Sema Maraşlı / Feminist kadın kaybedilmiş kadındır

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kadına şiddete ceza artırımı ilkel çözüm-Sema Maraşlı

"Kadına şiddet" kelimesi medyada o kadar çok kullanılıyor ki sinek öldürmek için bir erkek elini kaldırsa kadınlar "şiddet gördüm" diye polise gidecek kıvama gelmek üzereler.
Arkadaşımın küçük oğlu evlerinde misafir olan babaanne ve büyükbabasının tartışmalarına bakıp koşarak annesine gelmiş "Bu ne ya... Evimizi şiddet evine çevirdiler." diye şikayet ediyormuş.
Alışveriş yapıyorum, on dört yaşlarında erkek çocuğu satıcı kadınla konuşuyor: Delikanlı:
"Dün babamdan dayak yedim" dedi. Yaşlıca olan tezgahtar kadın: "Baban sana şiddet mi uyguluyor? Benim babam da bana şiddet uygulardı." dedi. Şiddet derken, ne demek istiyorsunuz? diye konuşmalarının arasına girdim. Tezgahtar kadın "Yaramazlık yaptığımda vururdu." dedi. Peki siz çocuğunuza hiç vurmadınız mı? diye sordum. Biraz mahcup "Benim de oğluma dayak attığım oldu." dedi. "Peki kendi yaptığınızı niye şiddet diye tanımlamıyorsunuz?
Bir kaç ay önce tanıdığım bir hanım aradı. Eşiyle kavga etmişler, karşılıklı hakaret, küfür kıyamet, kocası da bir kaç tane vurmuş. Sabah komşusuna anlatmış. Komşusu "İlla karakola git, dayak yedim diye tutanak tuttur." demiş. O da beni aramış "Ne yapayım?" diye.
"Kocandan boşanmak istiyor musun?" diye sordum. "Hayır" dedi. "Tutanağı ne yapacaksın o zaman?" dedim."Bir gün boşanırsam elimde olsun" dedi. "Peki kocan sana kızmayacak mı, karakola gittin diye akşam aranız daha kötü olmayacak mı? diye sordum. "Onun haberi olmayacak, ona demeyeceğim" dedi saf saf. "Haberi olmaz olur mu? Sen karakola gidince polis kocanı çağırmaz mı? Bu kadına sen mi vurdun demez mi? Belki seni başka biri dövdü, iftira atıyorsun. Polis sadece senin sözüne inanır mı?" Çok şaşırdı, polisin kocasını karakola çağıracağını hiç düşünmemiş. "Gitmeyim o zaman, karakola gittiğimi duyarsa, boşar beni kesin." dedi.
Başka bir örnek daha. On beş yıllık evli hanım, güzel bir evliliği var, karı koca birbirlerini çok seviyorlar. Erkek bir kez eşine elini kaldırmamış; fakat geçen aylarda ciddi bir tartışma yaşıyorlar ve erkek öfkesine hakim olamayıp vuruyor karısına. Sabah eve polisler geliyor, kadın çantayı çocuğu almış, kocası gitmesine engel olmasın diye de polis çağırmış, polis eşliğinde gidiyor. Şimdi babasının evinde polis çağırdığına çok pişman; fakat kocası affetmiyor. Lojmanda oturuyorlar, kocası "Beni bütün iş yeri arkadaşlarıma rezil ettin, bu evlilik biter." diyor.
Eskiden hiç bir kadın böyle bir durum için polis çağırmazdı. Kadın biliyor ki kocası kötü bir adam değil, ona zarar verecek biri de değil. On beş yıldan beri birbirinizi severken iyiydi de bir gün öfkesine hakim olamadı diye mi bütün bunlar. Erkeğin yaptığı yanlış, karısına vurmasını onaylamıyorum; fakat kadının yaptığı da hiç doğru bir şey değil. Zaten çok pişman.
Arkadaşım anlatıyor: Komşusu "Kocam bana dayak attı eve yaklaşmasın" diye şikayet etmiş kocasını. "Bir hafta polisler kapıda bekledi, adamı eve yaklaştırmadılar, bir hafta sonra polisler gidince adam silahla gelip gece yarısı evine ateş açtı." diyor. Adamın niyeti kimseyi öldürmek değil; fakat hem karısının gözünü korkutmak hem de kapısında polis beklediği için giremediği evine ateş açarak mahallenin gözünde itibarını düzeltmeye çalışmak.
Bir de şimdi dayak atan kocaya hapis cezası geliyormuş. Adam karısına dövdü hapse girdi. Ne olacak? Memursa siciline işlenecek. Bilmediği kötü şeyler varsa içerde onları öğrenip çıkacak. Sonra evine gelecek. Ne olacak? Karı koca hasretle birbirlerine mi sarılacaklar? Akşam çaylarını içerken adam hapiste karısa yazdığı şiiri mi okuyacak? Gece birbirlerini kucaklayıp yattıklarında adam hapiste karısının kokusunu ne kadar özlediğini mi fısıldayacak kulağına? Ya bu karı koca bir daha iflah olur mu? Bu evlilik daha gider mi?
Hükümet caydırıcı olsun diye şiddete bol keseden cezalar getiriyor da bunun sonucunu düşünen var mı? Halkı bilinçlendiriyor mu? Yok. Avrupa da şiddete bu cezalar varmış. İyi de biz Avrupalı değiliz. Bizim bir kültürümüz, geleneğimiz, göreneğimiz ve "el gün ne der" kavramımız var.
Pek çok erkek kendini karakola şikayet eden, evine polis çağıran kadınla evliliğini devam ettirmek istemiyor. Avrupalı bir erkek belki bu konuyu çok dert etmez; fakat bizim erkeklerimiz "Beni ele güne rezil ettin." deyip affetmiyor. Ya da "rezil ettin beni mahalleme, arkadaşlarıma" diye karısına iyici öfkelenip öldürebiliyor.
Şiddete çözüm diye sunulan aklı başında bir çözüm ben göremiyorum. Kola, boyna takılacak bileklikler de dahil buna. Bunlar bizim toplumumuzda şiddeti artırmaktan başka bir işe yaramaz. Boşanmalar artar, şiddet artar.
Ayrıca şiddet konusunda bir avukat okurumun söyledikleri de önemli: "Kocası gerçekten zalim olan, tehlikeli olan adamların eşleri kocalarını şikayet etmeye cesaret edemiyorlar. Biliyorlar ki adam psikopat, şikayet ederse onu adamın elinden kimse kurtaramaz. Bu şikayetleri kocasından gerçekten bir zarar gelmeyeceğini bilen, kadınlar yapıyor genellikle." demiş.
Şiddet konusunu sürekli gündemde tutan ve hükümeti etkilemeyi başaran kadın derneklerinin iyi niyetli olduklarını düşünmüyorum. Aile kurumuna inanmayan, çoğu nikahsız birliktelik yaşayan, kadın mutsuzluğunun bütün faturasını erkeklere keserken kadınlara bir fiş bile kesmeyen, erkek düşmanı kadınların kışkırtmalarından korunmak lâzım.
Kadın derneklerinin kışkırtmaları gerçekten ezilen kadınların işine yaramıyor sadece erkekleri ezmek isteyen kadınların işine yarıyor. Bu durumda erkekleri ezmek isteyen kadınlar; ezilen kadınlar üzerinden rant sağlıyor. Ezilen kadınlar ezilmeye devam ediyor. Devlet; sarhoşun, ayyaşın, psikopatın elindeki kadınlara yardım etsin. Önemli olan zulüm gören kadınları kurtarmak.
Yoksa bu çözüm diye sunulan cezalar; aile kurumuna zarar vermekten başka bir işe yaramaz. Erkek milleti zaten öfkesine çabuk yenilir. Kadın kocasına ağzına gelen küfürleri sayarsa, hakaret eder, aşağılarsa erkeğin vurması çok da şaşılacak bir şey değil. Sonra şikayet et. E sonra? Ya ondan sonra? Bu evlilik ne olacak? Şikayet eden kadınların çoğu kocasından boşanmak istemiyor sadece kocasını hizaya getirmek için gözünü korkutmak istiyor. Ya da kötü niyetli olanlar boşanırken daha çok tazminat ve nafaka almak için erkeğin sabır sınırlarını zorlayıp kendine şiddet uygulamasına sebep olabiliyor.
Kadınlara kocalarını nasıl şikayet edeceklerini öğretmek yerine nasıl iyi geçineceklerini öğretmek daha doğru değil mi? Kadınlara da erkeklere psikolojik şiddet uygulamamaları için eğitim verilmeli değil mi? Erkeklere öfkeyi kontrol etmek ve öfke sonrası olabilecek sonuçlar üzerine eğitim vermek daha iyi olmaz mı?
"Şiddet artıyor, cezaları artıralım" demek çok ilkel bir çözüm. Cezalar arttıkça şiddetin arttığını herkes görüyor. Bu durumda devletimizden şiddete daha insancıl çözümler bulmasını, bu konuda medyanın ve kadın derneklerinin kışkırtmalarına gelmeyip daha bilimsel çalışmasını, bizim toplumumuzun yapısını göz önünde bulundurmasını, ailelerin iletişimini kuvvetlendirecek, sorun çözmeyi öğretecek eğitimler vermesini bekliyoruz.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Cezaların caydırıcılığı esastır... Arttırıcılığı değil...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Kadınlar ve erkekler birbirleri​nin dostlarıdı​r

"Kadınlar şiddet görüyor." diye feryat edenler eğer sözlerinde samimi iseler; aynı hassasiyeti, suça sebep olan nedenlerin ortadan kaldırılmasında da göstermeleri gerekmez mi?



"8 Mart Dünya Kadınlar Günü"nün yaklaşması sebebi ile günlerdir medyada kadın hakları konuşuluyor. Bize daha fazla haklar verilecekmiş. Ben hak falan istemiyorum, onların olsun. Bana gerekli hakları Rabbim vermiş, daha fazlasında gözüm yok.

Yıllardır kadınlara, kadın hakları verip, kadın olmayı unutturdular. Kadınlığın bütün edasını, sedasını, nezaketini kaybettirdiler. "Eşit olacaksınız, güçlü olacaksınız" diye kadınları erkeklerle acımasız bir yarışa sürüklediler. Biz zaten güçlüyüz. Bize gerekli gücü Rabbim vermiş.
Kadının gücü; insanlığı doğurup yetiştirmesindedir. Ve bu yüce görev için bütün meziyetlere sahip olarak yaratılmıştır. İnsanları yetiştirmekten daha büyük bir güç olabilir mi? Fakat annelik ve ev hanımlığı aşağılanarak, kadınların bu kutsî vazifesine burun bükülüyor ve kadına zoraki güçler atfedilerek, kadın erkekleştirilmeye çalışılıyor.
Kadının gücü; iletişim yeteneğindedir. Kadınlar doğuştan halkla ilişkiler uzmanı olarak yaratılmışlardır.
Kadın iletişim yeteneği sayesinde hem aileyi hem toplumu çok güzel yönlendirebilir.
Kadının gücü; şefkat ve teslimiyetindedir. “Kadın güçlenmeli...” sözlerinin altında bir kışkırtıcılık var: "Siz kadınlar aciz, zavallı varlıklarsınız, güçlenmelisiniz." mesajı da gayet net okunuyor. Sizi güçsüz bırakan kim? Tabii ki erkekler...
Şişirilmiş güçler elde etmek için erkeklerle yarışa girmek istemiyorum, ben. Onlar benim rakibim değil ki dostum. Rabbim: "Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları) dır." buyuruyor. (Tevbe sûresi 71.âyet-i kerîme)

Biz mümin kadınlar ve erkekler; birbirimizin yardımcısı, tamamlayıcısı, dostu, yeryüzünde birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden Allah'ın halifeleriyiz. Allah'ın adı ile birbirimize helal olur, eş olur, sevgili oluruz. Onun dışında bütün mümin erkeklerle kardeş olur, dost oluruz.

Fakat bizi birbirimize düşman etmeye çalışıyorlar. Bu tuzaklara düşmeyelim. Bazılarına göre; erkekler kötü olmuşlar, erkekler zalim olmuşlar, erkekler cani olmuşlar. Elbette cani, zalim, kötü erkekler var; zalim, cani, kötü kadınlar olduğu gibi.

Sepetten her zaman çürük yumurtalar çıkar. Fakat bir kaç çürük yumurta çıktı diye, bütün yumurtalara çürük demek, kötü niyetli olmaktan başka bir şey değildir. Az olana bakıp çoğunluğu cezalandırmak en büyük adaletsizliktir.

Ayrıca kadına şiddet söylendiği gibi çok artmış değil. Yıllara göre karşılaştırma yapıldığında erkeklerinkiyle paralel bir seyir izlediği ortaya çıkıyor. Genel suç oranındaki sapmaya bağlı olarak ortaya çıkan olağan bir durum var.

Fakat bazılarına şiddet rakamları az geliyor olmalı ki sayıları abartıyorlar, bizi sahte rakamlarla kandırıyorlar.
Herkesin dilinde "her gün beş kadın öldürülüyor" sözü var. "Kadın cinayeti 3, 5,7...oldu" diye söylenen medyadaki rakamlar, erkekleri sindirmek için yapılan psikolojik harekatın ta kendisidir. Bu konuda günlük istatistik tutan bir kurum yok.

Nitekim aynı gün içinde ölenler kadın da olabilir erkek de. Bir gün 5 olan rakam diğer gün 1 olabilir. Erkek oranı fazla olsa erkek cinayetini 5 ya da 10 diye sunmayacakları gibi kadın cinayetlerini rakamla sunmak kadar saçma bir bakış olamaz. Suçun cinsiyeti olmaz. Elde iki ihtimal var; ya kadın ya erkek.

Feminist kadın dernekleri sürekli olarak kadın cinayetlerini gündemde tutmaya çalışıyorlar. Feminist örgütler, kadın cinayetlerinin "cinsiyete dayalı" olarak gerçekleştiğini iddia ediyorlar.

Yani kadınlar, erkeğin uyuşturucu ve alkol alması ya da geçimsizlik ve psikolojik sorunlar gibi nedenlerle değil, cinsiyetinden dolayı "yalnızca kadın olduğu için" öldürülüyorlar. Böyle de sapkın bir bakış açıları mevcut.
Kimse "vayy sen kadınsın, seni öldüreceğim" demiyor bu ülkede, yok böyle bir şey.

Kadın sığınma evlerinde kalan kadınların evden ayrılma sebepleri; alkol, uyuşturucu, ekonomik ya da psikolojik sorunlar yüzünden gelişen şiddette maruz kalmak.

Türkiye'de ki kadın nüfusu 35 milyondan fazla. Kadın derneklerinin iddialarına göre kadınlara "kadın olduğu için" şiddet uygulanıyor ya da öldürülüyor olsa, her gün onlarca kadının kıtır kıtır kesiliyor olması lâzım. Oysa bizim erkeklerimiz de kadın düşmanlığı yoktur; kadına her zaman kıymet vermişlerdir. Şiddetin artmış gibi görünmesinin nedeni şiddetin artması değil, medyanın abartması ve medyadaki kadın yazarların artması ile birlikte kadın köşecilerin belli maksatlarla konuyu sürekli gündemde tutmalarındandır.

Şiddet bir sonuçtur, sebepleri ortadan kaldırılmadan, ceza vererek sonucu ortadan kaldıramazsınız. Şiddetin sebepleri nelerdir? Alkol, uyuşturucu, eğitimsizlik, psikolojik sorunlar, cinsel sorunlar, evlilik dışı ilişkiler, ekonomik nedenler, maneviyat eksikliği...

"Kadınlar şiddet görüyor." diye feryat edenler eğer sözlerinde samimi iseler; aynı hassasiyeti, suça sebep olan nedenlerin ortadan kaldırılmasında da göstermeleri gerekmez mi? Ki samimi oldukları anlaşılsın.

Feminist kadın derneklerin içinden bir tanesinin; alkol kullanımının azaltılması, kontrol altına alınması ya da maneviyat eksikliğinin giderilmesi gibi konularda en ufak bir talebi olduğunu görmedik. Onların tek istediği; erkekler evlerinden uzaklaştırılsın, kollarına kelepçe takılsın, hapse düşsünler, barışmak için eşlerine ve çocuklarına yaklaşamasınlar, ağır maddi cezalar ödesinler, feminist psikologların karşısında kendilerini dünyanın en aşağılık varlığı gibi hissetsinler...Daha da kinlenip dönüp eşlerini öldürsünler umurlarında bile değil. Yeter ki aileler dağılsın.

Kadın dernekleri; mecliste onay bekleyen "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı şiddetin Önlenmesi" kanunun ismindeki "Aile "kelimesine çok itiraz ettiler. "Devlet yine aileyi korudu, kadını değil" diye pankart açtılar. Maksatları kadını ailenin içinden çekip alıp, özgürleştirmek. Daha doğrusu serseri mayın gibi kadınları etrafa dağıtmak.

Bunu yapmak için de hükümetten yardım bekliyorlar. Mecliste onay bekleyen kanun tasarısı, zaten erkekler lehine yeterince ağır cezalar getiriyorken, onlar daha fazlasını istiyorlar. Son dakika yeni kazanımlar elde etmedilerse taslağın son halinden mutlu görünmüyorlardı. Milletvekillerimizin, kanunları aileyi korumak üzerine çıkarmalarını ve cezaları artırmalarını değil, sorunları ortadan kaldırmalarını bekliyoruz.

