Abdurrahman Dilipak : Hz İsa Hristiyan Değildi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

İran Yardım Gemilerinin Anlamı Üzerine...

İran nereye! / Abdurrahman Dilipak


Bir anda İran öne çıktı. Son haber şöyle: İsrail'le yaşanan gemi krizinin izleri silinmeden, bu sefer de İran, Gazze'ye yardım malzemesi taşıyan iki gemi gönderdi. Gemilerde İran Devrim Muhafızları'nın da bulunduğu tahmin ediliyor. Dahası birçok ülkeden sivil girişimciler, İsrail'in deniz ablukasını kaldırmamasına, Filistin yönetimi ve Mısır'ın karşı çıkmasına inat yeni yardım gemileri ile yola çıkma hazırlığında.. Abbas'ın Obama'dan ambargonun kaldırılmamasını talep ettiği iddiası bir anda Abbas yönetimini işbirlikçi konuma düşürdü ve FKÖ'de derin bir hüsrana sebeb oldu.. Gazze filosu, İsrail'le birlikte böylece FKÖ ve Mısır'ı da vurdu.. ABD'nin bu konuda nerede durduğunu zaman gösterecek..
Bu iş bana sanki İsrail'e yönelik dünyadaki yükselen öfkeyi gölgelemek için bir taktik gibi geldi.. Ama İsrail'in bu oyunu geri tepti.
Gazze ablukası kalkmadan İran'a yeni bir ambargo uygulanması gündeme geldi..
BM Güvenlik Konseyinin ambargo kararı, tam da Türkiye-Brezilya-İran arasında nükleer enerji konusunda işbirliği anlaşmasının yapılmasından hemen sonra geldi..
Aslında İran'ın Çin ve Rusya ile iyi ilişkileri var. Ama bu iki ülke de Güvenlik Konseyinde ABD ile birlikte hareket etme yoluna gitti.
İran, Rusya ve Çin arasındaki ilişkilerin bu oylama sebebi ile bozulacağını sanmıyorum.. Büyük ihtimalle bu ambargo kararı sadece kağıtlarda ve masada kalacak..
Zaten onun için Amerikan Kongresi ayrıca yeni bir ambargo planını hayata geçirmeye çalışıyor..
Bu karar, İran için bir uyarı anlamı taşıyor. Ama daha önemli bir başka yanı ise, "kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle kabilinden nükleer enerji ve silah konusunda nükleer silah sahibi ülkelerin kararlılık gösterisi anlamı taşıyor..
Bu sonuç mesela Kuzey Kore ve Pakistan için de bir uyarı anlamı taşıyor..
Bu kararın bir başka boyutu daha var. Açıkça belirtilmese de bu karar, İsrail için de dolaylı bir uyarı anlamı taşıyor..
Bu kararın Viyana'daki Atom Enerjisi Komisyonu toplantısından hemen sonraya gelmesi önemli. Viyana'da İsrail'in nükleer kapasitesinin araştırılmasına karar verilmişti..
Eğer İsrail nükleer silaha sahibse ve Güvenlik Konseyi bu konuda sessiz kalmaya devam edecekse, bu, konseyin çifte standardını gözler önüne serecek.. Değilse İran'a uygulanan yaptırımların İsrail'e de uygulanması gerek.. Kaldı ki İran bu yönde çaba gösteriyor. İsrail ise bu kapasiteye sahip..
Eğer gerçekten İsrail'de atom bombası varsa (ki, bu konuda birçok kanıt var) bu silahları İsrail'e kim ve niçin verdi, ne zaman verildi ve kapasite ne? Nerede tutuluyor? Hangi fırlatma sistemine sahip ve nasıl korunuyor? Bunlar yeraltında stoklanmış olabileceği gibi, hava, deniz, denizaltı ve karada sabit ve mobil rampalara yüklenmiş olabilir..
Madem İran'ın Ankara'yı vuracak füze rampalarından söz ediliyor. Bu İsrail için de sözkonusu demektir. Hatta İsrail'in tehdit alanı Suudi topraklarını da kapsadığını söylemek sürpriz olmayacaktır.. Bu konuda malum medianın sessizliği de dikkat çekici..
Ambargo kararına İran'ın tepkisinin ne olacağını göreceğiz.. Gerilimin artmasından kaygı duyuluyor.. İsrail ve İran arasında meydan okumalar gündeme gelebilir.. Bu da Hizbullah'ın adından bundan sonra daha fazla söz edeceğimizi söyleyebiliriz.. İran-Suriye ilişkileri de yeninden gündeme gelecek demektir.. İran Türk sınırında terör faaliyetleri artabilir. İran-Irak sınır bölgesinde de bir hareketlilikten söz edebiliriz.
İran'ın Gazze'ye deniz gücü koruması altında insani yardım gönderme kararı da önemli.. Bu karar İsrail yanında Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan'ı da sıkıntıya sokacaktır.. İsrail'e karşı Gazze'ye Türkiye'den ve diğer batılı ülkelerden sonra İran da yardım gönderirken kimi Arap ülkelerinin sessizliği, onları psikolojik anlamda baskı altına alacaktır.. İran'ın bu tavrı Sudan gibi ülkeleri harekete geçmeye zorlarken, bölgedeki adı geçen ülkeleri saflarını belirlemeye, tavırlarını netleştirmeye zorlayacaktır.
İsrail İran'a karşı artık Türkiye'yi yanına alamayacak. Ankara'nın tavrı açık ve net. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.. Türkiye'nin bu tavrı Irak üzerinde de etkisini gösterecektir.. İsrail ABD üzerinden Mısır ve Suudi Arabistan'ı yanına almaya çalışabilir. Ama böyle bir yakınlaşma, bu yönetimleri İslâm dünyasında yalnızlaştırabilir ve kendi kamuoyunun baskısına daha fazla maruz kalma sonucu doğurabilir.. İsrail, Şii-Sünni-Selefi çatışmasını, yine aynı şekilde bölgedeki etnik çatışmaları kışkırtma yoluna gidebilir..
Times'ın, İsrail'in İran'a Suudi Arabistan üzerinden vuracağı iddiası eğer gerçekse, bu Ortadoğu'da suların ciddi bir şekilde ısınacağı anlamına gelebilir.. İngiliz Times gazetesinin Körfez'deki askeri kaynaklara dayanarak verdiği haberde, ülkenin kuzeyindeki bu dar hava koridorunun kullanılmasının İran'daki hedeflere çok daha hızlı ulaşılmasına olanak sağladığı belirtilirken, Suudi Arabistan'ın savunma sistemini bu duruma uyarlamak için denemeler de yaptığı ifade edildi. Bu haberin İngilizler tarafından Amerikan ordusuna atfen verilmesi de ilginç. Bunun anlamı bu planın içinde ABD ve İngiltere'nin de olduğu anlamına gelebilir. Bu arada Suudi Arabistan'ın kuruluşundan beri, Suudi topraklarını İngiliz ordusuna açan kadim, temel bir anlaşmanın olduğunu da hatırlatalım.. Suudi toprakları Kuzeyde Irak koridoru için, orta kesimde de S. Arabia'nın körfeze açılan sınırından İran'a saldırı için kullanılması teknik olarak mümkün.. Ancak bu durum, Suudi Arabistan'ı İsrail'le birlikte İran'ın hedefine oturtmak anlamına gelir ki, İsrail bunu hac öncesi denemeye kalkarsa bu beraberinde çok daha derin ve köklü sorunları da beraberinde getirebilir. Hatta bir din savaşına dönüşebilir bu iş. Mehdilik, Mesihlik tartışmalarını da buna ekleyecek olursanız bu çatışma kıyamet savaşının provasına dönüşebilir.. Bu süreç İslâm-İsrail hesaplaşmasına dönüşebileceği gibi, Mehdi Mesih, Sünni-Şii-Vehhabi çatışmasını da tetikleyebilir.. Yemen üzerinden Suudi Arabistan'a yönelik silahlı eylemlerde de artış gözlenebilir.. Böyle bir çatışma Körfez ülkelerini zora sokacağı gibi, güvenlikleri açısından da, toplumsal anlamda da ciddi krizlere yol açacaktır.. Irak'taki hassas dengeler bu durumda daha da bozulabilir..
Neyse ki, şimdilik Suudi Dışişleri Bakanlığı iddiaları yalanladı ve "işgalci" dediği İsrail'e kendi toprakları üzerinden bir koridor açmayacaklarını söyledi..
İsrail'in Türkiye koridoruna alternatif olarak kullanacağı koridorun yankısı Türkiye koridorundan daha az maliyetli bir tercih olmayacaktır.. Bunun sonucu da ABD ve İngiltere açısından İsrail için bölgeyi ve hatta dünyayı ateşe atmak olacaktır.. Eğer tabii, ABD ve İngiltere ateşle oynadıklarının farkına varmazlarsa, gözleri görmez olur ve tutuşturmaya çalıştıkları bu ateşin kendilerini yakacağını görmezlerse..
İran bakalım Gazze'ye insani yardım adına, gerçekten 2 savaş gemisini Akdeniz'e sokacak mı? İsrail bu koridoru yardım gemilerine açacak mı, yoksa İran'a saldırmak için başka bir fırsat mı kollayacak ya da başka bir yol mu deneyecek?
Selâm ve dua ile..
VAKİT
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Bu yaz “şeriat” gelebilir! - Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak - Vakit, [email protected], 2010-09-19

