Nurculuk tarikat değil, cemaattir

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
Yazılanları iyi okuma ve anlam tarafınız pek gelişmemişe benziyor ! Birinci olarak yazdığım cümlede istisna tuttuğum durum ve kişileri algılayamadın herhalde !.. Ne yapalım sizin de anlayışınız bu kardarmış !

ne yapalım kader bu.selametle

Bence her ikisinde bırakalım.
Sadece Kur'ana,Rasulullahın sünnetine,ashabın yaşantısına dönelim.
Okuduğumuz Kuran,yaşantımız Rasulullahın ki gibi olsun.
Çünkü bütün çağlara ve zamanlara hitap eden sadece Kuran ve Rasulullahın
yaşam tarzıdır.Birine eskimiş ve meşakkatli diyorsunuz diğerine zamanımıza ait diyorsunuz.Demekki günümüze ait olanda ileride eskiyecek.
Hiç eskimeyen modası geçmeyen Kitabımız ve önderimiz olan Rasulullah var iken neden başkalarına gerek duyalım.
:O

cemaat cem olmaktan gelir. yani bir olmak birlikte olmak. cemaatle birlikte namaz bile övülmüştür,sevabı kat kat çoktur.cemaat olmanın kimseye zararı yok hatta yararı daha çok.

tarikat ise yol manasına gelir.en güzeli bulmak için kullanılan tabirdir. tarikatte cemaatte insanı geliştirir.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Sana sormuştum ben ağabey. Tebliğ makamı nedir? Tebliğ makamında olan zat nasıl bilinir? O devrin meşayihi ile tebliğ makamında bulunan zat arasında ilişki nedir? Bilmeleri gerekmez mi? Kimler bu tabiri kullanmış ve kimler için kullanılmış bu zamana kadar?

Zamanın kutbu ile tebliğ makamında bulunan zat farklı ise hangisi öndedir, vs?
 

kemalali

Profesör
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
1,560
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Tarikatın Faydaları, Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri

“DOKUZUNCU TELVİH: Tarîkatın pek çok semeratından ve faidelerinden yalnız burada "Dokuz Adedi"ni icmalen (toptan) beyan edeceğiz:

Birincisi: İstikametli tarîkat vasıtasıyla, saadet-i ebediyedeki (sonsuz mutluluk) ebedî hazinelerin anahtarları ve menşe'leri (kaynakları) ve madenleri olan hakaik-i imaniyenin)iman hakikatleri) inkişafı (gelişmesi) ve vuzuhu (açığa çıkması) ve aynelyakîn (gözle görülür) derecesinde zuhurlarıdır.(meydana gelmesidir)

İkincisi: Makine-i insaniyenin (insan vücudunun) merkezi ve zenbereği olan kalbi, tarîkat vasıta olup işletmesiyle ve o işletmekle, sair (diğer) letaif-i insaniyeyi (insani latifeler) harekete getirip, netice-i fıtratlarına (yaratılışlarının sonucuna) sevkederek hakikî (gerçek) insan olmaktır.

Üçüncüsü: Alem-i berzah (berzah alemi) ve âhiret seferinde, tarîkat silsilelerinden bir silsileye iltihak edip ve o kafile-i nuraniye ile ebed-ül âbâd yolunda arkadaş olmak ve yalnızlık vahşetinden kurtulmak ve onlarla, dünyada ve berzahta manen ünsiyet (yakınlık) etmek ve evham ve şübehatın (şüphelerin) hücumlarına karşı, onların icmaına (toplanmasına) ve ittifakına (birleşmesine) istinad edip, (dayanıp) herbir üstadını kavî (sağlam) bir sened ve kuvvetli bir bürhan (delil) derecesinde görüp, onlarla o hatıra gelen dalalet (sapıklık) ve şübehatı (şüpheleri) def'etmektir.(uzaklaştırmaktır)