Avrupa şiddeti önlemek için çıkardığı kanunlarla şiddeti önleyemediği gibi her geçen gün artışı karşısında ne yapacağını bilmiyor. Onlara şifa olmamış bir kanunu alıp hangi umutla yürürlüğe koyabileceksiniz?

Müslüman bir millet olarak kendi çözümlerimizi üretebiliriz. Mesela neler yapılabilir?

1-Alkol yasaklanmalı. Cinayetlerde alkollü olmak, en çok görülen sebeplerden biri. Ülkedeki toplam şiddet oranı da düşer.

2-Uyuşturucu ile mücadele artırılmalı.

3-Medyada aile bağlarını kuvvetlendirecek programlar olmalı.

3-Maneviyatı artıracak çalışmalar yapılmalı. Allah'tan korkan hiç kimseye zulmedemez.

4-Elimizde "Diyanet İşleri Başkanlığı" gibi çok büyük ve zengin bir teşkilatımız var. Diyanetin "aile irşat büroları" var. Ayrıca her mahallede camilerimiz ve din görevlilerimiz var. Din görevlilerimiz aile ve şiddeti önleme konusunda eğitim alsınlar ve yetki sahibi olsunlar. Şiddet görenler polisten önce din görevlilerine başvursunlar. Hocalarımız şiddet gösteren kişiye manevi eğitim versinler, onları ibadete alıştırsınlar. İslam ahlakını öğretsinler. Maddi sıkıntıları varsa cami cemaati olarak yardım toplasınlar, evine yiyecek erzak alsınlar, hanımı çocuğu perişan olmasın.

5-Sonra belediyelerimiz var. Onlar zaten hanımlara pek çok eğitimler veriyorlar. Hanımlara yeterince takı, incik, boncuk öğrettiler. Artık biraz da aile üzerine dursunlar. Şiddet olmadan önce aileleri eğitsinler. Her aile, en az bir kaç ders evlilik ve iletişim derslerine mecburi katılsın.

6-Cinsel eğitimler verilsin. Hem evlenecek olanlara hem de evli çiftlere. En çok cinsel sorun görülen ülkelerden biriyiz. Evliliklerin yıkılmasında da en büyük etken cinsel problemler. Rum suresi 21. âyette Rabbimiz: "Birbirinizde sükun bulasınız, rahatlayasınız diye sizi çiftler halinde yarattık ve aranıza sevgi ve merhamet koyduk." buyuruyor.

Birbirinde rahatlayamayan, çiftlerde öfke ve kırgınlık en üst seviyede oluyor. Cinsel hayatı iyi olan çiftler birbirlerinin hatalarını daha kolay affedebiliyorlar. Cinsellik bilgisi, kedilerden daha fazla olmayan, karı-kocanın evliliğinden ne hayır gelir? Hır gür birbirlerini tırmalayıp dururlar. Bu konuda mutlaka eğitimler verilmeli.

7- Aileye değer veren, manevi hayatı önemseyen yüzlerce sivil toplum kuruluşlarımız var. Onlara bağlı vakıf ve derneklerde aile konusundaki eğitimler artırılmalı. Kadın sığınma evleri açılmalı. Aile düşmanı derneklere karşı birlik olunmalı, cemaat farkına bakılmaksızın ortak çalışılmalar yapılmalı, projeler üretilmeli.

8-Ekonomik sorunlar yüzünden aileler dağılmasın, birbirlerini kırmasınlar, diye mutlaka işsizlik maaşı olmalı.

9-Alkol, uyuşturucu ve ruh hastalığı olan, karısına fiziksel şiddet uygulayan erkeklerin evliliği bitirilmeli ve devlet kadına ve çocuklarına bakmalı.

10-Eğitimler tek taraflı verilmemeli. Erkeğin kadına bağırması psikolojik şiddetse kadının kocasına bağırması da psikolojik şiddettir. Kadın da erkek de eğitim almalı, ayrımcılık yapılmamalı.

11-Kadınları kışkırtanlara fırsat verilmemeli.

12-Boşanmaya karar verenlere yardımcı olacak ücretsiz boşanma danışmanları olmalı. Avukatlara gitmeden onlara gidilmeli. Evlilik kurtarılacak gibi görünüyorsa çiftler yardımcı olacak kurumlara yönlendirilmeli; umutsuz vakaysa boşanmayı kazasız belasız, küfürsüz, şiddetsiz, iki tarafta rahatça atlatabilmeleri için yardımcı olunmalı.

Son olarak bu ülkede hep kadın olmanın zorlukları anlatıldı, hep kadınlar konuştu. Erkekleri hiç dinlemedik, erkek olmanın çok büyük bir avantaj olduğunu zannettik. Oysa erkek olmak da o kadar kolay değilmiş.
Erkek olmanın zorluklarını http://www.cocukaile.net/turkiyede-erkek-olmak okuyabilirsiniz.
Eminim ki kendi çözümlerimizi uygularsak şiddetle baş etmekte zorlanan Avrupaya da örnek oluruz. Bize de bu yakışır.
Sema Maraşlı - Haber 7
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
feminizm dilinden konuşmayan-düşünmeyen kadın, sağlıklı düşünüp sağlıklı fikirler üretebilen kadındır.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kadının gücü; insanlığı doğurup yetiştirmesindedir. Ve bu yüce görev için bütün meziyetlere sahip olarak yaratılmıştır. İnsanları yetiştirmekten daha büyük bir güç olabilir mi? Fakat annelik ve ev hanımlığı aşağılanarak, kadınların bu kutsî vazifesine burun bükülüyor ve kadına zoraki güçler atfedilerek, kadın erkekleştirilmeye çalışılıyor.
Kadının gücü; iletişim yeteneğindedir. Kadınlar doğuştan halkla ilişkiler uzmanı olarak yaratılmışlardır.
Kadın iletişim yeteneği sayesinde hem aileyi hem toplumu çok güzel yönlendirebilir.
Kadının gücü; şefkat ve teslimiyetindedir. “Kadın güçlenmeli...” sözlerinin altında bir kışkırtıcılık var: "Siz kadınlar aciz, zavallı varlıklarsınız, güçlenmelisiniz." mesajı da gayet net okunuyor. Sizi güçsüz bırakan kim? Tabii ki erkekler...
Şişirilmiş güçler elde etmek için erkeklerle yarışa girmek istemiyorum, ben. Onlar benim rakibim değil ki dostum. Rabbim: "Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları) dır." buyuruyor. (Tevbe sûresi 71.âyet-i kerîme)

Allah razı olsun.Paylaşım için Teşekkürler.
Evet bireylerin ıslahı için manevi güçlenme lazım sıkıntılar sadece vahiy-sünnet penceresinde azaltılabilir...
 

cahid

Kıdemli Üye
Katılım
18 Ağu 2009
Mesajlar
6,118
Tepkime puanı
1,428
Puanları
113
Konum
Muamma...!
Kadın Dernekleri Aslında Ne İstiyor?



Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından mecliste onay bekleyen aileyi dolayısıyla hepimizi ilgilendiren bir kanun var. Konuyu takip etmeyenler için kısa bir özet yapayım.
Bizim şu anda yürürlükte olan “Aile Koruma Kanunu” altında tamamen kadının tarafında olan erkeklere söz hakkı tanımayan bir kanunumuz var. Ve bu kanunun da çok mağduru var. Kadın “şiddet gördüm” diye kocasını şikayet ederse ya da dışarıdan birisi bu erkek karısına şiddet uyguluyor diye şikayet ederse (tek tokat ve bağırmak da şiddete giriyor) erkek delil ve belge aranmadan cezaya çarptırılıyor.


Şikayet üzerine öncelikle hapis cezası veriliyor sonrada hapis cezası para cezasına çevriliyor (mecburen yoksa cezaevleri yetmez ve erkekler ayaklanabilirler) ve erkek bir süre evine mahallesine çocuğuna yaklaşamıyor. İnsan haklarına aykırı pek çok suçsuz erkeğin sadece kadının sözü ile ceza alması zaten mevcut kanunda var. Fakat bu ağır kanunlar bile yeterli gelmemiş olacak ki daha da ağırlaştırılmaya çalışılıyor.
Ve geçen yıl Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığımız yeni düzenlemeler için kadın dernekleri ile çalışmaya karar veriyor. Bu da çok ilginç. Neden kadın dernekleri? Hakim savcılar değil, konunun içinde olup kanunun artısını eksisini bilenler değil de kadın dernekleri ile oturuyor masaya.


Yüz bin destekçisi olan 236 kadın derneği bakanlık ile çalışmaları yürütsün diye “Şiddete Son Platformu” kuruyorlar ve bunlar 236 kadın derneğini temsilen yeni çıkacak kanunu bakanlıkla birlikte hazırlıyorlar.


Kimdir bu kadın dernekleri? En önde olan ve çok tanınanların internet sitelerini inceledim. Ortak noktaları aile düşmanlığı, serbest yaşamı savunmaları, eşcinselliği normal kabul edip toplumu yönlendirmeleri, hükümet ve polis düşmanı olmaları ve pkk yandaşlığı. Yüz bin üyeleri var.

Ve Aile bakanlığımız bunlarla oturuyor ve hepimizi ilgilendirecek kanun çıkarmaya çalışıyor. Hayret ki ne hayret. Mantıklı bir açıklaması vardır umarım. Aile bakanlığının başbakana ve ailesine seçim zamanı olmadık hakaretleri sanal ortamda paylaşan ve yayan kadın derneklerinin gönlünü hoş tutma çabası ilginç değil mi? Sebebini yetkililer bizlere de açıklarlarsa seviniriz. Ayrıca bu memlekette aile kurumuna değer veren yüzlerce dernek var. Neden masaya onlarla değil de aile düşmanları ile oturuluyor?

Tasarı hazırlanıyor fakat komisyonda (çok şükür hâlâ bakanlıkta aklı başında insanlar kalmış olmalı ki) bazı bölümlerde düzenleme yapılıyor ve tam olarak onların istediği gibi sunulmuyor meclise. Bize göre mevcut hali bile yeterince haksızlığa açıkken kadın dernekleri daha ağırlaştırılmış halini beğenmiyorlar. Çünkü onların istediği gibi olmamış. Tasarı 8 Marta yetişsin kadınlar gününde kadınlara hediye olsun diye çarşamba günü mecliste görüşülecek.

Kadın dernekleri dün her biri bir yerden basın açıklaması yaptılar, yürüyüşler organize ettiler, bakanla görüşme ayarladılar, kendi istedikleri gibi çıksın diye uğraşmaya devam ediyorlar.

İlk itirazları yasanın adına. “Aileyi koruma kanunu” adı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı şiddetin Önlenmesi” olarak değiştirildi taslakta. Onların istediği isim “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair” Yani kanunun adında aile kelimesine itirazları var. Aile kavramını kabul etmiyorlar. Dün internet sitelerinde ”
“AKP kadın örgütlerini kandırdı.”

“Yine Kadın Değil Aile Korundu.” başlıkları atıldı.
“Aileyi değil kadını koruyan yasa istiyoruz.” diye yürüyüş yaptılar.
İkinci itirazları yasada “yakın ilişki içinde yaşayan “ifadesinin çıkarılması. Bu konu daha öncede problem olmuştu tasarıya zorla ekletmişlerdi şimdi çıkarılma durumu konuşuluyor. Dernekler evlilik ya da nişanlılık bağı olmayan kadınlar için bu durumun tehlike arz ettiği belirtiliyorlar.

Aslında kadın derneklerinin amacı evlilik dışı ilişkilerde kadınlara hak kazandırmak ve metres yaşamlarını garanti altına almak. Kendi gayri ahlaki ilişkilerinde evli kadınların sahip olduğu bütün haklara sahip olmak istiyorlar.

Bir itirazları da şimdi ki mevcut kanunda “Şiddetin yazılı olarak belgelenmesini aramaksızın” ifadesi kaldırılarak, “Hâkim tedbir kararını, duruşma yapmaksızın ve gerektiğinde şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aramaksızın verir” maddesine yapıyorlar.

Mevcut kanunda erkeğe ceza vermek için delil aranması gerekmiyor, hazırlanan taslakta delil isteyip istememek hakime bırakılmış. Yani hakim istemezse erkeğe şiddet uygulayıp uygulamadığı gibi bir delil aramadan ceza verebilecek. Bu kadın derneklerini mutlu etmemiş. Erkek gibi bir canavara delilsi belgesiz ceza verilmeliymiş.
Ayrıca polise verilen yetkilere itirazları var; çünkü polise güvenmiyorlar ya mahkemeye sevk etmezse diye.

Memnun kaldıkları noktalar da var. “Kadın örgütlerinin içine tamamen sinmese de, eski haline göre daha etkili bir yasa taslağı oluşturuldu. Bakanlığın her düzeydeki yetkilileri ise, kalan eksikliklerin, TBMM’deki komisyonlarda tamamlanacağı sözü verdi.” deniyordu bir haberde de. Sözler yerine gelsin diye baskı yapıyorlar.
Kadın dernekleri kanun taslağı için “Türkiye’de inanılmaz boyutlara varan kadına yönelik şiddeti engellemekte yetersiz kalacağı ortadadır.” diyorlar.
Kadına şiddet dedikleri dayak ve cinayet değil sadece çünkü onlarda bir artış yok. “Erkeğin kadına sesini yükseltmesi, istediği kadar para vermemesi, gittiği yere karışması, özellikle özgürlük kelimesi üzerinde duruyorlar, istemediğinde karısı ile birlikte olması (bu arada kadınlara da bedenin senin istemezsen kocana dokundurtma diye kışkırtıyorlar)…”

Bunlar hep şiddet sayılıyor fakat kadın erkeğe yapınca şiddet sayılmıyor. Bundan daha büyük bir ikiyüzlülük olabilir mi? “Bir de eşitlik istiyoruz” diyorlar utanmadan.
Erkekler insan değil mi ? Kadının erkeğe yaptığı psikolojik şiddet (asık yüz, bağırmak, hakaret…) niye cezalandırılmıyor. Ve sığınma evlerinin çoğu bu derneklerin elinde. Orada kalan kadınları “erkek düşmanlığı” konusunda eğitiyorlar. Ayrıca derneklerine evli kadınları davet edip eğitim veriyorlar. Eğitimlerine katılan bir kadının sözlerini okumuştum resmi bir araştırmada. “Bu eğitime katılana kadar eşimin bana şiddet uyguladığının farkında değildim.” demiş. Ailenin ve kadınların en büyük düşmanı bu kadın dernekleri aslında.

“Şiddete Son Platformu” kurucularından Avukat Hülya Gülbahar, TBMM’ne sevk edilen Şiddetle Mücadele Yasa Tasarısı’nı değerlendirdiği açıklamasında hayalet adamlardan bahsediyor. Avukat hanım şöyle diyor:
“Kadın örgütleri şiddet yasa taslağı konusunda her zamanki aynı süreci yaşadı. Taslaktaki bir madde konusunda gündüzleyin bizzat bakanın kendisiyle bile anlaşmanın herhangi bir önemi yok. Gece, devlet denen mekanizmanın, devlete ait en derin mekanlarındaki odaların dolaplarında, masaların çekmecelerinde yaşayan “küçük lacivert elbiseli adamlar” veriyor asıl kararları…

Bu “küçük lacivert elbiseli adamlar” bazen canları sıkılmasın diye aralarına, yine “Küçük lacivert tayyörlü birkaç kadın” alıyor. Hem canları sıkılmıyor o dolaplarda/çekmecelerde; hem de başları sıkışınca, “biz değil, işte bu kadınlar yaptı; biz değil, kadınlar istedi!” deme şansını buluyorlar…

Tasarıyı hazırlayan platformdaki en yetkili kişilerden biri olan Avukat hanım resmen bakanlık yetkilileri ile “Küçük lacivert elbiseli adamlar” diye dalga geçiyor. “Küçük lacivert tayyörlü birkaç kadın” Bakanlıktaki kadınları da erkeklerin canı sıkılmasın diye orada bulunan yetkisiz kişiliksiz kadınlar olarak tanımlıyor. Kadınlara en büyük hakareti kendiler yapıyorlar.

Avukat hanım “Bu kavga burada bitmez” demiş.
Devlet” denen bu “örgütlü erkekler topluluğu”nu Türkiye’de geriletmek çok zor! diye de eklemiş. Sözlerini şöyledevam etmiş:
“Biz, kadın cinayetlerinde “namus/töre gerekçesinin kaldırılması”, “haksız tahrik indiriminin” sınırlanması, “çocukların cinsel istismarının engellenmesi”, kadınların kıyafetlerine “genel ahlak ya da hayasızca hareket” sınırlaması getirilmemesi, kadın-erkek eşitliğinin yasalardan ve toplumsal algıdan silinmesi ve benzeri her girişime karşı mücadele edeceğiz. Onlar da, her seferinde olduğu gibi, bizim bu mücadelemizden de, işlerine gelenleri cımbızlayıp, geriye kalanları, Türkiye ve dünya kamuoyuna kendi siyasi “lütfu” olarak yansıtmaya devam edecek.”