Bu yaz “şeriat” gelebilir! Evet evet, bu yaz şeriat gelebilir.. Bakın bu gidişle daha neler olabilir.. AK Parti hesapları, CHP, MHP, SP, BBP, DP ve daha bir çok parti için bakın bugün neler konuşuluyor..
AK Parti için en büyük risk, “Pekmeze üşüşen sinekler” sorunu.. Kazanan tarafta yer alarak, kendi çıkar ve siyasi geleceği adına AK Parti’yi tramplen tahtası olarak kullanmak isteyen çok olacak.. Kimi adaylıkla başlayıp bürokrasiye, biri belediyeye yatay geçiş yapmak isteyecek. Kimi “hizmeti karşılığı destek” isteyecek.. Kimi ise belli entelijansiyaların, derin yapıların Truva atı olarak partiye sızdırılmaya çalışacak..
Geçen gün Emre Aköz de yazdı. Bunlar gerçekten korkuyorlar..
Siz istediğiniz kadar “Şeriat ‘hukuk’ demektir” deyin. “Meşruiyetle aynı kökten gelir” deyin.. “Şeriat tehdit, tehlike değil, özgürlükler için teminatıdır” deyin, anlatamazsınız..
Ne Müslümanlıktan vazgeçerler, ne de Müslümanlığa razıdırlar..
Toktamış Ateş’e nasıl uçağa binmenin korkulacak bir tarafı olmadığını anlatamazsanız...
Eskiden Kuzey’den gelecek bir komünizm tehlikesi vardı. Her kış gelirdi. Hem de “buzlar çözülmeden”. Zira “Türk aleminin en büyük düşmanı komünistlikti ve her görüldüğü yerde ezilmeli” idi. Soğuk Savaş’ın generalleri öyle diyordu. Mustafa Kemal’i de Soğuk Savaş’ta cepheye sürdüler ve onun adına şehir meydanlarına bu kışkırtıcı tabelaları diktiler..
Şimdi de Güney’den şeriat tehlikesi bekleniyor. Hem de havalar ısınırken..
Bunlar doktorundan korkan çocuğa benziyor. Ya da celladına aşık mahkuma..
Ha! “Şeriat gelecek dertler bitecek” de değil. Şeriat geldi ve dertler bitmedi. Şeytan tatile çıkmadı! Şeytan sağdan, soldan, yukarıdan, aşağıdan, doğudan, batıdan, zayıf noktamızdan, güçlü sandığımız yerlerden saldırdı durdu.. Kıyamete kadar da saldırmaya devam edecek. Damarlarımızda dolaşacak, nefsimize taht kurup fırsat kollayacak.
Allah bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir.. Allah servet, güç ve iktidarı, halklar ve ülkeler arasında verip çevirecektir..
Siyaset, güven müessesesi değildir. Vekalet ve denetleme mekanizmasıdır. Kişi bu konuda kendi nefsine de güvenmeyecek.. Kendilerine servet, iktidar ve silah verdiğimiz insanların üzerinden gözümüzü eksik etmeyeceğiz..
“Bana güven, gerisini merak etme sen” diyene güvenmeyin.. Bizden birileri korkuyor. Neden, niçin, nasıl, haklı, haksız ayrı bir konu ama, korkuyorlar. Bunu göz önünde bulundurmamız gerek.. Sonra da bu korkuyu nasıl yenebiliriz, onun üzerinde düşünmemiz gerek..
Bana göre bu korku haksız. Bizim hakkımızda üretilen yalanların sebep olduğu bir korku bu.. “İrticayı istiladan daha tehlikeli ve zor bir mesele” olarak gören zihniyetin propagandasının eseri.. Ama durum bu.. Ve bu durumdan kurtulmaları zaman alacak.
Unutmayalım ki, bunlar kendilerini kapatıyorlar ve bu korkuyu üreten merkezlerin propaganda aleti olan kaynaklardan besleniyorlar..
Bu önemli bir şuuraltı. Suçluluk psikolojisi içindeler. Kendilerinin başörtüsü konusunda bize yaptıklarını, bizim hakkımızda düşündüklerini bizim kendileri için düşündüğümüzü ve bizim de kendilerine aynı şekilde davranacağımızı düşünüyorlar. Korkularının asıl sebebi bu.. Paniklemelerinin, saldırganlaşmalarının, öfkelerinin asıl sebebi bu gibi sanki.. Niran Ünsal durup dururken kafama sıkar giderim demiyor.. Bunlar gerçekten korkuyorlar.. Kenan Evren’in kafasına sıkma refleksi de aynı korkudan kaynaklanıyor.. Ya da, çocuklarına “Türkiye yaşanır bir ülke olmaktan çıktı, kendinize yaşamak için başka ülke bulun” diyen ‘Ergenekon’un emekli paşası’nın korkusu da aynı damardan besleniyor..
Fazıl Say’ın referandum konusundaki tepkisini biliyorsunuz. Kendi yandaşlarının yaptıklarını bir kenara bırakıp, “Evet baskısı faşizme döndü” diyorlar.. Sonuç karşısında bir hüsranı, çaresizliği yaşıyorlar.. Ülkeyi terk etmekten söz ediyorlar.
Öyle ya, “bidon kafalılar”, bu “göbeğini kaşıyan adamlar”la bir arada yaşamak onlar için bir kahıra dönüştü.. Onlara kalsa, bunlar insanlaşma aşamasını tamamlamamış canlılar.. Bırakın oy haklarını, yaşama hakları bile tartışmalı!
Kapıcının kızı doktor olacak, kendi de yaşlanınca o doktora muayene olacak! Bunu anlayamıyorlar, kabullenemiyorlar.. Hamalın oğlu gazeteci olacak ve kendilerini eleştirecek.. olacak şey mi bu..
“Kasımpaşalı Tayyip”, burun kıvırdıkları “İmam Tayyip” nasıl başbakan olabilir?.. Bunu anlayamıyorlar.. Bizim Tom Amca olmamızı istiyorlar.. Bunlar “Beyaz adam sendromu” yaşıyorlar.. Onlara göre, memleketin % 90’ı kara derili.. Umutlarını tümden kaybettiler.. Şimdi İlhan Kesici’ye umut bağladılar, Çiller’e umut bağladılar DP’yi harekete geçirmek için..
Keçeli, Haberal’ı Genel Başkan yapmaktan söz ediyor. Korkut Özal, Turgut Özal’ın katilinin derin devlet olduğunu söylüyor. Keçeli derin devletin adamı olmakla suçlanan Haberal’ı DP’ye genel başkan yapmaya çalışıyor, Özal orada Cindoruk’un yanında duruyor..
Kesici sağ için bir şanstı. Ama Demirel Kesici’yi siyaseten öldürdü. Kesici şimdi gidip sağa lider olamaz artık. Ama eğer CHP ile DP’yi birleştirmekten söz ediyorsanız, seçim ortaklığı düşünüyorsanız böyle bir misyon üslenebilir. Ama ortadan CHP+DP= -x çıkar. Yani böyle bir birliktelik sinerji üretmez, aksine (-) verir.. Benim tanıdığım Kesici de bu kadar “akılsız” biri değil..
Ahmet Özal’ın DP’deki görüntüsü, sağa lider olarak düşünülen CHP’deki görüntüsünden daha sakil. Belki, olsa olsa Güldal Mumcu’nun CHP’deki görüntüsüne ya da Ceyhan Mumcu’nun İP’de görüntüsüne benzer bir durum..
MHP’yi ne yapacaklar göreceğiz. Bahçeli ile bu iş olmayacak.. Bahçeli ile MHP barajı bile aşamaz.. CHP kendi içinde kavgalı. Kılıçdaroğlu gidecek. Sav da.. Baykal’ın Özkan’la buluşması boşuna değil. Sarıgül’ü de göreve çağırabilirler bu arada..
AK Parti’de bir sorun yok gibi gözüküyor. Ama SP’de sular durulmadı.. BBP’de de, MHP’den gelen gruplar, mevcut yönetim, Ülkücü kadrolar, yenilikçi kanat, hepsi bir arayış içinde.. Belki de Topçu’nun şansı da bu. Bu kanatların her biri, diğeri gelmesi diye Topçu’ya razı olabilir. Bir de SP’nin başına gelene bakıp, daha işin başında bölünüp parçalanmamak için iç hesaplaşmayı erteleyebilirler.. Keşke, Topçu yakaladığı rüzgarı kaybetmeden, muhtemel risklere kilitlenmeden önce yüzünü teşkilatına dönse, yeni fikirler ve aksiyonlarla ülkeyi, toplumu kucaklayıcı hamlelere girişse.. BBP, CHP ve SP; MHP’nin içine düştüğü çıkmazdan ders almalı..
Ama görünen o ki, MHP ve CHP daha şimdiden kendi içindeki bütünlüğü kaybetti. Referandum sürecindeki iddialarının saçmalıkları, gerçek dışılığı ortaya çıktıkça daha da gerileyecekler, dağılacaklar..
Memleketimden siyaset manzaraları böyle. Sahi, gerçekten bu yaz memlekete şeriat gelebilir mi?
Selam ve dua ile..
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
A.Dilipak:Bir İdeolojiyi Tabulaştırmak ve Putlaştırmak!

23194.jpg

Siyasi bir ideolojiye içeriğini sorgulamadan imana mecbur bırakılmak nasıl bir aklın ürünü olabilir, anlamakta zorluk çekiyorum.. Bunun sırrını darbecilere, bu düzenlemeleri değiştirilemez ve tartışılamaz yapan zihniyete sormak gerek.. Bu bir ideolojiyi tabulaştırmak, putlaştırmak değilse nedir? Abdurrahman Dilipak’ın yorumu:



Bir ideolojiyi tabulaştırmak! / Abdurrahman DİLİPAK


Bu işi zorlamayın.. Açıklayamazsınız.. Tevil etmeye çalıştıkça daha da batarsınız..
Peki "TÜRK KELİMESİ, BİR IRKIN DEĞİL, HERKESİ KAPSAYAN MİLLETİN ORTAK ADIDIR". Böyle ise ben kimim?..
Kürtler Kürt olmasın diye, benim Türklüğümden vazgeçmem mi gerekiyor?.
Bu hüküm Anayasaya aykırı değilmiş. Ama gerçeğe aykırı, hukuka aykırı. Hani Anayasanın 90. maddesine göre, NORM HUKUK hükmündeydi ve yasalar uluslararası sözleşmelere aykırı yorumlanamazdı.. Danıştay, uluslararası sözleşmeleri referans alsaydı böyle bir karar veremezdi..
Hepiniz şapka giyeceksiniz kardeşim o zaman.. Yaşasın devletçilik.. Bey, efendi, hacı, hoca, paşa demek yasak..
Yasalara göre "langırt" da yasak. Balyoz'da bir generali "langırt oynuyor" diye fişlemişler. Şimdi bu fişlemenin mantığı daha iyi anlaşılıyor.. 1968'de yürürlüğe giren 1072 sayılı Rulet, Tilt, Langırt ve Benzeri Oyun Alet ve Makineleri Hakkındaki Kanun hatırlatıldı ve umuma açık yerlerde langırt oynatılmaması istendi. Polis de söz konusu turnuvayı düzenleyenler hakkında takibat başlattı. Kanuna göre langırt, kumar kapsamında değerlendiriliyor ve bir yıla kadar hapis, 5 bin liraya kadar da ağır para cezası öngörülüyor. Kanuna göre suçun tekrarı halinde ise cezalar bir misli artırılıyor. Ayrıca polis operasyonu ile ele geçirilen alet, makine ve bunların çalıştırılmasına yarayan tesisat ve paraların zapt ve müsadere edilmesi gerekiyor. Kanun bu gibi oyun oynanan yerlerin bir daha açılmamak üzere kapatılacağı hükmünü de içeriyor.
Yasa aynen şöyle: RULET, TİLT, LANGIRT VE BENZERİ OYUN ALET VE MAKİNALARI HAKKINDA KANUN. Kanun Numarası: 1072, Kanun Kabul Tarihi: 13/12/1968, Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 27/12/1968, Yayımlandığı Resmi Gazete Sayı: 13086. Madde 1 - Türk Ceza Kanununun 228. maddesinin kapsamı dışında kalsa bile umuma mahsus veya umuma açık yerlerde her ne ad altında olursa olsun kazanç kasdiyle oynanmasa dahi rulet, tilt, langırt ve benzeri baht ve talihe bağlı veya maharet istiyen, otomatik, yarı otomatik el veya ayakla kullanılan oyun alet veya makinaları ile benzerlerini bulundurmak veya çalıştırmak veya yurda sokmak yahut imal etmek yasaktır. Bu kanunun uygulanmasında spor kulüpleri, gençlik teşekkülleri ve dernekler umuma açık yer sayılır. Ancak 7470 sayılı T. C. Turizm Bankası Kanununun 18. maddesi hükümleri saklıdır. Madde 2- (Değişik madde: 23/01/2008-5728 S.K./325.mad) Bu Kanuna aykırı hareket edenler bir yıldan beş yıla kadar hapis ve yüz günden bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Madde 3- (Mülga madde: 23/01/2008-5728 S.K./578.mad), Madde 4- (Mülga madde: 23/01/2008-5728 S.K./578.mad), Madde 5- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Madde 6- Bu Kanunu Bakanlar Kurulu yürütür. (Neyse ki, bu yasa 2008'de değiştirilmiş)
Bu yasayı, bazı devrim yasaları ile kıyaslarsanız bu daha masum bir yasa. Şapka kanunu daha mı mantıklı mesela ve bugün kim şapka giyiyor? Uygulayabilir misiniz bu yasayı? Peki o zaman niye mevzuat içinde hâlâ böyle bir yasa yerini almaya devam ediyor?. Hadi o yasa o gün çıkartıldı, hangi akıl bunu bugüne taşır ve değiştirmeyi yasaklar, bana izah edebilir misiniz?
Hem "Hac yönetmeliği" yayınlayacak ve insanların nasıl hacı olacağını belirleyecek laik devlet, hem de hacı kelimesinin unvan olarak kullanımını yasaklayacak. Hocaları maaşa bağlayacak, ama hoca demeyi yasaklayacaksınız. Ve sonra da bütün bu saçmalıklara iman dayatır gibi, devrim yasalarına bağlılık andı içireceksiniz her sabah çocuklarımıza..
Nasıl bir çağdaşlık bu böyle! Bunun adı aymazlıktır. Ne bilime, bırakın ilmi, akla mugayir şeyler bunlar.. Hani yasalar uluslararası sözleşmelere aykırı yorumlanamazdı?
Solcu, çağdaş, demokrat CHP ne yapıyor bu hususta? Ne diyor?. Hâlâ devrimlerin yılmaz savunuculuğunu yapmaya devam mı?
Bu bize darbe dönemlerinin mirası. Darbecilerin bunları koruma ve kollama inadını hangi mantıkla açıklıyorlar bilmiyorum.. Siyasi bir ideolojiye içeriğini sorgulamadan imana mecbur bırakılmak nasıl bir aklın ürünü olabilir, anlamakta zorluk çekiyorum.. Bunun sırrını darbecilere, bu düzenlemeleri değiştirilemez ve tartışılamaz yapan zihniyete sormak gerek.. Bu bir ideolojiyi tabulaştırmak, putlaştırmak değilse nedir?
Danıştay neye karar verdi? Bu kararı verirken, yüzünü hukuka, bilime, akla mı, yoksa yasalarla korunan tabulara mı döndü?. Belki de yapması gereken, bu düzenlemeyi, AYM'ye göndermekti.. Ama yapmadı. Ama bir gün bu da olacak. CHP, militaristler, Kemalistler, ADD, ÇYDD istemese de.
O and da kalkacak bir gün.. Bunu kendi halkınıza da, dünyaya da açıklayamazsınız.. Böyle bir and, ancak militarist, totaliter rejimlerde olabilir. Türkiye normalleştiğinde bu tür yasalar olmayacak.. Bunun bize kimlerden miras kaldığı belli..
Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
A. Dilipak:Futbol ve Siyaset