Dördüncüsü: İmandaki marifetullah (Allah’ı tanıma) ve o marifetteki (tanımadaki) muhabbetullahın (Allah sevgisinin) zevkini, safi tarîkat vasıtasıyla anlamak ve o anlamakla dünyanın vahşet-i mutlakasından (kesin vahşetinden) ve insanın kâinattaki gurbet-i mutlakasından (kesin ayrı kalmasından) kurtulmaktır. Çok Sözlerde isbat etmişiz ki: Saadet-i dâreyn (Dünya ve ahiret mutluluğu) ve elemsiz lezzet ve vahşetsiz ünsiyet ve hakikî zevk ve ciddî saadet, iman ve İslâmiyetin hakikatındadır. İkinci Söz'de beyan edildiği gibi: İman, şecere-i tûbâ-i Cennet'in (Cennet’teki Tuba ağacının) bir çekirdeğini taşıyor. İşte tarîkatın terbiyesiyle, o çekirdek neşvünema (olgunlaşır) bulur, inkişaf eder.(gelişir)

Beşincisi: Tekâlif-i şer'iyedeki (dinde yapılması gerkenler) hakaik-i latifeyi, tarîkattan ve zikr-i İlahîden gelen bir intibah-ı kalbî (kalbdeki etkiler) vasıtasıyla hissetmek, takdir etmek... O vakit taate, suhre gibi değil, belki iştiyakla (özlemle) itaat edip ubudiyeti (kulluğu) îfa eder. (yerine getirir).

Altıncısı: Hakikî (gerçek) zevke ve ciddî teselliye ve kedersiz lezzete ve vahşetsiz ünsiyete, hakikî medar ve vasıta olan tevekkül makamını ve teslim rütbesini ve rıza derecesini kazanmaktır.

Yedincisi: Sülûk-u tarîkatın (tarikat yolculuğunun) en mühim şartı, en ehemmiyetli neticesi olan ihlas vasıtasıyla, şirk-i hafîden (Allah’a gizli ortak koşma) ve riya (iki yüzlülük, özü sözü bir olmama) ve tasannu' gibi rezailden halâs olmak ve tarîkatın mahiyet-i ameliyesi olan tezkiye-i nefs (nefis terbiyesi) vasıtasıyla, nefs-i emmarenin (kötülüğü emreden nefisin) ve enaniyetin (benliğin) tehlikelerinden kurtulmaktır.

Sekizincisi: Tarîkatta, zikr-i kalbî (kalbi olarak yapılan zikir) ile ve tefekkür-ü aklî (akıl ile düşünme) ile kazandığı teveccüh (yönelme) ve huzur ve kuvvetli niyetler vasıtasıyla, âdetlerini ibadet hükmüne çevirmek ve muamelât-ı dünyeviyesini,(dünyevi işlerini) a'mal-i uhreviye (ahirete dair işler) hükmüne getirip sermaye-i ömrünü (ömür sermayesini) hüsn-ü istimal etmek (iyiye kullanmak) cihetiyle, ömrünün dakikalarını hayat-ı ebediyenin sünbüllerini verecek çekirdekler hükmüne getirmektir.

Dokuzuncusu: Seyr-i sülûk-u kalbî (kalb ile yapılan manevi yolculuk) ile ve mücahede-i ruhî (ruhi olarak gayret sarfetme) ile ve terakkiyat-ı maneviye (manevi gelişme) ile, insan-ı kâmil (olgun insan) olmak için çalışmak; yani hakikî mü'min ve tam bir müslüman olmak; yani yalnız surî değil, belki hakikat-ı imanı ve hakikat-ı İslâmı kazanmak; yani şu kâinat içinde ve bir cihette kâinat mümessili (evrenin temsilcisi) olarak, doğrudan doğruya kâinatın Hâlık-ı Zülcelaline (Allah) abd (kul) olmak ve muhatab olmak ve dost olmak ve halil olmak ve âyine olmak ve ahsen-i takvimde (güzel bir yaratılış üzere) olduğunu göstermekle, benî-Âdemin (insanoğlunun) melaikeye rüchaniyetini (üstünlüğünü) isbat etmek ve şeriatın (İslam dininin) imanî (inanç) ve amelî (ibadet) cenahlarıyla (yönleriyle) makamat-ı âliyede (yüce makamlarda) uçmak ve bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir”. (Bediuzzaman Saidi Nursi, Mektubat, doğuş Matbaası: Ankara,1958, ss. 423-425)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Tarikatın Faydaları, Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri

“DOKUZUNCU TELVİH: Tarîkatın pek çok semeratından ve faidelerinden yalnız burada "Dokuz Adedi"ni icmalen (toptan) beyan edeceğiz:

Birincisi: İstikametli tarîkat vasıtasıyla, saadet-i ebediyedeki (sonsuz mutluluk) ebedî hazinelerin anahtarları ve menşe'leri (kaynakları) ve madenleri olan hakaik-i imaniyenin)iman hakikatleri) inkişafı (gelişmesi) ve vuzuhu (açığa çıkması) ve aynelyakîn (gözle görülür) derecesinde zuhurlarıdır.(meydana gelmesidir)

İkincisi: Makine-i insaniyenin (insan vücudunun) merkezi ve zenbereği olan kalbi, tarîkat vasıta olup işletmesiyle ve o işletmekle, sair (diğer) letaif-i insaniyeyi (insani latifeler) harekete getirip, netice-i fıtratlarına (yaratılışlarının sonucuna) sevkederek hakikî (gerçek) insan olmaktır.

Üçüncüsü: Alem-i berzah (berzah alemi) ve âhiret seferinde, tarîkat silsilelerinden bir silsileye iltihak edip ve o kafile-i nuraniye ile ebed-ül âbâd yolunda arkadaş olmak ve yalnızlık vahşetinden kurtulmak ve onlarla, dünyada ve berzahta manen ünsiyet (yakınlık) etmek ve evham ve şübehatın (şüphelerin) hücumlarına karşı, onların icmaına (toplanmasına) ve ittifakına (birleşmesine) istinad edip, (dayanıp) herbir üstadını kavî (sağlam) bir sened ve kuvvetli bir bürhan (delil) derecesinde görüp, onlarla o hatıra gelen dalalet (sapıklık) ve şübehatı (şüpheleri) def'etmektir.(uzaklaştırmaktır)

Dördüncüsü: İmandaki marifetullah (Allah’ı tanıma) ve o marifetteki (tanımadaki) muhabbetullahın (Allah sevgisinin) zevkini, safi tarîkat vasıtasıyla anlamak ve o anlamakla dünyanın vahşet-i mutlakasından (kesin vahşetinden) ve insanın kâinattaki gurbet-i mutlakasından (kesin ayrı kalmasından) kurtulmaktır. Çok Sözlerde isbat etmişiz ki: Saadet-i dâreyn (Dünya ve ahiret mutluluğu) ve elemsiz lezzet ve vahşetsiz ünsiyet ve hakikî zevk ve ciddî saadet, iman ve İslâmiyetin hakikatındadır. İkinci Söz'de beyan edildiği gibi: İman, şecere-i tûbâ-i Cennet'in (Cennet’teki Tuba ağacının) bir çekirdeğini taşıyor. İşte tarîkatın terbiyesiyle, o çekirdek neşvünema (olgunlaşır) bulur, inkişaf eder.(gelişir)

Beşincisi: Tekâlif-i şer'iyedeki (dinde yapılması gerkenler) hakaik-i latifeyi, tarîkattan ve zikr-i İlahîden gelen bir intibah-ı kalbî (kalbdeki etkiler) vasıtasıyla hissetmek, takdir etmek... O vakit taate, suhre gibi değil, belki iştiyakla (özlemle) itaat edip ubudiyeti (kulluğu) îfa eder. (yerine getirir).

Altıncısı: Hakikî (gerçek) zevke ve ciddî teselliye ve kedersiz lezzete ve vahşetsiz ünsiyete, hakikî medar ve vasıta olan tevekkül makamını ve teslim rütbesini ve rıza derecesini kazanmaktır.