Ne mutlu ki, şiddetle ilgili bu yasa taslağının her kelimesinde, hala (ne kadar budanmış olursa olsun) Türkiye ve dünya kadın hareketinin kanı/canı/emeği ve taslaktan çıkartılan her bir kelimenin hesabını soracak bir kadın hareketi var.”

Böyle söylüyor Avukat hanım. Dün bu kadın dernekleri Meclis Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve yasa tasarısını görüşecek komisyon üyelerini mail, faks ve telefon yağmuruna tutması için yüz bin üyesine talimat verdi.

Baskıyla hükümete istediklerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Biz aileye değer veren insanlar ise sadece seyrediyoruz. Bunca vakfımız, derneğimiz, yazarlarımız, filistin deyince aslan kesilenlerimiz susuyor. Onların durumu bizden daha iyi merak etmeyin, hiç olmazsa maneviyatları kuvvetli. Bizim ailelerimiz elden gidiyor.Daha ne zamana kadar susacaksınız!

www.cocukaile.net Sema Maraşlı

“Aileyi koruma kanununun mevcut halinin iyileştirilmesini, erkek aleyhine olan bölümlerin
düzenlenerek adalete uygun olmasını istiyoruz, yeni taslağı bu haliyle kabul etmiyoruz.” diye şu adreslere mail atalım.

Başbakanlığa şikayet için mail adresi: bimer@basba kanlik.gov.tr

Aile Bakın Fatma Şahin’ in mail adresi: [email protected]

Bakanın Facebook adresi: http://www.facebook.com/FatmaSahinPage

Ayrıca tanıdığınız politikacılara, takip ettiğiniz köşe yazarlarına, milletvekillerine yazıyı mail atabilirsiniz. Biz de sesimizi duyuralım.
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,764
Tepkime puanı
984
Puanları
113
kadın dernekleri feminizm istiyor. malesef feminizm sadece açık kesimlerde değilde,türbanlı hatta çarşaflı kesimlerde bile meşhur.ama kendileri bile feminist olduklarının farkında değiller.
tek fark birileri başı açık feminist.diğerleri başı örtülü feminist. fark varmı? bence yok.
ben ikisinede karşıyım.
ama bilerek feminist olan açık feministlerden çok,farkında olmadan feminist olan başı örtülü feministlere daha karşıyım.
hatta bununla ilgili forumdaki birkonuda daha öncede yazdım. dileyen eski mesajlarımdan bulabilirler.
malesef forumumuzdaki hanım kızlarımızdan bazılarıda bu feminizm akımına FARKINDA OLMADAN,kapılmış durumdalar.
Ben bu konuda daha önce forumdaki hanım kızlarımıza uyarımı yaptığım için içim ferah.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Adını Güzel Söyle! Sema Maraşlı

Bu güne kadar yazılarıma yapılan eleştirilere cevapveremedim. Benim yazma hakkım kadar okuyucunun eleştiri hakkı vardır;eleştirilerle bir derdim yok; fakat maalesef ki bazıları eleştiri ile hakaretiayırt edemiyorlar. Eleştiriyorum diyerek hakaret edenler var. Hiç kimsenin kimseye eleştiri süsü verip hakaret etmeye hakkı yok. Ne bir yazarın ne bir okurun ne de yorumcunun.
Saldırgan üslubu yüzünden okuyucu kaybeden, reytingi düşen bir yazar hanım, beni eleştirmeye çalışırken ölçüyü kaybedip dini konularda tehlikeli yazılar yazmaya başladı. Bugünkü cevabım bu yüzdendir.Yoksa kimse ile kavga etmeye niyetim yok. Uzun zamandan beri ara ara benimyazılarıma atıfta bulunarak kendince benimle dalga geçtiğini zannederek dini konularla alay etti. Ona ve onun gibi dinin bazı emirlerini hazmedemeyerek benim üzerimden dini konuları küçümseyenlere bir açıklama yazısıdır bu.
“Yazıktır ki erkeğin üstünlüğünü haykıran, özgüveni inşaat halinde kadınların olduğu evrende yaşıyoruz.” demiş bir yazısında.
Erkeğin evin reisi olduğunu açıkça beyaneden âyet ve hadisler olduğu için erkeğin evde söz hakkı üstünlüğü kabulet menin yazık olan tarafı nedir anlayamadım. Bakınız Nisa sûresi 34. âyetikerîme. “Erkekler kadınlar üzerinekavvamdır (idareci ve koruyucudur) …” diye başlıyor.
Ve özgüvenimiz inşaat halinde olduğundan değil de Allah(c.c) güvenimiz tam olduğu için “emretmişse bir hikmeti vardır” diyerek teslim olmuşuz. Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
“… Erkek, ailede yöneticidir ve yönetiminden sorumludur. Kadın da kocasının evinde yöneticidir ve elinin altındakilerden sorumludur.” (Buhârî, Cum’a 11; Müslim, İmaret20)
”Kadına verilen narkozlu telkinler belli! “Bak kızım erkeğini elinde tut kiiii” ilebaşlayıp yatak odasına kadar giden jinekolojik geyiklere kadar varan sonsuz bayıcı cümlelerin muhatabı kadın!” cümlesine gelince…
Bu narkozlu diye tanımladığı telkinlerin kaynağının Allah ve Resulu’nun sözleri olduğunu eminim yazan kişi de benim kadar biliyordur; fakat ben yine de hadisi şerifleri hatırlatayım; eğer Allah Resulu’nun sözlerine değer veriyorsa olur ki fayda eder:
“Kadın, namazını kıldığı, orucunu tuttuğu, namusunu koruduğu ve kocasına itaat ettiği zaman, cennet kapılarının dilediğinden girsin.” (Ahmed bin Hanbel, I/191)
Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.” Tirmizî, Radâ` 10. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 4
Saliha yani iyi kadın tanımı geçen bütün hadisi şeriflerde kadının kocasını memnun etmesi şartı var. Ve bu konuda pek çok hadisi şerif var.
”Bak kızım erkeğini elinde tut kiiii” nasihatini bizden önce Allah Resul’u vermiş.
“…ilebaşlayıp yatak odasına kadar giden jinekolojik geyiklere kadar varan sonsuz bayıcı cümlelerin muhatabı kadın!”
Bakalım “jinekolojik”diye dalga geçtiği nasihatleri neden veriyorum? Allah resulü ne buyurmuş: “Bir koca karısına ihtiyaç duyup da onu yanına çağırdığında, kadınocak başında bile olsa, hemen kocasının yanına gelsin.” Tirmizî,Radâ` 10; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, İşretü’n-nisâ bâb
“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bir erkek karısınıyatağa çağırır da kadın gelmezse, kocası ondan memnun olana kadar KâinâtınSahibi o kadına lânet eder.” Müslim,Nikâh 121
“Erkeğin efendiliğini kabul etmiyorum ki kadının köleliliğini kabul edeyim.” demiş bir de.
Peki bu âyet-i kerime yazar için bir şey ifade eder mi?
”İkisi de kapıya koştular.Kadın, Yûsuf’un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında hanımın efendisine(seyyidihe) rastladılar. Kadın dedi ki: “Senin ailene kötülük yapmak isteyenin cezası, ancak zindana atılmak veya can yakıcı bir azaptır.” (Yusuf suresi25.âyeti kerimesi)
Kadının kocası geldiğinde Allah (c.c) kocasını “seyyidi yani efendisi” kelimesi ile tanımlamış. Erkeğin efendiliğini kabul etmek kadını köle yapmaz. Bu Allah’a karşı kötü zandan başkabir şey değildir. Bir yerde “reis, başkan, patron, müdür,lider…” (hangi kelimeyi kullanırsanız fark etmez) olması diğer kişileri köle yapmaz. Fakat mümin hanımlara erkeğin efendiliğini kabul edersen köle olursun mesajı vermekde ayrı bir hinlik.
“Beyim böyle dediyse doğrudur dersen karnındaki sıpa sırtındaki sopayla Leyla Leyla gezersin.”diyerek mümin hanımları kocasına karşı kışkırtırken Allah’tan hiç korkmuyor muacaba? Doğru ya Allahtan korkmuyordu, bir yazısında açıklamıştı, sadece seviyordu(!) O zaman sevgisinde samimi ise Allah ve Rresulu’nun sözlerini gönülden kabullenir ve tersini iddia etmez.
“Yazıktır ki Allah’tan çok erkeğe itaat eden halkalı köleler mahallesinin külhanbeyi olmuşuz. Camianın kadınları böyle aşılandı çünkü.” demiş bir de.
Hiçbir zaman “Allah’tan çok kocaya itaat edin” diye bir şey demedim, bu şirk olur, hiç kimse diyemez. Fakat “kocasına saygı gösterenleri “halkalı köleler” diye tanımlamak ve kendini Allah’ın emrettiği “itaate başkaldıran külhanbeyi” olarak görmek de Allah’a isyandan başka bir şey olamaz. Hayır kendi isyan etsin, kendini bağlar da kalemi ile herkesi şahit tutup konuyu iyi bilmeyenleri de etkilemesin en azından. Bakın bu konuda bendemiyorum Allah resulu ne diyor:
“Kadın, kocasının hakkına riâyet etmedikçe, Rabbinin hakkını (emrini) yerine getirmiş olmaz.”(İbn Mâce, Nikâh 4)
Allah ve resulünün sözlerini kaynak alarak yazı yazdığım için utanmadan beni “erkek hayranı” “kadın düşmanı” ilan edenler var. Erkek hayranı değilim, sadece Allah ve Resulu’nun hayranıyım.
Yazdıklarım bu yüzdendir. Bazı emirler kendi nefsime ağır da gelse elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum. Benolanı yazıyorum. “Karısını razı ederek ölen erkek cennettedir.” diye hadisler var da saklıyor değilim. Elbette erkeğin de karısına güzel davranması , zulmetmemesi gerekiyor. Fakat bunların içinde erkeğin karısına itaat etmesi ileilgili âyet ve hadis yok. Olsa sizden hiç esirger miyim (!)
“Yazıktır ki Allah’ın eşitlediğini kullar kabul etmiyor.” demiş bir de. Bu anlamlarda söylediği çok şey var da bir kaç tanesini seçtim. Bir ayet, birhadis, kadın ve erkeğin birbirine eşit olduğu ile ilgili yazar sunsun bize. Dinadına bir şey yazıyorsan öyle kafadan sallamak yok, delil getireceksin. Kadınve erkeğin yaratılışta birbirlerine farklı konularda üstünlükleri var; fakat evde söz hakkı üstünlüğü erkeğin, eşitlik falan yok. Ayrıca eşitlik varsa:
“Bir kadın kocası yanındayken onun izni olmadan oruç tutamaz.Kocasının izni olmadan bir kimseyi evine alamaz.”Buhârî,Nikâh 84, 86; Müslim, Zekât 84. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 73; Tirmizî, Savm64; İbni Mâce, Sıyâm 53
Hadisi şerifini nasıl açıklayacağız. Erkek nafile oruç tutarken karısından izinalacak diye bir hadis yok. Fakat kadın için var.
Kadın erkek eşitliğini iddia edenler “Üstünlük takvadadır.” âyetini söylüyorlar.Bu ayet kişilerin Allah yanında üstünlüğünün ölçüsünü anlatıyor, kadın erkek ilişkisi ve eşitlik iddiası ile hiç alakası yok.
Bakara Sûresi 228. Âyet-i kerîme’de Rabb’imiz eşitlik olmadığını anlatıyor:
“Erkeklerin kadınlar üzerinde ma’rûf (meşrûolan) hakları olduğu gibi kadınların da onlar üzerinde hakları vardır. Fakaterkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve vazifeleri bakımından) bir derecefazladır. Allah mutlak gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
“Evlilik öncesi çift kurslar açıp içindeki hatunu uyandır replikleriyle paradan minare diken sömürücü mimarları sevmem de mümkün değil!.”
Senin sevmen hiç umurumda değil Allah sevsin yeter.Evlilik kursları ile bugüne kadar pek çok aileye faydalı oldum, dualarını aldım. Evet kadınların içindeki hatunları uyandırmaları gerektiğini de anlattım. Çünkü Allah Resulü’nün lanetlediği günümüzde çokça bulunan hatta bununla övünen erkeğe benzeyen kadınlara yaratılışta ona verilen kadın özellikleri nasıl ortaya çıkarmaları gerektiğini de anlattım.Ve bununla gurur duyuyorum.
Hepsi de çok mutlu oldu. Çünkü erkekleşmiş bir kadın ne tam kadın ne de tam erkek olduğu için kendi içinde sürekli çatışma halindedir ve mutsuzdur. İçindeki huzursuzluğu da onu bunu suçlayarak ve etrafa saldırarak gidermeye çalışır.
Ayrıca kişi herkesi kendi gibi bilirmiş. Paradan minare hiç dikmedim, belli ki kendi yapıyor . Yazıdan para kazanacağım diye saçmalayarak her gün yazı yazıp, minareden para dikeceğim diye minareye tükürerek para kazanmıyorum çok şükür.
Benim Ayet ve hadisleri kaynak alarak yazdığım yazılara kızanlar önce kızdıkları ben miyim yoksa söylediklerim mi ona baksınlar. Kişi dinin emirlerini bilir yapmaz, sadece günaha girer; fakat inkar ederse, dalga geçerse, çok tehlikeli bir noktaya gelir. Hiç olmazsa bu ölçüye dikkat etmek gerek. Nefsime ağır geliyor yapamıyorum demekle Allah bunu emretmemiştir demek arasında çok büyük bir fark vardır. Bu farka herkesin dikkat etmesi lazım, özellikle de eli kalem tutanların. Zerrenin hesabını vereceğimiz o günü düşünerek.
Haber 7.com
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
:) güzel bir yazı .. Annem de öyle diyor, "kadınlara kendinizi erkeklere ezdirmeyin diye diye kadına şiddeti körüklediler" :) .. erkeklere karşı daha dikbaşlı ve saldırgan bir kadın modeli çıkmaya başladı, bu da doğal olarak aşırı zıtlaşmaları ve zıtlaşmaların doğal sonucu şiddeti beraberinde getiriyor..
Halbuki bir taraf öfkeli iken diğer taraf "veli" gibi davranıp sükut etmeli der büyükler :)
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Bu âyeti kimse duymasın, demeyelim.

Nisâ suresi 34. âyet-i kerîmeye önceki hafta başlamıştık bu hafta ayetin son bölümüne geldik.

Bir hanım, ilahiyatçı arkadaşı ile bu âyet-i kerîme üzerine konuşmak istemiş. İlahiyatçı hanım onu susturmuş. “Sus, bu âyeti hiç bir yerde söyleme, kimse duymasın! Olur ki söylediğin kişilerin içinde kalbi İslam’a ısınacak birisi olurda onu dinden soğutursun.”

İlahiyatçı hanımın kalbi Allah (c.c) sözlerini ne kadar reddediyor ki bu âyet-i kerimeyi duyan birinin islam’ı kabul edeceğine inanamıyor. İslam”ı bütünüyle kabul etmedikçe ve teslim olmadıkça müslüman olmayız. Tamam, sakladık bu âyet-i kerîmeyi, kimselere duyurmadık, utandık Rabbimizin sözlerinden, hidayet bizim elimizde midir?

Velev ki bir kişi Nisâ sûresi 34. âyet-i kerimeyi, kısas ayetlerini, islamın miras hukukunu, kurban kesmeyi, kısacası modern dünyaya uymuyormuş gibi duran âyet-i kerîmeleri duymadı, bunları duymadan müslüman oldu ve sonra bu âyetleri duydu o zaman ne olacak? Dinden mi çıkacak? Hâşâ bu âyetler dinimizin kusurlu bölümleri de biz mi eksiklerini tamamlayacağız!!!

Böyle bir davranış Yahudi temayülünden başka bir şey midir? Bazı Yahudiler de Allah’ı gereği gibi tanımadılar. En’âm sûresi 91. âyet-i kerîmede “(Yahudiler de) Allah hiçbir insana bir şey indirmedi.” demekle, Allah’ın kadrini gereği gibi takdir etmemiş oldular. (Rasûlüm! Onlara) “Öyleyse Mûsâ’nın, insanlara nur ve doğru yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Halbuki siz onu bir takım kağıtlara (yazıp) koyuyor, onun (işinize gelen kısmını) açığa çıkarıyor, bir çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’ da size öğretilmiştir. (İşte o kitabı indirin de) Allah’tır de, sonra bırak onları, saplandıkları batakta oynayadursunlar.”

Gelelim aşağılık kompleksine sahip olanları utandıran ya da nefislerine ağır geldiği için ret noktasına gelenleri zorlayan Nisâ Sûresi 34. âyet-i kerîmenin son bölümüne:

“Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince, onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür.”

Bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi de önemli.

“Müslümanlar arasında kısas yapılmasıyla ilgili âyet-i kerîme indiği sıralarda, bir erkek karısına vuruyor. Kadın da Peygamber (s.a.v.)’e gidip:
“Kocam bana vurdu, kısas istiyorum” diyor. Peygamber (s.a.v.) de:
“Doğru, kısas gerekir” buyuruyor. Kadının da kocasına vurabileceğini söylüyor. Bunun üzerine Allahu Tealâ Nisâ sûresi 34. âyet-i kerîmeyi indiriyor. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:
“Biz bir iş murat ettik, Allahu Tealâ ise başka bir iş murat etti. Ey kişi, hanımının elini tut.”