19 Mayıs
http://www.addthis.com/bookmark.php...f&pre=http://www.timeturk.com/tr/makale/&tt=0http://www.addthis.com/bookmark.php...f&pre=http://www.timeturk.com/tr/makale/&tt=0http://www.addthis.com/bookmark.php...f&pre=http://www.timeturk.com/tr/makale/&tt=0




“Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı”.

Birileri nereden uyduruyorsa, bu günü Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı kabul ediyor..
19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal Atatürk, Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkmış. Niye yola çıktığı gün değil de Samsun’a vardığı gün?. Arada gemi Sinop’a uğradı. Ya da niye Kastamonu’ya vardığı gün değil? Bunun bir mantığı olmalı.
Gerçekten Mustafa Kemal Samsun’a 19 Mayıs’ta mı çıktı? “Bandırma gemisi nerede” diye sormayacağım, peki seyir defteri nerede? Kim niye bu defteri yok etti, bana söyleyebilir misiniz?
Suç duyurusunda bulundum ama kimse soruşturmuyor..

Gemi İstanbul’dan yola çıkarken gemiye gelen İngiliz komiserinin teftiş sonrası gemi defterine vurduğu damga ile ilgili değil tek merakım..
Geminin 19 Mayıs önceki seyrü sefaini, 19 Mayıs sonrası üstlendiği görevler ve İstanbul’dan Samsun’a yolculuğun ayrıntıları.
Ama, birileri bu defteri de gemiyle birlikte yok etti. Mustafa Kemal’in vasiyeti gibi o da Çankaya’da, Genelkurmay’ın kozmik odalarında, Mason localarından birinin “emanet sandığı”nda muhafaza ediliyor olabilir.
19 Mayıs, 1938 yılına kadar 19 yıl kimsenin umuru olmamıştır. Ve ilk kez, 20 Haziran 1938’de bu gün kanunla bayramlaşmıştır. M. Altan’ın ifadesi ile “Meclis’in açılışından 18, Cumhuriyet’in ilanından da 15 yıl sonra kutlamaya başlamışız.”
Daha önce “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanan bu ulusal bayramın adı 12 Eylül darbesinden sonra “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak değiştirildi. Yani 12 Eylül’ün darbeci paşaları bu günün de geni ile oynadılar. Anayasa değişikliğinin ardından aslında bir kararın aynı şekilde yok hükmüne getirilmesi gerek.
Mümtazer Türköne’ye göre 19 Mayıs kutlamaları 1932’nin faşist İtalya’sından alınma. Bakın bakalım, “Dağ başını duman almış”ı nereden almışız. İtalyanların Kara Gömleklileri varsa bizim de “Grizedliler”imiz var. Yavru kurdumuz var. “Gürbüz Türk”lerimiz var.. Bu Kazım Karabekir’e sormak gerek bu Himaye-i İtfalin himayesindeki “Gürbüzler” kim diye.. “Dersim’in kayıp kızları”ndan sonra bir gün bu “kayıp erkek çocukları” “Gürbüzler”i de araştırır belki birileri..
Genelkurmay Başkanı’nın resmi tarihe alternatif bu tarih tezlerinin basında böyle “uluorta” tartışılmasından duyduğu kaygının sebebini anlıyorum..
Selim Sırrı Tarcan, bugünkü 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın esasını teşkil eden Jimnastik Şenlikleri’nin Türkiye’de ilk defa düzenlenmesini sağlar. Spor üzerine teorik ve uygulamaya ilişkin önerilerini “Gürbüz Türk” dergisinde yayınlar. Tarcan’ın nereden geldiğine, bu makalelerinin referans bilgilerinin hangi ülkenin resmi yayınlarından tercüme edildiğine de bakmak gerek aslında..
O yıllar Kemalist kadroların, Normandiya köylüleri gibi, Anadolu yaylalarında, ayakları ile şaraplık üzüm ezen Türk kadınları aradığı yıllardır.. Musolini’nin “terbiye diktatörlüğü”ne hayrandırlar. Hitler’in doğum gününü kutlamadan dönerken bıyıklarının yarısı gitmiştir. Kartvizitlerinde unvan olarak “Führer” yazmaktadır. 10. Yıl albümüne mesajı alınan tek lider Hitler’dir ve o da “ortak idealler”den söz etmektedir.
19 Mayıs kutlamaları biçim olarak biraz Rus, biraz İtalyan’dır aslında. Kara ve kızılın buluşması. Buna biraz da Osmanlı eklemek gerek. 19 Mayıs’ta biraz Osmanlı’dan da alıntı var. Osmanlı’da 12 Mayıs’ta 1916’dan itibaren İDMAN BAYRAMI adı altında bir spor şenliği vardı. Maarif Nezareti Müfettişi olan Selim Sırrı Tarcan’ın şahsi teşebbüsüyle ilk defa bu tarihte Kadıköy’deki İttihad Spor Kulübü’nün çayırında ‘İdman Bayramı’ kutlaması yapılmıştı. Bu ilk İdman Bayramı’nda yeni bir zeybek oyunu da (Sarı Zeybek) dahil olmak üzere çeşitli gösteriler düzenlenmiştir. (Selim Sırrı Tarcan’ın hayatı hakkında geniş bilgi için bkz. Pars Tuğlacı, Çağdaş Türkiye, cilt: 3, İstanbul 1990, Cem Yayınevi. s.1965-1966.’dan özetlenerek)
Bu gelenek 1928’e kadar devam etti. 1928’de parti bu işe el attı ve bu tarihten itibaren JİMNASTİK ŞENLİKLERİ adıyla kutlanmaya başlandı. 24 Mayıs 1935’te, adı, gençliğin Atatürk’e bağlılık ve sadakatini sunması için ATATÜRK GÜNÜ spor etkinliklerine dönüştürüldü. Resmi bir bayram olarak kabul edilmemesine karşın ilk kez 1935 yılında ulusal düzeyde kutlanmıştır. Kutlamalar da 1936’dan 1938 yılına kadar CHP için ulu “öndere sadakat ayini” şeklinde cereyan etmiştir.
Atatürk’ün ölümünden yaklaşık beş ay önce resmi bir bayram olarak kabul edildi. İlk defa 1935 yılında ulusal düzeyde kutlandı. Mustafa Kemal ilk ve son kez 1938 yılında yapılan kutlamalara katıldı.
Bu konu burada bitmeyecek, yarın da devam edelim inşallah. Kim ne yapıyorsa yapsın da, neyin ne olduğunu bilelim önce. Selam ve dua ile.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Futbol ve Siyaset

font_01.gif
font_02.gif
font_03.gif
font_04.gif



Skoru Trabzon-Karabük, Fenerbahçe-Sivas karşılaşması belirleyecek deniyordu.. Asıl rekabet Fenerbahçe ile Trabzon arasında.. Sonuç belli oldu. Fenerbahçe de Trabzon da galip ama Spor Toto Süper Ligi’nin şampiyonu Fenerbahçe oldu. Nasip, kader, kısmet böyleymiş.. Ama birileri bu sonuçtan çok da memnun olmayacak. Birileri yine sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Kimi kornaya bastı, kimi maytap fırlattı, kimi silah sıktı..
Geçtiğimiz günlerde alkol firmalarının ve içki markalarının spor karşılaşmalarına sponsorlukları ve kendi markaları ile takım kurmaları yasaklanmıştı.. Kumarın alkolden farkı ne?.. Spor toto da kumar, şans, talih oyunu gibi bir şey değil mi? Aslında ne farkı var.. Yanlış aynı yanlış aslında.
Bursa’da yaşananlar sıradan, tekil, birtakım kontrol dışı psikopat tiplerin sebep olduğu bir olay değil. Bu olaylar, bu kültürün tabii sonucudur.. Bu olay bir uyuşturucu gibi gençlerin ruh dünyasını sarıyor. Sarsıyor.. Siz sivrisineklerle uğraşırken, bir yandan da bataklığı sulamaya devam ederek bu sorunla baş edemezsiniz..
Bu alana korkunç para aktarılıyor. Korkunç yatırım yapılıyor. Tesisler kuruluyor. Müthiş bir basın desteği var.. Futbol bir ticari faaliyet, bir sektör, lobisi var. “Derin Devlet” de işin içinde..
O elinde döner bıçağı ile sokağa çıkan genci üreten bu sistemdir. Sistem önce onu üretiyor, sonra da avlıyor.. Bu iş av için yetiştirilen ceylanı ormana bırakıp silahlı adamların avcı köpeklerle avının peşine düşmesi gibi bir şey..
Profesyonel sporda centilmenlik sözde.. Profesyoneller arasında şike de var, tekil centilmence tavırlar da, ama büyük izleyici kitlesi, televizyon başındaki insanlar kin, öfke, kıskançlık, ihtiras içinde kıvranıyorlar. Maç sonrası yaşanan trafik rezaleti, maganda kurşunları, bu işin toplum hayatındaki yansımalarını göstermeye yeter de artar bile..
İnsanlar niye “taraftar” olurlar. “Bir takımın fanatiği olmak” ne demek.. Fanatiklik, körü körüne inanmak demek değil mi? Bu da ilkellik değil mi? Başarıyı ödüllendirmek ve ona özenmek varken, “Ben güzele güzel demem güzel benim olmayınca” der gibi, ona düşman olmak, ona saldırmak neyin nesi. Hani sözü dinleyecek, işe bakacak doğrusuna destek olacaktık.. Kederler paylaşıldıkça azalır ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalırdı hani.. Başkalarının zaafında kendine güç, başkalarının acılarında kendilerine mutluluk arayan bu kalabalıklar kimlerden oluşuyor?
Bu işin içinde Hedonizm de var Sadisizm de.. Egoizm de var. Türkiye’nin en büyük ve en tehlikeli tarikatı da bu bana kalırsa.. Her kesimde hızla yayılıyor. Giderek bir milli felaket halini alıyor.. İşin içinde kumar da var. Kader, tevekkül, merhamet duygularını yok eden bir anlayış söz konusu.. İnsanlar bu süreçte birer terminatör haline geliyor. Gençlik sadist bir toplum için uygun bir iklim oluşturuluyor..
Bu işe seyirci kalıp seslerini kısanlar, alkış dağıtanlar, destek verenler, propagandasını yapanlar, herken bu sonuçtan sorumludur.
Özellikle hükümet, yerel yönetimler ve öğretmenlerin bu cinayete ortak olmamalı gerek. Spor yapmak başka bir şey, eğlenmek başka bir şey, gösteri yapmak başka bir şey, eğlenmek başka bir şey, kumar oynamak başka bir şey.. Burada her şey birbirine karışmış gibi gözüküyor..
Futbola ayıracağımız parayı, zamanı, ilgiyi başka alanlarda gösteremez miyiz?
Mesela bilim adamlarımız kanseri yenen bir ilaç geliştirseler, bu kadar coşkulu bir kutlama olacağını sanmıyorum. Futbola ayrıldığı kadar öyle bir projeye de kaynak aktarılır mı bilmiyorum. Ya da kimse vergi rekortmeninin kendi şehrinden bir işadamına ait olmasından böyle bir mutluluk duymaz.
Manken kızlar ya da kimi şarkıcılar, futbolcular bilim adamlarından daha fazla itibar görüyor bu memlekette.. Onun için de gençlerin rol modeli bilim adamları değil, bu adamlar.. O zaman ne bekliyorsunuz ki gençlerden.. Olacağı bu.. Popüler kültür, bilimi, sanatı, felsefeyi kovuyor.. Tıpkı kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi. Anlayacağınız taşları bağlamışlar ve birilerini serbest bırakmışlar.
İnsanlar öyle bir hale geldi ki, ne sağcı, ne solcu, futbolcu.. Birileri bir şekilde bu transformasyonu gerçekleştirmeyi başardı.. Bana göre fuhuş, kumar, alkol ve uyuşturucu Şeytanın 3 kardeşidir.. Hedonizm, Sadisizm ve Egoizmin olduğu yerde de bu üç kardeşi dans eder. Bana deseniz ki, bugün dünya kupası için futbol maçı var ve Türkiye şampiyonluk için oynuyor, karşı takım İsrail. Eğer yüzümü döner de o maçı izlersem namerdim! Bu işi fazla abarttığımı sanıyorsunuz değil mi, siz öyle sanın.
Selam ve dua ile..

YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Cumhuriyet Tarihinin İlk Askerî Darbesinin Sene-i Devriyesi…


19289.jpg

“Bütün darbeciler aynı lanetin mirasçısıdırlar. Darbeciler katiller sürüsüdür.” diyen A. Dilipak, darbecilerle hesaplaşmanın yıllarca süreceğini yazdı.


27 Mayıs darbesini yazan Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, "Türkiye hâlâ darbe kâbusundan kurtulabilmiş değil. Evren ve konsey üyesi arkadaşlarını, hâlâ beslemeye devam ediyor. Daha 28 Şubat'a sıra gelmedi. Çevik Bir'in, Koman'ın sesi çıkmasa da henüz sanık sandalyesine oturmuş değiller. Demirel de ortada dolaşıyor, Karadayı da.. Sezer'e, o dönemde neler yaşandığını soran yok. Daha işin başındayız ve bu hesaplaşmanın daha yıllarca süreceği anlaşılıyor." diyerek darbelerle topyekûn hesaplaşmanın önemine dikkat çekti.


İşte Dilipak'ın bugünkü yazısı:
Bugün 27 Mayıs
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit
Bugün, cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesinin sene-i devriyesi..
İlk darbeyi bu millet 2. Meclis'te yedi.. Ondan sonra da 46'ya kadar cunta devam etti.. Seçimler tek adam tarafından belirlenen adayların, parti üyeleri tarafından tek parti listesinde oylanması ile seçildi. Sistem açık oy, gizli tasnif.. Sandığın üzerinde CHP bayrağı örtülü ve başında jandarma bekliyor..
Rejim karşıtlığı ile suçlananlar savcısı, avukatı, temyizi olmayan İstiklal Mahkemelerinde yargılanıyordu. Yasaya göre karar verilmesi mecburiyeti de yoktu. Çünki verilen karar kanun sayılıyordu.. Darbeye gerek yoktu anlayacağınız..
46-50 arası ara dönem. 50'de iktidar değişikliği. Aslında yeni parti de yeni hükümet de CHP'nin içinden muvazaa ile çıkartılan bir grubun eseriydi. 60 darbesi aslında 46 öncesine geri dönüş operasyonu idi bir bakıma..
Her darbenin olduğu gibi 60 darbesinin de arkasında Amerika vardı.. Darbeciler akıllarınca, dinde reform yapacaklar, ezanı tekrar Türkçe'ye çevireceklerdi. Osman Nuri Çerman, Oktay Ekşi gibi isimler bunun için çabalıyordu..
Bir yandan bebek davası, köpek davası gibi davalarla kişiler halkın gözünde alay konusu yapılırken, öte yandan Ahmet Çiftçi isimli bir gazeteci-yazar, Aksaray sahilinde, Yassıada'ya deniz altından tünel kazıp Menderes'i kaçırmak için plan keşfi yaparken yakalanıp gözaltına alınıyordu. Cesetleri kıyma yapılıp asfaltların altına dökülen gençler meselesi, hepsi birer komploydu. Yassıada'daki yargılama tam bir kepazelikti.
Demokrat Parti milletvekili M. Sait Göker'i arayan kızlarına askerler, "Bin yıl geçse de bulamazsınız, boşuna aramayın!" der. Hayriye Göker, aradan geçen 51 yıl içinde en büyük üzüntülerinin ise, yaşadıklarından dolayı kimsenin kendilerinden özür dilememesi olduğunu ve "Bin yıl geçse de 27 Mayıs'ı unutmayacağız!" diyor. Göker o yıllarda 13 yaşında bir kız çocuğudur..
Sait Göker'e "Menderes'in yüzüne tükür bu cehennemden kurtul!" diye baskı yapmışlar.. Aşağılık adamlar bunlar.. Bütün darbeciler aynı lanetin mirasçısıdırlar..
Bugün güneydoğuda yaşananlar, 12 Eylül'de Diyarbakır cezaevinde yaşananlarla içinden çıkılmaz bir hale geldi..
Halkın parası ile alınan silahları, korumaya ant içtikleri halka çeviren bu alçaklar yüzünden bugünki kardeş kavgaları yaşanıyor ve ülke böylesine geri kaldı.. Yalan bir tarih uydurdular. Dini tehdit olarak gösterdiler. Öyle ya "irtica ile mücadele, istila ile mücadeleden onlara göre daha zor ve elzem bir mesele" idi..
Darbeciler katiller sürüsüdür. Aynı ülkenin çocuklarını, sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk diye birbirine kırdırdılar. Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK içine sızan bu çeteler bu ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet ürettiler..
Türkiye hâlâ bu darbe kâbusundan kurtulabilmiş değil.
Evren ve konsey üyesi arkadaşlarını, hâlâ beslemeye devam ediyor.
Daha 28 Şubat'a sıra gelmedi. Çevik Bir'in, Koman'ın sesi çıkmasa da henüz sanık sandalyesine oturmuş değiller. Demirel de ortada dolaşıyor, Karadayı da.. Sezer'e, o dönemde neler yaşandığını soran yok.. Daha işin başındayız ve bu hesaplaşmanın daha yıllarca süreceği anlaşılıyor.
Darbe Ankara'da yapılır, daha bu işin ucu Ankara'ya ulaşmadı, iki gazeteci tutuklandı kıyamet koptu, daha en azından 40-50 gazetecinin ifadesinin alınması gerek. Siyaset, bürokrasi, iş dünyasına uzamadı daha işin ucu.. Daha Erzincan, Malatya, Diyarbakır, Eskişehir, İzmir, Afyon, Adana, Bolu toplantılarının ayrıntıları çıkmadı ortaya..
Koç daha ortada yok.. İnan Kıraç'ın adı ortalıkta dolaşmaya başladı. Kıraç birçok şeyi biliyor. O majestelerinin kuryesi.. Derin güçler, CHP'den sonra şimdi de MHP'yi dizayn etmeye çalışıyor. Bahçeli gidici.. Seçimden önce mi desem, sonra mı bilmiyorum ama, Bahçeli artık emekli. Kılıçdaroğlu da öyle sanki. Geldikleri gibi gidecekler!..
Dünya Demokrasi hareketi bugün herkesi Twitterden 27 Mayıs'ı ve darbecileri protestoya çağırıyor.. @sivilkalkan; @27mayis; @DdhOrgTr. Ben de yarın Twitter de olacağım zaman zaman. Benim adresim de @aDilipak..
Biz katılımcı, çoğulcu, şeffaf, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti istiyoruz.. Bunun ilk adımı da bu hakların güvencesi olacak bir Anayasa, resmi ideoloji ve resmi tarih tezinin dayatılmasına son verilmesi ve rejimin koruyuculuğu adına darbe planları yapan kadroların, illegal yapıların ve çetelerin tasfiyesinden geçmektedir..
Selâm ve dua ile...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Kiramen katibin

Bankaya, postahaneye, resmi daireye gittiğinizde, alışveriş yaparken, hastahane, eczane her yerde izleniyorsunuz.
http://www.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=749488




Telefonunuz ve e-mailleriniz, sosyal media iletişimleriniz izleniyor. Daha doğrusu istendiğinde izlenirsiniz.. Bunların ortaya çıkması ayrı bir konu, ama on yıl sonra bile bunlar bir gün birileri tarafından ortaya çıkartılabilir..
Eğer birileri sizi izlemeye karar vermişse kurtulmanız zor.. Evinizin, iş yerinizin yakınına gelen ya da peşinizden takip eden bir araçla dinlenebilirsiniz.. Uzaktan dinleme yöntemleri de var.. Laser yöntemi ile çok uzaklardan, mekana hiçbir dinleme monte etmeden, cep telefonuna ihtiyaç duymadan dinlenebilirsiniz..
Gece ya da evde-işyerinde olmadığınız bir zamanda dışarıdan pencerenize dışarıdan mikro bir dinleme cihazı fırlatılmış olabilir..
Temizlik firmaları da bu açıdan önemli. Cihaz da yerleştirirler, bakımını da yaparlar..
Artık dinleme cihazları enerjisini güneşten alabiliyor.. Elde edilen datalar en yakın noktaya aktarılıyor, oradan da istenilen adrese..
Tabii iş yerinize sokulan canlı ajanlar, ya da çevrenizdeki insanlardan tehdit ve şantajla, ya da ideolojik, politik amaçlarla elde edilen bilgilerden, çetelerin fişleme faaliyetlerinden söz etmiyorum. Balyozda on binlerce bürokratın fişi var. Karı-kız ilişkisinden, rüşvet ilişkisine kadar. Elçi, vali, müdür, fark etmiyor.
Bir de Cinciler işe karışıyor. Ruh çağıranlar var. Yani esotorik takip var.
İşiniz zor. Kaçacak yeriniz yok
Hepsi bir tarafa unutmayın ki, bir de KİRAMEN KATİBİN var.. Bırakın söz ve işinizi aklınızdan, kalbinizden geçenler bile kaydediliyor..
Karar sizin..
Unutmayın panik havası içinde kaçarken daha kolay yakalanacaksınız.. Piyasa harika, çocuklar iyi iş çıkartıyorlar bu günlerde.. İzleyenler de izlenenler de aslında risk altında.. Unutmayın gazeteciler, istihbarat örgütleri, işadamları, çeteler herkes izleme yapıyor. Ve nasıl dünyada insan neslini yok edecek kadar nükleer başlığımız varsa, hayatı herkese zehir edecek kadar kaset var.. Olan oldu. Bu kasetler de hemen toprağa gömülmeyecek. Yanlış yapanlar korkmaya devam edecek..
İnsanlar Allah’tan daha çok ajanlardan polis şeflerinden korkuyorlar..
Wikipedia’da bu konuda şu açıklama var: Kirâmen Kâtibîn İslam dinininde, insanların sağ ve solunda bulunup yapılan iyi ve kötü davranışları tespit edip, yazan meleklere verilen isimdir. Kirâmen Kâtibîn melekleri, İslam’a göre, iki tanedir. Bu meleklerden biri kişinin solundadır ve kötü davranışlarını yazar, diğeri ise kişinin sağındadır ve iyi davranışları yazar.
Bu meleklerin varlığı Kur’an’da geçmektedir ve bu nedenle bu meleklere inanmak Müslümanlara farzdır. Kur’an’da bu iki melek hakkında şöyle denmiştir: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız. Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf suresi, 16-18) Ayrıca Kâf suresi, 20-21; Zuhruf Suresi 79-80 ve İnfitâr suresi, 11-12. ayetlerde de bu meleklerden bahsedilir. Kur’an’da bu meleklerin ahirette hesap gördükleri sırada insanlara şahitlik edecekleri de yer alır (bkz: Kâf suresi, 20-21).
Yani bu iş burada bitmeyecek.. Kaçacak yer de yok. Çünki bu kayıt herkesi kapsıyor ve tüm fiil ve sözlerimizi kayıt altına alıyor..
Birileri şimdi değişik bahanelerle kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Bir başkasının ahlaksızlığını, kendi ahlaksızlıklarını perdelemelek için bahane olarak kullanmaya çalışıyorlar..
Eğer ahiret gününe inanıyorsak, bunlar ortaya çıkmayacak mı? Orada bir yardımcı da yok. Bahane de..
Evren’in darbe yaptığını bilmeyen var mı? Ama hukuka göre, yargılanıp, mahkeme kararı kesinleşene kadar suçsuz gibi muamele görecektik. Lojmanda oturacak ve korunacaktır.. Bu geçen süredeki suçsuzluk, mutlak bir suçsuzluk değil. Bu CHP’li Tekin hakkında işlem yapılamaması gibi bir şey. Yani suçsuz olmak başka bir şey, mahkûm olmamak başka!
Olan oldu da şimdi yeni bu işlere girenler, keşke uçkurlarına sahip olabilseler..
Bu arada Balanlı sonrası siyaset şimdi daha zor.. Selâm ve dua ile..

