VEHHABİLİK DİNİ

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
İbni Teymiyye kibirli bir alim olsaydı,

Muhataplarına el aldırır,

Kendinin Allah'la konuşan, O'nunla istişare eden, O'nunla fikir alışverişinde bulunan, O'ndan, kalpleri ve gönülleri okuyan bilgisi alan, şefaat eden, vesile kılınan, aracı edilen, aynı anda farklı on yerde olduğunu ifade eden,

Biri olduğunu ifade eder,

Kendine bu şekilde inanılarak intisap edilmesini isterdi...

İstemiş mi böyle bir şey istememiş...

Kim istemiş, kim isteyecek tasavvuf velileri denilenler istemiş ve bu veliler de muhataplarına kendilerini böyle tanıtmışlar ve muhataplar da kendilerine bu şekilde inanmışlardır...

Buram buram kibir, gurur, ekabirlik kimde kokuyor acaba...

Kimde koktuğu belli...

Hiç utanmıyorsunuz değil mi..???

Kibirliler safınızda muarızlarınıza iftira atıyorsunuz...

Ha şunu diyebilirsiniz...

Bizim şeyhler kuşlar gibi kanatlanıp uçar...

Ama İbn Teymiyye ise "ehl-i ilim"dir...

Bu hal kafanıza balyoz gibi indiğinden ortamı karıştırıyor olabilirsiniz...

Normaldir...


İmam Suyuti’yinin söylediğini beyenmeyen cahil.İlk önce İmam Suyuti kim onu öğren.

İmam Suyuti
İbnu’l-’İmad el-Hanbeli’nin övgüsü:
“-Hadisleri senediyle rivayet eden, muhakkik, müdakik, kıymatle ve faydalı eserler sahibi
nokta.gif
İlahi kudrete inanan bir insan için ciddi bir şekilde yazılıp hazırlanan eserlerinin çokluğu keramet olarak yeter.”[1]
İmama Şevkani’nin övgüsü:
“-Kur’an ve sünnet hususunda büyük bir imam. İctihada yönelik ilimleri tam olarak kat be kat kuşatmış, bunlardan ortaya çıkan ilimleri de bilen bir insan”[2]
Yine onun için şöyle der:
“-Tüm ilimlerde zirveye çıktı, akranlarını geçti ve adı yayılıp şöhreti duyuldu. Hadiste el-Camiu’s Sağir ve el-Cami’l Kebir gibi eserler, tefsirde ed-Dürrü’l Mensur, el-İtkan fi Ulumi’l Kur’an gibi eserer yazdı. Her daldaki eserleri makbuldür. Kendisi tüm bölgelerde güneş gibi olmuştur”[3]


[1] Şezeratu’z Zeheb: 8/51.

[2] İrşadu’l Fuhul s.254.

[3] El-Bedru’t Tali’, s. 328-329.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Sen çok mu yakın ahbabsın Suyuti ile Şa'rani vs hadis alimleri ile...
Senin üzerinde bulunduğun yol ile ihtilaflarını, tenkidlerini neyi nasıl hüküm ifade eder hale getirdklerini biliyor musun.
Ancak sana anlatılan 3-5 övgü hikayesi ile hemen ipleri serersiniz, derinlemesine araştırdın mı hiç bunları, nerde.
Senin mübarek hocalarından biri Şa'ranş rahimehullah desin senin için iş bitmiştir, Artık Allah dostu olur çıkar.
Bilgiye ne kadar kapalı, uydurmaya ne kadar açıksınız halbuki, bunu bile ayabilecek bir ferasetiniz yok, körelmiş.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
İmam Suyuti’yinin söylediğini beyenmeyen cahil.İlk önce İmam Suyuti kim onu öğren.

İmam Suyuti
İbnu’l-’İmad el-Hanbeli’nin övgüsü:
“-Hadisleri senediyle rivayet eden, muhakkik, müdakik, kıymatle ve faydalı eserler sahibi
nokta.gif
İlahi kudrete inanan bir insan için ciddi bir şekilde yazılıp hazırlanan eserlerinin çokluğu keramet olarak yeter.”[1]
İmama Şevkani’nin övgüsü:
“-Kur’an ve sünnet hususunda büyük bir imam. İctihada yönelik ilimleri tam olarak kat be kat kuşatmış, bunlardan ortaya çıkan ilimleri de bilen bir insan”[2]
Yine onun için şöyle der:
“-Tüm ilimlerde zirveye çıktı, akranlarını geçti ve adı yayılıp şöhreti duyuldu. Hadiste el-Camiu’s Sağir ve el-Cami’l Kebir gibi eserler, tefsirde ed-Dürrü’l Mensur, el-İtkan fi Ulumi’l Kur’an gibi eserer yazdı. Her daldaki eserleri makbuldür. Kendisi tüm bölgelerde güneş gibi olmuştur”[3]


[1] Şezeratu’z Zeheb: 8/51.

[2] İrşadu’l Fuhul s.254.

[3] El-Bedru’t Tali’, s. 328-329.

Sizin veli dedikleriniz neredeyse Allah'la yarışacaklar,

İmam İbn Teymiyye (R.alh.) onlara karşı "ilm"iyle dik duracak,

Sen de hasedinden, kininden çatlayacaksın ve arkasından da,

"Kibirli imam, kibirli Teymiye" diyeceksin...

Ne oldu, boğazına mı dizildi, dişin yoksa diş taktır, dişin varsa da iyicene çiğne,

Teymiye'nin ilm'i işte böyle bir şey... Lokmalar boğazına diziliverir...

Allah ile yarışanlar mı kibirlidir...?

Allah'a ilm'iyle mütevazi olan mı kibirlidir..?

Sen de biliyorsun kimin kibirli olduğunu ama işte bu Lat'ı, Menat'ı kucaktan atmak öyle kolay da değil...

Halini anlıyorum...

Kıvran, acırsam namerdim...
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Sizin veli dedikleriniz neredeyse Allah'la yarışacaklar,

İmam İbn Teymiyye (R.alh.) onlara karşı "ilm"iyle dik duracak,

Sen de hasedinden, kininden çatlayacaksın ve arkasından da,

"Kibirli imam, kibirli Teymiye" diyeceksin...

Ne oldu, boğazına mı dizildi, dişin yoksa diş taktır, dişin varsa da iyicene çiğne,

Teymiye'nin ilm'i işte böyle bir şey... Lokmalar boğazına diziliverir...

Allah ile yarışanlar mı kibirlidir...?

Allah'a ilm'iyle mütevazi olan mı kibirlidir..?

Sen de biliyorsun kimin kibirli olduğunu ama işte bu Lat'ı, Menat'ı kucaktan atmak öyle kolay da değil...

Halini anlıyorum...

Kıvran, acırsam namerdim...

İmam Suyuti tüm islam alimleri bilir.Siz sırf "İbn-i Teymiyye" dersiniz onun ne yaptıklarınıda bilmezsiniz.

"Kıvran, acırsam namerdim..." demişsiniz.Siz acımasız ve kibirlisiniz bunu mesajlarınızda zaten gösteriyorsunuz.

VE ŞİMDİKİ EDEPSİZLİK...
Vehhâbîler’e gelince;
Allah-u Teâlâ’nın nuru, âlemlerin gurur ve sürûru Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünnet-i seniye’sini açıkça inkâr ettikleri gibi; bizzat Allah-u Teâlâ tarafından seçilip övüldüğü halde, zât-ı âlilerine yakışmayan şeyleri isnad etmişlerdir.
Sahâbe-i kiram Hazerâtının evlerini yıkmışlar, mübarek kabr-i şerif’lerinin üzerinden buldozerlerle geçmişler, ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu sebepsiz yere asmışlar, İslâm’ın ilk dönemlerinden kalma mescidleri tahrip etmişler, ne kadar kubbe varsa hepsini yerle bir etmişler, her türbenin kubbesini de o türbenin türbedârına yıktırmışlar, halka zulümler yapmışlar, kendi dinlerini açıkça ilân etmişlerdir.
Bunun yanında Vehhâbîler’in yüzyıllar boyunca Mukaddes beldelerde adaletle hükmetmiş, sayısız eser bırakmış olan ecdadımızın yaptığı eserlere göstermiş olduğu ilgisizlik ve saygısızlık had safhadadır.

GİZLİ ZEHİR
Vehhâbîler, Osmanlı Devleti’nin yıkılış döneminde, o zamanın hegemonu İngiltere’nin desteği ile başgösteren karışıklıklar neticesinde ortaya çıkmış, Suudi Arabistan’ın üzerinde yüzdüğü petrol denizi vesilesi ile muazzam bir gelire sahip olmuşlardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine servet ve oğullar vermekle zannediyorlar mı ki, onların iyiliklerine koşuyoruz? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Mü’minûn: 55-56)
Sahip oldukları büyük finansal kaynakları, kendi Vehhâbîlik dinlerini yaymak için kullanan Vehhâbîler, dünyanın dört bir yanına yayılmış, zehirlerini saçmaktadırlar. Bosna’da, Çeçenistan’da, ülkemizde ve daha pek çok yerde yandaşları bulunmaktadır.
“Suudî Arabistan Türkiye’de bazı camilere ve mekteplere yardımlar yapmıştır... Onların iyi gibi görünen bu işlerinde gizli maksatları vardır. Vehhâbîler güya dine hizmet eder gibi görünüyorlar, fakat hiç şüphe yok ki Vehhâbîlik tohumlarını ekmek için zemin hazırlıyorlar. Câhil ve zâlim olan insan da onlara kapılıyor. Baklavanın içine zehir konduğunu anlayamıyor, zehiri ile beraber baklavayı yutuyor, balık otu yutmuş balığa benziyor...” (İslâm Dini ve Vehhâbîlik Dini, sh: 200)

Vehhâbîlik dinini yaymak için, sinsi sinsi çalışmaktadırlar.

İSYAN CEZASIZ KALMAZ
Daha önce de belirtmiştik.
Bir şey bulmamak için bir şey yapmamak gerekir. Bir şey yaptığında ben bunun karşılığını bulmam dersen yanılmış olursun. Çünkü Âdil-i Mutlak olan Allah-u Teâlâ zerreden hesap soracak.
Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz, Yecüc ve Mecüc’den bahisle Hadis-i şerif’lerinin bir yerinde:
“Yaklaşan fitne ve belâdan vay Arapların hâline!...” buyurmuşlardır. (Buhari)
Vehhâbîler, bu kadar azgınlıklarının cezasını er ya da geç bulacaklardır.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Allah ile yarışanlar mı kibirlidir...?

Allah'a ilm'iyle mütevazi olan mı kibirlidir..?

Sen de biliyorsun kimin kibirli olduğunu ama işte bu Lat'ı, Menat'ı kucaktan atmak öyle kolay da değil...

Halini anlıyorum...

Kıvran, acırsam namerdim...
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0

İmam-ı Süyutî onun hakkında:

"İbn-i Teymiyye kibirli bir adamdı. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek âdeti idi." demiştir.
Hakiki âlimler tarafından "Beynel-ulemâ muallâk adam" diye anılan İbn-i Teymiyye, 1328 yılında ölmüştür.

...
Sapık fikirleri haddi aşınca Mısır'da iki defa hapse atıldı. Görüşlerinde isabet edemediği, bir çok âlimlerin tenkitleriyle sübut bulmuş, dalâlete düştüğü vesikalarla ispat edilmiştir.

Yaşadığı devirde büyük bir fikir hareketi meydana getirmiş, etrafında büyük bir çevre edinmiş, etkisini kendisinden sonraki nesillerde de devam ettirmiştir.
...

Kusurları başkasının üzerine atmaktan vazgeçmelisin.Herkes aynısını yapıyor.

Senin suçladığın seni suçluyor aynı şey değil mi?

Terk et bu kısır çekişmeleri.Okumayı öğren.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Kusurları başkasının üzerine atmaktan vazgeçmelisin.Herkes aynısını yapıyor.

Senin suçladığın seni suçluyor aynı şey değil mi?

Terk et bu kısır çekişmeleri.Okumayı öğren.

Tamam kuran ve sünnete saygılı olsunlar.Müslümanları öldürmesinler ne yaparlarsa yapsınlar.Biz hep bilgi ekledik başkaları gibi boş konuşmadık.

Fakat sırf İbn-i Teymiyye alim görüyorsunuz.Hani diğer alim gördünüz başka kim var?

Sayısız islam alimine karşı geldi "İbn-i Teymiyye" kuran ve sünnete aykırı herşeyi islam alimlerince açıklandı.Zaten vehhabiliğin nasıl ortaya çıktığıda açıklandı.

Mesala diyeyim bir alim ismi siz bu alimi tanımaz bilmezsiniz fakat biz sizin alim gördüklerinizi çok iyi biliyoruz."İbn-i Teymiyye,
Muhammed bin Abdülvehhâb,Abdülaziz bin Muhammed bin Suûd,Suûd bin Abdülaziz..."

Onlardan sonrasınıda biliyoruz.Siz niye gerçek islam alimlerimini "İbn-i Teymiyye" gibi küçümseyerek hiç tanımadan red ediyorsunuz?

II. Abdülaziz bin Suûd'dan Bugüne:
1891'de dağılan bu yönetimi uzun bir mücadeleden sonra Suûd hânedânından II. Abdülaziz bin Suûd 1902 yılında yeniden toplayarak Riyad merkezli Vehhâbî yönetiminin kuruluşunu ilân etti.
II. Abdülaziz, Arabistan yarımadasında gücünü artırmak için İngilizler'le işbirliği yaptı. Sonraki yıllarda Arabistan'ın diğer bölgelerini de ele geçirerek topraklarını genişletti. Abdülaziz 26 Aralık 1915'te İngiltere ile özel bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı olan bölgelerin mutlak hükümdarı olarak tanındı. İngilizler de muazzam paralarla bunlara destek sağladı. Anlaşmaya göre Abdülaziz'in ele geçirdiği toprakların kesin yönetimi ona âit olacak, ondan sonra da yönetim çocuklarına geçecekti. Ancak bu toprakların yöneticileri hiçbir şekilde İngiltere'nin aleyhinde olmayacaklardı.
Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanması üzerine, İngilizlerin de araya girmesiyle Osmanlı Devleti 1918 yılı sonlarında Medine'den çekildi. Vehhâbîler bundan sonra, Hâşimîler'in elinde kalan Mekke, Medine, Cidde ve Tâif'i ele geçirdiler. Abdülaziz bin Suûd 1926 yılının Ocak ayında "Necd ve Hicaz kralı" olarak kabul edildi. 17 Mayıs 1927'de İngilizler'le yapılan Cidde anlaşmasından sonra tam olarak bağımsız hâle geldi.
18 Eylül 1932'de Abdülaziz bin Suûd, ünvanını "Suûdî Arabistan Kralı" olarak değiştirdi. 4 Kasım 1953'de ölümüne kadar da Arabistan kralı olarak yaşadı. Krallığı boyunca Vehhâbî zihniyetini canlandırmak için çalıştı.
Onun arkasından oğlu Suûd bin Abdülaziz kral oldu. Onun 2 Kasım 1964'te ölümünden sonra yerine kardeşi Faysal bin Abdülaziz geçti. Onun 13 Haziran 1982'de ölümünden sonra da yerine kardeşi Fahd bin Abdülaziz geçti. Fahd, kardeşleri ile arasındaki saltanat rekabetinde Amerika'dan destek gördü ve krallığa geçmesinden sonra bu memleketi tamamen Amerika'nın güdümüne soktu. O'da ölünce yerine kardeşi Abdullah geçti.
Hülasâ-i kelâm; Vehhâbîlik sadece Arap yarımadasında kalmamış, kısa zamanda harice de taşmıştır. Hacc için bu bölgeye gelenler Vehhâbîlik'ten etkilenmişler, memleketlerine dönünce bu sapkın fikirleri yaymaya çalışmışlardır.


PEKİ SİZLER HANGİ İSLAM ALİMİNİ BİLİYOR TANIYORSUNUZ.HANGİ VELİ KULLARI BİLİYORSUNUZ?

AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİNİN KURAN VE SÜNNETE UYMADINIĞI GÖRDÜNÜZ?

