DÜNYAYI KUTLU DOĞUM İLE AYDINLIĞA GARK EDEN NUR (S.A.V.)
Nebiler sultanı sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa (s. a. v.) efendimizin dedesi Kureyş’in Benî Hâşim kolundan Abdülmuttalib b. Hâşim’dir. O çok yakışıklı ve azametli biriydi. Kureyşliler ona çok saygı duyuyorlardı. Aynı zamanda zengindi de.
Abdülmuttalib Zemzem Kuyusu’nu yeniden ortaya çıkarıp onardı. Bunu çekemeyen Kureyş’in ileri gelenleri ona engel olmaya ve onu küçük düşürmeye çalıştılar. Kendisinin Hâris’ten başka oğlu yoktu ve bu yüzden savunmasızdı. Zemzem kuyusunun başında Allah’tan kendisine on çocuk vermesi için dua etti. Eğer on erkek çocuğu olursa birini Allah’a kurban edecekti. Yüce Allah duasını kabul etti ve ona on tane erkek çocuk verdi. Bütün oğullarını seviyordu ama Abdullah’ı farklı seviyordu. Abdülmuttalib, çok adaletli biriydi. Bu nedenle Abdullah büyüdüğünde 10 oğlunu etrafında toplayıp Allah’a verdiği sözü onlara anlattı. Onlar ne yapmaları gerektiğini babalarına sordular. Babaları her biri için bir ok üzerine kendi işaretlerini koymalarını söyledi. Oklar çekildi. Kurada Abdullah çıktı Herkes bu kurban işine karşıydı. Kureyşli olan Annesi Fatıma da… Kendisine bunu diyet ile ödemelerini söylediler. Bu konuda güvendikleri bir bilge kadın vardı hemen ona gittiler.
Kadın:
“Sizde kan bedeli nedir” diye sordu. Dediler ki:“10 devedir”.
“Öyleyse 10 deveyi ve adamı bir yere koyun eğer kura adama çıkarsa 10 deve daha koyun. Ta ki kura develere çıkıncaya kadar”.
Okları çektiler, ok yine Abdullah’ın aleyhine çıktı 10 deve daha eklediler. Bu iş develerin sayısı yüzü buluncaya kadar devam etti. Sonunda ok, develerin aleyhine çıktı. Sonra iki kere daha ok çektiler her seferinde ok deveye çıkınca kalpleri mutmain oldu. Böylece çok sevdiği oğlu Abdullah kurtuldu. Bundan dolayı peygamberimiz (s. a. v.) hem babası Abdullah’ın, büyük atası Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in kurban edilmekten kurtulmuş olduğunu kastederek: “Ben iki kurbanlığın oğluyum” demiştir.
Peygamberimizin babası Abdullah, Mekke’nin en güzel delikanlılarından biriydi.Bütün kızlar onunla evlenmek için can atarlardı. Babasına karşı da çok itaatliydi, onun sözünden asla dışarı çıkmazdı, edepli, güzel ahlak sahibi bir delikanlıydı. İki gözünün arasında bir nûr taşıyordu ki o nûru gören herkes ona âşık oluyordu. Fakat o bunların hiç birine iltifat etmiyordu.
Bu arada haniflerden Varaka b. Nevfel, kabilesinin kutsal kaynaklarını okuyup onlar üzerinde bir araştırma yapmış, yakında bir peygamberin geleceğini ve onda diğer insanlardan farklı bir takım işaretler olacağına dair bilgileri öğrenmiş ve bu bilgileri kız kardeşi Kuteyle ile de paylaşmıştı.
Kuteyle hep gelecek yeni peygamberi beklemekteydi.
Abdülmuttalib oğlu Abdullah ile Kâbe’nin yanından geçerken Varaka’nın kız kardeşi Kuteyle ona baktı. Abdullah, Yusuf kadar güzeldi. Kuteyle gözlerini ondan ayıramadı. Onda farklı bir şey görmüştü. Abdullah’a evlilik teklifinde bulundu. Hatta bu teklifinde Abdullah’ın elbisesinden çekecek kadar ısrar etti. Ancak Abdullah bu teklifi nazikçe reddetti.
Has‘am kabilesinden güzelliğiyle meşhur Fâtıma bint Mürre Abdullah ile karşılaştığında ondaki farklılığı görüp, ona şöyle seslendi:
“Benimle evlen, sana kurban edilmemen için kefaret olarak verilen develer kadar deve veririm”.
Abdullah:“Babamdan ayrılamam o ne derse onu yaparım. Onun sözünden dışarı çıkamam” dedi.
Abdullah'la evlenmediği için kedere kapılan sadece Kuteyle ve Fâtıma değildi. Mekke’de onunla evlenemediği için onlarca kızın hastalanıp yataklara düştüğü söylenmekteydi. Abdulmuttalib çok sevdiği oğlu Abdullah’ın artık evlenme çağına geldiğini anlayarak ona en uygun eşi seçmeğe karar verdi. Kureyş kabilesinin Benî Zühre koluna mensup, Vehb b. Abdimenâf'ın kızı Âmine, oğlu için en uygun kişiydi. Âmine’yi hemen babasından (bir rivayete göre de babası öldüğü için amcası Vüheyb’den) oğlu Abdullah'a istediğini söyledi. Bu teklifi memnuniyet ve sevinçle karşıladılar.