Abdurrahman Dilipak - Yeni Akit
 

SaddbinMuaz

Profesör
Katılım
14 Nis 2011
Mesajlar
943
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Faydalı ve düşündürücü bir yazı... Müslümanların muhakemesi... Düşmanların tekrar düşünmesi gibi...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
‘AND’ı kaldırmak veya Fasizmle Yüzleşmek


12466.jpg

Türkiye’de yaşayan herkes Türkmüş.. Danıştay hazretleri öyle buyurmuş. CHP kafası bu! Yunanistan’da yaşayan herkes Yunan mı, Bulgaristan’da yaşayan herkes Bulgar, Almanya’da yaşayan herkes Alman mı? Rusya’da yaşayan herkes Rus mu? Abdurrahman Dilipak’ın yorumu:




Olmaz Kardeşim Vereceksin! / Abdurrahman DİLİPAK
Roni Margulies diyor ki bir yazısında: "Ben ne diyorum?
Varlığım Türk varlığına armağan olsun mu? Benimki zaten ufacık bir şey. Çam sakızı bile değil. Vermeyeyim, bana kalsın, olmaz mı?"
"Vermezsen ne mi olur", güzellikle vermezsen biz almasını biliriz!
Taraf'ın gayrimüslim yazarı Roni Margulies "and" konusunda ilginç bir yazıya imza attı. İlkokulda 5 yıl boyunca and içtiğini yazan Margulies, "Bu içkilerin sonucunda doğru veya çalışkan oldum mu, bilmem, ama Türk olamadığım kesin" dedi...
Türk olsan da olmasan da bu andı içeceksin kardeşim!. "5 yıl boyunca and içtim, Türkleşemedim" diyorsun. Ya ayağının teki havadaydı, ya içtiğin and, and değildi, ya da içiren iyi içirememiş!. Bu "içki"yi içeceksin.. Güzel bir benzetme. And, çorba gibi içildiğine göre, ona "içki" demek de beis yok. Ama biz çorbayı mesela kaşıkla içeriz. Hoşaf gibi..
Bu "içki" insanın aklını başından alıyor. Sarhoş ediyor.
Margulies içmeden sarhoş! "Ortaokulda üç yıl boyunca her Allah'ın pazartesi sabahı ve cuma öğle sonrası piyano eşliğinde İstiklal Marşı'nı söyledim. Olmadı, yine Türkleşemedim. (...) cumhuriyeti kuran kadroların bu imparatorluk artığı, çok ırklı, çok dinli, çok dilli topraklarda Türk ulus devleti yaratma, Türk olmayan herkesten kurtulma özleminin ifadesi bunlar. Ve başarmışlar. Bakmayın siz sınıf arkadaşlarım arasında Bedrosların, Hristoların olmasına. Türkiye'de bugün 2.000 Rum, 20.000 Yahudi, 60.000 Ermeni kaldı. "Gâvursuz köy olur mu" demiş ya adam. Olurmuş işte. Becerdiler. Ama tam istedikleri gibi de olmadı. Beceremedikleri bir şey kaldı. Kürtler kaldı!" diyor.
Mesela İmam-Hatip'te okurken bana zorla giydirilen şapka başımı ağrıtırdı.. Gıravat takınca boynumu sıkıyorlar sanki. Öyle değil biliyorum. Boynumu sıkan bu çağdaşlık dayatması. Nefes alamıyorum. Bak Roni. Ben içiyorsam, sen de içeceksin.. Onun canı "ufacık bir şey. Çam sakızı bile değil"miş. O minnacık çocukların canı ne kadar sanıyorsun..
Her milli bayramda yine bağırtacaklar o minnacık çocukları "Varlığım Türk varlığına armağan olsun" diye.
Türkiye'de yaşayan herkes Türkmüş.. Danıştay hazretleri öyle buyurmuş. CHP kafası bu! Yunanistan'da yaşayan herkes Yunan mı, Bulgaristan'da yaşayan herkes Bulgar, Almanya'da yaşayan herkes Alman mı? Rusya'da yaşayan herkes Rus mu? Akla ziyan iddialar bunlar.. Herkes Türk olacak derken, Türk bırakmıyorlar ortalıkta. Türk'ün "alameti farikası / onu o yapan, onu diğerlerinden ayıran" özelliklerini de yok ettiklerinin farkında değiller.
Roni, 40 yıl da and içse Türk olmayacaktı aslında. Olmadı da. Ama ona bu andı içirmekle zulmettiler, insanların kimlik ve kişiliklerini baskı altına almaya çalıştılar.. İnsanları Türklerden Türklükten nefret ettirmeye çalıştılar belki de.
Ayrılıkçı terör, etnik milliyetçilik dedikleri şey bu bataklıkta boy verdi.. Bu Türklüğü yücelten bir şey değil, aksine Türklere karşı bir komplo idi sanki.. Bu düzenleme, Türk'ü de rencide ediyor, Türk olmayanını da. Sadece bu işten rejimin kapı kulları, kafasını ADD ve ÇYDD'ye kiralamış dar bir kesim bu işden sadistçe bir haz alıyor sanki..
Bu kadar özel, resmi okul var. Bakalım bir tek müdür çıkıp bu uygulamayı kaldırma cesareti gösterecek mi? Sanmam. İstemediği için değil, korktuğu için.. Korku dağları tutmuş..
Hele şu seçim bir geçsin bakalım.. Eylül'de okullar açılsın, öğretmenler yapmazsa, veliler bu hukuksuzluğa bir çare bulacaklardır.. Bu işler Ergenekon kafası ile çözülmez!
Amerikan andına filan benzemez bu. Kraliçeye bağlılık andına da.. Herkesi "Tek adam"a, rejime bağlılığa zorlayan faşizan bir dayatma ile karşı karşıyayız.. Hiçbir hukuk devletinde böyle bir şey olmaz. Kürt sorunu diye bakmayalım bu soruna. Temelde adalet, hukuk, insan hakları ve özgürlük sorunu olarak bakmak gerek. Bu Türkiye'nin sorunu.. Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Alevi sorunu değil. Hepimizin ortak sorunu. Darbelerle, militarizmle, resmi ideoloji yoluyla bu sorun beslendi.. Birbirimize karşı kazanacak bir zaferimiz yok bizim. Bu da ayrı bir oyun.. Bir tek zafer var o da birlikte kazanacağımız zaferdir..
Biz bir imparatorluğun bakiyesiyiz. Herkes var burada. Bu dert hepimizin derdi. Etle tırnak gibiyiz artık.. Kürtlerin çoğu büyük şehirlerde yaşıyor, kimi kimden ayırıyorsunuz.. Ayırmak isteyenler, küçük lokmalara ayırıp, yine bizi bize kırdırarak bu ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmeye kalkanlardır.. Faşizmin Türk'ü Kürd'ü yok..
Ah be Roni.. Derdimi deştin..
Selâm ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
A.Dilipak - Mavi Tur

Özgürlük Filosu Üzerine Bir Analiz


24629.jpg

Mavi Marmara ve bir Türk gemisine muhtemel bir saldırı, eski davaya bir ek mahiyeti taşıyacak. Eğer İsrail bir saldırı düşünüyorsa, bunun BM ve Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde yeni bir dava konusu olması gerek.. Belki Türkiye’den bir gemi olmaması bu anlamda İsrail’in planlarının boşa çıkartılmasında büyük bir önem taşıyor. Abdurrahman Dilipak’ın yorumu:


Mavi Tur / Abdurrahman DİLİPAK
Mavi Tur deyince turistk bir tur hatırlanırdı. Mavi deyince Ecevit'in gömleği. Mavi Marmara'dan sonra, Mavi başka bir anlam kazanmaya başladı.. Şimdi, 22 ülkeden gönüllüler, daha önce açılan bu yoldan yeni bir özgürlük yolculuğuna çıkıyor. Büyük yürüyüş sürüyor..
İsrail Parlamentosu Türk Dostluk Grubu bir açıklama yaparak Erdoğan'ın seçim başarısını kutlamış ve ilişkilerin gelişmesini istediklerini açıklamışlar. Ama İsrail hükümetinden ses yok.. Daha da kötüsü İsrail Silahlı Kuvvetleri, henüz özür dileyip tazminat ödemeyi kabul etmediği gibi, meydan okumasını sürdürüyor ve bu gemileri açık denizlerde değil, bu defa bağlı bulundukları limanda vurabilecekleri tehdidini savuruyor.. Şecaat arz ediyor, kararlılık ve cesaret gösterisinde bulunuyor. Bu bir yerde korkusunun, çaresizliğinin ifadesi..
Öte yandan Netanyahu; "BM'de bir Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkmak için 30 ülke ile irtibat hâlindeyiz" diyerek, gerçek niyetini ortaya koyuyor.. Bugünkü İsrail yönetimi umutsuz bir vaka.
Bu arada bölgede son derece önemli ve sıcak gelişmeler yaşanıyor.. Suriye'de dehşetengiz şeyler yaşanıyor ve bana kalırsa Suriye yönetimi şansını kaybetti. Geri dönüşü mümkün olmayan bir sürece girdi.
Suriye, İsrail açısından olduğu kadar İran için de, Ürdün, Lübnan için de, İran için de, AB ülkeleri, özellikle Fransa ve tabii ABD, Çin için de son derece önemli bir ülke. Suriye, güvenlik açısından ve stratejik anlamda da Türkiye için hayati öneme sahip bir ülke aynı zamanda.
Suriye yönetiminin daha öncekilerden ders almayan akılsızca öfkeli tepkileri sonucu, uluslararası koalisyon son hazırlıklarını tamamlama aşamasına geldi.. Doğu Akdeniz'de ciddi bir hareketlilik gözleniyor.. Tabii ki bu hareketlilik, İsrail, Lübnan ve Suriye deniz kuvvetlerinin hareketliliği ile sınırlı bir hareketlilik değil.. 6. Filo da orada, Rusya'nın Akdeniz'deki çağrı kuvvetleri de, İtalya, Fransa, İspanya da orada. Türkiye de orada..
Orada olan bir başka askeri güç de İran. Eski bir savaş gemisi ve bir yük gemisi ile uluslararası sularda istihbarat topluyor, eğitim faaliyetleri yapıyor ve bazı askeri haberleşme sistemlerini test ediyorlar..
İran'ın bölgeye hurdaya sevk edilmesi gereken gemileri göndermiş olması akıllara, İran'ın sıcak bir çatışmaya hazırlıklı olduğu şeklinde yorumlanıyor..
Bu durum sadece Suriye'deki gelişmelerle ilgili değil.. Daha çok uluslararası koalisyonun Gazze'ye insani yardımda bulunma çabasının engellenmesi durumunda İran ile İsrail donanması arasında it dalaşı, taciz girişimleri yaşanabilir mi?
Aslında bölgedeki durum koalisyonu da rahatsız etmiyor değil.. Bu defa, ona yakın ülkenin donanmasının seyir halinde oldukları bir koridordan geçerek Gazze'ye doğru yol alacaklar. Bu sivil bir koalisyon, ama bölge asker kaynıyor..
Türkiye'den sivil insanlar ve İHH koalisyondaki yerini koruyor.. Ama, Türkiye kendine ait bayrak taşıyan bir gemiyle filoda yer almayacak. Mavi Marmara'nın teknik ve hukuki eksiklikleri tamamlanamadığı için sefere katılamadığı açıklandı. Ancak bu gemi Türk halkı tarafından Gazze için alındı. Bu gemi de eninde sonunda Gazze'ye gidecek..
Kendi aramızda konuşuyoruz da, Türkiye'nin bu kadar önde olması konvoyun yapısı ve maksadı ile çelişmiyor mu? Bu, uluslararası vicdani bir hareket. Evet biz de varız, ama bu iş bizden, yani İslâm dünyasından ve Türkiye'den ibaret değil ki.. Türkiye'yi, Mavi Marmara'yı gözümüze çok yaklaştırınca arkasındaki uluslararası bir projeyi görünmez kılıyoruz.. Bir de Mavi Marmara sembol bir fenomen haline geldi, ama öbür yandan da bir paratonere dönüştü.. Biz bunun kavgasını vermiyoruz ki. Dikkatlerin Mavi Marmara'ya değil, Gazze'ye çekilmesi lazım. Hukuki açıdan da, Mavi Marmara ve bir Türk gemisine muhtemel bir saldırı, eski davaya bir ek mahiyeti taşıyacak. Eğer İsrail bir saldırı düşünüyorsa, bunun BM ve Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde yeni bir dava konusu olması gerek.. Belki Türkiye'den bir gemi olmaması bu anlamda İsrail'in planlarının boşa çıkartılmasında büyük bir önem taşıyor.
Amma, bizim bu koalisyonda yer almamız, bu gemilerde etkin bir şekilde bulunmamız, İHH'nın bu işin içinde, önünde ve arkasında yer alması, Türkiye'nin bu konuda duyarlılığını kaybetmemesi bizim için bir namus meselesidir.. İsrail, bizim bu tavrımızı bir başka yöne çekemeyeceği kadar katiyetle bu konuda hassasiyet gösterilmesi gerekir.. Gemi sefere çıktığı andan itibaren Kudüs ve Gazze gönüllüleri tetikte beklemelidir..
Ahmet Davutoğlu'nun bu konudaki hassasiyetini biliyorum. Suriye konusunda da bu hassasiyetin korunması önemli.. Böylesine kritik bir zamanda ve kritik bir dönümde herkesin çok dikkatli olması gerek.. Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Cemaat ve siyaset




Bazı cemaat üyeleri öfkeli. Hatırlanmadıklarını, kâle alınmadıklarını düşünüyor olabilirler.
Bir de “iktidara yakın cemaat” konusu birilerini rahatsız ediyor.. Ama bu arada ortaya çıkan şöyle bir durum var: Cemaatlerin ya gerçekten gücü kalmamış ya da kanaat önderleri kendi cemaatlerine söz geçiremiyor.. Kanaat önderlerinin tercihlerindeki farklılık tabanın aklını iyiden iyiye karıştırmış durumda.
Kimi AK Parti diyor, Kimi Saadet, Kimi MHP diyor, kimi DP. Ama mesela HAS Parti diyen yok.. Sanırım “Sol İslam” çıkışı “Cemaat”ı rahatsız etti.. Hatta Nurcular arasında bile görüş birliği yok. Kimi DP diyor, kimi AK Parti.. Beni asıl kaygılandıran yanı bu işin, neden tepedekiler istişare ve şuraya gitmiyorlar. Hakeme gitmiyorlar.. En azından birbirlerinin farklı tercihlerine karşı anlayışlı davranmıyorlar.. Sonuçta hepsi de “itaat” istiyor. Bunların gaybi bir haber kaynakları, güçleri filan yok. Öyle 40’lar 7’ler meclisinden kalkıp gelecek olsalardı, kendi aralarında bu kadar ihtilafa düşmezlerdi herhalde. İhtilaf etseler bile birbirlerine bu kadar acımasız olmazlardı..
Hem öbür taraf bu işe müdahale ediyor idi ise Hz. Ali ile Hz. Aişe arasındaki ihtilafı, Hilafet ve İmamet sorununu niye çözmediler ki.. En azından bunların hepsi birden aynı anda doğru söylüyor olamazlar. Sadece biri doğru söylüyor olabilir, peki o kim..
Eğer gaybi tasarruflarla bu işler çözülüyorsa, niye bu kadar mezhebi ihtilaf var.. Kur’an-ı Kerim’in mutlak anlamını biri çıkıp söylesin o zaman. Uydurma ve sahih hadisleri ayırsın.. Bu kadar mezhep imamına, muhaddise ne gerek vardı o zaman.. Eğer ihtilaf aklı ise, o zaman birbirlerinin varlık ve meşruiyetini kabul etmeleri gerekir..
Sonuçta tasavvufun da suyunu çıkarttık. 28 Şubat’taki Kalkancı olayı hepimize ders olmalı.. Değerli bir abimizin yurtdışında eğitim görmüş akıllı çocukları bile bu işin peşine takılmadılar mı?
Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.. Geleneksel yapılar yıkılıyor.. Kendilerini köklerinden yeniden ihya ve inşa edemeyenler zamanın bu dönüştürücü gücüne karşı direnemeyecek..
Bana göre Tasavvuf geleneği hâlâ güçlü. Ama üzerine sıvanan çamurlar arınıyor, parçalanıyor, dökülüyor.. O ruh kendine yeni bir taban/yeni bir beden bulacak. İlimle, ahlakla ve hikmetle, yeni bir kelami uyanışla ve yeni bir estetik duyarlılıkla yeniden hayata dönecek.. Bu da “musalla taşında meyyit gibi” olarak varılacak bir hedef değil..
Biz kimsenin ilahı ve Rabbi değiliz. Kimse de bizim ilahımız ve Rabbimiz değildir. İlahımız Allah’tır. Kimse kimsenin heva ve heveslerinin hesaplarının, ihtiraslarının peşinden koşmasın.. Kimse kimseye aklını kiraya vermesin.. Herkes yaptıklarından sorumludur, hiç kimse masum değildir. Herkes için bu dünyada tartışılan konularda yanılma ihtimali vardır. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde hayır olabilir. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikati bize öbür dünyada gösterilecektir. Ananın evladından kaçtığı günde de herkes tek başına imtihan olunacaktır.
Birileri size bir şey söylüyor da, siz o şey üzerinde düşünmeden onu kabul ediyorsanız, bu onları ilah ve Rab edinmek demektir.. Kanaat önderlerinizi, siyasileri daha doğrusu hiç kimseyi İlah ve Rab edinmeyin.. “Onlar din büyüklerini ilah ve Rab edindikleri için helak oldular.
Resulullah’a, “Bunu abd sıfatınla mı, resul sıfatınla mı söylüyorsun” diye soran ümmet nerede?
Allah’a, resulüne ve kitaba iman edenler tek bir cemaat iken, “Müminler kardeştir” şiarını bırakıp sadece kendi fırka, meşreb ve tarikini “ihvan” edenler ne yaptıklarının farkındalar mı? Kimse kimseyi kendi yoluna çağırmasın. Allah’a, kitabına, resulüne çağırsın.. Şeytan bizi Kur’an’la aldatmasın!
Haydin hep beraber Allahın ipine tutunalım. Her biri gökteki yıldızlar gibi olan, alim, muvahhit, mücahid, hikmet sahibi alim ve zahidlerin aydınlık yolundan ilerleyelim.. Tüm tariklerin alimleri bizim ortak değerimizdir. Onlar verestül embiyadır..
Bilelim ki, bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde hayır olabilir.. İttifak ettiğimizde birlikte olalım, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görelim. İşi kendi yakınımıza değil, ehline verelim. Sözü dinleyelim; doğrusuna tabi olan, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumlardan yana, zalimlere karşı duralım. Bir topluluğa olan öfkemiz bile, bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin.. İktidar dönüştürür; hem toplumu ve hem de iktidar sahiplerini.. Birileri dönüştürürlerken kendilerine dönüşürler aslında.. Kimse kendini mutlaklaştırmasın. “Biz olmasaydık, siz helak olmuştunuz” gibi yaklaşımlar bizi hakikate götürmez. Allah dilerse sebebini de kendi halkeder. Allah (cc) kimseye muhtaç değildir.. Şimdi her şeyi, nefsimizi ve sahip olduğumuz her şeyi, asrın idrakine söyletmek adına İslam’ı, Allah, kitap ve resul çizgisinde yeniden tanzim etmek zorundayız. İtaati de, muhalefeti de. Selam ve dua ile.
YENİ AKİT
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Abdurrahman Dilipak kısmını dili ve fikri karışık diye değiştirmek gerek.Çünkü doğrularla yanlışları karıştırıyor.Bu karışık şeylerin hepsini doğru gibi sunuyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Abdurrahman Dilipak - Vicdani red

Vicdani red

Hem vicdani red konusu sadece askere gitmekle ilgili değil ki, mesela Muhammed Ali biliyorsunuz Vietnam savaşına gitmemek için asker olmayı reddetmişti.
http://www.haber7.com/uye-islem.php?cmd=addNews&nID=766694


Yine yeni bir Askeri Şûra var. Yine gündemde tutuklu generallerin durumu ve hakkında dava açılan paşaların terfi ettirilip ettirilmeyeceği tartışılıyor.. Evet, haklarında kesinleşmiş bir karar yok. Kenan Evren’in de 12 Eylül darbesini yaptığına dair, kesinleşmiş bir mahkeme kararı yok. O da hukuk önünde şüphelidir.. Eğer bir de tutuklanmışsa, kaçma, belgeleri karartma konusunda kuvvetli şüpheler, bilgi, belge ve tanıkların olduğuna işarettir bu. İsterlerse bir subayı eşi başörtülü diye sorgusuz ve sualsiz ordudan ihraç edenler, şimdi darbecilikle suçlanan paşaları terfi ettirme çabasındalar..

Son olarak Büyükanıt, bir korgeneral ve bir albay hakkında daha mahkeme savcılığa suç duyurusunda bulundu.. Eldeki bilgi ve belgeler incelendiğinde bunun arkası gelecek gibi gözüküyor..

12 Eylül’de uygulanan Bayrak planı belli. Balyoz o plan üzerinde çalışılmış. O kadar kapsamlı bir darbe planından bu kadar sanıkla çıkmak mümkün değil gibi gözüküyor.