1. ABDULLAH-I BOSNAVÎ -KUDDİSE SIRRUH
2. ABDÜLGÂNÎ EN-NABLÛSÎ -KUDDİSE SIRRUH
3. ABDÜLGÂNÎ İSMÂİL EN-NABLUSÎ -KUDDİSE SIRRUH
4. ABDÜLGÂNİ NABLUSİ -KUDDİSE SIRRUH
5. ABDÜLKERİM-İ CİLİ -KUDDİSE SIRRUH
6. ABDÜRREZZAK-I KÂŞÂNİ -KUDDİSE
7. AFÎFÜDDÎN ET-TLİMSÂNÎ -KUDDİSE SIRRUH
8. ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ -KUDDİSE SIRRUH
9. AZİZ MAHMUD HÜDÂYİ -KUDDİSE SIRRUH
10. BAHAEDDİN SULTAN VELED -KUDDİSE SIRRUH
11. BÂLİ-İ SOFYAVÎ -KUDDİSE SIRRUH
12. BANDIRMALI-ZÂDE HÂŞİM MUSTAFA EL-ÜSKÜDÂRİ - KUDDİSE SIRRUH
13. BÂYEZÎD-İ BESTÂMÎ -KUD*Dİ*SE SIR*RUH
14. BOSNALI ABDULLAH RÛMİ -KUDDİSE SIRRUH
15. CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ -KUDDİSE SIRRUH
16. CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ -KUDDİSE SIRRUH
17. DÂVUD EL-KAYSERÎ -KUDDİSE SIRRUH
18. EBÛ ABDULLAH MUHAMMED BİN ALİ EL-HAKÎM ET-TİRMİZÎ
19. EBU TÂLİB EL-MEKKÎ -KUDDİSE SIRRUH
20. ELVÂN-I ŞÎRÂZÎ" -KUDDİSE SIRRUH
21. FAHREDDİN IRÂKÎ -KUDDİSE SIRRUH
22. HÂCE MUHAMMED PÂRİSÂ -KUDDİSE SIRRUH
23. HAKÎM ET-TİRMİZÎ -KUDDİSE SIRRUH
24. HALLÂC-I MANSUR -KUDDİSE SIRRUH
25. HASAN SEZÂÎ-İ GÜLŞENÎ -KUDDİSE SIRRUH
26. HÜSÂMEDDÎN EL-BİTLİSÎ -KUDDİSE SIRRUH
27. HÜSEYİN BİN ABDULLAH EL-ABBÂSÎ -KUDDİSE SIRRUH
28. İBN-İ ATÂULLAH EL-İSKENDERÎ -KUDDİSE SIRRUH
29. İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FÂRUKÎ -KUDDİSE SIRRUH
30. İSMÂİL HAKKI BURSEVÎ -KUDDİSE SIRRUH
31. KÂDI MUHAMMED BİN MEHMED -KUDDİSE SIRRUH-
32. KARABAŞ VELÎ -KUDDİSE SIRRUH-”
33. KEMÂLEDDÎN ABDÜRREZZÂK EL-KÂŞÂNÎ -KUDDİSE SIRRUH
34. MAHMÛD BİN ALİ ED-DÂMÛNÎ -KUDDİSE SIRRUH
35. MEVLÂNÂ SÂ’İNÜDDÎN ALİ ET-TÜRKÎ -KUDDİSE SIRRUH
36. MOLLA ABDURRAHMAN CÂMÎ -KUDDİSE SIRRUH
37. MU’ÎNÜDDÎN AHMED EL-BUHÂRÎ -KUDDİSE SIRRUH
38. MU'AZÎZ EN-NESEFÎ -KUD*Dİ*SE SIR*RUH
39. MUHAMMED CA'FER ED-DIMEŞKÎ -KUDDİSE SIRRUH
40. MUHAMMED EL-VERRÂDÎ -KUDDİSE SIRRUH
41. MUHYİDDÎN İBNÜ’L-ARABÎ -KUDDİSE SIRRUH
42. MU'ÎNÜDDÎN AHMED EL-BUHÂRÎ -KUD*Dİ*SE SIR*RUH
43. MÜEYYEDÜDDÎN MAHMÛD EL-CENDÎ -KUDDİSE SIRRUH
44. NEV'Î YAHYÂ EFENDİ -KUDDİSE SIRRUH
45. NİYÂZÎ-İ MISRÎ -KUDDİSE SIRRUH
46. RÜKNEDDÎN EŞ-ŞÎRÂZÎ -KUDDİSE SIRRUH
47. SA'DEDDÎN EL-HAMEVÎ -KUDDİSE SIRRUH
48. SADREDDİN MAHMUD KONEVÎ -KUDDİSE SIRRUH
49. SADREDDÎN-İ KONEVÎ -KUDDİSE SIRRUH
50. SAÎDÜDDİN SAÎD-İ FERGÂNÎ -KUDDİSE SIRRUH
51. SEYYİD ABDÜLKÂDİR-İ GEYLÂNİ -KUDDİSE SIRRUH
52. SEYYİD ALİ EL-HEMEDÂNÎ" -KUDDİSE SIRRUH
53. SEYYİD MUSTAFA RÂSİM EFENDİ -KUDDİSE SIRRUH-
54. SEYYİD YÂKUB HÂN KÂŞGÂRÎ -KUDDİSE SIRRUH
55. ŞEYH ABDÜRREZZAK BİN EBÛ'L-GINÂ -KUDDİSE SIRRUH
56. ŞEYH AHMED MÛSÂ -KUDDİSE SIRRUH
57. ŞEYH BÂLÎ-İ SOFYAVÎ -KUDDİSE SIRRUH
58. ŞEYH MAHMUD ŞEBÜSTERİ -KUDDİSE SIRRUH
59. ŞEYH MEKKÎ EFENDİ -KUDDİSE SIRRUH
60. ŞEYHÜ’L-EKBER MUHYİDDÎN İBNÜ’L-ARÂBÎ -KUDDİSE SIRR
61. YAZICI-ZÂDE AHMED BÎCÂN -KUDDİSE SIRRUH
62. ZEYNEDDÎN EL-HÂFÎ -KUD*Dİ*SE SIR*RUH
63. ZİYÂEDDİN MUHAMMED BİN AMMÂR EL-BİTLİSÎ -KUDDİSE S
64. ZİYÂÜDDÎN AMMÂR EL-BİTLİSÎ -KUDDİSE SIRRUH
...elbette çok var daha.

Hayır siz sadece kendinizi görüyorsunuz ve sizler için bu kullara uyanlarda şirk işliyor demi.Hepsinin mürşidi ve şeyhi var.

Size ne desek tesiri olmasada kuran ve sünneten ayrılmak istemeyenler bunlara kanmasın .Allah saptırmasın inşaAllah.

Ayet ve hadisler ile tüm sapık düşünceleriniz çürütülmüştür.İslamda yeriniz yoktur.Şimdi kime uyarsanız uyun fakat siz müslümanları öldürmekle hatti çok aştınız.

Ulemâ-i kiram'dan Muhammed İbn-i Âbidîn -rahmetullahi aleyh- Hazretleri Vehhâbîler'in hakkında "Reddül-Muhtar" adlı eserinde buyurur ki:
"Zamanımızda Abdülvehhâb'a tâbi olanlar Necid'den çıkarak Harameyn'e musallat olmuş, Hanbeli mezhebinin yanısıra, edindikleri bazı itikatlarla ancak kendilerinin müslüman olduklarını, muhaliflerinin müşrik olduklarını iddia etmiş, ehl-i sünnet ile savaşı ve ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mübah saymışlardır." (Cilt: 4, sh: 262)
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Seneler önce derleyip bu forumda da yayınladığım birkaç yazı:

http://muratyazici.blogspot.com.tr/2007/06/vehhabi-vaheti.html

VEHHABÎ VAHŞETİ

Prof. Dr. Z. Kurşun şunları yazıyor [1]:

“İbn Suud'un, kendilerine uymayan Mekke ve Medine ahalisini "mezhebi muktezasınca şirk ile ittiham ederek tecdid-i imana davet ettiğini" kaydeden Harem-i Nebevî müderrisi Abdurrahman, daha sonra "Yapılan münazara ve görüşmelerden elde edilen bilgilere göre; Vehhabîler, bu mezhebe mensub olmayan diğer ehl-i İslâm'a müşrik nazarıyla bakmakta ve bunların mezheblerine girmeleri için zorlanmalarını kendilerine vacib görmektedirler. Ayrıca, davetlerine uymayanların katlinin de gerekliliğine inanmaktadırlar"demektedir.”

Doç. Dr. M. A. Büyükkara'nın kitabından [2]:

“Kendilerinden olmayan veya kendileri gibi olmayan insanlar, Vehhabî ulema ve İhvan açısından kafir veya en azından kınanmayı haketmiş mücrim ve fasık kişilerdir.” (s.66)

“Önlerine çıkan kadın, erkek, yaşlı, çocuk, kim olursa olsun genellikle sağ kurtulamazdı. Esir alma adetleri yoktu.” (s.78)

Prof. Dr. Erman Artun da şu bilgileri veriyor [3]:

“Vehhabîler, pek çok sünni ve şii ulemayı, halktan binlerce kişiyi kılıçtan geçirdiler. Kur'an ve Hadisler dışındaki kaynakları bid'at kabul ettikleri için dini, tarihi ve edebi eserleri parçaladılar, İslam büyüklerinin ve ashabın mezarlarını yıktılar. ... Kerbela, Taif, Mekke, Medine ve Hicaz’ı alıp yağmaladılar.”

[1] Doç. Dr. Zekeriya Kurşun, Tarih ve Medeniyet, Sayı 30.
[2] Doç. Dr. M. Ali Büyükkara, İhvan'dan Cüheyman'a Suudi Arabistan ve Vehhabîlik, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004.
[3] Prof. Dr. Erman Artun, 19. Yüzyıl Osmanlı Dönemi Ortadoğu’nun Sosyal Tarihine Bir Kaynak : Aşık Esrari’nin Vehhabî Destanı. (Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.)

***

http://muratyazici.blogspot.com.tr/2007/06/necd-blgesinde-kan-fitneler.html

SAHTE PEYGAMBERLER, HARİCİLER, VEHHABİLER

Doç. Dr. M. A. Büyükkara şu bilgileri veriyor:

“Necd kabileleri ve mensupları...Medine’deki İslami yönetime karşı Hz. Peygamber’in [aleyhisselam] vefatından hemen sonrasında gelişen siyasi sorunların en başta gelen kaynakları oldular. Tayy, Esed, Bekr, Temim, Hevazin, Kinde ve Hanife, Necd’in ve güneyindeki Yamame bölgesinin o dönemdeki sahipleri olan bedevi kabilelerin en büyükleridir. Hz. Ebubekir’in [radıyallahü anh] hilafeti sırasında bu kabilelerden Hanife, Bekr, Esed ve Temim ile, Hevazin ve Kinde’nin bir kısmı irtidat ederek halifeye isyan ettiler. Yine bu dönemde ortaya çıkan dört yalancı peygamberden üçü, Necdî kabileler içinden çıkmıştır. Benu Esed’den Tuleyha b. Huveylid, Benu Temim’den Secah ve Benu Hanife’den Müseyleme, ortaya attıkları iddialarla yeni dinin inanç ve fikir kimliği üzerinde manevi tahribat yapmaları yanında, ellerinde tuttukları askeri güçle Medine İslam devletine tehlikeli günler yaşatmışlardır. Hz. Ali [radıyallahü anh] döneminde ortaya çıkan Haricilîk fitnesi, yine Necdî kabileler içinde vücut bulan bir dini hareketin sonucudur. Bilindiği gibi ilk Haricî cemaatları, çoğunlukla Temim, Bekr, Hanife ve Şeyban kabilelerine mensup bedevilerden oluşuyordu. ..Necd’in İslam tarihi sayfalarına tekrar dönüşü, Vehhabîliğin bu topraklarda ortaya çıkmasıyla başlar.” (s.20-21)

Vehhabîlerle Haricîler arasındaki inanç ve davranış benzerliklerine de dikkat çeken ve bu benzerliklere misaller veren Doç. Dr. M. A. Büyükkara şu tespiti yapıyor:

“Bütün bu benzerlikler, aynı coğrafyada doğmuş olan bu iki dinî grubun zihniyetlerinin aralarında on üç asır olmasına rağmen ne kadar uyum gösterdiğini gözler önüne sermektedir.” (s.69)

Kaynak: Doç. Dr. M. Ali Büyükkara, İhvan'dan Cüheyman'a Suudi Arabistan ve Vehhabilik, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004.

HARİCİLER VE VEHHABİLER

Vehhabîler, kâfirleri, müşrikleri ve münâfıkları bildiren âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri yazarak Ehl-i sünnet olan temiz müslümanlara saldırıyor. Türbelere puthâne, Evliyâya put diyebilmek için, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış mâna veriyorlar. Ebu Hamid bin Merzuk rahmetullahi aleyh diyor ki:

La ilahe illallah kelime-i tevhidini söyleyenleri tekfir etmek cehennem köpeklerinin adetidir. Vehhabîler ve Harranlı imamları İbni Teymiyye haricîlerin uydularıdır. Havaric taifesinin bütün vasıfları da Harraniye'ye de şamil olduğundan dolayı, kendisi müslümanları tekfir edici, bozuk re'yinin hayranı, deliliğin son haddine kadar fikrini takdis eden ve müşrikler hakkında varid olan ayat-ı Kur'aniyelerin ahkamını, mü'minlere tatbik eden kimsedir. Hariciyye taifesi hakkında Peygamberimizden (aleyhisselam) rivayet edilen birkaç hadis şöyledir:İbni Mace, Sünen adlı eserinde, Ebu Umame'den (r.a.) rivayet ederek: (Gökyüzü altında öldürülenlerin en kötüsü, Cehennem ehli olan köpeklerdir ve öldürülenlerin en iyisi, Cehennem ehli olan köpeklerin öldürdükleri kimsedir; şüphesiz bunlar Müslüman iken sonra kafir oldular.) Bu hadisi, Ebu Umame'den rivayet eden Ebu Galib anlatıyor: "Ey Ebu Umame, sen bunu kendinden mi söylüyorsun?" diye sordu. "Hayır, bunu Resulullahdan (aleyhisselam) duydum" diye cevap verdi.Hafız İbni Hacer, Fethu'l-Bari adlı eserinde (c.12, Kitabu İstitabeti'l-Mürteddin el-Muanidin ve Kıtalihim), İmam-ı Buhari'nin zikrettiği İbni Ömer'in hadisini şerhederken şöyle demiştir: "Ve İbni Ömer, onlar, KAFİRLER HAKKINDA NAZİL OLAN AYETLERİ, MÜ'MİNLER HAKKINDA TE'VİL YOLUNA GİTMİŞLERDİR, diye buyurdu. Ben de derim ki: Bu rivayetin senedi sahihtir."

Kaynak: Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l Eş’ariyyin, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1994.

***

VEHHABÎ-İNGİLİZ İŞBİRLİĞİ

http://muratyazici.blogspot.com.tr/2007/06/ibni-suuda-ingiltere-hindistan.html

“İngilizlerin bölgedeki siyasi temsilcisi W. Shakespear, 1914 Şubatında Riyad’a gelmiş, bu vesileyle İngilizler ile Suudiler arasında sıcak yakınlaşmalar tesis edilmişti. I. Dünya Savaşı çıkınca bu dostluk daha da pekişti. Osmanlı’nın ittifak çağrısına red cevabı veren İbni Suud, bunun hemen arkasından, Osmanlı heyeti hala Riyad’da iken, İngilizlere ittifak teklifinde bulundu....Artık büyük savaşta Osmanlı’nın Necd valisinin safı belli olmuştu. Bu birliktelik, İbni Suud’a İngiltere-Hindistan İmparatorluğu’nun şövalyelik nişanı verilmesiyle pekiştirildi.” (s.46 )

“İbni Suud şunları söylemektedir:

(Eğer siz İngilizler, kızlarınızı karım olsun diye bana önerseniz kabul ederdim...Fakat Mekke Şerifi’nin veya Mekkelilerden ve diğer müslümanlardan müşrik saydıklarımızın kızlarını alamam. Hıristiyanların kestiği hayvanların etlerini sorgusuz sualsiz yerim.)

Bu duygularla yüklü olan İbni Suud, bir başka toplantıda da Hıristiyanlarla ilgili bazı Kur’an ayetlerini okumuş, sonra da Philby’e dönerek kendisini kuzeni saydığını, zira hıristiyanların İshak Peygamber, Arapların da İshak’ın kardeşi İsmail Peygamber evladından olduklarını, Türklerin ise Tatar kökenli evlad-ı İblis’ten olduklarını açık yüreklilikle ifade etmişti.” (s.48 )

Kaynak: Doç. Dr. M. Ali Büyükkara, İhvan'dan Cüheyman'a Suudi Arabistan ve Vehhabilik, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004.

Phiby.png



Daha fazla bilgi için bkz.

http://muratyazici.blogspot.com.tr/search/label/Vehhabilere Cevaplar

http://muratyazici.blogspot.com.tr/search/label/İbni Teymiyye ve Takipçileri
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
Tamam kuran ve sünnete saygılı olsunlar.Müslümanları öldürmesinler ne yaparlarsa yapsınlar.Biz hep bilgi ekledik başkaları gibi boş konuşmadık.

Fakat sırf İbn-i Teymiyye alim görüyorsunuz.Hani diğer alim gördünüz başka kim var?

Sayısız islam alimine karşı geldi "İbn-i Teymiyye" kuran ve sünnete aykırı herşeyi islam alimlerince açıklandı.Zaten vehhabiliğin nasıl ortaya çıktığıda açıklandı.

Mesala diyeyim bir alim ismi siz bu alimi tanımaz bilmezsiniz fakat biz sizin alim gördüklerinizi çok iyi biliyoruz."İbn-i Teymiyye,
Muhammed bin Abdülvehhâb,Abdülaziz bin Muhammed bin Suûd,Suûd bin Abdülaziz..."

Onlardan sonrasınıda biliyoruz.Siz niye gerçek islam alimlerimini "İbn-i Teymiyye" gibi küçümseyerek hiç tanımadan red ediyorsunuz?

II. Abdülaziz bin Suûd'dan Bugüne:
1891'de dağılan bu yönetimi uzun bir mücadeleden sonra Suûd hânedânından II. Abdülaziz bin Suûd 1902 yılında yeniden toplayarak Riyad merkezli Vehhâbî yönetiminin kuruluşunu ilân etti.
II. Abdülaziz, Arabistan yarımadasında gücünü artırmak için İngilizler'le işbirliği yaptı. Sonraki yıllarda Arabistan'ın diğer bölgelerini de ele geçirerek topraklarını genişletti. Abdülaziz 26 Aralık 1915'te İngiltere ile özel bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı olan bölgelerin mutlak hükümdarı olarak tanındı. İngilizler de muazzam paralarla bunlara destek sağladı. Anlaşmaya göre Abdülaziz'in ele geçirdiği toprakların kesin yönetimi ona âit olacak, ondan sonra da yönetim çocuklarına geçecekti. Ancak bu toprakların yöneticileri hiçbir şekilde İngiltere'nin aleyhinde olmayacaklardı.
Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanması üzerine, İngilizlerin de araya girmesiyle Osmanlı Devleti 1918 yılı sonlarında Medine'den çekildi. Vehhâbîler bundan sonra, Hâşimîler'in elinde kalan Mekke, Medine, Cidde ve Tâif'i ele geçirdiler. Abdülaziz bin Suûd 1926 yılının Ocak ayında "Necd ve Hicaz kralı" olarak kabul edildi. 17 Mayıs 1927'de İngilizler'le yapılan Cidde anlaşmasından sonra tam olarak bağımsız hâle geldi.
18 Eylül 1932'de Abdülaziz bin Suûd, ünvanını "Suûdî Arabistan Kralı" olarak değiştirdi. 4 Kasım 1953'de ölümüne kadar da Arabistan kralı olarak yaşadı. Krallığı boyunca Vehhâbî zihniyetini canlandırmak için çalıştı.
Onun arkasından oğlu Suûd bin Abdülaziz kral oldu. Onun 2 Kasım 1964'te ölümünden sonra yerine kardeşi Faysal bin Abdülaziz geçti. Onun 13 Haziran 1982'de ölümünden sonra da yerine kardeşi Fahd bin Abdülaziz geçti. Fahd, kardeşleri ile arasındaki saltanat rekabetinde Amerika'dan destek gördü ve krallığa geçmesinden sonra bu memleketi tamamen Amerika'nın güdümüne soktu. O'da ölünce yerine kardeşi Abdullah geçti.
Hülasâ-i kelâm; Vehhâbîlik sadece Arap yarımadasında kalmamış, kısa zamanda harice de taşmıştır. Hacc için bu bölgeye gelenler Vehhâbîlik'ten etkilenmişler, memleketlerine dönünce bu sapkın fikirleri yaymaya çalışmışlardır.