Yedincisi: Sülûk-u tarîkatın (tarikat yolculuğunun) en mühim şartı, en ehemmiyetli neticesi olan ihlas vasıtasıyla, şirk-i hafîden (Allah’a gizli ortak koşma) ve riya (iki yüzlülük, özü sözü bir olmama) ve tasannu' gibi rezailden halâs olmak ve tarîkatın mahiyet-i ameliyesi olan tezkiye-i nefs (nefis terbiyesi) vasıtasıyla, nefs-i emmarenin (kötülüğü emreden nefisin) ve enaniyetin (benliğin) tehlikelerinden kurtulmaktır.

Sekizincisi: Tarîkatta, zikr-i kalbî (kalbi olarak yapılan zikir) ile ve tefekkür-ü aklî (akıl ile düşünme) ile kazandığı teveccüh (yönelme) ve huzur ve kuvvetli niyetler vasıtasıyla, âdetlerini ibadet hükmüne çevirmek ve muamelât-ı dünyeviyesini,(dünyevi işlerini) a'mal-i uhreviye (ahirete dair işler) hükmüne getirip sermaye-i ömrünü (ömür sermayesini) hüsn-ü istimal etmek (iyiye kullanmak) cihetiyle, ömrünün dakikalarını hayat-ı ebediyenin sünbüllerini verecek çekirdekler hükmüne getirmektir.

Dokuzuncusu: Seyr-i sülûk-u kalbî (kalb ile yapılan manevi yolculuk) ile ve mücahede-i ruhî (ruhi olarak gayret sarfetme) ile ve terakkiyat-ı maneviye (manevi gelişme) ile, insan-ı kâmil (olgun insan) olmak için çalışmak; yani hakikî mü'min ve tam bir müslüman olmak; yani yalnız surî değil, belki hakikat-ı imanı ve hakikat-ı İslâmı kazanmak; yani şu kâinat içinde ve bir cihette kâinat mümessili (evrenin temsilcisi) olarak, doğrudan doğruya kâinatın Hâlık-ı Zülcelaline (Allah) abd (kul) olmak ve muhatab olmak ve dost olmak ve halil olmak ve âyine olmak ve ahsen-i takvimde (güzel bir yaratılış üzere) olduğunu göstermekle, benî-Âdemin (insanoğlunun) melaikeye rüchaniyetini (üstünlüğünü) isbat etmek ve şeriatın (İslam dininin) imanî (inanç) ve amelî (ibadet) cenahlarıyla (yönleriyle) makamat-ı âliyede (yüce makamlarda) uçmak ve bu dünyada saadet-i ebediyeye bakmak, belki de o saadete girmektir”. (Bediuzzaman Saidi Nursi, Mektubat, doğuş Matbaası: Ankara,1958, ss. 423-425)

İşte biz de diyoruz ki, TARİKAT-I ALİYYE için yukarıdaki cümleleri sarfeden bir insan asla ve kata **Zaman tarikat zamanı değil, iman kurtarma zamanıdır !** gibi çok tuhaf bir cümleyi sarfetmez-sarfedemez ! Bizim kanaatimiz odur ki, bu cümle risalelelere sonradan turuk-u aliyye düşmanları tarafından ilâve edilmiş bir cümledir. Çünkü, görüldüğü gibi, yukarıdaki metinle taban-tabana bir çelişki ve tezat teşkil etmektedir.
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
kaWa efendi neyi çorba ettik.böyle bir derdim olsaydı.doğuda yaşayan biri olarak derdimki. KÜRTÇÜLERİN(SEN OLMAYABİLİRSİN) bu saidi nursi sevgisi ne alemdir.?fazla kızdırma yazmaya başlarım.derdim üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil.insanların saidi nursi sevgisinide bitirecen.bu gidişle.bırak kardeşim.bu forumda yüzde doksan herkes bilir İSLAMA kimler hizmet ediyor.tavsiyemdir,fazlada bu konulara girme sen.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
İşte biz de diyoruz ki, TARİKAT-I ALİYYE için yukarıdaki cümleleri sarfeden bir insan asla ve kata **Zaman tarikat zamanı değil, iman kurtarma zamanıdır !** gibi çok tuhaf bir cümleyi sarfetmez-sarfedemez ! Bizim kanaatimiz odur ki, bu cümle risalelelere sonradan turuk-u aliyye düşmanları tarafından ilâve edilmiş bir cümledir. Çünkü, görüldüğü gibi, yukarıdaki metinle taban-tabana bir çelişki ve tezat teşkil etmektedir.