Allahu Tealâ kadının kocasına vurmasını kabul etmiyor, kadınların kocalarına karşı saygılı olmalarını emrediyor. Sonunu anlamak için bu âyet-i kerîmeyi başından itibaren kısaca hatırlayalım.

Rabbimiz birinci adımda: “Erkekler kadınlar üzerine ‘kavvamdır’ yöneticidir, koruyucudur.” buyurarak, aileye genel bir çerçeve çizerek başlıyor, âyet-i kerîmeye, kadın ve erkeğe birlikte sesleniyor.

İkinci adımda, kadınlara hitap ediliyor. “Sâliha kadınlar, iyi kadınlar, gönülden seve seve kocalarına itaat ederler, onlara saygısızlık etmezler” buyruluyor.” Kadın kocasına itaat ederek iki iyiliği birden elde eder. Birincisi kocaya itaati Allah(c.c) emrettiği için aslında Allah(c.c)a itaat etmiş olur ve öncelikle Rabbinin yanında sâliha kadın sıfatı kazanır. İkincisi, kocası ile de güzel bir iletişim için en önemli adımları atmış olur.

Üçüncü adımda, erkeklere hitap, kadınlara da ihtar var. Erkek evin yöneticisi olduğuna göre bu sorumluluğu götürebilmesi için yaptırım yetkisi olması lâzım. Sorumluluğu olup yetkisi olmayan yönetici olamaz. Kadın erkeğe saygı duymuyor, inat ve ısrarla dediğini diyor ve ailenin huzurunu bozacak şekilde davranıyorsa Rabbimiz insan fıtratına en uygun olan eğitim metotlarını sayıyor.

“Geçimsiz, kafa tutan, aldatmalarından endişelendiğiniz kadınlara gelince onlara nasihat edin, sonra kendilerini yataklarında yalnız bırakın, daha sonra disiplin için hafifçe vurun. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde başka bir yol aramayın. Çünkü Allah Yücedir, büyüktür.”

Öfke ve kızgınlıkta insanın ilk tepkisi genellikle saldırıdır. Kadınlar dilleri ile saldırır, erkekler elleri ile. Âyet-i kerîmenin bundan önceki bölümünde şiddet konusunda ilk uyarı kadınlara gelmişti: “Kocalarınıza gönülden itaat edin.” emriyle kadına dilini ve davranışlarını kontrol etmesi ve psikolojik şiddete başvurarak kocasına eziyet etmemesi emrediliyor.

Âyeti kerîmenin devamında ise erkeğe, öfke karşısında ilk tepkiyi kontrol etmesi tavsiye ediliyor. Kadına vurmak emredilmiyor hatta tam aksi kadına vurmak zorlaştırılıyor. Aynen, kadınların miras hakkı yokken erkeğin yarısı kadar miras hakkına sahip olmaları sağlandığı gibi… Yaratıcımıza hüsnüzan etmemiz gerekiyor.

Bu âyet-i kerîmede bir sıralama var. Rabbimiz erkeğe:

“Sakin ol ve önce güzelce söyle, nasihat et.” buyuruyor. Kadın iyilikten anlıyorsa zaten bu aşamada sorun çözülür.

İyiliğin ve nasihatin faydası olmadı, sorun devam ediyor:

”O zaman, yatakları ayır, ilişkiyi kes.” tavsiyesi var.

Kocasını seven, onun ilgi ve sevgisini kaybetmek istemeyen kadın bu aşamada kendine çeki düzen verir, vermelidir.

Yine olmadı o zaman “vurabilirsiniz” izni var, işe yarayacaksa, bu bir emir değil. Hadisi şeriflerden de yüze vurmadan, yaralamadan, iz bırakmadan vurabileceğini peygamberimizden öğreniyoruz. Âyet-i kerîmenin devamında da “İtaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın.” buyruluyor. Kadınları incitecek şeyler yapılmaması emrediliyor.

Âyet-i kerîmede “Vurabilirsiniz” derken “Vadribûhunne” kelimesi geçiyor. Kelimenin en yaygın kullanış şekli “vurmak” Bunu kabul etmek istemeyenler burada “darabe” kelimesi “misal anlamına gelir, evleri ayırmak anlamına gelir” gibi farklı yorumlarda bulunuyorlar. Fakat hadîsi şeriflere ve âyetin yukarıda geçen iniş sebebine baktığımız zaman burada “vadribûhunne” kelimesinin “vurmak” anlamına geldiği gayet açık bir şekilde belli.

Bütün güvenilir kaynaklarda da bu âyet “vurabilirsiniz” diye tefsir edilmiş. Çünkü Âyet-i kerîmeleri destekleyen hadîs-i şerifler var. “Ben Allah’ın Elçisinin sözünü tanımam” demiyorsak,”Peygambere itaatin Allah’a itaat olduğu” âyetini kabul ediyorsak, peygamberimizin şerefli sözleri ile tamamlandığında âyet-i kerimeden çıkan anlam bu.

İtiraz edenler “Peygamberimiz eşlerinden hiç birine tek fiske bile vurmamış” diyorlar. Peygamberimizin eşlerinin de huysuzlukları olmuş; fakat ya uyarı aşamasında ya da yatakları ayırma aşamasında kendilerine çeki düzen vermişler. Bunları ayetlerde görüyoruz.
Son olarak, eşlerinin topluca başkaldırması hadisesinde ise ayetlerde boşama uyarısı olduğunu biliyoruz.

Erkekler, işe yaramayacaksa hafifçe vurma adımını kullanmayıp, geçimsiz kadını boşama hakkını kullanabilirler. Fakat kaç kadın, kendi hatalı olduğu halde, ikisi arasında tercih yapma durumunda olsa boşanmayı tercih eder. Böyle bir tercih durumunda çoğu kadın “Kocamdır döver de severde” diyecektir.

Kulu en iyi bilen Yaradan’dır. Her insanda şiddete meyil az ya da çok vardır. İnsanda koruma ve korunma güdülerinin içinde vardır şiddet. Yoksa tehlike karşısında kimse kendini koruyamazdı. Şiddet deyince akla önce fiziksel şiddet geliyor. Oysa psikolojik şiddet, fiziksel şiddetten daha çok yaralayıcıdır. Kelimelerle saldırmak, surat asmak, aşağılamak,vb.

Erkekler daha çok beden gücü ile fiziksel şiddet kullanırlar, kadınlar ise gücü yettiklerine elleriyle, gücü yetmediklerine psikolojik şiddet uygularlar.

Annesinden dayak yemeden büyüyen çocuk neredeyse yok gibidir; ama baba dayağı yemeden büyüyen çocuk çoktur. Anneleri tarafından pek çok çocuk dayak yiyor ama “Kadınlar şiddet uyguluyor, kadınlar saldırgan, kadınlara ceza verelim, dur diyelim.” diye kimse ayaklanmıyor. Burada bariz bir “iki yüzlülük” var.

Ayrıca erkek şiddetinde kadın kışkırtıcılığını unutmamak lazım. Bir erkek alkolik değilse, uyuşturucu kullanmıyorsa, ciddi bir ruh hastalığı yoksa, çok tahrik edilmedikçe vurmaz. Kadın cinayetlerinde ya erkek alkollüdür ya da aşırı tahrik ve hakarete uğramıştır, ya da çocukları kendine düşman edilmiştir.

Ülkemizde en son işlenen kadın cinayetlerinin birinde kadın bir yıla yakın bir süre çocuğu babasına kaçırmış. Elbette bu cinayet sebebi olamaz; fakat erkeğin bozulan ruh halini ve psikolojik durumunu göz önüne alırsak, “Erkekler kötü, saldırgan, kadınları öldürüyorlar.” tarzındaki yüzeysel yorumlar yerine, olaylar ile ilgili daha doğru değerlendirmeler yapabiliriz.

Bir seminer sonrası yanıma gelen bir hanım titreyerek ve dolu dolu gözleri ile bana “Kocam geçen hafta beni dövdü, ilk defa bana el kaldırdı, unutamıyorum onu affedemiyorum, ne yapmalıyım.” dedi. Bende “Eşiniz neye kızdı?” diye sordum. “Bir konu da tartışıyorduk elimdeki tepsiyi kafasına fırlattım.” diye cevap verdi. “Sen kocanın kafasına tepsi fırlatırsan o da seni döver, yapacak bir şey yok.”

Aslında Kur’an-i metoda göre, önce uyarması, sonra yatakları ayırması, kadın hâlâ isyankar davranışlara devam ediyorsa o zaman vurması lâzımdı.

Dil ile saldırı da çok kışkırtıcıdır. Mesela, kadın sinirlendiği zaman erkeğin ailesine saldırıyor. Annesinden başlıyor, kardeşlerinden devam ediyor. Ayrıca kocasına “öküz, ayı, ********, namussuz, hayvan kadar terbiye görmemişsin, sen ne biçim erkeksin” gibi ağır hakaret içeren kelimeleri söylediklerini de ben bizzat hanımlardan duydum.

Yapılan araştırmalarda kadınların yüzde kırkı “Erkeklerin dayak atmada haklı sebepleri olduğunu düşünüyor.” Herkes yaptığını kendi daha iyi bilir. Böyle bir durumda da kadın “Kocamdır, döverde severde, kimse karışamaz.” derse kimse karışmamalı, karı kocayı ayırmak için kışkırtmamalı. Ortada yaralamaya yönelik ağır bir durum yoksa.

Ayrıca şiddetten hoşlanan mazoşist kadınlarda var.

Özetle âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflere bütün halinde bakarsak, dinimiz, ailenin huzurunu bozan geçimsiz kadınlara, işe yarayacaksa son çare olarak vurulmasına izin vermiş; fakat erkeklere sabırlı olmaları ve iyilik adımları ile sorunlara çözüm bulmaları tavsiye edilmiş. Kadınlar erkeklere Allah’ın emanetidir. Haksız olarak kadınlara eziyet ederlese, emanete hıyanet etmiş olurlar.

Psikoterapist Jed Diamond “Hırçın Erkek Sedromu” kitabında kırk yılı aşan meslek hayatından edindiği bilgileri ve şiddet ile ilgili dünyada yapılmış araştırmaları aktarmış. Kitaptan ilgili bölümlerinden yaptığım alıntılarla yazıyı bitirmek istiyorum.
“Şiddeti, Dünya Sağlık Örgütü: ‘Kişinin kendisine, bir başkasına, bir gruba ya da bir topluluğa karşı, yaralama, ölüm, psikolojik tahribat, kötü gelişim ya da yoksunluk hissi ile sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı yüksek, gerçek veya tehditsel bir bilinçli fiziksel kuvvet ya da güç kullanımıdır.’diye tanımlıyor.”

“Aile içi şiddet evrenseldir. Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı ‘Dünya şiddet ve sağlık raporu’na göre eşe karşı şiddet, istisnasız tüm ülkelerde, tüm kültürlerde ve toplumun her seviyesinde süregelmektedir.”

“Aile içi şiddet kullananlar sıra dışı kimseler değildir. Birçok yönden bizim gibi insanlardır. “

“Tüm dünyada erkek şiddetini tetikleyen onur kırıcı olaylar hayret verici derecede aynıdır. Dünya Şiddet ve Sağlık Raporuna göre bu olaylar, kadının erkeğe itaat etmemesi ve sürekli münakaşa çıkarması, erkeği para ve kadınlar konusunda sorgulaması; erkeğin ise kadının yemekleri zamanında hazırlamadığını, çocuklar ve evle yeterince ilgilenmediğini düşünmesi ve kadının cinsel ilişkiyi reddetmesidir.”

“Aile içi tartışmaların %30 ila %80 arasındaki kısmı taraflardan biri veya ikisinin içkili oldukları zamanlarda gerçekleşmektedir.”

“Kadınları kurban, erkekleri ise saldırgan ilan eden günümüz “feminist” yaklaşımı yanlış yönlendirici olabilir ve gerçekte sorunları daha kötü hale getirebilir. Kadınların “iyi”, erkeklerin ise “kötü” olduğu yolundaki sosyal algılamamız, genellikle gerçekleri görmemizi engeller.”

“Şiddet genellikle pasif-agresiftir. Başkaları bizi yaralar, acımızı içimize atarız, sonra öfke olarak yüzeye çıkar ve hiddet şeklinde patlar. “

Son söz: Rabbimizin ayetlerinden utanmayalım. Yaradan’ımızın verdiği akılla Yaradan’dan daha iyi olduğumuzu düşünüyorsak eğer, bu düşünceden dolayı kendimizden ve müslümanlığımızdan utanalım.
 

okur

Doçent
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
603
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Sema hanımı kutlarım, çok güzel yol gösteriyor bizlere...
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Adını Güzel Söyle