PEKİ SİZLER HANGİ İSLAM ALİMİNİ BİLİYOR TANIYORSUNUZ.HANGİ VELİ KULLARI BİLİYORSUNUZ?

AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİNİN KURAN VE SÜNNETE UYMADINIĞI GÖRDÜNÜZ?

1. ABDULLAH-I BOSNAVÎ -KUDDİSE SIRRUH
2. ABDÜLGÂNÎ EN-NABLÛSÎ -KUDDİSE SIRRUH
3. ABDÜLGÂNÎ İSMÂİL EN-NABLUSÎ -KUDDİSE SIRRUH
4. ABDÜLGÂNİ NABLUSİ -KUDDİSE SIRRUH
5. ABDÜLKERİM-İ CİLİ -KUDDİSE SIRRUH
6. ABDÜRREZZAK-I KÂŞÂNİ -KUDDİSE
7. AFÎFÜDDÎN ET-TLİMSÂNÎ -KUDDİSE SIRRUH
8. ALÂÜDDEVLE SEMNÂNÎ -KUDDİSE SIRRUH
9. AZİZ MAHMUD HÜDÂYİ -KUDDİSE SIRRUH
10. BAHAEDDİN SULTAN VELED -KUDDİSE SIRRUH
11. BÂLİ-İ SOFYAVÎ -KUDDİSE SIRRUH
12. BANDIRMALI-ZÂDE HÂŞİM MUSTAFA EL-ÜSKÜDÂRİ - KUDDİSE SIRRUH
13. BÂYEZÎD-İ BESTÂMÎ -KUD*Dİ*SE SIR*RUH
14. BOSNALI ABDULLAH RÛMİ -KUDDİSE SIRRUH
15. CEMÂLEDDÎN MAHMÛD HULVÎ -KUDDİSE SIRRUH
16. CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ -KUDDİSE SIRRUH
17. DÂVUD EL-KAYSERÎ -KUDDİSE SIRRUH
18. EBÛ ABDULLAH MUHAMMED BİN ALİ EL-HAKÎM ET-TİRMİZÎ
19. EBU TÂLİB EL-MEKKÎ -KUDDİSE SIRRUH
20. ELVÂN-I ŞÎRÂZÎ" -KUDDİSE SIRRUH
21. FAHREDDİN IRÂKÎ -KUDDİSE SIRRUH
22. HÂCE MUHAMMED PÂRİSÂ -KUDDİSE SIRRUH
23. HAKÎM ET-TİRMİZÎ -KUDDİSE SIRRUH
24. HALLÂC-I MANSUR -KUDDİSE SIRRUH
25. HASAN SEZÂÎ-İ GÜLŞENÎ -KUDDİSE SIRRUH
26. HÜSÂMEDDÎN EL-BİTLİSÎ -KUDDİSE SIRRUH
27. HÜSEYİN BİN ABDULLAH EL-ABBÂSÎ -KUDDİSE SIRRUH
28. İBN-İ ATÂULLAH EL-İSKENDERÎ -KUDDİSE SIRRUH
29. İMÂM-I RABBÂNÎ AHMED FÂRUKÎ -KUDDİSE SIRRUH
30. İSMÂİL HAKKI BURSEVÎ -KUDDİSE SIRRUH
31. KÂDI MUHAMMED BİN MEHMED -KUDDİSE SIRRUH-
32. KARABAŞ VELÎ -KUDDİSE SIRRUH-”
33. KEMÂLEDDÎN ABDÜRREZZÂK EL-KÂŞÂNÎ -KUDDİSE SIRRUH
34. MAHMÛD BİN ALİ ED-DÂMÛNÎ -KUDDİSE SIRRUH
35. MEVLÂNÂ SÂ’İNÜDDÎN ALİ ET-TÜRKÎ -KUDDİSE SIRRUH
36. MOLLA ABDURRAHMAN CÂMÎ -KUDDİSE SIRRUH
37. MU’ÎNÜDDÎN AHMED EL-BUHÂRÎ -KUDDİSE SIRRUH
38. MU'AZÎZ EN-NESEFÎ -KUD*Dİ*SE SIR*RUH
39. MUHAMMED CA'FER ED-DIMEŞKÎ -KUDDİSE SIRRUH
40. MUHAMMED EL-VERRÂDÎ -KUDDİSE SIRRUH
41. MUHYİDDÎN İBNÜ’L-ARABÎ -KUDDİSE SIRRUH
42. MU'ÎNÜDDÎN AHMED EL-BUHÂRÎ -KUD*Dİ*SE SIR*RUH
43. MÜEYYEDÜDDÎN MAHMÛD EL-CENDÎ -KUDDİSE SIRRUH
44. NEV'Î YAHYÂ EFENDİ -KUDDİSE SIRRUH
45. NİYÂZÎ-İ MISRÎ -KUDDİSE SIRRUH
46. RÜKNEDDÎN EŞ-ŞÎRÂZÎ -KUDDİSE SIRRUH
47. SA'DEDDÎN EL-HAMEVÎ -KUDDİSE SIRRUH
48. SADREDDİN MAHMUD KONEVÎ -KUDDİSE SIRRUH
49. SADREDDÎN-İ KONEVÎ -KUDDİSE SIRRUH
50. SAÎDÜDDİN SAÎD-İ FERGÂNÎ -KUDDİSE SIRRUH
51. SEYYİD ABDÜLKÂDİR-İ GEYLÂNİ -KUDDİSE SIRRUH
52. SEYYİD ALİ EL-HEMEDÂNÎ" -KUDDİSE SIRRUH
53. SEYYİD MUSTAFA RÂSİM EFENDİ -KUDDİSE SIRRUH-
54. SEYYİD YÂKUB HÂN KÂŞGÂRÎ -KUDDİSE SIRRUH
55. ŞEYH ABDÜRREZZAK BİN EBÛ'L-GINÂ -KUDDİSE SIRRUH
56. ŞEYH AHMED MÛSÂ -KUDDİSE SIRRUH
57. ŞEYH BÂLÎ-İ SOFYAVÎ -KUDDİSE SIRRUH
58. ŞEYH MAHMUD ŞEBÜSTERİ -KUDDİSE SIRRUH
59. ŞEYH MEKKÎ EFENDİ -KUDDİSE SIRRUH
60. ŞEYHÜ’L-EKBER MUHYİDDÎN İBNÜ’L-ARÂBÎ -KUDDİSE SIRR
61. YAZICI-ZÂDE AHMED BÎCÂN -KUDDİSE SIRRUH
62. ZEYNEDDÎN EL-HÂFÎ -KUD*Dİ*SE SIR*RUH
63. ZİYÂEDDİN MUHAMMED BİN AMMÂR EL-BİTLİSÎ -KUDDİSE S
64. ZİYÂÜDDÎN AMMÂR EL-BİTLİSÎ -KUDDİSE SIRRUH
...elbette çok var daha.

Hayır siz sadece kendinizi görüyorsunuz ve sizler için bu kullara uyanlarda şirk işliyor demi.Hepsinin mürşidi ve şeyhi var.

Size ne desek tesiri olmasada kuran ve sünneten ayrılmak istemeyenler bunlara kanmasın .Allah saptırmasın inşaAllah.

Ayet ve hadisler ile tüm sapık düşünceleriniz çürütülmüştür.İslamda yeriniz yoktur.Şimdi kime uyarsanız uyun fakat siz müslümanları öldürmekle hatti çok aştınız.

Ulemâ-i kiram'dan Muhammed İbn-i Âbidîn -rahmetullahi aleyh- Hazretleri Vehhâbîler'in hakkında "Reddül-Muhtar" adlı eserinde buyurur ki:
"Zamanımızda Abdülvehhâb'a tâbi olanlar Necid'den çıkarak Harameyn'e musallat olmuş, Hanbeli mezhebinin yanısıra, edindikleri bazı itikatlarla ancak kendilerinin müslüman olduklarını, muhaliflerinin müşrik olduklarını iddia etmiş, ehl-i sünnet ile savaşı ve ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mübah saymışlardır." (Cilt: 4, sh: 262)
Maşallah ne çok isim yazmışsın.

Bu kadar mı sizin alimleriniz yoksa daha fazla mı?
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Maşallah ne çok isim yazmışsın.

Bu kadar mı sizin alimleriniz yoksa daha fazla mı?

Sizin alimiz kaç tane?Milyonlarca müslümanın sevgisini kazanmış Allah dostlarına ,islam alimlerine saygısızlık yapmanız sizin cahiliğinizdendir.Bilmemenizdendir.Vehhabiliği ortaya çıkaran peşinden gitiğiniz 3,5 imamınıza binlerce islam alimi reddiyeler yazmıştır.Bu sebeble ne Tasavufu nede islama uyan müslümanların kabul ettiği islam alimlerini tanımazsınız sevmezsiniz.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Allah ile yarışanlar mı kibirlidir...?

Allah'a ilm'iyle mütevazi olan mı kibirlidir..?

Sen de biliyorsun kimin kibirli olduğunu ama işte bu Lat'ı, Menat'ı kucaktan atmak öyle kolay da değil...

Halini anlıyorum...

Kıvran, acırsam namerdim...

Allah dostaları ilk önce nefsleriyle eğitime girip nefs derecelerini aştığından kibirleri yoktur.Nefsin hayvani sıfatlarından ayrılmıştır.İçi dışı nur olmuştur.

Fakat size bunlara anlatsak ne fayda.Ne mürşid ne şeyh sizlere gerek yok.Nefsinizle mücadeleyede gerek yok sizler için.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Hanefilik de "Din" mi..?

Hanefi mezheptir.Fakat sizin vehhabilik mezhep değildir.Bir inanç dahi olamaz.Çünkü müslümanları öldürüyor,türbeleri yıkıyor,sünneti inkar ediyor,Peygamber Efendimiz(s.a.v) yakışmıyacak sözler söyleyip onun değerini düşürmeye çalışıyor,Allahın sevdiklerine düşman oluyor,şefaati inkar ediyor...daha birçok kuran ve sünnete uymayıp islamda var gibi göstermeye çalışıyorsunuz.

Binlerce islam alimi sizlere reddiyeler yazdı.Yine defalarca kez eklesekte İbni Teymiye ve peşinden gittikleri görüşlerden başkasını kabul etmiyorsunuz.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Allah dostaları ilk önce nefsleriyle eğitime girip nefs derecelerini aştığından kibirleri yoktur.Nefsin hayvani sıfatlarından ayrılmıştır.İçi dışı nur olmuştur.

Fakat size bunlara anlatsak ne fayda.Ne mürşid ne şeyh sizlere gerek yok.Nefsinizle mücadeleyede gerek yok sizler için.

O senin yakıştırman...

Allah dostları öyle olmak zorunda değil Kurt26 olarak da sen de öyle olmak zorundasin,

Fiilini, kavlini ve kalbini Allah'a ve Kur'an'a vereceksin Peygamber'e itaat edeceksin ve gücün nisbetinde İslam'ın ikamesi için gayret sarfedeceksin...

Böyle olanlar velilerdir...

Sen de bir velisin vs...

Bizler de mürşit gerekli... Bizlere de şeyh gerekli ama ben onları,

Öğretmen edindim zaten...

İlimlerinden faydalanıyoruz...

Başka ne yapabilirim...
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Yalan! İftira! Buhari ve Müslim baş ucu kitapları, en önce bunlarla amel ediyorlar...



Buhari'den, Müslim'den her hadis okuduklarında sallahu aleyhi vesellem, aleyhissalatu vesselam demeden edemezler...



Ezandan sonra yapılan duayı Allah Rasulü (sav) onlara şeffat etsin diye yaparlar...


Sen, sünneti inkar ediyorlar diyorsun...
Ben, senin inandığın, sünnet dediğin, Buhari ve Müslim ile amel ediyorlar diyorum...

Vehhabiliği iyi öğren.
...
SALÂVÂT-I ŞERİFE

Allah-u Teâlâ, kulu ve resulü Muhammed Aleyhisselâm'ın fazilet ve meziyetini, şeref ve haysiyetini, yüceler yücesindeki mevkisini çok açık bir şekilde beşeriyete ilân etmiştir.

Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.

Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)

Bu Âyet-i kerime'de apaçık bir emir var. Allah-u Teâlâ'nın bizzat kendisi ve melekleri Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine salât-ü selâm getiriyor. Bu ise Resulullah Aleyhisselâm'a en büyük iltifât-ı ilâhî'dir, açık bir fermân-ı ilâhî'dir. İnanan mümindir, inanmayan kâfirdir.

Binaenaleyh Resulullah Aleyhisselâm'ı hafif ve basit tutanlar var ya! "Adam sende, Abdullah'ın menisinden ibaret!" diyenler var ya! Bunlar İslâm değildir. Kim? Kim olursa olsun.

Zira bu Âyet-i kerime'yi inkâr etmişlerdir, ona salât-ü selâm getirmeyi şirk kabul etmişlerdir. Resmen Âyet-i kerime'yi inkâr ediyorlar. Üstelik Allah-u Teâlâ: "Tam bir teslimiyetle teslim olun!" buyuruyor. Onlar teslim olmadıkları gibi, ona karşı yapılan tâzimi şirk kabul ediyorlar.

Kim ki bu Âyet-i kerime'yi kabul etmezse, Resulullah Aleyhisselâm'a gönülden bağlı olmazsa ve salât-ü selâm getirmezse, bu ilâhî hükmü reddettiği için küfre düşer. O artık müslüman değildir.

Ey Vehhâbîler! Siz bu ilâhî emre inanıp, iman edip salât-u selâm getiriyor musunuz? Yoksa küfürde mi kaldınız? Ben sormuyorum, kendi kendinize sorun.

Gerçek olan Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'tir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyurur ki:

"Bir kimse indinde ismim zikrolunur da bana salât-ü selâm getirmezse bana cefâ etmiş olur." (Câmiü's-sağir)

"Bana salâvat getirmeyi unutan kimse cenetin yolunu şaşırır." (İbn-i Mâce)

Beni diyor demeyin. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'leri size delil olarak gösteriyorum.

Peygamber'ine Allah-u Teâlâ'nın salâtı; onu en yüce makamda anması, onu rahmeti ile rızâsı ile tebcil, tebrik ve tâzim etmesidir.

Meleklerin salâtı ise; istiğfarda bulunmalarıdır. İnsanlarınki de öyledir.

Ne yüce mertebedir ki, onu yaratan ona salât-ü selâm getiriyor, sevgili Peygamber'ini anıyor, tebrik ediyor. Ulvî makamındaki melekler de onun için mağfiret diliyorlar, senâ ediyorlar.

Bu nimet ve şereften üstün bir ikbal ve ikram düşünülemez.

Sonra da süfli âlemdeki insanlara Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine salât-ü selâm getirmelerini emrediyor.

Müminler bu sayede kendilerini zulmetten nura kavuşturan, ulvî ufukların kapılarını açan peygamberlerine; salât ve selâmlarını, hürmet ve tâzimlerini, övgü ve senâlarını, minnettarlıklarını arzetmiş oluyorlar.

Bu vesile ile de Allah katında itibar kazanmış, birçok ecir ve mükafatlara nâil olmuş oluyorlar.

Sâdık müminler asırlar boyu o Nur'un aşkında ve şevkinde yaşamışlar, ona karşı besledikleri muhabbet bağından bir an olsun ayrılmamışlar, salât-ü selâm ile tebcil etmekten geri durmamışlardır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Ramazan ayına erdiği halde kendisini af ettirmeye muvaffak olamadan bu ayı çıkaran kimsenin burnu sürünsün! Anne-babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürünsün. Ben yanında anıldığım halde bana salâvât getirmeyen kimsenin de burnu sürünsün!" (Tirmizî: 3539)


Binaenaleyh Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ism-i şerif'leri anılınca: "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed" diye salâvât-ı şerife getirmek her müminin üzerine vâcibdir, bundan fazlasını söylemek sünnettir.

Bir kimseyi çok anan, onu çok seviyor demektir. Kişi her zaman sevdiği ile beraber olur.

Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te:
"Kıyamet günü insanların bana en yakın olanı, üzerime çok salât gönderendir." buyuruluyor. (Tirmizî: 484)

Ebu Talha -radiyallahu anh- buyurur ki:
Bir gün Resulullah Aleyhisselâm yüzü sevinçli olduğu halde geldi. "Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!" dedik.
Buyurdular ki:
"Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: Yâ Muhammed! Rabb'in diyor ki: 'Sana salâvât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana yetmez mi?'" (Nesaî)


Salât-ü selâm her zaman getirilebilir. Kerahat vakitlerinde bile okunmasında mahzur yoktur. Bilhassa Cuma gecesinde ve gündüzünde salâvât-ı şerife okumakla fazla meşgul olmalıdır.
Evs bin Evs -radiyallahu anh-den rivâyete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Günlerinizin en faziletlisi Cuma günüdür. O günde benim üzerime çok salâvât getirin. Zira sizin salât ve selâmlarınız bana arz olunur." buyurdu.
Ashab-ı kiram -radiyallahu anhüm-:
"Yâ Resulellah! Getirdiğimiz salâvât size nasıl arz olunur, halbuki siz çürümüş bulunacaksınız." dediklerinde, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle cevap verdiler:
"Allah-u Teâlâ peygamberlerinin cesetlerini yeryüzüne haram kılmıştır." (Ebu Dâvud)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyurulmaktadır:

"Yeryüzünde Allah'ın gezici melekleri vardır. Ümmetimin selâmını bana tebliğ ederler." (Nesâî)



Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı'ndan bir zât:

"Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ bize senin üzerine salât-ü selâm göndermemizi emir buyurdu. Size nasıl salât-ü selâm getirelim?" diye sordu.