Âmine’nin babası: "Ey amcamoğlu! Biz bu teklifi sizden önce aldık. Âmine'nin annesi, bir rüya görmüştü. Anlattığına göre evimize bir nûr girmiş. Aydınlığı yerleri ve gökleri tutmuş. Ben de bu gece rüyamda dedemiz İbrahim (a.s. ) 'i gördüm. Bana “Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'la, kızın Âmine'nin nikâhlarını ben kıydım. Sen de onu kabul et” dedi. Bugün sabahtan beri bu rüyanın tesiri altındaydım. Acaba ne zaman gelecekler? diye kendi kendime sorup duruyordum” dedi. Vehb'in kızı Âmine hem güzellik, hem ahlâk, hem de neseb itibariyle Kureyş kızları arasında en yüksek mevkiye sahipti. Her hususta Abdullah'a denkti ve henüz 14 yaşlarında bulunuyordu. Abdullah ise bu sırada 24 (Bir rivayete göre de 18) yaşlarında idi. Ve nihayet bu düğün gerçekleşti.
Abdullah ile Âmine’nin düğün günü Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan geceye isabet etmişti. Düğün sebebi ile melekler gökleri ışıl ışıl aydınlattılar ve bu mübarek günü kendi aralarında kutladılar. Cebrail (a.s) yeryüzüne inerek Kâbe üzerine yeşil bir bayrak dikti. Ve: “İnsanların en hayırlısı ve peygamberlerin efendisine ait nur, Âmine Hatun’a geçti. O, yakında doğacaktır” diye dört bir yana seslendi. Melekler, kurtlar, kuşlar, ağaçlar, çiçekler birbirine müjde verip tebrikleştiler.
Evliliklerinin üzerinden henüz birkaç hafta geçmişti ki, birçok kimsenin fark ettiği garip bir durum oldu. Hz. Abdullah'ın yüzündeki nur, Hz. Âmine'nin alnında parlamaya başladı. Demek ki, artık Hazret-i Âmine, Kâinatın Efendisine hamile idi. Günlerden bir gün Abdullah evine dönerken yolda yine Kuteyle’ye rastladı. Kuteyle ona önceki ilgiyi göstermeyince Abdullah merak edip sordu. Kuteyle: “ Ben seni o alnında taşıdığın nur için sevmiştim. Ama gördüm ki artık o nur senden bir başkasına geçmiş” dedi.
Âmine hatunun hamileliği sırasında Abdulmuttalibin oğlu Abdullah Mekke’de değildi. Filistin ve Suriye’ye ticarete gitmişti. Yolda hastalandı ve vefat etti. Âmine Hatun çok kederlendi ama karnında bir bebeği vardı. Tek tesellisi bu bebekti. Bir gün, rüyasında biri gelip ona:
“Sen karnında halkının önderi olacak bir can taşıyorsun. Doğduğunda şöyle de: “Onu her türlü kötülükten Allah’ın korumasına emanet ediyorum” Onun adını Muhammed koy. Onun adını Muhammed koy. Onun adını Muhammed koy”. .
Doğum yaklaşınca semadan bir ses duydu, ürktü. Bir akkuş gelerek kanadı ile sırtını sıvazladı. Âmine’nin korkuları kayboldu. Ona bir beyaz kâse ile şerbet verildi. Şerbeti içince ortalığı nûr kapladı. O anda Muhammed (s. a. v.) dünyaya geldi. Âmine etrafına bakınca gayet uzun boylu çok güzel olan kızların etraflarında döndüklerini gördü. Hz. Muhammed (s. a. v.) doğarken Âmine’nin gözünden perde kaldırılıp, cennet hûrileri ve melekleri, Şarktan Garba kadar bütün dünyanın nûr ile kaplandığını ve daha pek çok hârikulâde olayları gördü.
İnci tanesi Muhammed Mekke’de Âmine’nin amcası Vüheyb’in evinde Fil Vak‘ası’ndan 50-55 gün sonra 571 yılının Rebîülevvel ayının on ikinci Pazartesi günü, tan yeri ağarırken dünyaya geldi. . Doğum haberini alan dedesi gelininin yanına koştu. Âmine gördüğü rüyayı anlattı. Abdülmuttalib torununu kucağına aldığı gibi ilk önce Kâbe’nin yolunu tuttu. Onu Kâbe’nin kapısına bırakıp Allah’ına hamd ve şükretti.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) DOĞDUĞUNDA ŞU HADİSELER OLDU
Peygamberimiz Anadan Sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu. •
Doğduğunda melekler tarafından yıkanarak; sırtına, iki omuz arasına, kalbinin hizasına nübüvvet mührü • vuruldu.
Doğarken, diğer çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış • olarak dünyaya geldi.
Peygamberimiz doğduğu zaman bir yıldız doğmuş ve bilginler, “Bu gece, Ahmed’in yıldızı doğdu” dediler. •
Birçok Yahudi âlimi Tevrat’tan inceleme ile Peygamberimizin bu gecede doğduğunu yakınlarına bildirdiler. •
Peygamberimiz doğduğu gece Kisra’nın sarayından on dört şerefe yıkıldı. •
İranlıların bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ve sonsuza dek yanacağına inandıkları Ateşgedeleri’ndeki • ateş o an sönüverdi.
Save Gölünün suyu çekildive göl yere batıp, kayboldu. •
Semâve Vadisi’ni su bastı. •
İran Şahı Nûşirevan, Arapların, ülkesini istila edeceğini rüyasında gördü ve telaşa düştü. •
O’nun (s.a.v.) yeryüzüne inmesiyle kâinat nura gark oldu. Çünkü O, Allah’ın Resûlü, Nebilerin sonuncusu ve nuru ile bütün Kâinatı aydınlatacak olan Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’di.
' Güzin Osmancık