Söylemişler gelenler bizden evvel,
Kulak aşık olurmuş gözden evvel.
Mısralarını duyduğumda çok beğenmiş ve “Kulak Aşık Olurmuş Gözden Evvel” kısmını kitabıma isim yapmıştım. “Göz beğenir, burun aşık olur, kulak da sever.”
Göz beğenir; fakat her beğendiğini sevemez. Ve beğendiğinden de çabuk vazgeçebilir.
Burun aldığı kokularla beyin de olmadık işler yapabiliyor. “Aşk kokudur” diyor bilim adamları. Nasıl her insanın parmak izleri farklıysa her insanın vücut kokuları da farklı oluyor.
Kulak ise kalbe giden yoldur. Sevgiyi de aşkı da yaşatan, yeşerten kulaktır. Sesini, sözünü sevmediğiniz birini gerçekten sevmiş olmanız zordur. Sözü sevdiren onun güzelliğidir.
Rabbimiz güzel sözler söylememizi tavsiye ediyor:
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.(İsra sûresi 53. âyet-i kerîme)
Allah Resulü: “Güzel söz sadakadır.” ve “Sözlerde büyü etkisi vardır.”buyuruyor. Kötü sözler insanları birbirinden soğutur, tatlı sözler ise sımsıkı bağlar.
İyi bir iletişim; öncelikle güzel hitapla başlar. Hitap; sözün başladığı yerdir. Sözün gidişatını belirler, çoğu zaman. Hitapta ilk adım karşımızdaki kişinin ismini güzel söylemektir. On yaş altı çocuklara “aşk nedir?” diye sormuşlar; cevapların içinde en çok beğendiğim: “Aşk öyle güzel bir şey ki, o isminizi söylediğinde “Benim ne güzel adım varmış dersiniz.”
Sevdiklerimizin ismini nasıl söylüyoruz ya da söylüyor muyuz? Bir evlilik bozulmaya başladığında ilk kaybedilen isimdir. Karı-koca birbirinin isimlerini söylemeyi bırakır “baksana, alo, bizimki, babamız, anneniz…”gibi tuhaf şeyler söylemeye başlarlar. Karı-koca başkalarının yanında eşine hitap etmesi gerektiğinde “bu” demeye başlar. Tanınmış o zamanlar çok iyi bir evlilikleri varmış gibi görünen bir karı kocayı birlikte katıldıkları bir televizyon programında izlemiştim. Erkek karısından bahsedeceği zaman hep “bu” diyordu. “Bitmiş bu evlilik” diye düşünmüştüm ve daha sonra doğru bir öngörü olduğunu gördüm.
Sevgili Peygamberimiz bir gün Hz.Aişe validemize: “Ya Aişe senin bana kızdığın ve benden memnun olduğun zamanları ben bilirim.” buyurdu.
Hz. Aişe validemiz sordu; “Nereden bilirsin ey Allah’ın Resulü?” Efendimiz bu soru üzerine şöyle cevap verdi: “Benden memnun olduğun zamanlarda ‘Muhammed’in Rabbine’ diye yemin ediyorsun. Kızgın olduğun zamanlarda ise ‘İbrahim’in Rabbine’ demektesin”
Bunun üzerine Hz. Aişe Resulullah’ı memnun edecek bir cevap verdi: “Ey Allah’ın Resulü doğru söylüyorsun. Ancak ben kızdığımda sadece senin ismini dilimden bırakırım; sevgin ise her zaman kalbimde yaşar.”
Farkında olmadan pek çoğumuz bunu yapıyoruz. Kızgınlık anında ilk yapılan karşıdakinin ismini terk etmek oluyor. Çocuklarımıza kızdığımız zaman “oğlum, kızım” demek bile içimizden gelmez.
Kızgınlıklar eşler arasındaysa ve sürekli tekrar ediyorsa eşler birbirinin ismini unutacak duruma geliyorlar.
Geçmiş yıllarda bir hanım “Akşam misafirimiz vardı; kocam benden bahsederken yaklaşık yirmiden fazla “bu” dedi. ‘Bu dedi ki, geçen gün bununla gitmiştik…gibi” Kadın çok üzülmüş. Konunun önemine binaen “Eşimle Tanışmayı Unutmuşuz” kitabımda “Bu” diye bir hikaye yazmıştım.
Peygamber efendimiz isim konusuna çok önem vermiştir; devesine, kılıcına bile isim vermiştir. Anlamı güzel olmayan isimleri değiştirmiştir. Sevdiklerine isim dışında tatlı hitaplar bulmuştur. Hz. Aişe’ye Hümeyra, “pembe yanaklım”, Ya Uveyş “Aişecik” gibi hoş hitaplarda bulunurmuş. Kızı Fatima ya, Hz. Ali’ye ve sahabeden sevdiklerine onların güzel özelliklerini vurgulayan sıfatlarla hitap etmiş. Toprak babası, Kedicik babası, Allah’ın aslanı, Allah’ın kılıcı… Süt annesi Halime’ ye ve çocukken evinde kaldığı amcasının hanımı Fatıma Hanıma “Anneciğim” diye hitap ederdi.
Bizim kültürümüzde saygı önemli olduğu için “anne, teyze, amca, dayı…”gibi yakınlık ifade eden hitapları kan bağımız olmayan kişilere de kullanırız. Bu durumda önemli olan hitaptan bizim değil; karşımızdakinin hoşlanıp hoşlanmadığıdır. Mesela yaşımıza yakın birine abla diyorsak ki kadınlar yaşlı görünmeyi sevmediği için hoşlanmayabilir, baştan kaybetmişizdir. Yaş takıntısı olan bir kadına “teyze” demek o kişi ile aranıza duvar örmek gibidir.
Eski bir adetimizde de (hâlâ devam eden yerler varsa bilmiyorum) karı-kocanın başkalarının yanında özellikle aile büyüklerinin yanında birbirlerinin isimlerini söylemeleri ayıp sayılırdı; bu yüzden söyleyemezlerdi. Tabii isim dışında hitap da kullanılmıyordu. Bu edepten sayılırdı, bunun edeple ne ilgilisi olabilir çözemedim. Hani Allah Resulünü örnek alacaktık? Hatta isim söylememeyi dindarlık saymak bile var. Oysa bu kişiyi yok saymak gibi bir şey. Bu adetler yüzünden ömrü “bakhele” demekle geçen karı-koca çoktur. Allah’tan hacca gitmek gibi bir ibadetimiz var da karı-kocalar belli bir yaştan sonra olsa da “Hacı bey, Hacı Hanım” diyerek birbirlerine hitap etme imkanı bulabiliyorlar.
Bizde sevgili peygamberimizin yaptığı gibi güzel sıfatlarla hitap pek yoktur.
Sıfatlarla hitabı biz genellikle karşımızdakini yermek için, bir eksiğini göstermek için kullanırız. Kilosunu fazla bulduğunuz karınıza “tombişim” diye hitap etmeniz kalbini kırıp size karşı kırgınlık duymasından başka bir işe yaramaz. Kişinin arkasından bile olsa hitap çok önemlidir. Mesela kayınvalidesine “o kadın” diyen gelin ya da damat saygı sınırlarını zorlamışlar ve aralarına buz duvarı örmüşlerdir.
İstanbul’un bir ilçesindeki ailelerin lakaplarını gördüm bir sitede. Lakapların çoğu rencide edici; içlerinden çıksa çıksa beş on tane düzgünü ancak çıkar. Geneli şöyle minvalde gidiyor: “Çürükhacı, bitşükrü, dilki, eşkiya, garafadik, hayta,patlak, pırtıl, tırık, yılankırhan, zımbırık, çöpadil…” İslam ahlakına uyar mı bu lakaplar? Kaç nesil bu lakaplarla anılmak zorunda kalıyor. Bir aileyi hoş olmayacak şekilde anmak İslam terbiyesine, Resululluh’ın sünnetine hiç uyar mı? Allah’ın rızasına uyar mı?
Rabbimiz “Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.” buyuruyor. (Hucurat /11) Söylediğimiz güzel sözlerin iki dünyada mükafatı, kötü sözlerin ise hesabı vardır, azabı vardır. Kötü lakap takmak yasaklanmış.
O halde karşımızdakinin hoşlanmadığı kötü hitaplardan sakınıp, birbirimize güzel hitaplarda bulunmaya gayret etmemiz gerekiyor, sözlerimiz sevgimizi beslesin. Özellikle eşler arasında daha da dikkat etmek gerekiyor. Hitap eşe “seni seviyorum, benim için değerlisin” mesajı vermeli.
Özellikle peygamberimizin yaptığı gibi güzel vasıflara vurgu yapan hitaplar, kişinin o vasıfları korumak istemesine ve geliştirmesine sebep olur. Hataya dikkat çeken kötü hitaplarda o hatanın kalıcı olmasına sebep olabilir. Kullanılan kelimeler hipnoz gibi etkiler.
Sevgiyi ifade eden “aşkım, hayatım, birtanem…” gibi hitaplar ise günümüzde fazla kullanımdan etki kaybına uğradı. Mesela kadın; çocuğuna, kedisine, arkadaşına, kardeşine “aşkım” diyorsa kocasına “aşkım” demesi eşinin ne kadar hoşuna gidebilir.
Hitaplarla ilgili bir hikaye yazarken epeyce araştırmıştım. Karı-koca arasında en beğenilen hitaplar: Kadına; “Sultanım, gülüm, ceylanım, tatlım, kıymetlim,güzelim, sevdiğim…Erkeğe; “evimin güneşi, gönlümün aydınlığı, yiğidim, yarim, sevdalım, huzurum…”
Tabii hitaplarda cinsiyete uygun olarak yapılırsa daha doğru etki bırakır. Bir erkeğe “bebeğim, tatlım, yavrum” demek ya da erkeğin isminde kısaltma yapıp “cik” ekleri getirmek pek hoş etki bırakmasa gerek. Ya da bir kadına “yiğidim, aslanım” demek. İki cins içinde ortak kullanılan hitaplar da var tabii ki. Daha çok klasik hitaplar ortak kullanılıyor. “Canım, hayatım, aşkım….”
Bir de “karıcığım-kocacığım, benim güzel karım” hitapları seviliyor. Çünkü bu hitapları kimse eşi dışında başka birine söyleyemiyor. Sadece eşlere özel bir hitap bu ikisi.
Günümüz gençlerinin eşlerine kullandığı tuhaf hitaplar da var. “minnoşum, böcüğüm, danam, ********im, tosbağam…” gibi. Bu hitapların yapacağı çağrışımlar ne olabilir ki? Ve bu hitapların sevgiyi ne kadar beslediği günümüz aşklarının halinden belli.
Sevgi sözcükleri, tatlı hitaplar özellikle kadınlar için çok değerlidir. Kadınların arada bir sevgi depoları doldurulmalı ki hayat enerjileri tükenmesin. Evlilik ilişkisinde sevgi- saygı dengesinde kadın erkekten saygıyı; erkek kadından sevgiyi eksik etmemeli.
Bu yüzden ismi ya da hitabı söylerken içine duygu katılmalı, hissederek söylenmeli . Hitap ederken ses tonunu iyi ayarlamak, kelimeleri gönülden çıkarmak gerekir. “Hayattan bıktırdın” der gibi “hayatım” demek, “canın çıksın” der gibi “canım” demek kalpte pek iyi bir etki bırakmaz. Sözün etkisini ses belirler. Sesin ayarını da gönül yapar.
Kainattaki her şey sevgi ile güzelleşiyor. Sevmek ibadet hükmündedir. Güzel sözler sadakadır. Sevgi ile suya güzel sözler söylendiğinde içindeki kristaller güzelleşiyor. Suya kötü sözler söylendiğinde kristalleri bozuluyor. Sevgi ile yaptığımız işler bir başka oluyor.
Sevgimizi önce en yakınlarımıza vermek, önce onlarla yaşamak gerek. Sevdiğinizin gönül bahçesini tatlı sözlerle yeşertin, güllerini soldurmayın. Eşinize en son hangi güzel kelime ile hitap ettiniz, bir düşünün? Kadın-erkek iki tarafında eşinin güzel hitabına, tatlı cümlelerine ihtiyacı var. Güzel hitaplarla sevdiklerinizin hayatını güzelleştirin. En önemlisi adını güzel söyleyin. Siz onun adını söylediğinizde “Benim ne güzel adım varmış” diye düşünsün.
Yunus Emre sözün önemini ne güzel anlatır:
Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz,
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz.
Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini,
Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz.
Yazıyı Rabbimizin tavsiyesi ile bitirelim:
“İnsanlara güzel söz söyleyin.” (Bakara sûresi/ 83)
Sema Maraşlı – Haber 7
 

_Berceste_

bir tutam delilik...
Katılım
21 Eyl 2010
Mesajlar
6,798
Tepkime puanı
1,525
Puanları
0
Sema Marasli gercekten cok güzel yazilar kaleme aliyor,ilgiyle takip ediyorum kendisini.
bu yazisi da cok güzel...tesekkürler abla paylastigin icin.
Peygamber efendimiz (s.a.v)ve Hz.Aise (r.a) arasinda gecen bu diyalogu cok begendim:)

Sevgili Peygamberimiz bir gün Hz.Aişe validemize: “Ya Aişe senin bana kızdığın ve benden memnun olduğun zamanları ben bilirim.” buyurdu.
Hz. Aişe validemiz sordu; “Nereden bilirsin ey Allah’ın Resulü?” Efendimiz bu soru üzerine şöyle cevap verdi: “Benden memnun olduğun zamanlarda ‘Muhammed’in Rabbine’ diye yemin ediyorsun. Kızgın olduğun zamanlarda ise ‘İbrahim’in Rabbine’ demektesin”
Bunun üzerine Hz. Aişe Resulullah’ı memnun edecek bir cevap verdi: “Ey Allah’ın Resulü doğru söylüyorsun. Ancak ben kızdığımda sadece senin ismini dilimden bırakırım; sevgin ise her zaman kalbimde yaşar.”

 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Derdi Nimete Çevirmek

Gelin-Kayınvalide ve eş akrabaları konularında bir kitap yazıyorum ve kısmet olursa bir an önce bitirmek için uğraşıyorum. Daha önce bu konularda bir kaç yazı yazmıştım. Gelinlerden, damatlardan pek çok e-posta gelmişti. Onları ayrı bir başlıkta dosyalamıştım. Şimdi o konular üzerine hikayeler yazıyorum. Gelin-kayınvalide sorunları evlilikleri zannedildiğinden çok daha fazla etkiliyor. Bu sebepten çok yuvası yıkılan ya da psikolojik sorunlar yaşayanlar var.
Gelin mi kayınvalideyi idare etmeli, kayınvalide mi gelini? En ideal olan kayınvalidenin olgun davranıp gelininin hatalarını görmezden gelmesi ve idare etmesi; gelinin de onlara saygılı davranmasıdır. Mümine yakışan budur . Allah rızası için hatalara takılmamak, affedici olmaktır. Fakat her zaman bu yapılamıyor.
Geçenlerde bir yerde okudum. “Gelini yüzünden boşanan kayınvalide yoktur da kayınvalidesi yüzünden boşanan gelin çoktur.” diye. O zaman kar-zarar ilişkisi dengesinde kayınvalide sorunlarında en büyük zararı “gelin ve kocası” çekiyor. Evlilikleri berbat oluyor. O zaman zararı daha çok görecek olanların daha çok gayret sarf etmeleri gerekiyor.
Tabi bu arada çocukları da unutmayalım. Anneanne ve babaanne sevgisi çocuklar için çok değerlidir. Ben bu konuda şanslıydım. Babaannem bizimle otururdu; anneannemle de aynı sokaktaydık. Onu da her gün görürdük. Annem ve babaannem iyi anlaşırdı. Daha doğrusu annem babaannemi iyi idare ederdi. Babaannem biraz deli dolu orjinal bir kadındı. Babaannemle büyümeyi, geceleri ondan hikayeler dinleyerek uyumayı, kendim için bir zenginlik olarak görüyorum. Ben de ablam da annemi örnek almış olmalıyız ki kayınvalide ile ilgili sorunlar çıktığında çözüm odaklı davrandık.
Kayınvalide ile birlikte oturanlar zaten azaldı. Kayınvalide bir dert olarak görülüyor. Oysa o dert gibi görünen sorunlar çoğu zaman bizim için nimettir fark etmeyiz. Belki onlara hizmetimiz ve sabrımız sayesinde cennete gideceğiz. Belki evdeki büyükler hürmetine gelecek kaza belalar engelleniyor. Kulun kul ile imtihan olduğunu unutuyoruz çoğu kez. Elbette büyüklerle yaşamanın zorlukları var. Fakat onların bize ihtiyacı varsa bunu fırsat bilip değerlendirmeliyiz. Gerçi kendi rahatını düşünüp kızıyla ya da gelini ile oturmak istemeyen büyükler de var. O da ayrı bir konu.
Anne ile babaanne anlaşamadığı zaman çocuklar doyasıya bir babaanne sevgisi yaşayamıyorlar. Çocuk gördüğü kadarıyla annesini üzen ağlatan kadını sevmek istemiyor; fakat diğer taraftan da kendini seven ona iyi davranan babasının annesini sevmek istiyor. Bu yüzden çocuklar iki arada bir derede sevginin ve kızgınlığın ortasında kalıyorlar. Çocukların; yaşlıların tecrübelerine, hikayelerine, otuz sene öncesi de olsa o geçmişi bir tanıktan dinlemeye, babasının çocukluğunu duymaya ve onların sevgisine ihtiyaçları var. Bu yüzden de çocuklarımızı bu sevgiden mahrum etmemek için de büyüklerle iyi geçinmemiz herkesin hayrına olur.
Kendi annemiz bile kafamıza uymazken, kayınvalideyi kafamıza uydurmaya çalışmak çok büyük bir hata olur. İnsanları olduğu gibi kabul etmek, hatalarına takılmamak, iyi yanlarını görmeye çalışmak daha mümince bir tavır olur.
Günümüzde kız anneleri de evliliklerde sorun olmaya başladılar. Kızını gelin ederken “Kızım koca her zaman bulunur fakat aile bir daha bulunmaz, bizimle kocan arasında bir sorun olursa bizden yana ol.” diye kızını gelin eden anneler var. Kocası ve ailesi arasında kalıp evliliği bozulan depresyon hastası olan kadınlar var. “Koca her zaman bulunur” sözü de ayrıca bir tuhaf ve gerçek dışı.
Tabi bu arada iyi niyetli kız annelerine de haksızlık etmeyelim. Kızlarının hatalarını gören ve doğru yönlendirmek için elinden geleni yapan anneler de var.
Anne ya da kayınvalide ikisi de belli bir yaşa gelmiştir; onları değiştirmek zordur. Gelin olarak damat olarak idare etmeyi, yanlış yol gösteriyorlarsa yanlışa düşmeden gönüllerini kırmamaya çalışarak onlarla iyi geçinmeye çalışmak en doğrusu olur, diye düşünüyorum. Erkeklerin de anneleri ve eşleri arasında dengeyi iyi kurmaları, bunun için özel gayret saf etmeleri gerekir. Gelin-kayınvalide anlaşmazlığında erkeğin yanlış tutumu da işleri daha kötü hale getirebiliyor.
Gelin kayınvalide sorunlarının günümüzde bu kadar artmasının bir sebebinin de dünyanın imtihan yeri olduğunu unutmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Hayatımızda hiç dert olmasın, sıkıntılar bizden uzak olsun istiyoruz. Ne hoşumuzu gitmeyen bir söz duyalım ne de rahat etmediğimiz bir ortamda bulunalım istiyoruz.
Yaz tatili geliyor, aileleri uzakta olanlar için tatil dertten başka bir şey olmuyor. Kimileri köye gidecekler. Erkek okurlarımdan “Sema hanım eşimi bir kaç haftalığına köye götürmekte zorlanıyorum. Gitmek istemiyor, köyde sıkılıyormuş, avm yokmuş, annemler köylü kaba ve cahilmiş, onları beğenmiyor, pislermiş pişirdiklerini yiyemiyormuş, kendi de kalkıp pişirmiyor, yetmiş yaşında annem kalkıp yemek pişiriyor eşim yardım bile etmiyor…”gibi serzenişler çok var, kayınvalide dosyamda.
Hanımlardan gelen ciddi sorunlar da var fakat daha çok “kayınvalidem şunu dedi bunu dedi, köyü sevmiyorum gitmek istemiyorum, sivrisinek var, yerde yemek yiyorlar ben alışkın olmadığımdan rahat oturamıyorum, bir tek küçük tüp var, yemekleri sıra sıra pişirmek gerekiyor, zorlanıyorum…” gibi rahatlık arayışları görüyorum.
Biz ne zaman bu kadar keyif ehli olduk? Dünyanın rahatlık yeri olduğuna inandık? Bana kayınvalidesinin köylü olmasından ya da fakirliğinden şikayet eden hanımlara genelde Somali gibi Müslüman ülkelerdeki açlık, sefalet, hastalık ve savaş içerisindeki mümin hanımları örnek gösteriyorum. Biz onlardan daha üstün olduğumuz için mi bu nimetler bize verildi? Hesabı yok mudur bu nimetlerin. Onlar yiyecek bulamazken biz yiyecekleri pişirme ortamım lüks değil diye söyleniyorsak ve zorluklara tahammül edemiyorsak kendimizi ve imanımızı ciddi ciddi sorgulamamız lazım.
Hz. Ali’nin “Gittiğiniz yerlerin âdetine uyun.” diye bir tavsiyesi var. Tabii İslami çizgi dışına çıkacak bir durum olmaması gerekir. Hanımlar! Köye gidince hiç hanımlık taslamayın. Geçirin üzerinize köy kıyafetlerini, ayağınız toprağa bassın, yere oturun, ekmek açın, odun ateşinde yemek pişirin, doğal hayatın tadını çıkarın. Kibirlenmeyin, evinizdeki temizlik şartlarını aramayın. Depremde gördüm, evindeki titiz hanımların açlık ve korkuyu görünce neleri yemeye razı olduklarını. Gelin şimdi de başımıza bir bela gelmeden Allah rızası için zorluklara yüzümüzü bile ekşitmeden sabredelim ve diğer zamanlarda sahip olduklarımız için şükredelim.
Kıymeti bilinmeyen her nimet elden gitmeye mahkumdur.