Bunun üzerine bir müddet sükut etti. Orada bulunanlar bu sükutun uzamasından dolayı: "Keşke sormasa idi." diye temenni ettiler. Daha sonra Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Salli-Bârik duâlarının okunmasını söylediler. (Müslim: 406)

"Ey Allah'ım! Rahmetini Muhammed Aleyhisselâm'ın ve onun akraba ve taalukâtının, itaatkâr ümmetinin üzerine indir. Nasıl ki İbrahim Aleyhisselâm ve onun âile fertlerine nâzil buyurmuşsun.
Şüphesiz ki bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur."
"Ey Allah'ım! Muhammed Aleyhisselâm'ın onun akraba ve taalukâtının, itaatkâr ümmetinin bereketlerini daima artır. Nasıl ki İbrahim Aleyhisselâm ve onun âile fertlerinin bereketlerini artırdığın gibi.
Şüphesiz ki bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur."

Ebu Hümeyd es-Saîdî -radiyallahu anh-den rivayete göre, Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm-: "Yâ Resulellah sana nasıl salâvât getirelim?" diye sordular.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise buyurdular ki:
"Ey Allah'ım! Muhammed'e, zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, İbrahim'e rahmet kıldığın gibi.
Muhammed'in, zevcelerini ve zürriyetini mübarek kıl, İbrahim'i mübarek kıldığın gibi.
Şüphesiz ki bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur." (Buhârî-Müslim)
...



 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
...


SÜNNET-İ SENİYYE

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in Vedâ Haccı hutbesinde ümmetine bıraktığını açıkladığı ve sımsıkı sarıldıkları takdirde, hiçbir zaman yollarını şaşırmayacaklarını haber verdiği iki şeyden ikincisi sünnettir.
"Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın." (Âl-i imrân: 103)
Âyet-i kerime'sindeki Allah'ın ipinden murad Kitap ve Sünnet'tir.
Kur'an-ı kerim'de pek çok Âyet-i kerime, Sünnet-i seniyye'ye uymanın, Resulullah Aleyhisselâm'a itaat etmenin farz olduğunu göstermektedir.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Resulullah size neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının." (Haşr: 7)
Bu bir emr-i ilâhî'dir.
Onun ilâhî hükümleri uygulama ve açıklamasında hata aslâ bahis mevzuu olamaz. Çünkü o, bizâtihi Allah-u Teâlâ'nın tasarrufu altındadır.
Sünnet-i seniyye Resulullah Aleyhisselâm'ın Rabb'inden aldığı risaleti tebliğden ibarettir.
Buhârî'nin rivayetine göre Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e Kur'an-ı kerim'i indirdiği ve öğrettiği gibi, sünneti de indirmiş ve öğretmiştir.
Kur'an-ı kerim vahiy olduğu gibi, Hadis-i şerif'ler de vahiydir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm: 3-4)
Ey Vehhâbî! Sen bu Âyet-i kerime'yi de inkâr ediyorsun?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in her sözü ilâhî bir vahye isnad eder.
Şu kadar var ki, Kur'an-ı kerim vahyin en yüksek mertebesidir. Lâfzı ve mânâsı ile birlikte vahyolunmuştur. Hadis-i şerif ise Vahy-i metlüv, yani okunan vahiy değildir. Lâfzı olmayıp sadece mânâdan ibarettir. Allah-u Teâlâ'nın dilediği şeyi bildirmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm İslâm'ın ilk yıllarında Kur'an-ı kerim âyetleri ile karıştırılmaması için Hadis-i şerif'lerin yazılmasını yasaklamıştı. Buna rağmen ilk yıllarda güvendiği kimselerin yazmalarına izin verdiği gibi, karıştırılma ihtimali ortadan kalktıktan sonra bu yasağı kaldırmış ve yazılması için izin vermişti.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anh- buyururlar ki:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den her ne işitirsem yazardım. Kureyşliler beni bundan menetmek istediler. Dediler ki;
'Sen her şeyi yazıyorsun. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ise beşerdir. Rızâ halinde de gazap halinde de söz söyler.'
Bu tenbih üzerine yazmaktan bir müddet vazgeçtim. Nihayet bu durumu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e arzettim. Mübarek parmağını ağzına götürerek:
"Yaz! Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, buradan hak sözden başkası çıkmaz!" buyurdu." (Ebu Dâvud: 3646)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Ben bir maskeyim. O nasıl tecelli ederse, ne buyurur ne duyurursa!" demek istiyor.

Resulullah Aleyhisselâm'ın her emrine itaat etmek farz olup, aykırı hareket etmek ise haramdır. Bu ise ilâhî bir hükümdür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izni ile kendisine itaat edilmesinden başka bir hikmetle göndermedik." (Nisâ: 64)
Şu ilâhî hitaba bir bakın! Bir de Vehhâbîler'in Resulullah Aleyhisselâm'a karşı takındıkları tutuma bir bakın! Bu ilâhî hükümlere ters düşüp inkâr ettiklerinden dolayı küfre girmiş olmuyorlar mı? Onu hükümsüz saydıklarından dolayı İslâm dininden çıkmış olmuyorlar mı? Zira Allah-u Teâlâ ona itaat edilmesini emrediyor, onlar ise ona itaat etmeyi şirk sayıyorlar. Bu hareketleri ile asıl şirk koşanlar onlardır.
Şeytan kibirlenmesinden dolayı Allah-u Teâlâ'ya karşı geldi, lânete uğradı. Siz de kibrinizle şeytanın arkadaşı, yoldaşı oluyorsunuz ve onunla birlikte tepetakla cehenneme gidiyorsunuz. Bütün bu hakikatleri size inkâr ettiren, cehâletiniz ve kibrinizdir.

Allah-u Teâlâ kullarına ona uymayı ve yolundan ayrılmamayı emir buyurmaktadır:
"O Peygamber'e uyun ki, doğru yolu bulasınız." (A'râf: 158)
Bu Âyet-i kerime, Resulullah Aleyhisselâm'a uyanların doğru yolda olduğunu beyan ederken, ona uymayıp hafife alanların da doğru yolda olmadığını ilân ediyor.
Ey Vehhâbîler! Siz bu emr-i şerif'i inkâr ediyorsunuz, ilâhî hükümleri hükümsüz sayıyorsunuz, ilâhlarınıza uyuyorsunuz. Bu küfür değil midir? Bu da sizin aynanız olsun, kendinizi görün, beşeriyet de sizi görsün. Çünkü bir bu Âyet-i kerime'ye bakar, bir de sizin icraatınıza bakar. Dikkat eden gerçek mümin sapmaktan kurtulduğu gibi, imanını da kurtarmış olur.

Allah-u Teâlâ'ya ve Resul'üne tam bir teslimiyetle itaat etmek, imanın kemâli ve gereğidir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Eğer siz gerçekten müminlerseniz, Allah'a ve Peygamber'ine itaat ediniz." (Enfâl: 1)
Hitâb-ı ilâhî'ye bir bakın! Ona itaat etmeyenin gerçek mümin olmadığını anladınız mı? Amma bu Âyet-i kerime size hitap ediyor, beni söylüyor demeyin. Eğer bu Âyet-i kerime'ye inanmışsanız bu böyledir.

Allah-u Teâlâ ona itaati kendisine yapılacak itaatle birlikte emretti. Ona yapılan itaati kendisine yapılan itaat, ona muvafakatı kendisine muvafakat gibi saydı. İsmini ismiyle birlikte zikretti:
"Peygamber'e itaat eden, muhakkak ki Allah'a itaat etmiş olur." (Nisâ: 80)
Bu Âyet-i kerime mucibince ey Vehhâbîler, siz Peygamber'e itaat etmediğinize göre Allah-u Teâlâ'ya itaat etmiş olmuyorsunuz. Nasıl İslâm'dan çıktığınızı, nasıl küfre kaydığınızı bu Âyet-i kerime'den de mi anlamadınız? Kendinize bir dönün, vicdanınıza bir sorun, kararınızı kendiniz verin.
Siz ki Allah-u Teâlâ'nın nurunu söndürmeye çalışıyorsunuz, ben sizi niçin söndürmeyeyim? Saf ve temiz müslümanları kurtarmak için içyüzünüzü niçin dışarıya vermeyeyim?
...



 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.

Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)

Bu ayeti böyle anlayan birinin hangi söylediğine itibar edilir ki?
Allah ve Melekleri Peygambere Salat-ü Selam getiriyor, siz de salatü selam getirin öyle mi?

Savatta ne söylediğinizi anladığınızı bile sanmıyorum, Allah kendi kendine Muhammede salat et, yardım et diye zikir mi ediyormuş?

İşte Kurandan fersah fersah uzaklaşıp, Kuranı terketmiş bir zihniyetin en bariz göstergesi.
Allah'ın bu mükemmel çağrısını bile postu serip salavat çekmeye indirgemişsiniz, yazık yahu İslam ümmeti neden bu halde diye birbirlerine soruyorlar bir de, araştırmaya ne hacet, cevap burda Kur'anı oyuncak etmiş bir ümmet gerçeği.

Çelebileri, beni Vehhabi ilan etmeye çalışmak da bir insanın ne denli aklıyla zoru olduğunu göstermeye çalışmasından ibaret.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
Sizin alimiz kaç tane?Milyonlarca müslümanın sevgisini kazanmış Allah dostlarına ,islam alimlerine saygısızlık yapmanız sizin cahiliğinizdendir.Bilmemenizdendir.Vehhabiliği ortaya çıkaran peşinden gitiğiniz 3,5 imamınıza binlerce islam alimi reddiyeler yazmıştır.Bu sebeble ne Tasavufu nede islama uyan müslümanların kabul ettiği islam alimlerini tanımazsınız sevmezsiniz.
Bahsettiğin mezhepleri de saydığın alimleri de bilmiyorum,tanımıyorum.

Alim olarak AlemlerinRabbi yetmedi mi sana?Kulları yüceltip duruyorsun.
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Ey Vehhâbîler! Siz bu ilâhî emre inanıp, iman edip salât-u selâm getiriyor musunuz? Yoksa küfürde mi kaldınız? Ben sormuyorum, kendi kendinize sorun.

Sizin gibi nifak tohumlarının iftira ettiği bir vehhabinin arkasında aylarca cuma namazı kıldım, her cumadan önce 1 saat Buhari dersi yapardı, Rasullah'ın (sav) her zikredilmesinde ona salavat getirirdi...

Sahtekarlık yapmayın, doğru, dürüst olun...
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.

Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)

Bu ayeti böyle anlayan birinin hangi söylediğine itibar edilir ki?
Allah ve Melekleri Peygambere Salat-ü Selam getiriyor, siz de salatü selam getirin öyle mi?

Savatta ne söylediğinizi anladığınızı bile sanmıyorum, Allah kendi kendine Muhammede salat et, yardım et diye zikir mi ediyormuş?

İşte Kurandan fersah fersah uzaklaşıp, Kuranı terketmiş bir zihniyetin en bariz göstergesi.
Allah'ın bu mükemmel çağrısını bile postu serip salavat çekmeye indirgemişsiniz, yazık yahu İslam ümmeti neden bu halde diye birbirlerine soruyorlar bir de, araştırmaya ne hacet, cevap burda Kur'anı oyuncak etmiş bir ümmet gerçeği.

Çelebileri, beni Vehhabi ilan etmeye çalışmak da bir insanın ne denli aklıyla zoru olduğunu göstermeye çalışmasından ibaret.

Ayet açık ve nettir.Bu ayeti anlamamak ve anlamını değiştimek için takla atmak gerek.Bunuda yapıyorsunuz.

Aklını kullanan kuran ve sünnetden ayrılmak istemeyenler için ekliyorum.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Tefsiri
Ahzap Süresi
56- Çünkü Allah ve melekleri Peygamberi hep salat eder dururlar. Allah Teâlâ rahmet ve nimet vermesi ile, melekler istiğfarları ile ve hizmetleriyle Peygambere daima ikram etmektedirler. Bu sayede yukarda "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, üzerinize melekleriyle beraber rahmetini gönderen Allah'tır." (Ahzab, 33/43) buyurulduğu üzere müminlere ilâhî feyz inmektedir. Ey iman edenler! Sizler ona salat ve selam getirin, selamlayarak teslim olun. gibi dualarla onun üzerine Allah'ın salavatını, rahmetini ve bereketlerini niyaz edin. Ve selam vererek ona hürmet edin. Ve bir mânâya göre, hiç incitmeyerek teslim olun, boyun eğin.Bu âyet gösterir ki Peygamber'e salavat getirmek farzdır. Ancak tekrarına değinilmemiştir. Sahih olan budur ki, ismi zikrolundukça vacip olur. Bu hususta birçok hadisler rivayet olunmuştur. Bu cümleden omak üzere Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:

"Yanında adım zikrolunup da bana salavat getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün." Yine buyurmuştur ki: "Allah Teâlâ benim için iki melek görevlendirmiştir. Ben bir müslümanın yanında anıldım da bana salavat getirdi mi, mutlaka o iki melek ona 'Allah seni bağışlasın' derler. Allah Teâlâ ve diğer melekleri de o iki meleğe cevap olarak 'Amin' derler. Bir müslümanın yanında adım zikrolunduğunda da bana salavat getirmedi mi, mutlaka o iki melek: 'Allah seni bağışlamasın' derler. Yüce Allah ve öteki melekleri de o iki meleğe cevaben 'Amin' derler." Bazıları Resulullah'ın adı tekrar tekrar anılsa bile bir mecliste bir kez vacip olur demişlerdir. Nitekim Secde ayetinde de böyledir. Bunun gibi her duanın başında ve sonunda da vaciptir. Namazda diye salavat okumak biz Hanefilerce vaciplerden değil, sünnettir. İbrahim Nehai'den rivayet edilmiştir: "Sahabeler, teşehhüddeki ile yetinebilirlerdi" demiştir. Fakat Şafiî Hazretleri: "Namazın caizliği için salavat şarttır, vaciptir demiştir. Sahabeler: "Ya Resulullah selam vermeyi biliyoruz. Fakat 'salat'ı nasıl getireceğiz?" demişler. O zaman namazda okunan salavat duası müslümanlara öğretilmiştir. Peygamberlerden başkasına salavat, Peygambere tabi olarak caiz olursa da başlıbaşına birisine salavat getirmek mekruhtur. Çünkü örfte peygamberlerin şiarıdır. Nitekim aziz ve celil olmakla birlikte hakkında "azze ve celle" denmez.

ibni Kesir Tefsiri

Ahzap Süresi
56 — Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi överler. Ey îmân edenler, siz de onu övün ve onun için selâmet di*leyin.


Peygambere Salavât



Buhârî der ki: Ebu'l-Âliye şöyle dedi: Allah'ın peygambere salâtı: meleklerin katında onu övmesidir. Meleklerin peygambere salâtı ise; duadır. İbn Abbâs ise «överler» ifâdesinin tebrik ederler, kutlarlar de*mek olduğunu söyler. Buhârî her ikisinden böyle kaydeder. Ebu Ca'fer er-Râzî ise bu ifâdeyi Rebî' İbn Enes kanalıyla Ebu'l-Âliye'den nakleder. Rebî' İbn Enes'ten de aynı şekilde nakledilmiştir. İbn Ebu Hâtim'in rivâyetine göre Ali İbn Ebu Talha aynı ifâdeyi Abdullah İbn Abbâs'tan nakleder. Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Süfyân es-Sevrî ve başka ilim er*babından nakledildi ki; onlar Rabbın salâtı; rahmet, meleklerin salâtı ise; istiğfardır, demişlerdir.

Sonra İbn Ebu Hatim der ki: Bana Amr.,. Atâ İbn Ebu Rebâh'tan nakletti ki; o, «Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi Överler.» kavli hakkında şöyle demiştir: Allah Tebâreke ve Teâlâ'nm salâtı; Sübbûh, Kuddûs, rahmetim gazabımı geçmiştir, ifadesidir.

Bu âyetten maksad şudur: Allah Teâlâ, kullarına peygamberinin yücelerin yücesindeki mevkiini haber veriyor ve onu kendisine yakın meleklerin yanında övdüğünü, meleklerin de onun için mağfiret dile*diklerini bildiriyor. Sonra da bu süflî âlemdeki insanlara, peygamberine salât ve selâm getirmelerini emrediyor ki ulvî ve süflî âlemin varlıkları ona övgü ve senada ittifak edip birleşsinler.

İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hüseyn... Abdullah İbn Abbâs'*tan nakletti ki; o, şöyle demiş: İsrâiloğulları Mûsâ AleyhisselânYa; Rab*bın seni över mi? demişler. Rabbı ona şöyle seslenmiş: Ey Mûsâ onlar sana, Rabbın seni över mi? diye soruyorlar. De ki: Evet muhakkak ki Ben ve meleklerim peygamberlerimi ve rasûllerimi överim. İşte Allah Teâlâ yüce nebisine «Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi överler. Ey îmân edenler; siz de onu övün ve onun için selâmet dileyin» âyetini inzal buyurdu.

Nitekim Allah Teâlâ daha önceleri de bu sûrede mü'min kullarına peygamberini Övdüğünü şöylece haber vermişti: «Ey îmân edenler, Al*lah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah-akşam tesbîh edin. Sizi karanlık*lardan aydınlığa çıkarmak için rahmet etmekte olan O'dur. Melekleri de size duâ ederler. Ve O, mü'minlere Rahîm olandır.» (Ahzâb, 41-43). Bakara sûresinde ise şöyle buyurmuştu: «Sabredenlere müjdele. Ki on*lara bir musibet geldiği zaman, biz Allah içiniz ve yine O'na döneceğiz, derler. İşte onlar için^Rabları tarafından mağfiret ve rahmet vardır. Hi*dâyete erenler de onlardır.» (Bakara, 155-157). Bir hadîste de Rasûlul-lah (s.a.) şöyle buyurur: Allah Teâlâ saflan düzgün tutanları över, me*lekleri de onlara duâ eder. Bir başka hadîste de Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur: Allah'ım, benim babamın ailesini veya benim ailemi öv. Rasû*lullah (s.a.) peygamberden kendisini ve eşini övmesini isteyen Câbir'in hanımına; Allah sana ve eşine merhamet etsin, diyerek övgüde bulun*muştur.