Devrin şartları ve hizmet biçimleri için söylenmiş bir söz olarak görmek lazımdır. Buna rağmen yine de sözünü tashih etmiştir.

Bu sözü mutlak manada söylediğini düşünmemek lazımdır. Zamanın büyüklerinden bihaber değildir hazret. Onlara rağmen böyle bir sözü mutlak manada söyleyebileceğini düşünemiyorum. Kendisinin bizzat tarikata yönlendirdiği olmuştur. Bir örnek verelim yeter. Sami Efendi hz.lerinin bağlılarından Rıza Çöllü Hocaefendi anlatıyor:

Ben hayatımda ilmini dünya için kullanmayan üç kişi gördüm. Birisi; Bediüzzaman Hazretleri...Diğeri; Ankara’da Hacı Mehmed Efendi vardı. Sonra Mahmud Sami Efendiye intisap etti. Bediüzzaman’a beraber gitmiştik. “Efendim, ben intisap etmek istiyorum” dedi. Bediüzzaman: “Onu kardeşimiz Mahmud Sami görüyor” dedi. Bunun üzerine Mehmed Efendi 57’de İstanbul’a geldi, ders aldı.

Altınoluk Dergisi Arşiv
 

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
kaWa efendi neyi çorba ettik.böyle bir derdim olsaydı.doğuda yaşayan biri olarak derdimki. KÜRTÇÜLERİN(SEN OLMAYABİLİRSİN) bu saidi nursi sevgisi ne alemdir.?fazla kızdırma yazmaya başlarım.derdim üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil.insanların saidi nursi sevgisinide bitirecen.bu gidişle.bırak kardeşim.bu forumda yüzde doksan herkes bilir İSLAMA kimler hizmet ediyor.tavsiyemdir,fazlada bu konulara girme sen.
benim yazdıklarım risalelerde geçiyor zaten,farklı bişey yazmıyoruz. asıl bu konulara yazmaması gerekenler ırkçılardır. hadi kız ve yazda görelim doğuda yaşan asimile olmuş,kendisini inkar eden beyefendi.tavsiyene ihtiyacım yok..
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
Abdülkadir Geylani (Arapça: عبد القادر الجيلانى 'Abd el-Kadir Gīlānī, Farsça: عبد القادرگیلانی Gīlānī ; 1078-1166), İslam bilgini. Kadiri tarikatının kurucusudur.
Muhyiddîn, Kutb-i Rabbânî, Kutb-i a'zam, Gavs, Gavs-ül a'zam, Sultân-ul-evliyâ (evliyaların sultanı) olarak da anılır. Künyesi Ebu Muhammed'dir. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup o da peygamber soyundan gelmektedir. Bundan dolayı hem Seyyid hem de Şerif'tir.