Sema Maraşlı
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Kocaya Annelik Etmek

Nerde kaldın?
O arkadaşınla konuşma! Onu hiç gözüm tutmadı.
Neden bunu aldın? Para harcamayı bilmiyorsun…
Çok ayıp oldu, orada onu söylemen, ben utandım!
O bardağı oraya koymayacaktık.
Üşütürsün üzerini kalın giy.
Hani o çorabı oraya atmayacaktın, kaç kez konuştuk.
Bunu mutlaka yemelisin, çok faydalı.
Yemeğin tuzu az; çünkü sana dokunuyor, biliyorsun, sakın tuz atma.
Faturaları yatırdın mı?
Erken uyu, ne oturuyorsun ki, sabah işe gideceksin…
Yukarıdaki cümleleri sizce kim kime söylemiş olabilir? Anne çocuğuna- kadın kocasına- koca karısana? İlk akla gelen anne çocuğuna söylemiş olabilir. Fakat bu cümleleri kadınlar sadece çocuklarına değil; kocalarına da sürekli kullanıyorlar. Bu cümlelerin erkek üzerinde etkisi nedir? Karı koca ilişkisini nasıl etkiler?
Anneler günü münasebeti ile geçen haftadan beri anneliğin kıymeti üzerine konuşuluyor, yazılıp, çiziliyor. Annelik kadında kuvvetli bir yaratılış kodlamasıdır. Annelik; sevmek, beslemek, büyütmek, korumak, terbiye etmek…gibi pek çok güzel hasletleri barındırır. Kadının anne olması için illa çocuk doğurması gerekmez; kız çocuklarında bile görürsünüz annelik hallerini. Oyunları hep evcilik üzerine kurulur, oyuncak bebeklere annelik ederler.
Annelik güzeldir çocuğunuza yaptığınızda. Fakat biz kadınlar kendimizi anneliğe öyle bir kaptırıyoruz ki sevdiklerimize annelik yapmaya çalışıyoruz. En çok da eşlerimize.
Kadın erkeğe hem eş, hem anne olamaz. Hiçbir erkek kendine annelik eden bir eşi, sevgili gibi göremez.
Kadın bu annelik rolünü genellikle iki şekilde yapıyor. Ya fazlaca anaç bir tavırla yapıyor: Erkeği üzüntülerden ve hastalıklardan korumak için sürekli ilgilenerek, “aman bir emri olursa” diye etrafında pervane olarak ya da onun alması gereken sorumlulukları alarak. Fakat bu üçü de evliliği olumsuz etkiliyor. Bir kadının kocasına hizmet etmesi güzeldir, sevaptır fakat dozunda ve ayarında. Kadın kendine de naz payı bırakmalı.
Kadın eşinin nelerden memnun olup nelerden memnun olmadığını gözlemlemeli onu memnun etmek istiyorsa. Yoksa annesinden gördüğünden ya da kendi kafasında oturttuğu doğrulardan yola çıkarak davranırsa hayal kırıklığına uğrayabilir. Mesela erkek kendi sağlığına dikkat etmiyorsa, kadının erkeği zorlaması tatsızlığa yol açar. Hiç bir yiyecek stres kadar insana zarar vermez. Kocayı koruyayım derken, sinirlerini bozup sağlığının bozulmasına sebep olunuyorsa yanlış yolda olma ihtimali yüksektir, yolu değiştirmek gerekir.
Her şeyin fazlası zarardır. Erkeğe hizmet edeceğim diye bunu erkeğin başında pişerek yapmamak gerek. Nefes almasına izin vererek ve onun isteklerini de dikkate alarak davranmak gerek. Erkek kendisi için saçını süpürge edecek bir kadın değil, kendisi için süslenip saçını savuracak bir kadın görmek ister. Bu yüzden kadın; yemek ve ev işlerini abartmamalı, dinlenmeye ve kendine bakmaya zaman ayırmalı. Erkeklerin çoğu akşam çok iş yapmış yorgun ve asık yüzlü bir kadın görmektense; az iş yapmış fakat güler yüzlü bir kadın görmeyi tercih eder.
Bazı kadınlar da kocasına annelik etmeyi onu terbiye etmeye çalışarak ya da hükmederek yapmaya çalışır. O zaman kadın kocasına annelik ederken sözü dinlenmediğinde aynen çocuklarına yaptığı gibi; asık yüz, emredici ya da küçümseyici bir ses tonu kullanmaya başlar, sözü daha etkili olsun diye.
Oysa kim olursa olsun, karşımızdakine küçümseyici ses tonuyla sürekli olarak neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini söylüyorsak, aramıza buz duvarları örüyoruz demektir.
Kadının kocasına “ne kalın kafalısın, hâlâ öğrenmedin mi, elli kez söyledim?” anlamına gelecek şekilde sürekli bir şeyler hatırlatması, yanlış yaptığında küçümseyici bakış fırlatması, erkek üzerinde pek iyi etki bırakmaz.
Bir dergide okumuştum, bir araştırma sonucu: “Kadının yüzü asıldığında erkeğin aklına ilk annesi geliyormuş.” Çünkü bütün çocukluğu ve gençliği boyunca ona kızan, yüzünü asan, terbiye etmeye çalışan kadın “annesidir.” Asık yüz ve hesap soran kadın doğruca anneyi çağrıştırıyor. Kadın böyle bir annelik rolüne girdiğinde erkeğin gözünde bütün çekiciliğini kaybediyor, karısı isterse dünyanın en güzel kadını olsun.
Kadın kocasına annelik yapmaya çalıştığında, erkek de ergenlik dönemlerine dönebiliyor. Ya küsüyor ya da asi bir genç gibi davranarak bağırıp çağırıp, kırıp döküyor. Kadının annelik yapması ne kadar yanlışsa erkeğin de kadının yanlışı karşısında ergenlik tavırlarına girmesi de bir o kadar yanlış. Kadının hatalı davranışları karşısında erkeğin evin kavvamı, idarecisi olarak daha olgun ve yapıcı davranması gerekir. Nasıl davranırsam karıma işin doğrusu güzellikle anlatabilirim diye düşünüp, çözüm üretmesi lazım.
Kadının hatası olduğunda erkeğin “Kötüsün işte, kötüsün; kötü kız, kötü kız, kötü olduğunu kabul et” tavırları içinde oğlan çocuğu gibi davranması evin idarecisine yakışmaz. İyi bir idareci şefkati ve otoriteyi birlikte kullanabilendir.
Kadınların en büyük şikayeti: “Ben iyiysem, güler yüzlü isem, eşim iyi oluyor; ben kötüyse canım sıkkınsa eşim benden daha kötü oluyor.” Kadına güler yüz yakışır, neşe yakışır; fakat sonuçta insan her daim aynı hal üzere olamaz. Canının sıkıldığı, keyifsiz olduğu günler olur. O zaman da erkeğin eşi ile ilgilenmesi, nazını çekmesi, idare etmesi gerekir. Evlilikte güzel bir iletişim çok önemli ve kadına da büyük bir pay düşüyor. Fakat erkek de pasif konumda değil elbette. O da iletişimde etkin olmaya çalışmalı.
Kadın kocasında hoşuna gitmeyen bir davranış gördüğünde, bunu annelik tavırlarına girmeden söylemeli; erkek de karısında hoşuna gitmeyen bir davranış olduğunda bunu hakaret ederek ya da küçümseyerek değil, sebep ve sonuçlarını izah ederek anlatmalı ve nasıl davranırsa daha çok hoşuna gideceğini söylemeli.
İki taraf için de olumsuz bir şey olduğunda “sen böyle söylediğinde ben kendimi şöyle hissediyorum ve rahatsız oluyorum.” şeklinde söylenirse ve güzel bir davranış olduğunda mutlaka takdir edilip “böyle yapman çok hoşuma gidiyor, teşekkür ederim” şeklinde olursa iyi bir iletişimin kapısı açılır. Takdir ve teşekkür gönül kapılarının anahtarıdır; kilitleri açar, sevgiyi besler büyütür.
Sema Maraşlı- Haber 7
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Ses'in Önemi / Sema Maraşlı

Sesin öldürücü ve diriltici etkisi vardır. İletişimde sesi nasıl kullandığımız çok önemlidir. Ses tonu; şiddete, boşanmaya, kaybedilen davalara, kaybedilen işlere ve ya çok fazla tartışmaya sebep olmaktadır.
Sesle ilgili Kur’an-ı Kerîme baktığımız zaman; kıyametin ve tekrar dirilişin ses ile olacağına dikkat çekilmiştir:
“Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek korkunç sesi (ilk Sûr’a üfürülüşü) beklerler.”(Yasin suresi/ 49)
“(İsrafil tarafından Sûr’a üfürülüş) Yalnız korkunç bir sesten başka bir şey değildir. Bunun üzerine onların hepsi (derhal) huzurumuza getirilirler. ” (Yasin suresi / 53)
Bilim dünyası da sesin önemine dikkat çekiyor: Beynimiz; ses gibi ölçülebilen saniyelik dilimlerde (hz) elektromanyetik frekans üreterek kalp atışı gibi titreşimle çalışıyor. Beyin dalgalarımızı etkileyen belirli ses frekansları var. Beyin her halükarda sesten olumlu ya da olumsuz etkileniyor.
Sadece insanlar değil kainatta ki her şey sesten etkileniyor. Kendileri ile konuşulan bitkiler daha çok çiçek veriyor, güzel konuşarak sağılan ineklerdan daha fazla süt alınıyor. Hayvanlar ne söylediğimizi anlamasalar da sesimizin tonundan iyi ya da kötü şeyler söylediğimizi onları sevip sevmediğimizi anlıyorlar.
Japonya da bir bilim adamının yaptığı çalışmada; kirli bir su alınıp fotoğraflanıyor. Suyun çamur gibi bir görüntüsü var. Sonra bir saat boyunca suya güzel sözler söyleniyor, ilahiler dualar okunuyor. Bir kez daha fotoğraflanıyor. Güzel söz ve dualardan sonra su berraklaşıyor ve kristalleşerek kar tanesi görünümlü temiz bir suya dönüşüyor. Sesin fiziksel değişikliğe de sebep olduğu ispatlanıyor. Vücudumuzun %75 i sudan oluştuğunu düşünürsek sesin bizler için önemini anlatan güzel bir örnek.
Sesimiz başkalarından önce kendimizi etkiliyor. Kendi kendimize çıkardığımız sesler vücudumuzun salgıladığı değişik kimyasalları ve hormonları (dopamin, oksitosin, serotonin ve endorfin dahil) etkiliyor. Kendi sesimizin ya da başka seslerin tonları sinir sistemimizi uyarıyor.
Ses üzerine yapılan yabancı kaynaklı bir araştırmada ağrı çektiğimizde çıkardığımız “Ah” sesinin rahatlatıcı etkisi olduğu ispat edilmiş. Hastalara iyileşmek için “Ah” hecesini çok söylemeleri tavsiye edilmiş.
“Ah” Allah isminin son hecesidir. “Allah” dediğimizde maddi manevi şifayı istemiş oluyoruz. Rabbimiz öyle merhametli ki canımız yandığında bilinçsizce “Ah” dediğimizde bile yardım gelmeye başlıyor. Kişinin kafir ya da mümin olması da önemli olmuyor o zaman. Rahman sıfatı tecellisi ile…
“Hastanın inlemesi ibadettir.” buyuruyor peygamberimiz. Başka bir hadisi şerifte de “Hastanın inlemesi tesbihtir.” buyurmuş. Tabii biz müminler olarak “Ah” yerine “Allah” dersek maddi manevi kazançlı oluruz. Rabbimizin isimlerini zikretmenin kıymetini bilelim.
Su sesi doğumu kolaylaştırıyor.
Bazı müzikler insanı rahatlatırken; bazıları da şiddete ve serbest cinselliğe yönlendiriyor.
Ses konusu iletişimde çok önemli. Sesin dört öğesi vardır:
1.Sesin Tonu
2.Sesin Hızı: Konuşma hızı
3. Perde: yüksek ya da alçak, gürültülü ya da yumuşak olduğunun göstergesidir.
4.Modülasyon: Ritminiz ve sesinizin yükselip, alçalmasıdır.
Kur’an-ı Kerîm de Lokman Aleyhisselamın oğluna verdiği öğütlerde şöyle buyruluyor:
“Yürüyüşünde ölçülü (ve kibirsiz) ol. Konuşurken sesini de alçak tut. Çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.” (Lokman suresi /19)
Rabbimiz bizlerin yüksek sesle bağıra çağıra konuşmamızı hoş görmemiş ve âyet-i kerme ile bizleri uyarmış. Öfkemizi kontrol etmenin en iyi yolu sesimizin yüksekliğini ayarlamaktır. Bağırdıkça öfke artar. Kişi kendini kontrol edemez duruma gelebilir.
Ses tonu önemlidir? Çünkü insanlara gerçek düşüncemizi aktarır. Mesela eşiniz bir şey istediğinde “Tabi canım, yaparım” dediniz. Sözünüzün eşiniz üzerindeki etkisini kullandığınız ses tonu belirler. Bu kelimeler eşinizin kulağına “Sen benim için önemlisin elbette yaparım.” diye de gitmiş olabilir ya da “Değmezsin ama neyse yapayım” diye de gitmiş olabilir.
Sözler ağızdan negatif ve küçümseyen bir tonda çıkıyorsa kelimelerin olumlu olması pek önemli değildir.
Sesin heyecan tonu da sözün anlamını etkiler.
“Annenin bugün başı çok ağrıyormuş.”
Gevşek gevşek söylüyorsanız memnun olduğunuzu ima edersiniz. Dalga geçer gibi bir ses tonu ile söylerseniz inanmadığınızı…gibi
Kişiler ses tonu ile ima ettiğinizi düşündüğü bir şeyi duyup, o kadar kesin değerlendiriyorlarmış ki, onu sizin söylediğinize yemin etme düzeyine kadar gelebiliyorlarmış.
Biriyle normal bir şeyler konuştuktan sonra ondan bir kötü bir karşılık gelirse “Ben ne dedim ki?” diye kendimizi aklamaya çalışırız. Oysa böyle bir durumda “Ben ses tonuma ne katarak söyledim de rahatsız oldu.” diye önce kendimizi sorgulamamız gerekir.
Kadınlar genellikle erkeği davranışları hakkında sorgularken, eleştirici bir ses tonu kullanıyorlarmış. Bunun ona bir ders olacağını sanarak. Bu ise erkekte yalnızca öfkeye neden oluyormuş. Erkeğin eşiyle konuşma istek ve hevesi eleştiri tonu yüzünden kayboluyormuş.
Erkekler sese kadınlardan daha duyarlıdır. Rabbimiz Peygamber Efendimizin eşlerine hitaben Kur’an-ı Kerim de şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.” (Ahzap/ 32)
Alimler bu uyarının aynı zamanda bütün mümin hanımlara da olduğunu söylüyorlar. Kadın sesi mahrem değil; fakat yabancı erkeklerle konuşurken sesin tonu ve tınısı değiştirilerek sese cilve ve eda katılırsa o zaman tehlikeli oluyor. Ayeti kerimenin sonunda Rabbimiz maruf (ölçülü, ciddi ve güzel) söz söyleyin buyuruyor.
Sesin tonu duyguyu verir, niyetinizi ortaya çıkarır.
Ses tonunuza; sevgi, saygı, şefkat, ilgi, çocuksuluk, neşe, ciddiyet, değer verme, umursamama, aşağılama, hakaret, alay, cinsi çekicilik her şeyi katabilirsiniz. Bu yüzden ne söylediğinizden daha önemlisi nasıl söylediğinizdir.
Bir zamanlar 900 lü telefon hatları vardı; reklamları çıkardı. Hâlâ var mı bilmiyorum internet geldikten sonra modası geçmiş olabilir; fakat o dönemlerde bu hattı kuran kişi köşeyi dönmüş. (Dünya köşesi anlamında, diğer taraf için hayırlı bir iş yaptığı söylenemez.)
Hatırlıyorum o zamanlara haberlerde göstermişlerdi: Kadınların bazılarını telefonla erkeklerle konuşurken kameraya kaydetmişler: Kadınların çoğu yaşlı, şişman, gerçek hayatta erkeğin görüp de yüzüne bakmayacağı tipler; erkeklerle konuşurlarken kimi fasulye ayıklıyor, kimi örgü örüyordu.
Konuştuklarında da bir şey yoktu. Boş boş saçma sapan konuşuyorlardı. Fakat kısık ve çekici (yatak odası tonu) ile konuşuyorlardı. O kadınları arayan erkeklerin onlarla buluşma, görüşme imkanı olmadığı halde; erkekler sadece o kadınların seslerini dinlemek için dünyanın telefon faturasını ödediler.
Cinsel hayatta da sesin önemine dikkat çekiliyor. Karı kocanın yatakta birbirlerinin ses ve nefes ritimlerini dikkate almamaları cinsel hayatlarını bozduğu gibi, birbirlerinin ses ve nefes ritimlerini yakalamaları da daha iyi bir cinsel hayatı sağlayabiliyor.
Birbirlerini hiç görmeden sadece konuşarak birbirlerine aşık olan çiftler vardır.
Evliler için iletişimde yapılan en büyük hata birbirleri ile konuşurken monoton ya da bıkkın bir ses tonu ile konuşmaktır. Mesela kadın kocasını sabahları kapıda uğurlar, akşamları ‘hoş geldin” deyip karşılar; fakat sesinde hiç bir coşku, onu görmekten dolayı mutluluk yoktur. Sıradan, ezberlenmiş kelimeler ve tekdüzelik. “Gelsen de olur, gelmesen de olur..” gibi bir ses tonu erkeğin eve gelme isteğini azaltır.
Ses tonunun önemini anlatan gerçek hayattan bir örnek: Bir kadına kocası ‘Ben aşık oldum, ayrılmak istiyorum.” demiş. Kadın tabii çok şaşırmış üzülmüş, kadının kim olduğunu sormuş. “Bizim işyerinin yakınındaki mağazada çalışan tezgahtar kıza aşık oldum, sabahları bana çok güzel günaydın, diyor.” demiş. Adam bir günaydına gitmiş.
Yönetmen Sinan Çetin “Kadın; sestir, sedadır, edadır” diyordu bir röportajda. “Karısının sofrayı hazırlayıp kendine her seslenişinde ona yeniden aşık olduğunu” anlatmıştı.
Muhabbetli bir evlilik için karı-koca konuşurlarken ses tonlarına dikkat etmeliler.
Kadın kocası ile konuşurken sesini yükseltmemeli, bağırmamalı, kocasının yanında başkaları ile konuşuyorsa asla sesini yükseltmemeli, kocasının yanında çocuğuna bağırmamalı.
Erkek karısı ile konuşurken ona değer verdiğini hissettirecek bir ses tonu kullanmalı. Kadın konuşurken ya da telefonla aradığında erkek kadının daha ne konuşacağını bile dinlemeden “kısa kes, ne rahatsız ediyorsun” anlamına gelecek soğuk bir tonda konuşmaya başlamamalı. Hiçbir iş, eşten daha önemli değildir. İş; eşi ve aileyi geçindirmek içinse. Kadın konuşmayı uzatıyorsa erkek sesine güzel bir ton katarak “Canım şu anda müsait değilim, daha sonra konuşalım” diyerek konuşmayı sonlandırabilir.
Karı- kocanın özellikle; umursamama, aşağılama, alay, mecburiyet gibi eşin nefsine ağır gelecek ses tonu ile birbirleri ile konuşmamaya özen göstermeleri gerekir.
Ve karı- kocanın birbirlerine kullandıkları ses tonu yabancılara kullandıklarından farklı olmalıdır. Kadın kocası ile kedi gibi mırıl mırıl konuşmalı. Erkek de sesini en güzel tonuyla sevgisini hissettirecek şekilde kullanmalı ki sevgileri, aşkları bitmesin. Unutmayalım kalbe ve beyne giden yol kulaktan geçiyor.
Ses kadar sessizlikte önemlidir. O ayrı bir yazı konusu.
Ödev: Bir süre eşiniz, çocuklarınız, anne babanız, arkadaşlarınız ve yabancılarla konuşurken ses tonunuza dinleyin. Karşınızdakinin ses tonu sizi nasıl etkiliyor, hangi olumlu ya da olumsuz duygulara sebep oluyor dikkat edin.
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Hazinenin Anahtarı