Hz. Peygambere salât ve selâm getirmeyi emreden pek çok müte-vâtir hadîs vârid olmuştur. Salât ve selâmın şekli hakkında da bilgi ve*ren bu hadîslerden mümkün olanı inşâallah buraya kaydedeceğiz. Yar*dım dilenilecek makam Allah'tır,[34]


Peygambere Salavât Getirmeyi Bildiren Hadîsler



1- Buharı bu âyetin tefsirinde der ki: Bize Saîd İbn Yahya... Kâ'b İbn Ucre'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Ey Allah'ın Rasûlü sana selâmın ne demek olduğunu biliyorum ya salât nasıldır? denilince, Ra-sûlullah (s,a.) buyurdu ki: Allah'ım, Muhammed'in üzerine rahmet in*dir, Muhammed'in ailesine de. İbrahim'in ailesine rahmet ettiğin gibi. Muhakkak ki sen, övülen ve yüceltilensin. Allah'ım, Muhammed'i ve Muhammed'in ailesini bereketlendir. İbrahim'in ailesini bereketlendir*diğin gibi. Muhakkak ki Sen, övülen ve yüceltilensin.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Muhammed İbn Ca'fer... Hakem'den nakletti ki; o, İbn Ebu Leylâ'nın şöyle dediğini işittim de*miş: Bana Kâ'b İbn Ucre rastladı ve dedi ki: Sana bir hediyye vereyim mi? Biz Hz. Peygamberin yanına varıp; ey Allah'ın Rasûlü sana selâ*mın nasıl olduğunu bildik, ya salât nasıldır? dedik. O buyurdu ki: Al*lah'ım, Muhammed'e ve Muhammed'in ailesine rahmet et. İbrahim'in ailesine rahmet ettiğin gibi. Muhakkak ki Sen, övülen ve yüceltilensin. Allah'ım, Muhammed'i ve Muhammed'in ailesini bereketlendir. İbra*him'in ailesini bereketlendirdiğin gibi. Muhakkak ki Sen, övülen ve yü*celtilensin, deyin. Bu hadîsi büyük bir topluluk müteaddid yollarla ki-tablarında tahrîc etmişlerdir. Bu rivayetler de Hakem İbn Uteybe'den menkûldür ki Buharı ayrıca Abdurrahmân İbn Ebu Leylâ'yı ilâve et*miştir.

İbn Ebu Hatîm der ki: Bize Hasan İbn Araf e... Abdurrahmân İbn Ebu Leylâ'dan nakletti ki; Kâ'b İbn Ucre şöyle demiş: Bu âyet nazil olunca, biz; ey Allah'ın Rasûlü, sana selâmı biliyoruz, ya salât nasıldır? dedik. Peygamber buyurdu ki: Allah'ım. Muhammed'i ve ailesini öv. İbrahim'in ailesini övdüğün gibi. Muhakkak ki Sen, övülen ve yücelti*lensin. Muhammed'i ve Muhammed'in ailesini mübarek kıl. İbrahim'i ve İbrahim'in ailesini mübarek kıldığın gibi. Muhakkak ki Sen, övülen ve yüceltilensin, Abdurrahmân İbn Ebu Leylâ; bizi de onlarla beraber, demiştir. Tirmizî bu hadîsi bu fazlalığı ile rivayet eder. Sana selâmın ne demek olduğunu biliyoruz, sözlerine gelince, bu peygamberin kendi*lerine öğretmiş olduğu teşehhüddeki selâmdır. Nitekim teşehhüdde; ey peygamber Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun demektedir. Diğer sûreleri öğrettiği gibi Rasûlullah (s.a.) bu selâmıda onlara öğretmiştir.

2- Buhârî der ki: Bize Abdullah İbn Yûsuf... Ebu Saîd el-Hud-rî'den nakletti ki; o: Ey Allah'ın Rasûlü, selâm şu bildiğimiz, ya sana nasıl salât edelim? dedik de, peygamber dedi ki:

Allah'ım, kulun ve Rasûlün Muhammed'i Öv. İbrahim'in ailesini övdüğün gibi. Muhammed'i ve Muhammed'in ailesini mübarek kıl. İb*rahim'in ailesini mübarek kıldığın gibi, deyin.

Ebu Salih Leys'ten nakleder ki; Muhammed'i ve Muhammed'in aile*sini mübarek kıl, İbrahim'in ailesini mübarek kıldığın gibi demiştir. İbra*him İbn Hamze, Ebu Hâzim kanalıyla Yezîd İbn Hâd'dan nakleder ki; o, şöyle demiş: İbrahim'i övdüğün gibi, Muhammed'i ve Muhammed'in ailesini mübarek kıl İbrahim'i ve İbrahim'in ailesini mübarek kıldığın gibi. Bu hadîsi Neseî ve İbn Mâce, Yezîd İbn Harb kanalıyla Abdullah İbn Habbâb'dan nakletmişlerdir.

3- İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bana Abdurrahmân... Amr îbn Süleym'den okudu ki; o, şöyle demiş: Bize Ebu Humeyd es-Saîdî haber verdi ki onlar: Ey Allah'ın Rasûlü sana nasıl salât edelim? de*mişler de, peygamber; Allah'ım Muhammedi, eşlerini ve soyunu öv, İb*rahim'in ailesini övdüğün gibi. Muhammed'i, eşlerini ve soyunu müba*rek kıl. İbrahim'in ailesini mübarek kıldığın gibi. Muhakkak ki Sen, övü*len ve yüceltilensin, deyin. Bu hadîsi diğer hadîs imamları Mâlik kana*lıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizî bunun dışındadır.

4- Müslim der ki: Yahya İbn Yahya et-Temîmî bize nakletti ki; o, bana Mâlik... Ebu Mes'ûd el-Ansârî'den şöyle okudu demiş:

Biz Sa'd îbn Ubâde'nin meclisinde iken Hz. Peygamber yanımıza geldi. Beşîr İbn Sa'd ona dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, Allah Teâlâ bizim sana salavât getirmemizi emrediyor. Biz sana nasıl salavât getirelim? Ebu Mes'ûd dedi ki: Rasûlullah (s.a.) bunun üzerine sustu. Biz Beşîr îbn Sa'd'm ona bunu sormamış olmasını temenni ettik. Sonra Rasûlul*lah (s.a.) dedi ki: Allah'ım, Muhammed'i ve Muhammed'in ailesini öv. İbrahim'in ailesini övdüğün gibi. Muhammed'i ve Muhammed'in ailesini mübarek kıl, İbrahim'in ailesini her iki âlemde mübarek kıldığın gibi. Muhakkak ki Sen, Hamîd'sin, Mecîd'sin, deyiniz. Selâm ise bildiği*niz gibidir. Ebu Dâvûd, Tirmizî ve Neseî bu hadîsi Mâlik kanalıyla Ebu Mes'ûd'dan naklederler. Tirmizî; hasen, sahîh bir hadîstir, der. İmâm Ahmed İbn Hanbel, Ebu Dâvûd, Neseî, İbn Huzeyme, İbn Hibbân ile Hâ*kim Müstedrek isimli eserinde bu hadîsi Muhammed İbn İshâk kana*lıyla Ebu Mes'ûd el-Bedrî'den naklederler ki, onlar; ey Allah'ın Rasûlü, selâmı biliyoruz, ya biz namaz kılarken sana nasıl övgüde bulunacağız? dedik. O; Allah'ım, Muhammed'i ve Muhammedln ailesini öv... deyiniz dedi ve yukardaki hadîsi tamamıyla zikretti.

Şafiî merhum da Müsned'inde Ebu Hüreyre kanalıyla bunun bir benzerini rivayet eder. Bu sebeple Şafiî merhum namaz kılan herke*sin son teşehhüdde Hz. Peygambere salât ve selâm getirmesinin vâcib olduğunu ve bunun terki halinde namazın sahîh olmadığını bildirir. An*cak mâlikîlerden ve başkalarından bir kısım müteahhirîn bilginleri İmâm Şafiî'nin namazda bunu şart koşmasından dolayı onu kınamış*lardır. Ve bu konuda Şafiî'nin yalnız kaldığını sanmışlardır. Ebu Ca'fer Taberî, Tahâvî, Hattâbî ve başkaları Kâdî îyâz'dan naklettiklerine göre; bunun hilâfına icmâ'ın bulunduğunu bildirmişlerdir. Ancak Şafiî'yi red konusunda görüş beyân edenler, bu konuda zorlanmışlar ve icmâ' bulunduğu iddiasında aşırı gitmişlerdir. Çünkü biz bunun vâcib oldu*ğunu ve âyetin zahirinin Rasûlullah (s.a.)a namazda salâtı emrettiğini yukarda rivayet etmiştik. Bu hadîsin Abdullah İbn Mes'ûd, Ebu Mes'ûd el-Bedrî, Câbir İbn Abdullah ve Abdullah gibi sahabeden bir topluluk*la, Şa'bî, Ebu Ca'fer el-Bâkır, Mukâtil İbn Hayyân gibi tâbiîn'den bii topluluk tarafından bu şekilde tefsir edildiğini bildirdik. Şafiî de bu görüşü bunlara dayanarak beyân etmiş ve bu konuda onunla arkadaş*ları arasında bir ihtilâf vârid olmamıştır. Ebu Zür'a ed-Dimeşkî'nin naklettiğine göre, Ahmed İbn Hanbel de daha sonra bu görüşe zâhib olmuştur. İshâk İbn Rahûyeh ve Mâliki imamlarından Fakîh Muham*med İbn İbrâhîm de bu görüşe kail olmuştur. Allah onlara rahmet et*sin. Hattâ Hanbelî imamlarından bazıları namazda Hz. Peygambere, sorudaki şekilde salât ve selâm getirmenin vâcib olduğunu bildirmiş*lerdir. Bendenîcî ve Süleym er-Râzî, onun arkadaşı Nasr İbn İbrâhîm el-Makdisî'nin bildirdiğine göre; bizim arkadaşlarımızdan (Şâfiîlerden) bazıları Hz. Peygamberin ailesine salâtm da vâcib olduğunu bildirmiş*lerdir. Bu görüşü İmâm el-Harameyn (Cüveynî) ve onun arkadaşı Gaz-zâli Şafiî'nin kavli olarak naklederler. Sahîh olan bunun bir vecih ol*masıdır. Ancak Cumhur aksine karâr vermiş ve buna karşı icmâ' edil*diği nakledilmiştir. Ailesine de salavâtm vâcib olduğu konusunda ha*dîsin zahirî hükümleri bahis mevzuudur. Allah en iyisini bilendir. Mak-sad şudur: Şafiî merhum namazda peygambere salavâtm vâcib olduğu

görüşünü bildirmiş ve bu konuda da selef ve halef den bilginler ona uymuşlardır. Hamd ve minnet Allah'a mahsûstur. Bu konuda aksine, bir icmâ' ise ne eskiden ne de sonra vâriddir. Allah en iyisini bilendir. Bunu te'yîd eden bir başka hadîsi de İmâm Ahmed, Ebu Dâvûd ve Tirmizî Hayve İbn Şureyh el-Mısrî kanalıyla Fudâle İbn Ubeyd'den naklederler ki; o, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.) namazında du§, eden bir adamı işitti. O, Allah'a hamd ü sena edip peygamberini övmemişti. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Bu acele etti. Sonra adamı çağırdı, ona ve diğerlerine şöyle dedi: Sizden biriniz namaz kıldığı zaman, önce Al*lah Azze ve Celle'ye hamd ve sena ile başlasın. Sonra peygamberine sa-lât etsin. Sonra da dilediklerine duâ etsin. Bu hadîsi Neseî ve İbn Hu-zeyme ile İbn Hibbân Sahihlerinde naklederler. Tirmizî bunun sahîh ol*duğunu söyler. Keza İbn Mâce'nin... Sehl İbn Sa'd es-Sâidî'den naklet*tiğine göre, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur: Abdesti olmayanın namazı yoktur. Allah'ın adını zikretmeyenin abdesti yoktur. Peygambere salât getirmeyenin namazı yoktur. Ansâr'ı sevmeyenin de namazı yoktur. An*cak burada râvîler arasında yer alan Abd el-Müheymin metruk bir râ-vîdir. Bu hadîsi Taberânî onun kardeşi Übeyy İbn Abbâs kanalıyla riva*yet eder ki; buna da dikkat edilmesi gerekir. Çünkü hadîs ancak Abd el-Müheymin kanalıyla bilinir. Allah en iyisini bilendir.

5- İmâm Ahmed îbn Hanbel der ki: Bize Yezîd İbn Hârûn... Büreyde'den nakletti ki; o, şöyle demiş: Ey Allah'ın Rasûlü, sana na*sıl selâm vereceğimizi bildik, ya nasıl salât edeceğiz? O buyurdu ki: Şöyle deyin: Allah'ım övgülerini, rahmetini ve bereketlerini Muham-med'in ve Muhammed'in ailesinin üzerinde kıl. İbrahim'in ve İbrahim'*in ailesinin üzerinde kıldığın gibi. Muhakkak ki Sen, övülen ve yücel-tilensin. Bu hadîsin râvîleri arasında yer alan Ebu Dâvûd el-Amâ Nu-fey' îbn Hâris'tir ki metruk bir râvîdir.

6- Bir başka mevkuf hadîsi de biz Saîd İbn Mansûr, Zeyd İbn Habbâb ve Yezîd İbn Hârûn kanalıyla Nûh İbn Kays'tan rivayet ettik. O der ki: Bize Selârae el-Kindî Hz. Ali (r.a.)nin insanlara şu duayı öğ*rettiğini nakletti: Allah'ım, yuvarlanmış (yeryüzü)ları yuvarlak hale ge*tiren, yüceltilmiş (gök)leri yaratan, ister bahtiyar olsun, ister eşkiyâ olsun kalblere fıtratına göre hâkim olan Allah'ım, salavâtın en şerefli*lerini, bereketlerin en verimlilerini, şefkatların en yücelerini kulun ve Rasûlün Muhammed'in üzerine kıl. Odur geçmişleri kapayan, kapan*mışları açan, hakkı hak ile ilân eden ve bâtılın ordularını ezen ve Senin emrine, itâatma boyun eğdiren, hoşnûdluğunu kazanmak için koşan, adımında korkak olmayan, azminde güçsüz olmayan, vahyini koruyan, ahdini muhafaza eden, emrini uygulamak için koşan. Allah'ın nimetle*rinden bir parıltı arayanlara, aydınlıklar gösterip ehlini o aydınlığın yoluna ulaştıran. Fitne ve günâhlara dalan gönüller onunla hidâyet buldular. Odur işaretlerin en belirginini gözler önüne diken. îslâm'ın aydınlıklarını hükümlerin en açıklarını hâkim kılan. Odur Senin güve*nilir emîrin, saklı bulunan ilminin bekçisi ve kıyamet günü Senin şa*hidin. Nimet olarak insanlara, gönderilen hak ve rahmet elçin. Allah'ım, adalet gününde onun için en geniş yerleri genişlet ve lutfundan kat kat hayırlarla onu mükâfatlandır. Kat kat olan sevabının feyzinden ona sevindirici hediyyeler ver, güzelleşmiş lutfunun en verimlilerinden ona ihsan et. Allah'ım onun yapısını, yapı yapanların yapılarının en üstünü kıl. Katında mevkiini ve mertebesini en şerefli kıl. Nurunu tamâma erdir. Onu göndermenin mükâfatı olarak şehâdetini makbul, sözünü hoşnûd kıl. Adaletli konuşma imkânı ver. İşini kesin hüccet ve en bü*yük bürhân kıl.

Bu, Hz. Ali Kerremallahü Vechehu'nun meşhur sözlerinden biri*dir. İbn Kuteybe, Müşkil el-Hadîs isimli eserinde bunun üzerinde dur*muştur. Keza lügatçı Ebu'l-Hüseyn Ahmed İbn Fâris de Hz. Peygam*bere salavâtm fazileti konusunda derlediği bir kitapta bunu zikretmiş*tir. Ancak isnadına dikkat edilmesi gerekir. Bizim şeyhimiz Hafız Ebu'l-Haccâc el-Mızzî der ki: Bu sözün râvîleri arasında yer alan Selâme el-Kindî ma'rûf bir kişi olmadığı gibi Hz. Ali'ye de erişmemiştir. Hafız Ebu'l-Kâsım et-Tabarânî de bu rivayeti Muhammed İbn Ali es-Sâiğ ka*nalıyla... Selâme el-Kindî'den nakleder ve onun; Hz. Ali bize peygam*bere şöyle salavât getirmemizi öğretti, dediğini bildirir. Sonra yukarda-ki ifâdeyi aynen aktarır.

Bir başka mevkuf hadîs: ibn Mâce der ki: Bize Eüseyn îbn Beyân... Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.)dan nakletti ki; ö, şöyle demiş: Hz. Peygam*bere salavât getirdiğiniz zaman güzelce salavât getirin. Bilmezsiniz bel*ki de o, kendisine sunulur. Râvîlerden Esved İbn Yezîd der ki: Abdullah İbn Mes'ûd'a; onu bize öğretsene, dediklerinde o şöyle deyin, dedi: Al*lah'ım salavâtım, rahmetini ve bereketlerini peygamberlerin efendisi, muttakîlerin imâmı, nebilerin hâtemi, kulun, Rasûlün, hayırların ön*deri ve imâmı Muhammed'in üzerine kıl. Allah'ım onu, öncekilerin ve sonrakilerin kendisine gıbta ettikleri Makâm-ı Mahmûd'a gönder. Al*lah'ım, Muhammed'i ve Muhamed'in ailesini öv. İbrahim'i ve İbrahim'*in ailesini övdüğün gibi. Muhakkak ki Sen, Övülen ve yüceltilensin. Al*lah'ını, Muhammed'i ve Muhammed'in ailesini kutlu kıl. İbrahim'i ve İbrahim'in ailesini kutlu kıldığın gibi. Muhakkak ki Sen, övülen ve yü*celtilensin. Bu, mevkuf hadîstir. Onu İsmâîl el-Kâdî, Abdullah İbn Amr —veya Ömer— şüpheli olarak buna yakın bir ifâde ile rivayet etmiştir.

7- İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ebu Küreyb... Ebu İsrail'den nakletti ki; o şöyle demiştir: Yûnus İbn Hattâb İran'da bize bir hutbe okudu ve hutbesinde dedi ki: «Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi överler. Ey îmân edenler, siz de onu övün ve onun için selâmet dileyin.» âyetini okuduktan sonra şöyle devam etti: İbn Abbâs'tan işiten birisi bana nakletti ki; bu âyet nazil olduğunda, biz ey Allah'ın Rasûlü sana selâmın ne demek olduğunu bildik, ya salat nasıldır? dedik. —veya dedi*ler— Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Allah'ım Muhammed'i ve Muham-med'in ailesini öv. İbrahim'i ve İbrahim'in ailesini övdüğün gibi. Mu*hakkak ki Sen, övülen ve yüceltilensin. Muhammed'e ve Muhammed'in ailesine merhamet et. İbrahim'e ve İbrahim'in ailesine merhamet etti*ğin gibi. Muhakkak ki Sen, övülen ve yüceltilensin. Muhammed'i ve Mu*hammed'in ailesini mübarek kıl, İbrahim'i mübarek kıldığın gibi. Mu*hakkak ki Sen Övülen ve yüceltilensin. Bazıları bu hadîsi delil göstere*rek Hz. Peygambere rahmet dilemenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu, Cumhûr'un da kavlidir. Nitekim A'râbî hadîsi de bunu te'yîd eder. Ni*tekim bedevinin birisi: Allah'ım, bana ve Muhammed'e merhamet et. Bizimle .beraber başkasına merhamet etme, deyince Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Sen, geniş olan şeyi sınırladın. Kâdî İyâz, Mâlikîlerin cum*hurundan nakleder ki; onlar Hz. Peygambere merhamet dilemeyi yasak*lamışlardır. Kâdî İyâz ancak Muhammed İbn Ebu Zeyd'in buna cevaz verdiğini bildirmiştir.

8- İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Muhammed İbn Ca'-fer... Âsim İbn Ubeydullah'tan nakletti ki; o, Abdullah İbn Amir İbn Rebîâ'nın babasından şöyle dediğini duyduğunu nakletmiştir: Ba*bası demiş ki: Ben, peygamberin şöyle buyurduğunu işittim: Kim bana salavât-ı şerife getirirse; o, bana salavât getirdiği kadar, onu getirdiği sürece melekler de kendisini överler. Kul, ister bunu az yap*sın, ister çok yapsın farksızdır. İbn Mâce bu hadîsi Şu'be kanalıyla Âsim İbn Ubeydullah'tan nakleder.

9- İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ebu Seleme el-Huzâî ve Yûnus İbn Muhammed... Abdurrahmân İbn Avf'ın şöyle dediğini naklettiler. Rasûlullah (s.a.) bir gün dışan çıktı, ben onu izledim, ni*hayet hurmanın yanına girdi ve secdeye daldı, secdeyi uzattı, öyle ki Allah'ın onun canım almış veya ruhunu kabzetmiş olmasından kork*tum, ya da endişelendim. Varıp baktım, bunun üzerine başını kaldırıp dedi ki: Ne oluyor sana ey Abdurrahmân'ın babası? Ben de ona durumu anlattım. Bunun üzerine buyurdu ki: Cibril Aleyhisselâm bana şöyle dedi: Sana bir müjde vereyim mi? Allah Azze ve Celle buyurur ki: Kim sana salavât getirirse, ben de onu severim. Kim sana selâm ederse ben de onu selâmete erdiririm.

Bu hadîsin bir başka tarîktan rivayeti şöyledir: İmâm İbn Han*bel der ki: Bize Hâşim oğullarının kölesi Ebu Saîd... Abdurrahmân İbn Avf'in şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (s.a.) dışarı çıktı. Kendi sa*dakasına (?) doğru yöneldi. Oraya vardı kıbleye yüzünü döndü ve sec*deye kapandı. Secdeyi uzattı. Öyle ki ben Allah Telâ'nın onun ruhunu kabzettiğini sandım. Yanına yaklaştım, sonra oturdum. Bunun üzerine başını kaldırıp kim o? dedi. Ben de; Abdurrahmân'ıtn dedim. Ne ister*sin? dedi. Ben; ey Allah'ın Rasûlü, öyle bir secdeye daldın ki Allah Azze ve Celle'nin senin ruhunu kabzetmiş olmasından endişelendim, dedim Bunun üzerine buyurdu ki: Doğrusu bana Cibril geldi ve Allah Azze ve Celle'nin şöyle buyurduğunu müjdeledi: Kim senin üzerine salavât ge*tirirse Ben de onu överim, kim de sana selâm ederse Ben de onu selâ*mete erdiririm. Bunun üzerine ben, Allah Azze ve Celle'ye şükür secde*sine daldım.

10- Ebu'l-Kâsım et-Taberânî der ki: Bize Muhamrned İbn Ab-durrahîm... Ömer İbn Hattâb'dan nakleder ki, o, şöyle demiş: Hz. Pey*gamber bir ihtiyâç için dışarı çıktı. Kendisini izleyen kimseyi göreme*yince Ömer endişelendi. Arkasından taharet için su götürdü. Rasûlullah (s.a.)ın odanın bir kenarında secdeye dalmış olduğunu gördü. Arkasın*da bir yana saklandı. Nihayet Hz. Peygamber başını kaldırdı ve dedi ki: Ey Ömer, beni secdeye dalmış olarak gördüğünde benden uzakta bir ke*nara çekilmekle çok iyi ettin, çünkü Cibril bana geldi ve dedi ki: Senin ümmetinden her kim sana bir salavât-ı şerife getirirse, Allah Teâlâ ona on salavât getirir ve onun derecesini on kat yüceltir. Hafız Ziyaeddîn el-Makdisî «el-Müstahrec Alâ es-Sahîhayn» isimli eserinde bu hadîsi seç*miştir. Aynı hadîsi Kâdî İsmail de.,. Ömer'den bu şekilde rivayet et*miştir. Ayrıca Ya'kûb İbn Humeyd kanalıyla... Ömer İbn Hattâb'dan aynı şekilde rivayet etmiştir.

11- Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Bündâr... Abdullah İbn Mes'-ûd'dan naklederek dedi ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Kıya*met gününde insanların benim için evlâ olanı, bana en çok salavât-ı şerife getirenlerdir. Bu hadîsin rivayetinde Tirmizî merhum münferid kalmıştır. Sonra kendisi; bu hadîs, hasen ve garîb bir hadîstir, diye ek*ler.

12- Kâdî İsmâîl der ki: Bize Ali İbn Abdullah... Zeyd İbn Talha'-nın oğlu Ya'kûb'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Rab-bımdan gelen birisi gelip bana dedi ki: Hangi kul senin üzerine bir sa-lavât-i şerife getirirse Allah Teâlâ muhakkak ki ona on salavât getirir. Adamın biri kalkıp dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, duamın yarısını senin için kılayım mı? Hz. Peygamber; istersen, dedi. O; duanın üçte ikisini senin için kılayım mı? deyince Hz. Peygamber; istersen, dedi. O; dua*mın hepsini senin için kılayım mı? deyince, Rasûlullah (s.a.) şöyle bu*yurdu: O zaman Allah Teâlâ senden hem dünya, hem de âhiret kederini kaldırır. Mekke'de kendisine Menî denilen birisi kalkıp Süfyân'a bu ri*vayeti kimin senediyle naklettiğini sordu. O da; bilmiyorum, dedi.

13- Kâdî îsmâîl der ki: Bize Saîd İbn Sellâm el-Attâr... Übeyy îbn Kâ'b'dan nakleder ki; o: şöyle demiş, Rasûlullah (s.a.) gecenin ortasında kalkar ve derdi ki: İlk nefha zamanı geldi (Râcife), ikinci nefha (Râdife) onun arkasından gelir ve onunla beraber ölüm de gelir. Übeyy İbn Kâ'b dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü ben, geceleyin salavât getiriyo*rum (?) üçte birini senin için kılayım mı? Rasûlullah (s.a.); yarısını, dedi. Übeyy İbn Kâ'b; salavâtımın yansını senin için kılayım mı? dedi. Rasûlullah (s.a.); üçte ikisini, dedi. O; salavâtımın hepsini senin için kılayım mı? deyince, Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: O zaman Allah Teâlâ senin bütün günâhlarını affeder. Aynı şekilde Tirmizî de rivayet ederek der ki: Bize Hennâd... Übeyy İbn Kâ'b'ın oğlu Tufeyl'den nakletti ki; babası Übeyy İbn Kâ'b şöyle demiş: Gecenin üçte ikisi geçince Rasûlul*lah kalktı ve dedi ki: Ey insanlar Allah'ı zikredin, Allah'ı zikredin. Bi*rinci nefha geldi. Arkasından ikincisi geliyor. Onunla beraber ölüm de geldi, onunla beraber ölüm de geldi. Babam dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü ben senin üzerine çok salavat-ı şerife getiriyorum. Sana ne kadar sala*vât getireyim? O; istediğin kadar, dedi. Babam dörtte bir mi? deyince o; istediğin kadar, çünkü daha fazla yaparsan bu, senin için daha hayır*lıdır, dedi. Babam yarısı mı? deyince, O; istediğin kadar eğer daha faz*la getirirsen bu, senin için daha hayırlıdır, dedi. Babam üçte ikisi ka*dar mı? deyince, O; istediğin kadar eğer arttırırsan bu, senin için daha hayırlıdır, dedi. O; bütün salavâtımı senin üzerine getireyim mi? deyin*ce, O; o zaman üzüntün gider ve günâhların affedilir, buyurdu. Sonra Tirmizî; bu hadîs hasendir diye ekler. İmâm Ahmed İbn Hanbel dedi ki: Bize Vekî'... Übeyy İbn Kâ'b'ın oğlu Tufeyl'den nakletti ki; babası şöyle demiş: Adamın biri dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, ister misin bütün salavâtımı senin üzerine kılayım? Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: O za*man Allah bunu, senin için dünya ve âhirette zor olan şeylere kâfî kılar.

14- İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Ebu Kâmil... Abdul*lah İbn Ebu Talha'dan nakleder ki; babası şöyle demiş: Bir gün Hz. Peygamber yüzünde sevinç eseri belli olarak çıkageldi. Dediler ki: Ey Al*lah'ın Rasûlü, doğrusu biz senin yüzünde sevinç görüyoruz. O buyurdu ki: Doğrusu bana melek geldi ve dedi ki: Ey Muhammed, sevinmez mi*sin? Rabbm Azze ve Celle şöyle buyuruyor: Senin ümmetinden her kim, senin üzerine salavât-ı şerife getirirse, muhakkak Ben ona on salavât getiririm. Kim de ümmetinden senin üzerine selâm getirirse, Ben de onun üzerine on selâm getiririm? Hz. Peygamber; evet, dedi. Bu hadîsi Neseî Hammâd İbn Seleme kanalıyla Sâbit'ten nakleder. Kâdî İsmâîl ise İsmâîl İbn Ebu Übeys kanalıyla... Ebu Talha'dan aynı şekilde riva*yet eder.

Bu hadîsin bir başka yoldan rivayeti şöyledir: Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Süreye, Ansâr'dan Ebu Talha'dan şöyle nakletti: Bir gün Hz. Peygamber yüzünde gülümseme eseri görülür şekilde gönül huzu*ruyla dolu olarak sabahladı. Ey Allah'ın Rasûlü, bugün gönül rahathğıyla sabahladın, yüzünde gülümseme eseri görülüyor. Nedir sebebi? dediler. Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Evet, Rabbım Azze ve Celle'den gelen birisi geldi ve dedi ki: Ümmetinden senin üzerine kim bir salavât getirirse Allah ona on iyilik verir. Ve on kötülüğünü de siler. On kat derecesini yüceltir ve ona bir mislini geri verir. Bu hadîsin isnadı da sağlamdır. Ancak hadîs imamları bunu tahrîc etmemişlerdir.

15- Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî ve Neseî, İsmail İbn Ca'fer ka*nalıyla Ebu Hüreyre (r.a.)den şöyle dediğini naklederler: Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Kim benim üzerime bir salavât getirirse, Allah ona on salavât getirir. Tirmizî der ki: Bu hadîs hasendir, sahihtir. Peygam*bere salavât-ı şerife bahsinde Abdurranmân İbn Avf, Âmir İbn Rebiâ, Ammâr, Ebu Talha, Enes ve Übeyy İbn Kâ'b'dan bu hadîsi nakleder.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Hüseyn İbn Muhammed... Ebu Hüreyre'den nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Benim üzerime salavât getirin. Çünkü bu, sizin için bir temizliktir. Benim için Allah'tan vesîle isteyin. Çünkü o, cennetin en yüce yerinde bir derece*dir. Oraya ancak bir kişi erişir. Ben o kişi olmak isterdim. Bu hadîsin rivayetinde Ahmed İbn Hanbel münferid kalmıştır. Bezzâr da Mücâhid kanalıyla Ebu Hüreyre'den aynı hadîsi naklederek derici: Bize Muham*med İbn İshâk el-Bekkâlî... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuş: Benim üzerime salavât getirin, çünkü bu sizin için bir arınmadır. Benim için Allah'tan cennetteki vesîle derecesini isteyin. Biz Hz. Peygambere bunu sorduğumuzda —veya o kendiliğinden haber verdi— vesîle; cennetin en yüce yerinde bir derecedir. Ve o bir kişinin*dir. Ben, o kişi olmayı isterim, buyurdu. Bu hadîsin isnadında, hakkın*da söz edilen bazı kişiler bulunmaktadır.

16- İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Yahya İbn İshâk... Amr İbn Âs'ın kölesi Ebu Kays'tan nakletti ki; o, Abdullah İbn Amr'dan şöyle dediğini duydum, demiştir: Kim Hz. Peygamberin üzerine bir sa*lavât getirirse, Allah ve melekleri onun üzerine yetmiş salavât getirir*ler. Kul, bundan ister fazla ister az yapsın. Yine Amr İbn Âs'ın kölesi Ebu Kays dedi ki: Abdullah İbn Amr'ın şöyle dediğini duydum: Bir gün Hz. Peygamber bize veda eder gibi çıkarak dedi ki: Ben Ümmî peygam*ber Muhammed'im —bunu üç kere tekrarladı— benden sonra peygam*ber yoktur. Sözlerin açılışı, kapanışı ve derlenişi bana verilmiştir. Ce*hennemin bekçilerinin kaç olduğu, Arş'ı taşıyanların sayısının ne ol*duğu bana öğretildi. Benim günâhlarımdan vazgeçildi. Ben ve ümme*tim bağışlandık. Öyleyse dinleyin ve aranızda bulunduğum sürece itaat edin. Ben, götürüldüğüm zaman siz Allah'ın kitabına sanlın. Onun he*lâlim helâl kılın, haramını haram kılın.

17- Ebu Dâvûd et-Tayâlîsî der ki: Bize Horasân'lı Ebu Seleme, Enes îbn Mâlik'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Ben, kimin yanında anüırsam o benim üzerime salavât getirsin. Kim, bana bir kere salavât getirirse Allah Teâlâ ona on kere salavât getirir. Bu hadîsi Neseî Gece ve Gündüz Babında Ebu Dâvûd et-Tayâlisî kanalıy*la... Enes İbn Mâlik'den rivayet eder. İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Muhammed İbn Fudayl... Enes İbn Mâlik'den nakletti ki; Rasûlul-lah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kim, benim üzerime bir salavât getirirse, Al*lah onun üzerine on salavât getirir ve onun on günâhını döker.

18- İmâm Ahmed İbn Hanbel dedi ki: Bize Abdülmelik İbn Amr ve Ebu Saîd... Ali İbn Hüseyn'in oğlu Abdullah'tan nakletti, o, babası Ali İbn Hüseyn'den, o da babası Hüseyn'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Cimri odur ki; ben kendisinin yanında anıldı*ğım halde, benim üzerime salavât-ı şerife getirmez. Bu hadîsi Tirmizî, Süleyman İbn Bilâl kanalıyla nakleder ve; hasen, garîb, sahîh bir ha*dîstir, der. Râvîlerden bir kısmı da bunu Hüseyn İbn Ali'nin müsned'le-rinden saymışlardır. Bazıları ise bizzat Hz. Ali'nin müsned'lerinden say*mışlardır.

19- Kâdî İsmâîl der ki: Bize Haccâc İbn Minhâl... Ebu Zerr'den nakletti ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: İnsanların en cimrisi; kendisinin yanında benim adım anılıp ta üzerime salavât getirmeyen*lerdir. Bir başka mürsel hadîste de Kâdî İsmâîl der ki: Bize Süleyman İbn Harb... Cerîr İbn Hâzim'den nakletti ki; o, Hasan'ın şöyle dediğini işittim demiştir: Rasûluîlajı (s.a.) buyurdu ki: Bir kişi için cimrilik ola*rak, yanında adımın anılıp ta üzerime salât-ı şerife getirmemesi kâfidir. Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.

20- Tirmizî der ki: Bize Ahmed İbn İbrâhîm... Ebu Hüreyre'*den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Yanında benim adım anılıp ta üzerime salavât-ı şerife getirmeyenin burnu sürçsün. Rama-zân-ı Şerif gelipte çıktığı halde kendisini bağışlatmayan kişinin burnu sürçsün. Anne ve babasından birisi yanında yaşlanıp ta onlar vesilesi ile cennete giremeyen kişinin burnu sürçsün. Sonra Tirmizî; bu hadîs, hasen ve garîbdir, der.

Ben derim ki: Bu hadîsi Buhârî Edeb Babında Muhammed İbn Ubeydullah kanalıyla... merfû' olarak Ebu Hüreyre'den aynı şekilde nakleder. Biz de onu Muhammed İbn Amr kanalıyla Ebu Hüreyre'den naklettik. Tirmizî de aynı bâbda Câbir ve Enes'ten nakleder. Ben derim ki: Abdullah İbn Abbâs ve Kâ'b İbn Ucre'den de nakledilmiştir. Ben oruç kitabının baş kısmında bu hadîsin muhtelif rivayet yollarını zik*rettiğim gibi «Anne veya babandan birisi veya her ikisi senin yanında iken yaşlılığa erecek olurlarsa.» (İsrâ, 23)~"kavl-i, çelîl'inin tefsirinde de zikrettim. Bu ve bundan önceki hadîs, Hz. Peygamberin adı anılınca üzerine salavât-ı şerife getirmenin vâcib olduğuna delildir. Bilginlerden bir gurubun mezhebi de budur. Bu hadîsi İbn Mâce'nin rivayet ettiği diğer bir hadîs takviye eder: İbn Mâce der ki: Bize Cübâre... Abdullah îbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kim, ba*na salavât getirmeyi unutursa, cennet yolunu yitirir. Bu hadîsin râvî-leri arasında yer alan Cübâre zayıftır. Ancak Kâdî İsmâîl bir başka şe*kilde bu hadîsi Ebu Ca'fer Muhammed İbn Ali el-Bâkır'dan nakleder. Buna göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kim, benim üzerime sala*vât getirmeyi unutursa, cennetin yolunu yitirir. Bu hadîs de mürseldir, ancak bir önceki hadîsi takviye eder.

