tarikattan icazet aldığını gösteren bir bilgiye, ne Risale-i Nur külliyatında, ne de hatıralarda rastlayamadık.
Yalnız Emirdağ Lahikası'nda geçen şu ifade var; "Bütün on iki büyük tarikatın hulâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi." (1)
(1) bk. Emirdağ Lahikası-II, (49.Mektup)
Risale-i Nurun 12 tarikatin hülasası olması hakkında