Evlilik Okulunda “Ses” konusundan sonra yazılarıma bir süre ara verip yazdığım kitaba ağırlık verdim. Kitap bitti çok şükür, şimdi yayın sürecinde. Evlilik okulumuzun dersleri ile yazmaya devam…
Yeni kitaptaki hikayelerin üzerine özlü sözler ekledim. Sözleri seçerken epey bir kitap karıştırdım. Yusuf Has Hacip’ in “Diline dikkat et, dişini kırmasın.” sözünü çok beğenerek aldım kitaba. Gerek eşler arası iletişimde gerek diğer genel olarak iletişimde dilimiz başımıza çok dertler açıyor. Allah resulu her sabah kalkınca “Dilimin şerrinden sana sığınırım Allahım.” diye dua ediyor ki peygamber dili şer üretmeyeceğine göre dua bizlere misal olmalı.
Oysa bizler günümüzde ağzımıza geleni söylemeyi özgürlük zannediyoruz. Günümüzde birey olma derdindeyiz. “Düşündüklerimi söyleyemeyeceksem nasıl birey olacağım?” diye soranlar var. Susmak eziklik, konuşmak zeka alameti zannediyoruz. Oysa esas nerde susacağını bilmek zekayı gösterir. Dilimize dikkat etmezsek, önce kendi kalbimizi kırdırırız.
Evlilik ilişkisinde en çok yapılan hata eşlerin birbirini eleştirmesidir. Tenkit etmeye, eşimizin hatalarını söylemeye bayılıyoruz fakat kendi hatalarımız söylendiği zaman hoşumuza gitmiyor ve hemen savunmaya geçiyoruz. Tabii biz hata yaptıysak kesin haklı sebeplerimiz vardır. Fakat eşimiz hata yaptıysa düşüncesizliğinden ya da bize değer vermediğinden yapıyordur. Eleştirilerek hatasını düzelten bir insan ben bilmiyorum. Genellikle daha kötü olur ve kendini yetersiz hissetmesine sebep olan kişiden nefret eder.
Bu yüzden muhabbet istiyorsak eleştiriyi bırakıyoruz. “Hiç mi birbirimizi eleştirmeyeceğiz?” diye soranlar olacaktır. Çok az eleştiri olmalı onu da hakaret eder gibi kişiliğine saldırarak yapmamak gerek. Zamanını ve şartları kollayarak usulüne uygun bir şekilde suçlamadan yapılabilir. O zaman bir işe yarayabilir öteki türlü sadece kalbi yaralar.
Eleştirildiğimiz zaman tavrımız da önemli.
Evlilik eğitimlerinde hanımlara “Eşiniz sizi eleştirdiği zaman nasıl davranıyorsunuz?” diye sorduğum zaman aldığım cevaplar genellikle eşlerinin eleştirisine karşılık “savunma ve saldırıya geçmek” şeklinde oluyor. Bazıları da “odayı terk ediyorum” diyorlar bu da çok yanlış. Genellikle erkekler mekanı terk etmeyi tercih ederler fakat bunu yapan hanımlarda var. İki taraf içinde yanlış bir yol. Konuşulan ortamı terk etmek “Sen istediğin kadar konuş ben haklıyım ve seni dinlemeye bile değer bulmuyorum.” demektir. Bu da eşi iyici kızgınlaştırır. Mekanı terk etmek ancak konuşma çok uzadıysa ortam geriliyorsa sakinleşmek için yapılmalı.
Bir eleştiri geldiğinde yapılacaklar:
Bir işle meşgulsek işi bırakıp dinlemek ve göz teması kurmak gerekir.
Eş konuşurken sağa, sola, etraf bakmak ya da bir işle meşgul olmak “boş konuşuyorsun” mesajı vermektir. Bu eşi kızgınlaştırır ve sizi etrafa bakamayacak kadar etkileyecek ağır sözler söylemeye teşvik eder.
Aynı zamanda dinlerken yüz ifadesi de önemlidir. Tabii bunun için önce iç sesleri düzenlemek lazım. Susup dinlerken yüzünüzde “Allah belanı versin.” ifadesi varsa bu ifade ağır sözler duymanıza sebep olur.
Haksız bir eleştiriye maruz kalmışsak bile eşin sözü bitmeden cevap yetiştirmeye çalışmamak gerek. Önce dinleyip sonra söyleyeceklerimiz varsa onun haklı olduğu noktaları da vurgulayarak söyleyebiliriz. Fakat karşınızda çok kızgın bir eş varsa o zaman o sakinleşene kadar sözü ertelemek en iyisi olur.
Eleştiri sırasında en büyük yanlış savunmaya ve saldırıya geçmektir. Kadınlar savunma ve saldırıyı tercih ederlerken erkekler saldırı ya da susmayı tercih ederler. Mesela erkek kadını eleştirdi. Kadın önce pek çok kelime ile neden yaptığını anlatır kendini temize çıkarmaya çalışır. Savunmasını yaptıktan sonra saldırı safhası başlar. Adama “sen kendine bak, senin de şu hataların var ya da senin yüzünden yaptım”…gibi
Erkek ise ya susar; buzdan bir duvar örer, kadını iyice çıldırtır ya da en ağır sözleri söyler. Erkekler savunma ve kendilerini temize çıkarmaya çalışma metodunu kadınlar kadar kullanmazlar. Savunma için detay gereklidir. Detay ise daha çok kadınlar için önemlidir. Savunmak, susmak (tavır alarak susmak) ya da saldırmak üçü de karı koca arasındaki muhabbeti öldürmenin üç etkili yoludur. Üçü de çok bencilcedir çünkü. Haklı çıkmaya çalışmak ya da sana değer vermiyorum mesajı evlilikte kullanılıyorsa o evlilikte iletişim ölmüş demektir.
Oysa eleştiri karşısında “Haklısın canım, düşünemedim, bir daha dikkat ederim, özür dilerim.” gibi bir kaç tatlı söz ortamı sakinleştirir. Eşin hatası varsa bile onun hatasına odaklanmak, savunmaya geçmek yerine kendi hatalarımızı düzeltme gayretine girmek de pek çok sorunu çözer.
Eşi tenkit etmek yerine takdir etmek gerek. İlmin kapısı Hz. Ali “İnsanın kendisine iyilik edeni övmesi, iyiliği arttırır.” diyerek bizlere güzel bir yol göstermiş. Bir erkeğin karısına iltifat etmesi, kadının kocasını takdir etmesi neden bu kadar zor geliyor acaba? Sebebi aleyhimize çalışanlar olabilir. Onlara değil, Rabbimize kulak verelim.
Rabbimiz “Mümin kullarıma söyle: En güzel olan sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fesat ve kavga sokar. Şeytan şüphesiz insana apaçık bir düşmandır. “ buyuruyor. (İsra suresi 53. âyet-i kerîme)
Güzel sözü de en çok yakınlarımız hak etmiyor mu? Yabancılar bize iyilik yaptığında teşekkür etmeyi genellikle unutmadığımız halde en yakınlarımız; eşimiz çocuklarımız ne yapsa onları mecbur görüp teşekkür etmiyoruz, takdir etmiyoruz. Bu da onların daha iyi olma arzularını öldürüyor. Bir de üstüne eleştiri gelince birbirimize iyi olmak yerine başkalarına iyi olmayı tercih ediyoruz. Takdir ihtiyacımızı kim karşılıyorsa onun için bir şeyler yapmak nefsimizin hoşuna gidiyor.
Konu ile ilgili kitaba aldığım bir söz daha var. Şeyh Sâdi’nin:
“Ağızda dil nedir, a akıl sahibi? Hünerli kimsenin hazine anahtarı değil mi?”
Dil şerrin anahtarı da olabilir, hazinenin anahtarı da olabilir. Gurur ve kibrimize kapılıp bir şer anahtarı olarak kullanmak yerine, sevdiklerimizin gönlüne girecek bir hazine anahtarı olarak kullanmak daha akıllıca değil mi? İki dünyamız için de…
Not: Ödevimiz konudan da anlaşılacağı üzere eşleri eleştirmeyi bırakıp bolca takdir ediyoruz
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Çok Eşlilik Meselesi / Sema Maraşlı