Başkaları da bir mecliste peygamberin adı anıldığı zaman bir kere salavât getirmenin vâcib olduğunu, bundan sonrasının vâcib olmayıp müstehab olduğunu söylemişlerdir. Tirmizî bunu bazı zevattan nakle*der. Bu görüşü te'yîd sadedinde vârid olan bir hadîsi Tirmizî şöyle nakleder: Bize Muhammed İbn Beşşâr... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Bir topluluk bir mecliste oturur da Allah'ı zikretmezler, peygamberlerine salavât getirmezlerse; muhakkak o topluluk onlar için bir hasret ve eksiklik olur. Allah, dilerse onları azâblandırır, dilerse bağışlar. Bu hadîsin bu şekliyle naklinde Tirmizî münferid kalmıştır. Aynı hadîsi İmâm Ahmed İbn Hanbel Haccâc ve Yezîd İbn Hârûn kanalıyla... Ebu Hüreyre'den merfû' olarak nakleder. Tirmizî bu hadîsin arkasından onun hasen bir hadîs olduğunu bildirir. Ebu Hüreyre'den başka yollarla da bu bâb'da bir hadîs rivayet edilmiş*tir. Nitekim Kâdî İsmâîl'in... Ebu Saîd'den rivayetine göre, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Hangi topluluk bir yerde oturur sonra pey*gambere salavât getirmeden kalkıp giderlerse, muhakkak bu kendileri için bir hasret olur. Cennete bile girseler onun sevabım göremezler.

Bazıları da Hz. Peygambere salavâtın ömürde bir kere vâcib oldu*ğunu, bunun da âyetin enirine imtisal mânâsına geldiğini, diğer zaman*larda ise müstehab olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşü Kâdî İyâz Hz, Peygambere her zaman salavâtın vâcib olduğu konusunda icmâ' bulun*duğunu anlattıktan sonra nakleder. Der ki: Taberânî bu âyetin, sala-vât-ı şerife getirmenin mendûb oluşuna hamledilmesi gerektiğini an*latmıştır. Ancak bu konuda icmâ' olduğu iddia edilmiştir. Belki de o, bir defadan fazlası için böyle demiştir. Peygamberin peygamberliğine şe-hâdet gibi salavâtın da bir keresi vâcibdir. Bundan fazlası ise mendûb-dur, İslâm'ın sünneti ve müslümanlarm şiân olarak teşvik edilmiştir.

Ben derim ki: Bu görüş garîb bir'görüştür. Çünkü muhtelif vakit*lerde peygambere salavât emri vârid olmuştur. Bunlardan bir kısmı vâ*cib, bir kısmı da müstehabdır. Bunları aşağıda açıklayacağız. Yine bir kısmı da namaza çağndan sonra sözkonusudur. Nitekim Ahmed İbn Hanbel'in rivayet ettiği bir hadîse göre Ebu Abdurrahmân der ki: Bize Hayve... Abdurrahmân îbn Cübeyr'in şöyle dediğini duyduğunu bildirdi: O da Amr İbn Âs'ın o£lu Abdullah'ın şöyle dediğini duymuş: O da Rasûlullah (s.a.)ın şöyle dediğini duymuş:

Siz müezzini işittiğiniz zaman, onun dediği gibi deyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü kim, benim üzerime bir salavât getirirse; Allah onun üzerine on salavât getirir. Sonra benim için Allah'tan vesileyi iste*yin. O cennette bir mertebedir. Allah'ın kullarından bir kulundan başka*sına uygun düşmez. Ben, o kul olmayı umarım. Kim, benim için vesileyi isterse ona şefaat vâcib olur. Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî ve Neseî bu hadîsi Kâ'b İbn Alkame kanalıyla tahrîc ederler. Bu hadîsin bir başka rivayeti de şöyledir: Kâdî İsmâîl der ki: Bize Muhammed İbn Ebu Bekr... Abdullah İbn Amr'ın şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Kim benim için Allah'tan vesileyi isterse, kıyamet günü şefaatimi hak eder.

21- Kâdî İsmâîl der ki: Bize Süleyman îbn Harb... Ebu Hürey-re'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Benim üzerime sa*lavât getirin, çünkü sizin bana salavâtınız sizin için temizlenmedir. Allah'tan benim için vesileyi isteyin. Ebu Hüreyre der ki: Ya o bize bahsetti ya biz ona sorduk da söyledi: Vesile, cennet derecelerinin en üst mertebesidir. Ona ancak bir kişi erişir. Ben, o kişi olmayı isterim. Sonra Muhammed İbn Ebu Bişr bu hadîsi Mu'temir kanalıyla Ebu Hü-reyre'den rivayet eder. Diğer hadîs de böyledir.

İmâm Ahnıed İbn Hanbel der ki: Bize Hasan İbn Mûsâ... Rüveyfi' îbn Sabit el-Ansârî'den nakletti ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Kim Muhammed'in üzerine salavât getirir de; Allah'ım, kıyamet günü onu Sana yakın olan menzile kondur, derse ona şefaatim vâcib olur. Bu hadîsin isnadında herhangi bir şey yoktur. Ancak diğer hadîs imam*ları onu tahrîc etmemişlerdir.

Kâdî îsmâîl dedi ki: Bize Ali İbn Abdullah... Tâvûs'tan nakletti ki; o, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini işittim, demiştir: Allah'ım, Muhammed'*in büyük şefaatim kabul et, onun yüce derecesini yücelt ve kendisine dünya ve âhirette istediklerini ver, İbrahim ve Mûsâ Aleyhisselâmlara verdiğin gibi. Bu haberin isnadı sağlam, kuvvetli ve sahihtir.

Salavâtın vâcib olduğu yerlerden birisi de camiye giriş ve çıkışlar*dadır. Nitekim İmâm Ahmed'in rivayet ettiği hadîste İsmâîl îbn İbra*him... Hz. Peygamberin kızı Fâtıma'nın şöyle dediğini nakleder: Rasûlullah (s.a.) mescide girdiğinde Muhammed'e salât ve selâm eder ve derdi ki: Allah'ım, günâhlarımı bağışla ve bana rahmet kapılarını aç. Mescidden çıktığında da şöyle derdi: Allah'ım günâhlanmı bağışla, ba*na lütuf kapılarını aç. Kâdî İsmâîl dedi ki: Bize Yahya İbn Abdülha-mîd... Ali İbn Hüseyn'den nakletti ki; Ebu Tâlib oğlu Ali (r.a.) şöyle dermiş: Mescide uğradığınızda Hz. Peygambere salavât getirin.

Namazda peygambere salavât getirme konusuna gelince; daha ön*ce bu konudaki rivayetleri naklettik. İmâm Şafiî merhumla beraber bu konuda namazda son teşehhüdde salavât getirmenin vâcib olduğunu söyleyenleri bildirdik. Birinci teşehhüde gelince; vâcib olmadığı konu*sunda tek bir görüş vardır. Ancak müstehab olup olmadığı konusunda Şafiî'nin iki görüşü vardır.

Peygambere salavâtın vâcib olduğu yerlerden birisi de cenaze na*mazıdır. Çünkü sünnete göre ilk tekbîrde Fâtiha'mn okunması, ikinci*sinde peygambere salavât getirilmesi, üçüncüsünde ölüye duâ edilmesi, dördüncüsünde; Allah'ım, bizi onun ecrinden mahrum etme ve ondan sonra bizi fitneye düşürme, denmesi gerekir. (Bu, Şafiî mezhebine göredir).

Şafiî merhum der ki: Bize Muttarif İbn Mâzen... Ebu Ümâme İbn Sehl İbn Huneyf'ten nakleder ki; ona peygamberin ashabından birisi ha*ber vermiş ve demiş ki: Cenaze namazında sünnet şöyledir: İmâm tek*bîr alır, sonra ilk tekbîri müteakiben kendi içinden Fâtiha'yı gizlice okur, sonra peygambere salavât getirir ve cenazeye duâ eder. Diğer tek*bîrlerde ise hiç bir şey okunmaz, sonra kendi içinden gizlice selâm verir. Neseî de bu haberi Ebu Ümâme'nin kendisinden nakleder. Sahâbe'den nakledilen bu rivayet sahîh olarak merfû' hükmündedir. Kâdî îsmâîl de bu rivayeti Muhammed İbn Müsennâ kanalıyla... Saîd İbn Müseyyeb'-den nakleder ve; cenaze namazında sünnet şu şekildedir, diyerek yukar-daki ifâdeyi tekrarlar. Ebu Hüreyre, İbn Ömer ve Şâ'bî'den de böyle ri*vayet edilmiştir.

Peygambere Salavâtın vâcib olduğu yerlerden birisi de bayram na*mazıdır. Kâdî İsmâîl der ki: Bize Müslim İbn İbrâhîm... Alkame'den nakletti ki; bir bayram namazından önce Velîd İbn Ukbe, Abdullah îbn Mes'ûd, Ebu Mûsâ ve Huzeyfe'nin yanına geldi ve onlara dedi ki: Bay*ram namazı yaklaştı, bunun tekbîri nasıl olacak? Abdullah dedi ki: Baş*lar ve bir tekbîr alırsın. Bununla namaza başlanmış olur. Sonra Rabbı-na hamdeder, peygamber Aleyhisselâm'a salât eder sonra duâ edersin. Sonra tekbîr alır ve aynı şekilde yaparsın, sonra tekbîr alır yine aynı şekilde yaparsın. Sonra tekbîr alır ve aynı şekilde tekrarlarsın. Sonra sûre okursun, sonra tekbîr alır rükû'a gidersin. Sonra kalkar, sûre okur, Rabbına hamdeder, peygamber Aleyhisselâma salavât getirirsin, sonra duâ eder ve tekbîr alır aynı şekilde yaparsın. Sonra rükû' edersin. Huzeyfe ve Ebu Mûsâ dediler ki: Ebu Abdurrahmân doğru söyler. Bu riva*yetin de isnadı sahihtir.

Duanın, Hz. Peygambere salavât ile bitirilmesi de müstehabtır. Ni*tekim bu konuda Tirmizî der ki: Bize Ebu Dâvûd... Hattâb oğlu Ömer'*den nakletti ki; o şöyle demiş: Dua gökle yer arasında asılı kalır, pey*gamberine salavât getirinceye kadar ondan hiç bir kısmı göğe yüksel-mez. Eyyûb İbn Mûsâ da Saîd İbn Müseyyeb kanalıyla Ömer İbn Hat-tâb'dan aynı rivayeti nakleder. Muâz İbn Haris de aynı rivayeti... mer-fû' olarak Ömer İbn Hattâb'dan rivayet eder. Rezîn İbn Muâviye de ese*rinde bu hadîsi merfû' olarak Hz. Peygamberden nakleder ve der ki: Duâ gök ile yer arasında durakalmıştır, benim üzerime salavât-ı şerife getirinceye kadar göğe yükselmez. Beni süvarinin en son koyduğu su kabı gibi yapmayın. Duanın başında, ortasında ve sonunda bana salavât getirin. Bu fazlalık ancak İmâm Abd İbn Humeyd'in Müsned'inde Câbir îbn Abdullah'ın rivayetinde mevcûddur. Nitekim Abd İbn Humeyd der ki: Bize Ca'fer İbn Avn... Muhammed İbn İbrahim'den nakletti ki; o, Câbir şöyle dedi, demiştir: Rasûlullah (s.a.) bize dedi ki: Beni süvarinin su kabı gibi yapmayın. Asacağı her şeyini astıktan sonra suyunu doldu*rup su kabını da asar. Eğer onun abdest almak ihtiyâcı olursa abdest alır, su içmek ihtiyâcı olursa içer. Olmazsa hepsini döker. Beni duanın başında, ortasında ve sonunda zikredin. Bu hadîs garîbdir. Râvîleri ara-rasında yer alan Mûsâ İbn Ubeyd'in hadîs rivayeti de zayıftır. Peygam*bere salavâtm mendûb olduğu yerlerden birisi de kunût duâsıdır. Nitekim İmâm Ahmed İbn Hanbel Müsned'inde İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Hâkim de Sünen'lerinde Ebu Harre kanalıyla Hasan İbn Ali'den nakle*derler ki; o şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.) bana bazı sözler öğretti ki ben zikirde onlan söylerim. Bu sözler şunlardır: Allah'ım, beni hidâyet et*tiklerin arasında hidâyete erdir. Afiyet verdiklerin arasında afiyete er*dir, dost edindiklerin arasında dost edin. Verdiğin şeyi bana mübarek kıl ve verdiğin hükmün kötülerinden beni koru. Çünkü Sen hüküm ve*rirsin, ama kimse Senin hakkında hüküm veremez. Senin dost edindi*ğin doğrusu zelîl olmaz. Rabbımız; Sen yücesin, münezzehsin. Neseî Sü-nen'inde bu ifâdelerden sonra; Allah, peygamberi Muhammed'e salât etsin, ifâdesini de ekler.

Peygambere salavâtm müstehab olduğu yerlerden birisi de, cum'a günü ve gecesi peygambere salavât getirmektir. Nitekim İmâm Ahmed der ki: Bize Hüseyn İbn Ali... E vs İbn Evs'ten nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Günlerinizin en değerlilerinden birisi cum'a gü*nüdür. O günde Âdem Âleyhisselâm yaratılmış ve o günde ruhu kabzo-lunmuştur. Nafha o gündür, zelzele o gündür, o günde bana çokça salavât getirin, çünkü sizin salavâtınız bana sunulur. Dediler ki: Ey Al*lah'ın Rasûlü, sen çürümüş durumda olacaksın, bizim salavâtımız sana nasıl sunulur? Buyurdu ki: Allah Teâlâ toprağa peygamberlerin cesed-lerini yemeyi haram kılmıştır. Bu hadîsi Ebu Dâvûd, Neseî ve İbn Mâce, Hüseyn İbn Ali el-Ca'fî kanalıyla rivayet ederler. İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Darekutnî ile Nevevî ezkâr kitablarmda bu hadîsi sahîh sa*yarlar.

Ebu Abdullah İbn Mâce der ki: Bize Mısır'lı Amr İbn Sevvâd... Ebu Derdâ'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Cum'a günü benim üzerime çokça salavât-ı şerife getirin. Çünkü o, kendisine şehâ-det edilendir. Melekler ona şehâdet eder. Her kim benim üzerime sala*vât-ı şerife getirirse, onu bitirinceye kadar salavâtı bana arzolunur. Ebu Derdâ der ki: Ben, öldükten sonra da mı? dedim. Rasûlullah: Öldükten sonra da, dedi. Çünkü Allah Teâlâ toprağa peygamberlerin cesedlerini yemeyi haram kılmıştır. Binâenaleyh Allah'ın nebîsi diridir, rızıklan-dırılır. Bu hadîs, bu şekliyle garîbdir ve hadîsin râvîleri arasında yer alan Ubâde ile Ebu Derdâ arasında inkitâ (kopma) vardır. Çünkü Ubâ-de, Ebu Derdâ'ya yetişmemiştir. Allah en iyisini bilendir.

Beyhakî Ebu Umâme ve Ebu Mes'ûd kanalıyla Hz. Peygamberin cum'a günü ve cum'a gecesi kendisine çok salavât-ı şerife getirilmesini emrettiğini rivayet eder. Ancak Ebu Ümâme ve Ebu Mes'ûd'un naklet*tiği her iki hadîsin isnadında da zayıflık vardır. Allah en iyisini bilen*dir. Hasen el-Basrî'den de aynı hadîs mürsel olarak rivayet edilmiştir. Nitekim Kâdî İsmâîl der ki: Bize Süleyman İbn Harb, Hasan el-Basrî'-nin şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: Yeryüzü Rûh el-Kudüs'ün kendisiyle konuştuğu hiç bir bedeni yemez. Bu hadîs Ha-san'ın mürsel rivâyetlerindendir.

Şafiî merhum der ki:,İbrahim İbn Muhammed bize Safvân İbn Sü-leym kanalıyla Rasûlullah (s.a.)ın şöyle buyurduğunu haber verdi: Cum'a gecesi ve günü olduğu zaman bana çokça salavât-ı şerife getirin. Bu hadîs de ,mürseldir.

Keza hatibin cum'a günü hutbelerinde Hz. Peygambere salavât ge*tirmesi de vâcibdir. Her iki hutbe salavâtsız sahîh olmaz. Çünkü bu ibâ*dettir ve ibâdette Allah'ın adının anılması şarttır. Buna bağlı olarak ezan ve namazda olduğu gibi Allah'ın adının anıldığı zaman Peygam*berin adının anılması da vâcîb olur. Şafiî ve Ahmed İbn Hanbel'in mez-heblerinde böyledir.