İran'ın Geylan şehrinde 1078 (h.471) yılında doğdu. 1166 (h.561) yılında Bağdat’ta vefat etti. Türbesi Bağdat’tadır. Doğmadan önce peygamber babasının rüyasına girer ve derki ona iyi bak o benim oğlumdur der ve ileride büyük birveli olacağının haberini verir. Doğduğunda babası Musa Cengidost,oğlunun karşısında namaz kılar vaziyette,elleri bağlı olarak saygı göstermiştir. Çok küçük yaşlardan itibaren farklı bir yapısı olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Bağdat'ta dönemin tanınmış âlimlerinden dersler alarak hadis, fıkıh ve tasavvuf eğitimini geliştirdi.
Hocalarından Ebu Said Mahzumi'nin medresesinde haftada üç gün pazartesi, salı ve cuma gecesi verdiği ders ve vaazları çok yoğun ilgi görmüştür. İslam Tasavvuf'unu herkesin anlayacağı şekilde sundu. Önceden Şafii mezhebi'nde idi. Hanbeli mezhebi unutulmak üzere olduğundan, Hanbeli mezhebine geçti ve bu tercihi mezhebin yayılmasında etkin bir yeri olmuştur.
Abdülkâdir Geylânî çok sayıda kız ve erkek çocuk sahibi olmuştur. Onlar vâsıtasıyla Kadirilik Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya), Irak, Suriye ve Anadolu'ya yayılmıştır. Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerafeddîn Îsâ Mısır'a yerleşmiş olup Mısır'daki Kâdirî şeriflerin dedesidir. Abdülkâdir Geylânî'nin torunl
Abdülkadir Geylani (Arapça: عبد القادر الجيلانى 'Abd el-Kadir Gīlānī, Farsça: عبد القادرگیلانی Gīlānī ; 1078-1166), İslam bilgini. Kadiri tarikatının kurucusudur.
Muhyiddîn, Kutb-i Rabbânî, Kutb-i a'zam, Gavs, Gavs-ül a'zam, Sultân-ul-evliyâ (evliyaların sultanı) olarak da anılır. Künyesi Ebu Muhammed'dir. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup o da peygamber soyundan gelmektedir. Bundan dolayı hem Seyyid hem de Şerif'tir.

İran'ın Geylan şehrinde 1078 (h.471) yılında doğdu. 1166 (h.561) yılında Bağdat’ta vefat etti. Türbesi Bağdat’tadır. Doğmadan önce peygamber babasının rüyasına girer ve derki ona iyi bak o benim oğlumdur der ve ileride büyük birveli olacağının haberini verir. Doğduğunda babası Musa Cengidost,oğlunun karşısında namaz kılar vaziyette,elleri bağlı olarak saygı göstermiştir. Çok küçük yaşlardan itibaren farklı bir yapısı olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Bağdat'ta dönemin tanınmış âlimlerinden dersler alarak hadis, fıkıh ve tasavvuf eğitimini geliştirdi.
Hocalarından Ebu Said Mahzumi'nin medresesinde haftada üç gün pazartesi, salı ve cuma gecesi verdiği ders ve vaazları çok yoğun ilgi görmüştür. İslam Tasavvuf'unu herkesin anlayacağı şekilde sundu. Önceden Şafii mezhebi'nde idi. Hanbeli mezhebi unutulmak üzere olduğundan, Hanbeli mezhebine geçti ve bu tercihi mezhebin yayılmasında etkin bir yeri olmuştur.
Abdülkâdir Geylânî çok sayıda kız ve erkek çocuk sahibi olmuştur. Onlar vâsıtasıyla Kadirilik Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya), Irak, Suriye ve Anadolu'ya yayılmıştır. Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerafeddîn Îsâ Mısır'a yerleşmiş olup Mısır'daki Kâdirî şeriflerin dedesidir. Abdülkâdir Geylânî'nin torunları, Kuzey Afrika'da daha çok "Şerif", Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylânî diye anılmaktadır. 2005 yılında çekilen ve Kurtlar Vadisi Irak filminde bu tarikatın ritüellerine ışık tutulmuş ve zikir ayini temsil edilmiştir. Kadirî tarikatının kurucusudur.
arı, Kuzey Afrika'da daha çok "Şerif", Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylânî diye anılmaktadır. 2005 yılında çekilen ve Kurtlar Vadisi Irak filminde bu tarikatın ritüellerine ışık tutulmuş ve zikir ayini temsil edilmiştir. Kadirî tarikatının kurucusudur.
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
mübarek geylani hazretleri 1166 yılında.dünyasını değişmiş,mevlam şefaatını mahrum etmesin. saadete gelelim.yukarıda çok bilen biri diyorki,ondan sonra müctehit kimse gelmemiş.yani bu 833 sene içinde saidi nursi gibi biri gelmemiş.... bu kadar şaşırmayın.el insaf... YANLIŞ ANLAŞILMASIN SAİDİ NURSİ hazretlerine bir şey dediğim yok.
 
Üst