“Bir gün öyle bir zaman gelecek ki erkekler azalacak, kadınlar artacak. Bir kapının koluna erkek eli değdi diye kırk kadın o kapının koluna dokunacak.” Yukarıdaki sözün sahibini bilmiyorum. Ben bir yaşlı hanımdan duymuştum o da ninesinden duymuş. Bence abartılı ve komik bir söz, inşaallah gerçek olmaz.
Şimdi nereden aklıma geldi. Çok eşlilik üzerine bir yazı yazmaya niyetlendiğimden konuyu yumuşatmak için giriş bölümü için iyi olabilir diye düşündüm; ne kadar iyi oldu bilmiyorum. Yani erkekler bu kadar azalmadıkça kadınlar ikinci eşe razı olmayacaklar gibi bir bağlantı yapılabilir, belki.
“Aldatmanın Hesabı” yazımdan sonra sitede konu yeniden açılınca bu yazıyı yazmak gerekti. Evlilik konusu ile ilgilenince ister istemez bu konudan kaçamıyorsunuz. Gerek seminerler sonrası gerek mesaj ve e-postalarla pek çok çok yaşanmış olay dinliyorum, okuyorum. Yakın tanıdıklarımdan da kuması olan hanımlar var. Velhasıl bir yazı kaleme almak için elimde yeterince malzeme var.
Rabbimiz Nisa suresinde erkeklere dörde kadar eş almalarına izin vermiş amenna. “Yok o devir içindi de şuydu da buydu da” deyip ayeti keyfe göre yormak gibi bir dalalet içinde değilim. Sadece ayeti iyi okumaktan yanayım. Rabbimiz izin vermiş tavsiye etmemiş. Tavsiyesi ayetin sonunda “Tek eş sizin için daha hayırlıdır.” buyuruyor. İzni kullanmak mı tavsiyeye uymak mı? Ben Rabbimizin tavsiyesini tutmayı aile saadeti açısından gerekli görüyor ve tek eşliliği savunuyorum.
Fakat günümüzde zina hoş görülürken birden fazla evlilik yapanlara kızanları ve kınayanları da anlamıyorum. Ne birden fazla eş alan erkeklere ne de ikinci üçüncü eş olmaya razı olmuş kadınlara karşı bir tavrım yoktur. Allah yardımcıları olsun, çok zor bir hayat tercih etmişler. Bir kaç eşi olup mutlu olan bey ve hanımlar var mı bilmiyorum. Ben bu konuda ancak kıskançlık ve huzursuzluk hikayeleri dinledim.
Geçen hafta evlilik danışmanlığı yapan Sibel Üresin’in bir televizyon programında söyledikleri olay oldu. Bu arada isimlerimizi benzetiyorlar bilmiyorum ama beni Sibel Üresin ile karıştıranlar var. Hiç tanışmadık ve pek ortak noktamız yok, çok eşlilik ile ilgili söylediği pek çok şeye de katılmıyorum. Çok eşliliği bir mutluluk reçetesi gibi sunması gerçeklere uymuyor.
Sibel Üresin programda “Eşime bekar bir arkadaşımı gösterdim isterse onunla evlenebileceğini söyledim.” dedi.
Pek çok erkek birden çok kadınla birlikte olmayı arzu edebilir de kadın kendi eli ile kocasını evlendirmek ister mi? Bunu biraz irdeleyelim.
Öncelikle Sibel hanımın sözlerinin samimiyetine inanmıyorum. Çünkü “alabileceğini söyledim” sözlerinin hemen arkasına “tabii ki bunu diyemez, zaten de kabul etmedi ben denemek için söyledim” diyor. “Tabii ki de evet diyemez” sözü desin de bir göreyim anlamında pek bir keskin duruyordu.
Bazı kadınlar bunu yapar, kocasını denemek için. Kesinlikle bekledikleri cevap “Olur sen razı ise neden olmasın?” değil elbette. Erkek tuzağa düşüp bu cevabı verirse pirinçten epey bir taş ayıklaması gerekir. Kadının beklediği cevap şudur. “Ben senin üstüne gül koklamam, sevdiğim ve seveceğim tek kadın sensin, o senin eline su dökmeyi bırak kesip attığın tırnağın olamaz…babında sözler.” bu sözlerin gerçek olup olmaması çok önemli değildir kadın sadece bunları duymak ister. Belli ki Sibel hanımda kocasından biraz iltifat duymak istemiş.
Erkeklere tavsiyem eşleri bu konuda ağız aradıklarında içlerinden geçen cevabı değil eşinin beklediği cevabı versinler ve ikinci eşin esprisini bile yapmasınlar kadınlar şakasına bile çok fazla kırılıyorlar. Bu konuda eşinizi incitecek şeyler söyleyip boş yere karınızı kendinizden soğutmayın. İkinci eş esprisi yaparsanız en az bir kaç gün karınız size karşı hırçın, soğuk ve aksi davranacaktır. Ve size karşı içinde hep bir kırgınlık taşıyacaktır.
Peki kadınlar bu kadar kıskanırken kaç kadın kocasının kendi üzerine başka bir kadın daha almasını ister? Bu konuda yaşanmış benim bildiğim bir kaç örnek var. Öncelikle hiçbir kadın kocasının başka bir kadın almasını kocasının keyfini düşünerek istemez. Çünkü kocasını seviyorsa onu kıskanacağı için istemez, sevmiyorsa kocasının başka bir kadınla mutlu olmasını istemez. Ancak kendi menfaati varsa razı olabilir hatta kendi teklif edebilir.
Gerçek hayattan bir misal:
Kira derdinden bıkan genç ve güzel kadın üst katında oturan ve arkadaş olduğu bekar ve yaşlı ev sahibi hanımla kocasını zorla evlenmeye ikna edip evlendirir. Adamcağız “Alacaksak genç ve güzeli olsun bari” diye epey ayak direse de karısını razı edemeyip ev sahibi kadınla evlenir. Neyse kısa zamanda kuması onu evden atar ve kadın hem evden hem kocadan olur. (Gençlik ve güzellikte bir yere kadar yani, yaşlı diye çirkin diye hor görmemek lazım, kadın kocayı avucuna aldı.) Olayı yaşayan kişiyi tanıyorum.
Ya da kadın belli bir yaşa gelmiştir ve cinsel hayattan bıkmıştır. Yine gerçek bir hikaye:
Bir hocanın hanımı kocasına hacca gidip gelene kadar dul arkadaşını nikahına almasını ve onunda onlarla hacca gelmesini istiyor. Kırk yaş altı kadınların yanlarında baba, kardeş, koca gibi mahremi olan bir erkek olmadan hacca gidemiyorlar. Hocada kabul ediyor. Karısının arkadaşına hoca o güne kadar yan gözle bakmamış hatta onu evlendirmek için bir kaç kez talip bulmuş. Nikahta keramet var mı demek lazım nikahtan sonra kadın hocanın gözüne pek bir güzel görünmeye başlamış. Hacda kadının peşinden koşup durmuş.Kadın önce hayır mayır dediyse de sonra onun da gönlü ısınmış tamam demiş. Hocanın karısı biraz sızlanmış ama ben hiçbir kadının kocasını başka bir kadınla nikahlarken aklına bu ihtimalin gelmeyecek kadar saf olduğuna inanmıyorum. Bence kadın kocadan bıkmış, bir ayak evlendirmiş.
Bir de gelişmemiş yerlerde tarlanın, bağın, bahçenin, işin, gücün, çoluğun, çocuğun çok olduğu ailelerde kadınlar üzerlerine kuma alınmasını kendiler isteyebiliyorlar. Onlar için kuma karın tokluğuna çalışacak onun işini paylaşacak, yükünü azaltacak bedava hizmetçi gibi bir şey. Fakat bir kadının kocasının evlenmesine razı olması diğer kadına ve kocaya huzur vereceği ve kıskanmayacağı anlamına gelmiyor tabii ki.
Kocası ile cinsel birliktelik yaşamak istemeyen kadınların çoğu bunu yapmıyorlar tabii. Dini hassasiyeti az ise “geneleve git” teklifi yapıyor ya da gittiğini bile bile umursamıyor. Dini hassasiyeti olan da “İbadet et, oruç tut, ahiretine çalış böyle basit zevklerle uğraşma” nasihatini veriyor. Bir erkeğin eşi ile cinsel birliktelik yaşaması en doğal hakkı. “Benimle cinsellik yaşa fakat başka kadın arzun varsa onu ahirete sakla” dese tamam fakat hiç yaşama demek akla ve dine uygun bir teklif olmaz. Cinsel sorunları olan çiftler aldatma ya da başka eş bakmak yerine cinsel terapistlere gidip tedavi olsunlar.
Aldatma ya da ikinci eş meselesine genellikle erkeğin cinsel arzularının kuvveti, eşini beğenmemesi ya da aç gözlülüğü gibi bakılıyor. Fakat bence bu durum karı-koca arasında ciddi bir iletişim probleminin olduğunu gösteriyor. Mesela dindar bir erkek otuz yaşına kadar bekar kalıyor ve cinsel arzularının en kuvvetli olduğu zamanları hiç cinsel birliktelik yaşamadan geçiriyor fakat bu erkek evleniyor kısa bir zaman sonra bir eş daha almaya çalışıyor ya da aldatıyor. Bu bir cinsellik meselesi olsa bu adam bu yaşına kadar durmaz. O yaşa kadar duran adamın evde karısı varken başka bir kadın aramaması gerek. Bence pek çok evlilik ya da aldatmanın temelinde erkeğin karısına karşı duyduğu kızgınlığa karşı bir öç alma isteği var.
Bir de çocuğu olmasına engel bir hastalığı olan hanımlar biliyorum eşlerinin çocuk sahibi olması için başka bir eş almasına izin verenler. Fakat dilimizin evet dediği her şeyi gönlümüz kabul etmiş olmuyor. Hanımlar hem evlen dediler hem de adamların başının etini yediler tabii en çok da kendilerini bitirip tükettiler. İkinci eş olmayı kabul edip gelen hanımlar da nasıl olurda ilkin ayağını kaydırabiliriz de tek eş oluruz diye epey uğraştılar benim tanık olduğum örneklerde.
Çok eşlilik biraz kültürel bir şey. Mesela Arap kültüründe çok yaygın. Zaten İslam’ dan önce
otuz kırk eşi olan erkekler varmış dinimiz dört ile sınırlandırmış. Araplarda bir erkeğin bir kaç eş alması normal görülüyor fakat bu kadınların birbirini kıskanmadığını ve huzursuzluk çıkarmadığını göstermez. Çok eş almayı düşünen erkekte peygamber sabrı olması lazım. Ki peygamberimizin bile dayanamadığı zamanlar olmuş. Bir ay hepsinden uzak kalmış. Bir erkekte peygamber sabrı yoksa ne kendini ve kadınları perişan etmesin. Kıskançlık krizleri yüzünden kadınlar mutsuz, erkek iki kadının arasında şaşkın, öfkeli. Kimse mutlu olmayacaksa çok eşli olmanın anlamı ne?
Bir de acaba erkekler ikinci eşleri huri falan mı zannediyorlar diye düşünüyorum. Sonuçta ikinci eş de huri değil. O da kadın, günahıyla, sevabıyla, kıskançlığıyla, hastalığıyla, huysuzluğuyla, sevinciyle, etten kandan bir varlık. Hastalanır, acıkır, susar, kusar, kilo alır, alışveriş yapmak ister…İki kadın demek iki ayrı sorumluluk almak demek. Hem dünya hem ahiret hayatı açısından.
Ve ayrıca erkeğin ikinci hanımla da mutlu olacağının garantisi yok. İlk karısı ile yatak hayatı kötü olduğu için genç ve güzel ikinci eş alan alan ve ikinci karısı da cinsellikten nefret ettiği için ikisi ile yatamayan bir adamın yaşadıklarını bir yakını anlatmıştı. Bir de iki karısının kıskançlıkları yüzünden her sabah işe aç giden adamın halini ve iki karısının huysuzluklarından bıkıp camide yatıp kalkan hocanın hikayesini yakınlarından dinledim.
“Tek hanımla yetinmem illa başka bir hanım daha istiyorum.” diyen erkeklere tavsiyem üçüncüyü ya da dördüncüyü aynı anda alamayacaksanız ikinciyi hiç almayın. Çünkü erkek ikinci hanımı aldığında ilk hanımın onuru kırılıyor. Toplum önünde kocası onu beğenmemiş durumunda kalıyor ve aşırı kızgınlık duyuyor fakat adam üçüncü ve dördüncüyü de alıyorsa suç bende değil sorun adamda durumu ortaya çıkıyor, kadın da biraz daha rahatlamış oluyor.
Kadın psikolojik olarak evliliğinde başka bir kadının varlığını kaldıramayacaksa bu durum onun ruh sağlığını bozacaksa dinen evliliği devam ettirme ve diğer kadını kabul etme zorunluluğu yok. Fakat ben bu mesele ile başa çıkabilirim evliliğimi devam ettireceğim diyen bir kadına da saygı duymak lazım.
Aldatma yazısındaki sözlerimi bu konu için de tekrar edeceğim. Evlilik gerçekten kötüyse boşanıp yeniden evlenmek daha mantıklı. Çocuklar için ayrılmıyoruz diyenlere hak vermeye çalışıyorum fakat sonuçta iki kadının kıskançlık ve huysuzlukları da o çocukların mutlu bir ortamda yaşamalarını sağlamayacak. Bir öğretmen anlatmıştı. İlköğretimde küçük bir kız sınıfta başka bir kıza sürekli saldırıyor, ısırıyor, dövüyormuş. Başka çocuklara böyle davranmıyormuş. Rehber öğretmeni uzun uğraşlar sonucu öğrenmiş ki o kızın adı babasının ikinci karısının adıyla aynıymış. Annesini ağlatan, üzen, babalarını bir kaç gün onlardan alan kadının adı.
Sonuçta kıskançlık kadın-erkek hepimizde var fakat biz kadınlarda daha fazla kıskancız. Kocalarının cenette alacağı hurileri kıskanan kadınlar var. İşte bunu gerçekten anlamıyorum. Tamam dünyada insan kıskanır da ya cennete ne karışıyorsun, adam kaç tane huri alırsa alsın. Kıskançlığın boyutu yok yani. Seminerlerde bazen hanımlara, “Kocalarınıza teşekkür etmeyi, dua etmeyi unutmayın, sizi sevindiren bir şey yaptığında ‘seni cennette huriler kovalasın.’ deyin” diyorum biraz espri ile karışık, bazı hanımlar hayır anlamında başlarını sallıyorlar.
Rabbim erkek kullarını kadına meyilli yaratmış. Yoksa erkekler evlenip bir kadının ve ailenin sorumluluğunu almak istemezlerdi. Fakat erkekler bu meyil konusunu abartabiliyorlar. Sonuçta nefis sınır tanımaz, iki alırsın üçüncüyü, üç alırsın dördüncüyü ister. Bu yüzden olsa gerek Rabbim cennette çok güzel huriler olduğunu bildirmiş erkeklere ki nefislerine hakim olabilsinler. Kadınlara olan fazla meyil ve arzularını cennete saklasınlar.
Sonuçta ahiret hayatı uzak değil bir nefese bakar. O nefes candan çıktıktan sonra devamı çabuk gelecektir. Erkekleri cennette çok güzel huriler bekliyor. Dünya hayatında helal de olsa bir kaç tane kadınla uğraşacaklarına, tek bir eşleri ile yetinip huriler için çalışsınlar, derim ben. Kadınlarla uğraşmaktan cennet hayatını riske atma tehlikesi de var çünkü. Sözün başına dönersek kapı kolu olayı durumları henüz olmadığı için hanımların bu ikinci eş meselesine olumlu bakmalarını boş yere beklemesinler. O zaman belki…
Çok eşlilikle ile daha önceki yazımı okumak isteyenler için:
http://www.cocukaile.net/cok-eslilik-dinimizde-tavsiye-edilmis-midir/
Not 1: Tabii ki bu yazı ile mecburen sitede çok eşlilik ile ilgili yoramlara kotayı kaldırmış oluyoruz. Fakat en azından yorumlar konu ile ilgili yazıya yapılmış olur. Alakasız konuların altında bu konunun konuşulması bu şekilde önlenmiş olur.
Not 2: Bundan sonraki yazı bekarların ve boşanmışların yeniden evlenme meselesi ve nafaka, tazminat konuları olacak inşaallah. Bekarlar haklı olarak “biz daha birinciyi alamadık siz ne konuşuyorsunuz?” diye isyan etmesinler. Bekarların evlenmesi için ne gibi çözümler bulunabilir neler yapılabilir, biraz da bunlara bakalım.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Yazi epey uzun olmus. Canli örneklerle de süslenmis.
Bazi örneklerin baslangicini anlayamiyorum. Mesela, sakadan nikah olur mu? Nikah nikahtir, erkegi kadina; kadini da erkege helal eder.
Neyse ben geleyim yorumuma:

1- Cok evlilik maddiyatla ilgili bir husustur. (Maddiyati düsünmeyen, insan onur ve erdemine sahip bir hayat ve yasama önem vermeyen, cocuklarin Islam ahlaki ekseninde yetistirilmesine aldirmayan, Islam ve Kur'an bazinda hassasiyet icersinde olmayanlar müstesna. Bir camide cocuklara ders veriyorum, bazilarina kac kardesinin oldugunu söylüyorum, bir ögrencime sordum, 8 tane dedi ve annesi de 32 yasindaymis. Hadis'leri bilmeme ragmen ürktüm..!!! Ürkmem sundan, okuttugum cocugun konusmasi, görgüsü, ders dinlemesi, ahlak ve huyu, arkadaslarla münasebeti, giyimi, elinin ayaginin düzgünlügü, temiz bir bedene sahipolup olmamasi, dislerinin güzelligi, vücut bakimi vs. Nereden bakarsaniz bakin cocuk dökülüyor. Yani, anne ve baba'da, inandigimiz degerlerin hassasiyeti yok, gördügüm manzaradan onu anliyorum. Cok cocuk dahi Islam merkezli yapilir. Onlari topluma kazandirmak, pis ve zalim sistemi degistirmeye matuf cocuklarin yetistirilmesine önem verilmesi gibi niyyetler cocuklarimizin ziyade olmasi babinda düsünebiliriz. Ama hic kimsenin umurunda degil. Yani böyle birileri bir kadinla evlenmis, 10 kadinla evlenmis, buradan Islam adina hic bir güzellik cikmaz.)

2- Evlilikte asil olan bir estir. Elbet istisnalar olacaktir kabül ediyorum ama Allahü Teala'nin son raddede erkeklere tavsiyesi "bir"dir..!! Bu önemli tavsiyeyi kimse pek aciklamiyor nedenini de bilmiyorum.
Seyhlerinden el almis onlarin tavsiyelerine harfiyyen uymus mürit hocalari dahi televizyonlarda seyrediyorum, bu tavsiyeyi ne konusuyorlar ne de ifade ediyorlar. Nedenini bilmiyorum.

3- Hanimlar cok esliligi pek iclerine sindiremezler. Bence haklilar kolay da degil. Lakin, onlarin bu hal icersinde olmalari biz erkeklerin tutumundan kaynaklanmistir genellikle.
Yani, eger ikinci bir hanimla evleneceksem, hic evlenmemis olacak, genc olacak, eli ayagi düzgün olacak, citi piti olacak, gösterisli olacak, olacak da olacak.
Birinci hanim cok saf mi ki böyle bir evliligi kaldirabilecek, kabüllenebilecek kolaylikla. Yani, erkek ikinci esle evlenmiyor adeta birinci hanima "ültimatom" veriyor!!!

4- Zaten cidden sartlar olustugunda, kadinlarimizin cok eslilige karsi cikacaklarini sanmiyorum... Nice cocugu olmayan kadinlar... Muzdarip olan kadinlar... Saglik cihetiyle iyi olmayan kadinlar... Belli bir vücut problemi olan kadinlar... Hatta cinsel yönden de problemli olan kadinlar kocalarina: "Senin adina bir kadin arayacagim, esin olmasi icin" demislerdir kalplerinde hic bir hüzün olmadan.

5- Cok eslilik "zina"dan beri olmaya kiyas edilmemelidir. Bu bence cok hatali ve yanlis bir sey. Eger bir kimse hic evlenmemis yasi 40'a dayanmis ama bu konuda hassasiyet icersinde ise, zina aklinin ucundan gecmez Allah korusun. Gecmiyorda. Orali da olmuyor. Hepimiz bu atmosferlerin icersinde büyüdük gelistik. Allah bizleri hic yaniltmadi inandigimiz degerler ölcüsünde.
Bir kimse de var ki bu baglamda hafif mesrep. 100 kadinla evlendirin böyle birini o kisi gene de zinadan beri duramayacaktir.
Lakin, özel istisnalar olabilir ona bir sey demiyorum ama genel olarak ifade ettigim sekliyledir.

6- Islam'da eslilik sayi olarak cogaltilmamistir azaltilmistir. Mekke'de yukarida ifade edildigi gibi 30 kadar esi olan vardi. Ve 10'un altinda esi olanlar yok denecek gibiydi vs. Bu incelik de bilinmelidir.

7- Cok eslilik son raddede vardir, sartlar muvacehesinde bundan da faydalanilir.

NOT: Ben mesela, cok evlilikten ziyade korkarim. Kendi adima degil, asla. Kendimi düsünsem evlenmek kadar kolay bir sey yoktur.
Nice mesakkatlerle aileyi, cocuklari belli bir seviyeye getiren ailem icin...
Cocuklarim icin...
Aile birligi ve saadeti icin...
Aile mutlulugu ve paylasimi icin...
Cocuklarimla mutlulugum icin...
Babam ve annemle güzel diyaloglarim icin...
Arkadaslarimla, dostlarimla güzel dostluklarim icin... vs... vs...

Biliyorum cok evlilik yukaridaki güzellikleri aninda "imha" edecektir, cok cok iyi biliyorum... Ismim gibi de eminim. Ama kendimden sizleri bilmiyorum...

NOT: Bu konunun mütemadiyen konusulmasindan da midem bulaniyor...
 
Üst