Ordudan bu kadar general atılırsa savunma zafiyeti oluşmaz mı? Hiç sanmam, TSK’da general fazlası var. Obez ordu savaşamaz.. Peki bu, alt kademelerde huzursuzluğa yol açmaz mı? Hayır, aksine önleri açılacağı için alt kademedekiler bundan memnun bile olurlar. Türkiye’de subay da asker de fazla..

Katır sırtında ve yaya şekilde silah taşıyarak gerilla savaşı veren 3-5.000 eğitimsiz militan, hava, kara desteğine sahip yüzbinlerce askere karşı 30 yıldır direniyor.. Kendi vatandaşını fişleyenler, terör konusunda nerede ise ciddi bir şey yapmamışlar. Ortada şaibeli bir sürü iddia var..

Ben yıllardır, hemen her YAŞ döneminde vicdani red konusunda YAŞ’a başvuruyorum.. Vicdani redçiler, askerliklerini Kızılay’da yapsınlar.. Zaten askerde de bu işi yapan personel yok mu? İşte sadece savaşta değil, barışta tabii afetlerde, yurt dışında görev yapacak çok sayıda insana ihtiyacımız var.. İlkyardım bilgileri verilsin, bunlar hasta ve yaralıları cephe dışına taşısınlar..

Yükseklik korkusu gibi kapalı yerde kalma korkusu da olabilir insanların, karanlık korkusu, ölüm korkusu da olabilir.. Bunlar, kanıtlanması çok kolay hadiseler değil. Metal alerjisi olabilir.. Her zaman emir demiri kesmez.. Hem vicdani red konusu sadece askere gitmekle ilgili değil ki, mesela Muhammed Ali biliyorsunuz Vietnam savaşına gitmemek için asker olmayı reddetmişti.. Yani, mesela darbeci bir cunta, içeride baskı uygulamak için, komşu bir ülkeye saldırı planı yapmışsa ne olacak? Vietnam örneği mesela. İnsanlar vicdanen tatmin olmadıkları durumlarda “hayır” diyebilmeli! Gandicilik oynayan Kılıçdaroğlu’nun bu konuda söyleyecek bir çift sözü var mı bilmiyorum. Hani CHP’nin gölge kabinesinin Milli Savunma Bakanı bir şey söyleyecek mi göreceğiz.. Bu arada “Vicdani Red”çilik bir “Sivil İtaatsizlik” eylemidir ve “Şiddetsizlik” içerir.. Bu benim Kızılay önerim, insani yardım faaliyetleri için de ciddi bir kaynak oluşturacaktır..

Vicdanî ret, dar anlamda “bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesidir.” Birey, askeri hizmete alternatif olarak önerilen kamu hizmetini de reddederse buna “total ret” denir. Yehova Şahidleri için böyle bir sorun var. Amish’ler için de.

İşin dini bir boyutu da var yani.. Mennonitler mesela. Özellikle Hollanda ve ABD’de askerlik yapmazlar. Dahası maaşlarından kesilen verginin askeri amaçlar için kullanılmasına da karşı çıkarlar.. Vietnam savaşında büyük bir çiftlik sahibi, Vietnam savaşı için bütçeden ayrılan paranın genel bütçeye nisbeti oranında vergisinden kesip savaş karşıtı bir vakfa bu parayı bağışlamıştı.. Sonunda o davayı kazandı.

Vicdani ret hakkı, günümüzde BM İnsan Hakları Komisyonu ve AP tarafından temel insani hak olarak kabul edilmiştir. AB ülkelerinde bu hakkın tamamlanmasından sonra bu kişiler kamu görevlerinde istihdam edildiler.. İngiltere, 18. yy sonlarında Quaker inancına sahip olanları zorunlu askere alınmadan muaf tutmuş ve 1916’da da vicdanî reddi anayasasına dahil etmiştir.

İngiltere’yi 1917’de Danimarka, 1920’de de İsveç izlemiştir. Ayrıca pek çok ülke 17 ve 18. yüzyıllardan itibaren askerliği zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayalı uyguladığı için etkin olarak vicdani ret diye bir tanımlamaya gerek duymamıştır. Türkiye’de 2008 yılına kadar 16’sı kadın olmak üzere toplam 86 vicdanî redçi çıktı. Vicdanî ret hakkının tanındığı bazı ülkeler şunlar: İngiltere (1916), Danimarka (1920), İsveç(1920), Hollanda (1922), Finlandiya (1931), Almanya (1949), Fransa (1963), Lüksemburg (1963), İtalya (1972), Avusturya (1974), Portekiz (1976), İspanya (1978), Polonya (1988), Macaristan (1989), Letonya (1990), Çek Cumhuriyeti (1990), Slovakya Cumhuriyeti (1990), Slovenya (1991), Estonya (1994), Yunanistan (1997), Litvanya (1997). 2009 yılı itibarı ile 88 ülkede zorunlu askerlik uygulaması olmadığından, ayrı bir vicdani ret tanımlamasına da gerek kalmamıştır. Vicdani ret konusunda önemli isimlerden bazıları şunlar: Socrates, Mahatma Gandhi, Martin Luther King, Malcolm X (Malik el Şahbaz), Mevlana Ebulkelam Azad, Henry David THOREAU. Şimdi cevabını arayan soru şu: “Türkiye, vicdani reddin bir hak olduğuna ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4/3-b maddesini imzaladı. AİHM kararları da belli. Ancak Türkiye, Avrupa Konseyi’ne üye devletlerden vicdani ret hakkını tanımayan tek devlet. Neden hâlâ Türkiye’de zorunlu askerlik var?” Selam ve dua ile.


Vakit
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Mehdi ve Mesih'i Bekleyenlerden Olmak!


Mehdi ve Mesih beklentisi içinde olanlar, önce insanlık tarihinin en büyük fitne ve felaketini bekleyip, sonra da bekledikleri felaket kendilerini bulunca kurtuluş umudu ile birbirinin boğazına sarılacak insanlar olmasın sakın.. Abdurrahman Dilipak’ın yorumu:



Mehdi mi dediniz? / Abdurrahman Dilipak
Herkes Mehdi’yi konuşuyor, Mesih’i konuşuyor, Deccal, Yecüc Mecüc..
Mehdi ve Mesih gelecek, bizi Deccal ve Yecüc Mecüc’den kurtaracak..
Mehdi ve Mesih’e ilişkin inanışlar da, Mehdi ve Mesih dünyayı bugünki belalardan kurtarmak için değil, felaketlerin artık geri dönülemez noktaya gelmesinden, savaş, kıtlık, tabii afetler ve hastalıklarla yeryüzündeki insanların topluca ölmeye başladıkları, savaşların yeryüzünü kapladığı zamanda, Deccal’in fitnesinin ardından bir de Yecüc’ü Mecüc’ü (Gog ve Magog)’un yeryüzünü işgal etmeye başladıkları bir zamanda, Mehdi ve Mesih gelip bizi kurtaracak..
Gelecek gelmeyecek, bu ayrı bir konu. Şiilerin Mehdisi ile Sünnilerin beklediği Mehdi aynı kişi mi? Ya da Yahudilerin Meşiyah’ı ile Hıristiyanların Mesihi, Müslümanların iman ettikleri Mesih aynı kişi mi? Kimse bu işin ayrıntıları ile ilgili değil. Sonuçta bir “kurtarıcı” bekliyorlar..
Ama o kurtarıcıyı beklerken yaşayacakları büyük felaketi es geçiyorlar.. ve ondan sonra kısa bir iyileşmenin ardından yeniden işlerin karışacağı ve dünyanın sonunun geleceğini de hesaba katmıyorlar sanki.. Melheme-i Kübra, Hıristiyanların sözünü ettiği Armagedon savaşı nasıl bir savaş kimsenin fikri var mı?
Mehdi ve Mesih’i niye bekliyorsunuz ki? Yeni bir vahiy getirmeyecekler.. Söyledikleri, bugünki düşüncelerinize ve beklentilerinize uymadığında ne yapacaksınız?
Kendilerinin Mehdi ya da Mesih olduğunu söyleyen herkese inanmayacaksınız herhalde.. Ya birden fazla çıkarsa, birini diğerinden nasıl ayırt edeceksiniz.. Mehdi ve Mesih anlaşmazlığa düşerse ne olacak?
Uymanız gereken kurallar bugünden belli. Uyun o zaman.. Mehdi gelse de gelmese de cennete gideceksiniz. Uymanız gereken kurallara uymazsanız Mehdi ve Mesih gelse de gelmese de cehenneme gideceksiniz..
Ortalıkta bir sürü Mehdi dolaşıyor. Kimilerine göre Ahmedi Nejad Mehdi’nin kontrolünde.. Zuhur etti de ilan için gün sayıyorlar.. Kayıp imam,Gerçek İslam Şiadır, Ehli Sünnet sapmadır” derse kabul edecek misiniz? Ya da gelen Mehdi,Ehli Sünnet Fırka-i Naciye’dir, Şia sapmadır” derse, Şiilerin kendi kayıp imamları dışında bir imamın peşinden gideceğini mi sanıyorsunuz?
Mehdi ve Mesih beklentisi içinde olanlar, önce insanlık tarihinin en büyük fitne ve felaketini bekleyip, sonra da bekledikleri felaket kendilerini bulunca kurtuluş umudu ile birbirinin boğazına sarılacak insanlar olmasın sakın..
Benim ömrüm içinde kim gelir, kim gelmez bilmem. Ben ahir zaman peygamberinin ümmetiyim onu bilirim.. Gelen kişinin adı Mehdi olsun ya da olmasın, bana Kur’an’a, Resulullah’ın siret ve sünnetine uygun, hikmet ve adalet içerikli şeyler söyleyecek olursa ona uyarım.. Değilse asla uymayacağım.. Adı Mehdi de olsa, babasının adı Abdullah, annesinin adı Amine de olsa..
Falan şeyh böyle demiş”, “falan ülkedeki Müslümanlar tabi olmuşlar”, çok da itibar edeceğimi sanmam. Yani “beni musalla taşında meyyid gibi bulmayacaklar”. Fısk ve zulüm içerikli işler yaparsa kimse o, ona karşı da direnirim. “Bizden olan bir imam, bize danışır, bize hesap verir, bizi korur, bizi Hakk’a çağırır, kendine değil, Allah’a ve Resulüne, Kitaba, ümmetin birliğine çağırır”. Yoksa benim ırkımdan, dinimden, mezhebimden olması yetmez. Derisinin renginin de derimin renginden olması gerekmez..
Biz, Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Allah’a, Resulüne, Kitaba iman edenler tek bir cemaattir.. Biz kardeşiz. Bizim işlerimiz istişare ve şûra iledir.. İttifak ettiğimiz zaman birlikte hareket eder, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görürüz.. Dinde tartışmaya girmeyiz.. Zanlarımızı nas yerine koymayız. Din büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyiz. Biliriz ki, “Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murad etmiş olabilir.. Biz bilmeyiz Allah bilir”.
Allah’ın bizi nasıl imtihan edeceğini bilmiyoruz. Hz. Nuh’un oğlu gemiye binmedi. Hz. Lut’un karısı peşinden gitmedi. Hz. Aişe ve Hz. Ali anlaşamadılar. Yakub aleyhisselamın 11 oğlu Yusuf’u öldürmek için plan yaptı. Bunlar peygamber ocağında oldu. Ama Firavun’un sarayında Musa, Harun, Yuşa (AS) yetişti. Azer’in puthanesinden Hz. İbrahim çıktı.. Hz. Ali zamanında Mekke’de yaşayıp cehenneme gitmek, Stalin zamanında Moskova’da yaşayıp cennete gitmek mümkün.. Eğer Hz. Ali’nin oğullarına kılıç çektiyseniz vay halinize. Siz Şeyh Şamil’seniz ne mutlu size!
Gün bugündür. Dem bu dem. Dün geçmişte kaldı. Geleceği bilmiyoruz. Öyle ise geçmişin bilgi birikimi ve geleceğin umudu ile bugünü ihya etmeye çalışalım. Selâm ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Ve Ramazan...