Salavât-ı şerîfe'nin müstehab olduğu yerlerden birisi de Hz. Peygam*berin kabrinin ziyareti esnâsmdadır. Nitekim Ebu Dâvûd der ki: Bize İbn Avf... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyur*muş: Her kim, bana selâm verirse Allah Teâlâ selâmı benim ruhuma gönderir, sonunda ben de onun ruhunun selâmına karşılık veririm. Bu rivayette Ebu Dâvûd münferid kalmıştır. Nevevî de bu hadîsi «el-Ezkâr» adlı kitabında sahîh saymıştır. Sonra Ebu Dâvûd der ki: Bize Ahmed İbn Salih... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyur*muş: Evlerinizi kabir yapmayın. Benim kabrimi bayram yeri yapma*yın. Bana salavât getirin, çünkü sizin salavâtmız nerede olursanız olun bana ulaştırılır. Bu hadîsin naklinde de Ebu Dâvûd münferid kalmış*tır. İmâm Ahmed İbn Hanbel ise bu hadîsi Süreye kanalıyla Abdullah İbn Nâfi'den nakleder. Nevevî bu nakli sahîh sayar. Bir başka şekilde bu hadîs Hz. Ali (r.a.)den nakledilmiştir. Şöyle ki: Kâdî İsmâîl İbn İs-hâk «Hz. Peygambere Salavâtın Fazileti» ba'bında der ki: Bize İsmâîl İbn Ebu Üveys... Hüseyn İbn Ali'nin oğlu Ali'den nakletti ki; adamın birisi her sabah gelir. Hz. Peygamberin kabrini ziyaret eder ve ona sa-lavât-ı şerife getirirmiş. Böyle yaptığı bir sırada Hz. Hüseynin oğlu Ali onu görmüş ve ona demiş ki: Niçin böyle yapıyorsun? O; Hz. Peygam*bere selâm vermeyi seviyorum, demiş. Ali İbn Hüseyn demiş ki: Ben, sana babamdan duyduğum bir hadîsi nakledeyim mi? O; evet, demiş. Ali İbn Hüseyn ona demiş ki: Babam, dedemden nakletti ki o, Rasûlul*lah (s.a.) şöyle buyurdu, demiş: Benim kabrimi bayram yeri kılmayın. Evlerinizi kabir yapmayın. Nerede olursanız olun, bana salât ve selâm getirin. Çünkü sizin salât ve selâmınız bana ulaştırılır. Bu hadîsin is*nadında nıübhem olan ve adı verilmeyen bir kişi vardır. Bu hadîs mür-sel olarak bir başka şekilde de şöyle rivayet edilmiştir: Abdürrezzâk Musannef inde Sevrî kanalıyla Hasan İbn Ali'nin oğlu Hasan'dan rivayet eder ki; o, bir kabrin başında bir topluluğu gördüğünde onları engelle*yerek şöyle demiş: Hz. Peygamber buyurdu ki: Benim kabrimi bayram yeri yapmayın. Evlerinizi kabir kılmayın. Nerede olursanız olun, bana' salavât getirin. Çünkü sizin salavâtmız bana ulaştırılır. Öyle sanıyo*rum ki Hasan onların edeb tavrını kötüye kullandıklarını, seslerini yük*selttiklerini görmüş ve bu sebeple onlan nehyetmiştir. Rivayet edilir ki; Hasan İbn Ali'nin oğlu Hasan kabre sarılan bir adamı gördüğünde şöy*le demiş: Ey falanca, ne oluyor seninle Endülüs'teki adam arasında hiç bir fark yok, her ikiniz eşitsiniz. Yani kıyamet gününe kadar Allah'ın salât ve selâmı her yerden Hz. Peygambere ulaştırılır.

Taberânî, «el-Mu'cem el-Kebîr» isimli eserinde der ki: Bize Mısır'lı Ahmed İbn Reşdîn... Hasan İbn Ali'den nakleder ki; babası Hasan, Ra-sûlullah'm şöyle buyurduğunu söylemiş: Nerde olursanız olun, benim üzerime salavât getirin. Çünkü sizin salavâtmız bana ulaştırılır. Sonra Taberânî der ki: Bize Isfahân'lı Hamdan oğlu Abbâs... Hz. Ali'nin oğlu Hasan'm kızı Ümmü Enîs'den nakletti ki; babası şöyle demiş: Sen, Al*lah Teâlâ'nın: «Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi överler. Ey îmân edenler siz de onu övün ve onun için selâmet dileyin.» kavli ile neyin kasdedildiğini biliyor musun? Bu, saklanmış olan konulardan birisidir. Eğer siz benden onu sormamış olsaydınız, ben de bunu sı^e ha*ber vermezdim. Doğrusu Allah bana iki meleği vekîl kılmıştır. Ben, hangi müslümanm yanında anılır da, o benim üzerime salavât-ı şerife getirirse; her iki melek; Allah, bunun için seni bağışlasın, derler. Allah ve melekleri de o iki meleğe cevab olarak; âmîn, derler. Her kim de be*nim anıldığım zaman benim üzerime salavât-ı şerife getirmezse, o iki melek; Allah bunun için seni bağışlamasın, derler. Allah ve melekleri de o iki meleğe cevab olarak, âmîn, derler. Bu hadîsin isnadı son derece zayıf ve hadîs de cidden garîbdir.

İmâm Ahmed İbn Hanbel der ki: Bize Vekî\.. Abdullah İbn Mes'-ud'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Muhakkak ki Al*lah'ın yeryüzünü gezen melekleri vardır. Onlar ümmetimden bana se*lâm ulaştırırlar. Bu hadîsi Neseî de Süfyân es-Sevrî ve Süleyman İbn Mihrân kanalıyla Abdullah İbn Saîd'den bu şekilde rivayet eder. Kim, kabrimin başında benim üzerime salavât getirirse onu duyarım, kim de bana uzaktan salavât getirirse o bana ulaştırılır, mealindeki diğer bir hadîse gelince, bunun isnadının üzerinde durulması gerekir. Çünkü Mu-hammed İbn Mervân es-Süddî es-Sağîr bu hadîsin naklinde münferid kalmıştır. Bu metruk bir râvîdir. Bu hadîs A'meş kanalıyla Ebu Salih ve Ebu Hüreyre'den merfû' olarak nakledilmiştir.

Bizim arkadaşlarımız (Şafiî'ler) derler ki: İhrâmlı kişinin telbiye yapıp telbiyesini bitirdikten sonra salavât-ı şerife getirmesi müstehab-dır. Nitekim Şafiî ve Dârekutnî, Sâüh İbn Muhammed İbn Zaide kana*lıyla Kasım İbn Muhammed İbn Ebubekir es-Sıddîk'in şöyle dediğini ri*vayet ederler: Kişi telbiyesini bitirince, her halükârda peygambere sa*lavât-ı şerîfe getirmekle emrolunurdu. Kâdî İsmâîl der ki: Bize Ârim jbn Fadl... Vehb İbn Ecdâ'dan nakleder ki; o, Ömer İbn Hattâb'ın şöy*le dediğini duydum, demiştir: Mekke'ye geldiğinizde Beytullah'ı yedi kere tavaf edin, Makamın yanında iki rek'at namaz kılın, sonra Saf â'ya varın, orada Beytullalî'ı görecek bir yerde durun ve yedi tekbîr getirin. Allah'a hamd ve sena ile peygambere salât arasında kendiniz için bir şey isteyin. Merve'de de böyle yapın. Bu haberin isnadı sağlam, hasen ve kavidir.

Yine Şafiî'ler derler ki: Kurbân keserken Allah'ın adının anıldığı zaman Hz. Peygambere salavât getirmek de müstehâbdır. Bunu da «Ve senin zikrini yüceltmedik mi?» (İnşirah, 4) kavline bina ederler. Çünkü bazı tefsîrcilerin belirttiğine göre, Allah Teâlâ; Ben nerede anılırsam, sen de Benimle beraber anılırsın, buyurmuştur. Ancak Cumhur, bu ko*nuda onlara muhalefet etmiştir. Cumhur der ki: Bu, Allah Teâlâ'nın tek başına zikredileceği yerlerdendir, tıpkı yerken, cima' yaparken ve buna benzer yerlerde Allah'ın adının anılması gibi (kurbân keserken de yalnız Allah'ın adı anılır.) Burada peygambere salavât getirilmesi konusunda herhangi bir sünnet vârid olmamıştır.

Kâdî İsmâîl der ki: Bize Muhammed İbn Ebu Bekr... Ebu Hürey-re'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah'ın peygam*berleri ve rasûlleri üzerine salavât getirin. Çünkü Allah beni gönderdiği gibi, onları da peygamber olarak göndermiştir. Bu hadîsin isnadında iki zayıf râvî vardır. Bu da Hârûn oğlu Ömer ile onun şeyhidir. Allah en iyisini bilendir. Abdürrezzâk bu hadîsi Sevrî, Mûsâ İbn Ubeyde kana*lıyla Ebu Hüreyre'den rivayet eder.

Salavât-ı şerife getirilmesinin müstehâb olduğu yerlerden birisi de —Eğer bu konudaki haber doğru ise— kulak çınlaması zamanıdır. Ni*tekim İmâm Ebu Bekr Muhammed İbn İshâk İbn Huzeyme Sahîh'inde şöyle rivayet eder ve der ki: Bize Ziyâd İbn Yahya... Ebu Râfî'den nak*letti ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Sizden birinizin kulağı çın*ladığı zaman, o beni zikretsin ve üzerime salavât-ı şerife getirsin ve de*sin ki: Beni hayırla ananı AUah'da ansın. Bu hadîsin isnadı garîb oldu*ğu gibi sübûtu konusunda da dikkatle durmak gerekir. Allah en iyisini bilendir.

Hattatlar, Hz. Peygamberin adını her yazışta ona salât ve selâmı da tekrar be tekrar yazmayı müstehâb saymışlardır. Nitekim Kâdih îbn Rahme kanalıyla Abdullah İbn Abbâs'tan. nakledilen bir rivayette, Ra*sûlullah (s.a.) şöyle buyurur: Kim, bir yazıda benim üzerime salavât-ı şerife getirirse benim adım o yazıda bulunduğu sürece onun salavât-ı şerifesi carî olarak devam eder. Bu hadîs birçok yönden sahih değildir. Ebu Hüreyre tankıyla da rivayeti yine sahîh değildir. Şeyhimiz Ebu Ab*dullah ez-Zehebî der ki: Ben bu hadîsi mevzu sayıyorum. Aynı şekilde Ebu Bekr ve İbn Abbâs'tan bir hadîs rivayet edilmişse de bu da sahîh değildir. Allah en iyisini bilendir.

Hatîb el-Bağdâdî, (el-Câmi'-li Adab' ir-Râvî ve'-Sâmî» isimli ese*rinde der ki: Ben Ahiried İbn Hanbel merhumun kendi hattıyla Hz. Peygamberin adının pek çok kere yazılmış olup üzerine salavât-ı şerîfe'-nin yazılmamış olduğunu gördüm. Bana ulaştığına göre Ahmed İbn Hanbel diliyle salavât-ı şerife getirirmiş, ama yazmazmış.

Peygamberlerden başkasına salavât getirmeye gelince; her ne ka*dar yukarda geçen hadîste, Allah'ım Muhammed'e, ailesine, eşlerine ve soyuna rahmet et sözüne tebaiyyet yoluyla caiz ve bu konuda icmâ' var ise de yalnız başına peygamberlerden başkasının üzerine salavât getirmenin caiz olup olmadığı konusunda tartışma vardır. Bazıları yal*nız başına kişilere de salavât getirmenin caiz olduğunu söylerler ve de*lil olarak da şu âyetleri ve şu hadîsi gösterirler: «O'dur size rahmet eden ve melekleri...» (Ahzâb, 43), «îşte onlar için Rabları tarafından mağfiret ve rahmet vardır.» (Bakara, 157), «Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları temizleyip arıtmış olasın. Ve onlara duâ et. Senin duan şüphesiz ki onlar için bir sükûnettir.» (Tevbe, 103) Abdullah İbn Ebu Evlâ da der ki: Rasûlullah (s.a.)a bir topluluk sadakalarını getirdiğinde Hz. Peygamber: Allah'ım, onlara merhamet et, derdi. Babam da zekâ*tını kendisine götürdüğünde şöyle demişti: Allah'ım, Ebu Evfâ'nm aile*sine merhamet et. Bu hadîsi Buharı ve Müslim Sahihlerinde tahrîc et*mişlerdir. Câbir'in hadîsinde de Câbir'in hanımının Rasûlullah (s.a.)a; ey Allah'ın Rasûlü, bana ve eşime merhamet dile, dediği bunun üzerine Rasûlullah (s.a.)ın da; Allah sana ve eşine merhamet etsin, dediği bil*dirilir.

Bilginlerin Cumhuruna göre peygamberlerin dışında ferd olarak diğer kişilere salavât getirmek caiz değildir. Çünkü salavât, anıldıkları zaman peygamberler için bir özel işaret durumuna gelmiştir. Binâen*aleyh başkaları onların arkasına eklenmez. Dolayısıyla Ebu Bekr Sallal-lahu Aleyhi Vesellem veya Ali Sallallahu Aleyhi Vesellem denilemez. Mâ*nâ her ne kadar sahih olsa da, onlar için bu ifâde kullanılmaz. Tıpkı Muhammed Azze ve Celle denilmediği gibi. Halbuki Hz. Muhammed hem azîz'dir hem de celîl'dir. Ancak «Azze ve Celle» ifâdesi Allah Teâlâ'-nın zikredildiği sırada kullanılan özel bir ifâdedir. Kitâb ve Sünet'te ki*şilere salavât ifâdesinin vârid olmasını da duâ olarak yorumlamışlardır. Binâenaleyh ne Ebu Evfâ'nın ailesine, ne de Câbir'in ve hanımının üze*rine salavât getirildiği vârid olmamıştır. Bu tutum çok daha güzeldir. Başkaları da dediler ki: Ferd olarak peygamberlerin dışında kimseye salavât getirmek caiz değildir. Çünkü peygamberlerden başkasına sala*vât getirmek, heveskârların şiarı olmuştur. Onlar inandıkları her kişiye salavât getirirler. Öyleyse bu konuda onlara uymak caiz değildir. Allah en iyisini bilendir.

Bunu yasaklayanlar da bu yasağın haram mı yoksa tenzîhen mek*ruh mu olduğu* ya da uygun bir muhalefet mi olduğu konusunda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Şeyh Ebu Zekeriyyâ en-Nevevî, «el-Ezkâr» isimli kitabında, bu üç görüşü anlattıktan sonra der ki: Ulemânın ek-seriyyetinin kabul ettiği sahîh görüşe göre; bu, tenzîhen mekruhtur. Zîrâ peygamberlerden başkasına salavât getirmek bid'at ehlinin şiarı*dır ki biz, onların şiarını benimsemekten nehyedilmişizdir. Mekruh ka-sıdlı bir nehyin vârid olduğu konudadır. Bizim arkadaşlarımız (Şa*fiî'ler) derler ki: Bu konuda güvenilir olan husus salavâtm konuşma di*linde yalnızca peygamberlere tahsis edilmiş olması ve «Azze ve Celle» kavlinin de yalnızca Allah'a tahsis edilmiş olmasından dolayıdır. Nasıl AzÎ2 ve celîl olduğu halde Muhammed Azze ve Celle denmezse Ebu Bekr veya Ali gibi zevat hakkında da Sallallahu Aleyhi Vesellem denmez. Bu, aynen Nevevî'nin ifadesidir.

Selâm konus.una gelince; Şeyh Ebu Muhammed el-Cüveynî —meş*hur âlim Ebu'l-Maâlî el-Cüveynî'nin babası ve Şafiî bilginlerinden olan zât— der ki: Selâm, salât anlamındadır ve ğaib kimse için kullanılma*dığı gibi peygamberlerden başka tek bir kişi için de kullanılmaz. Binâ*enaleyh Ali Aleyhisselâm denmez. Bu konuda ölülerle diriler eşittir. Hazırda bulunan kişiye hitâb edildiği zaman; üzerinize selâm olsun ve*ya selâm sana veya sana ve size selâm olsun gibi ifâdeler kullanılır. Bu konuda icmâ' vardır, Cüveynî'nin ifâdesi burada son buldu.

Ben derim ki: Bu konuda kitab yazanlar arasında bu ibare pek çok kere vârid olmuştur ve çoğunlukla Hz. Ali Radıyallahu Anhu'ya Hz. Ali Aleyhisselâm denir de, diğer sahabelere denmez. Veya Hz. Ali Kerre-maDahü Vechehu denir. Bu ifadenin mânâ sı her ne kadar doğru ise de, sahabe arasında ta'zîm hususunda eşitliğe riâyet etmek gerekir. Bu ta'zîm ve ikram kabilinden ise Ebubekir ve Ömer'le mü'minlerin emîri Osman'a da bu ifâdenin kullanılması daha evlâdır. Allah hepsinden razı olsun. Kâdî İşmâîl der ki: Bize Abdullah İbn Abdülvahhâb... Ab*dullah İbn Abbâs'ın şöyle dediğini bildirdi: Hz. Peygamberden başka kimsenin üzerine salavât getirmek sahîh olmaz. Ancak müslüman er*kekler ve müslüman kadınlar için mağfiret dilenir. Yine Kâdî İsmâîl der ki: Bize Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe, Ca'fer İbn Barkân'dan nakletti ki; o, şöyle demiş: Ömer İbn Abdülazîz merhum şöyle bir yazı yazdı: İmdi, in*sanlardan bazıları dünya işiyle âhiret işini birbirine karıştırdılar. Bazı hikayeci kişiler Hz. Peygamberin halîfelerini ve âdil emirlerini Hz. Pey*gambere eş tutarak onlara salavât getirme âdetini ihdas ettiler. Bu mek^ tubum sana ulaşınca, onlara peygamberlerin üzerine salavât getirmeleri*ni ve bilcümle müslümanlara da duâ etmelerini kendilerine emret. Bu*nun dışmdakileri de terk etsinler. Bu hasen bir eserdir. Kâdî İsmâîl der ki: Bize Muâz İbn Esed... Übeyy İbn Vehb'den nakletti ki; Kâ'b Hz. Âişe (r.a.)nin yanına gitmiş ve Rasûlullah (s.a.)ı zikretmişler. Kâ'b demiş ki: Her sabah fecir doğduğunda yetmiş bin melek yeryüzüne iner ve Hz. Pey*gamberin kabrini kuşatırlar, kanat çırparak Hz. Peygambere salavât getirirler. Geceleyin yetmiş bin melek gündüz de yetmiş bin melek böy*lece devam ederler. Yeryüzü yarılıp da peygamber topraktan çıktığı za*man yetmiş bin melek onu ağırlar.

Nevevî der ki: Hz. Peygambere salavât getirildiği zaman, salât ve selâmın birleştirilmesi gerekir. Binâenaleyh Allah'ın salâtı onun üze*rine olsun deyip te Allah'ın selâmı da üzerine olsun dememek olmaz. Nevevî'nin bu ifâdesi, bu âyeti kerîme'nin umûmundan alınmıştır. Çünkü âyet-i kerîme «Ey îmân edenler, siz de onu övün ve onun için selâmet dileyin.» buyuruyor. Uygun olan; Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun, demektir.[35]
 
Üst