Bu sene bizim Ramazanımız, Ağustos’a denk geldi.. Ağustos, adını Augustus’dan alır. Kemalist kadrolar öyle buyurmuşlar..


Mart ve Mayıs da batıdan transfer. Agustus tapınağı var Ankara’da Hacı Bayram Camii’nin hemen yanında. Augustus Tapınağı M.Ö. 25 yılından sonra, Frigya tanrısı “Men” adına yapılmış olan tapınak zamanla yıkılmıştır. Bugün kalıntıları bulunan tapınak ise son Galata hükümdarı Amintos’un oğlu kral Pilamenes tarafından Roma İmparatoru Augustus adına, ona bir bağlılık sembolü olmak üzere inşa edilmiştir.. Daha sonra kilise olarak kullanıldı ise de bugün bir harabe. Ağustos deyince, yaz sıcağı, 30 Ağustos ve YAŞ geliyor akla.
Ramazan, şeytanların hızının kesildiği, bizim hızımızın arttığı bir zaman.. İçinde Kadir Gecesi bulunan, bin aydan daha hayırlı bir geceyi içinde barındıran bir ay..
Ramazan ayında camiler dolup taşacak göreceksiniz.. Daha fazla yardım yapılacak. Yüz milyonlarca lira zenginlerin cebinden çıkıp yoksullara akacak.. Daha az suç işlenecek. Daha az boşanma vakası yaşanacak.. Daha az içki tüketilecek.. Küsler barışacak.. Aileler kucaklaşacak, dualar edilecek, hatimler indirilecek. Kimileri itikafa girecek..
İftar sofralarında, bu yıl yine milyonlarca insan karnını doyuracak.. Bir ara “Şeker Bayramı” demeye kalktılar ama tutmadı. Bu arada, Ramazan şenlikleri biraz can sıkıcı. Ramazan’ın maneviyatı, ruhaniyeti ile alakası olmayan şarkı, türkü, eğlenceler, Osmanlı’nın yıkılış dönemindeki Levantenlerin Ramazan eğlencelerini hatırlatıyor.. Ramazan’ın zirvesi, ne başı, ne sonu, Kadir gecesidir. Finalde bayram var..
Her sene olduğu gibi bu sene de yüzbinlerce hemşehrimiz yine Mekke ve Medine’de olacak..
Ramazan ayında din daha görünür bir hal alıyor.. Daha bir coşkuyla kutlanıyor ramazanlar.. Sahur, iftar, teravih, hatim duaları..
Her Ramazan’da Müslümanlar daha güçlüdür, her anlamda. Sayımız her Ramazan’da sıçrar..
Son yıllarda Ramazanlarda kitap fuarları açılıyor.. Hayır çarşıları kuruluyor (kermes adını sevmiyorum. Kirshe Messe, yani kilise fuarı, kilise yardım çarşısı gibi bir anlamı var. Eskiden Hollanda ve Flandre’da kilise bayramları anlamına da gelir..), yoksullar giydiriliyor. Bir de “Bergama Kermesi” var. Wikipedia’daki bilgiye göre; “Bu kermes, Bergama’nın tarihsel, kültürel ve doğal güzelliklerinin tanıtılması amacıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı bir festivaldir. İlki 1937 yılında gerçekleşen Bergama Kermesi, her yıl aralıksız devam etmektedir. Türkiye’nin ilk, dünyanın ise Fransa’nın Nice şehrinde yapılandan sonra ikinci yerel festivalidir.”
Bu Ramazan’da önümüzde bir de Afrika’daki kıtlık ve açlık var. Halk ayaklanmalarının yaşandığı Libya, Yemen, Suriye ile ilgili sorunlarımız var.. Özellikle imkanı olanların Somali’deki aç insanlara yardım elini uzatması gerek.. İmkanı olan herkesin sadece yardım etmekle kalmaması, oraya gitmesi gerek. Orayla ticaret yapmamız gerek.. Aslında Afrika halkları yoksul değil.. “Beyaz Adam”ın kurbanıdır. Madenleri var, işletemiyorlar. Tarım, hayvancılık her şey mümkün, ama hiçbir şeyleri yok.. O insanların iş güç sahibi olması gerek.
Bu Ramazan’ı daha anlamlı hale getirmek için Kur’an’ı okumaya başlayalım. Ya da Peygamberimizin hayatını, ya da bir akaid kitabı mesela. Mutlaka bu ay bir kitap okuyalım..
Yazının devamını okumak için bu linki kullanabilirsiniz
Abdurrahman Dilipak - Yeni Akit
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İran, Suriye ve Hizbullah Denklemi


Aradaki samimiyet ve güven ortadan kalkarsa, vahdet ve dayanışma üzerinde yükselen Lübnan Hizbullahı bu işten yara alır.. Bana kalırsa Hizbullah’ın gücü Suriye üzerinden İran’ın gönderdiği Rus ve Çin silahlarından ibaret değil..



Bana sorarsanız.. / Abdurrahman Dilipak
Dün kaldığımız yerden devam edelim.
İnternet andıcı davasını biliyorsunuz.. Bana kalırsa en büyük internet andıcı bu değil.. İçinde ABD, İsrail ve İngiltere’nin de yer aldığı daha büyük ve daha tehlikeli bir internet andıcı ile karşı karşıyayız. Bir sürü İslami dersler veren internet sitesinde çok tehlikeli mesajlar verilmektedir..
Şii-Sünni ihtilafını Mehdiyet ile ilişkilendiren siteler konusunda ihtiyad edin..
Şiilik, Selefilik / Vehhabilik ve tasavvuf konusunun birlikte ele alındığı ortamlarda başka hesapların işin içinde olabileceğini unutmayalım.. Ben, sanki, adım adım kirli bir oyunun içine doğru çekilmek istendiğimizi düşünüyorum..
Bazı internet siteleri daha şimdiden delillerini, kaynaklarını göstererek Şiilerin Mehdisinin Deccal olduğunu yazıp çizmeye başladılar bile.. Kayıp imamın şeceresi belli olduğu halde onun Beni İsrail ricalinden biri olduğunu ve Davud ve Süleyman aleyhisselamın şeriatı ile amel edeceğini söylüyorlar.
Bir sürü İsrailiyat, bir sürü yalan yanlış rivayetle, birileri bir çatışmaya körükle gidiyor sanki..
İran da, Suriye’deki diktatörlük karşısındaki tutumu ile Sünni dünyasındaki saygınlığını ciddi bir şekilde riske soktu..
Hadi Ahmedi Nejat Hüccetiye hareketinin etkisinde Mehdiyetle ilgili böyle bir politika izliyor, Kum ne diyor bu hususta? Rehberlik ne diyor, Pastar ne diyor, Bazar ne diyor, Meclis ne diyor?
Eğer aradaki samimiyet ve güven ortadan kalkarsa, vahdet ve dayanışma üzerinde yükselen Lübnan Hizbullahı bu işten yara alır.. Bana kalırsa Hizbullah’ın gücü Suriye üzerinden İran’ın gönderdiği Rus ve Çin silahlarından ibaret değil..
Ahmedi Nejat Suriye politikası ile birilerinin körükle gittikleri yangına benzin döküyor.
Suriye yönetiminin devam etme şansı yok.. Akılsızca bir yola saptılar ve kan döktüler.. İran böyle davranarak hem Suriye’yi, hem de Sünni dünyayı kaybedecek gibi gözüküyor..
Suriye bir bakıma, Ahmedi Nejat’tan aldığı cesaretle böyle bir çılgınlığa kalkışmıştır..
İran Suriye’yi elde tutayım derken Türkiye’yi kaybetmeyi göze mi alıyor yoksa.. Suriye ve İran Türkiye’yi kaybederse, bu boşluğu ne İran için tek başına Suriye, ne de Suriye için tek başına İran doldurabilir..
Bu işde Suriye kadar İran da yara alıyor.. Ben İran rejiminin Suriye rejimi ile ideolojik ve dini bir birlikteliğinin olduğunu düşünmüyorum. Nuseyrilik, Caferiyenin Sünniliğe uzaklığından daha uzaktadır Caferiliğe. İran’ın bir tramplen tahtasına, bir üsse ihtiyacı var Lübnan ve İsrail’in sınırında.. Tamamen stratejik, askeri ve siyasi sebeblerle bu sürece dahil oluyor.. Bir diğer konu da Mehdi’nin zuhuru, hareket alanı açısından. Bu da tabii ki dini arka planı olan bir konu. İran için bugünün değil yakın geleceğin önemli bir konusu.. Eğer bu konuda, beklenen gerçekleşecekse Şia Sünni dünyanın desteğini arkasına almadan hiçbir yere gidemez. Eğer bu iş bir Şii-Sünni hesaplaşmasına dönecek olursa da, bu durum İsrail’in emellerine hizmet etmekten başka bir işe yaramaz..
İran Suriye’den vazgeçmek zorundadır.. Esad kaybetti. Muhtemelen bu işle böyle devam edecek olursa o da kendini Lahey’de bulacaktır..
İran için de Suriye için de Türkiye’yi kaybetmek, elde etmeyi düşündüğü hiçbir başarı ile eş değer değildir.
İnternetteki yalan-dolan, kafa karıştırıcı yayınlar konusunda ihtiyad edelim.. Birileri bizim kan ve gözyaşlarımız üzerine kendilerine iktidar ve servet hesabı yapıyor..
Orta yol en iyisidir. Sözü dinleyip doğrusuna destek vermek gerek. Her hangi bir iş de de aynı metot geçerli. Şu meselede şu, bu meselede bu haklıdır. Biz her zaman haklılardan yana olalım..
Fitne zamanında her şey birbirine karışır.. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Fasıkların haberlerine dikkat edelim lütfen. İstişare ve şûra ile hareket edelim. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde de hayır olabileceği ihtimalini elden bırakmayalım.. Ayetlerde apaçık belirtilmeyen hususlarda hemen hareket etmeyelim.. Kardeş kanına elimize bulamayalım. Birilerine olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin.. Yoksa düşmana gerek kalmaz, kendi kendimizin işini bitiririz.. Şeytan da düğün bayram eder.
Hz. Ali ve Hz. Hasan-Hüseyin’in başına gelenleri biliyorsunuz. Bir sürü insan dillerinin ucuna Allah’ın ayetlerini geçirip, ayetleri savaştırmadılar mı, haşa!
Kerbela’dan ders alalım. Fitneye alet olmayalım.. Ramazan ayıdır, çokça dua edelim. O dualarımız olmasaydı, ne işe yarardık ki!
Selâm ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
30101.jpg



“Beyaz Müslümanlar”ın Para ve İktidarla İmtihanı...


Ramazan’ı tek başına yardımlaşmaya indirgemek, onu vicdani bir sorumluluk alanına hapsetmek anlamına gelir. Ramazan daha fazla bir şeyler ifade eder..



“Beyaz Müslümanlar”ın para ve iktidarla imtihanı...
Abdurrahman Dilipak
Önce şu Kılıçdaroğlu vakası ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Bilmiyorum ama böyle bir ana muhalefet lideri başka ülkede yoktur. Kendi ülkenin dışişleri bakanı, bir komşu ülkeyle kritik bir görüşme yaparken, sen ne olup bittiğini bilmeden basın kanalı ile muhalefet yapma adına suizanna dayalı şeyler söyleyeceksin.
Yazık! Bunu ancak CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu gibi biri yapabilirdi ve onu da yaptılar.. Tebrikler..
Diğer, asıl konum bir özeleştiri.. Hali pür melalimizle ilgili..
Eskiden yoğ idi, iş bu rivayet yeni çıktı. Şimdi artık bizim bir de “beyaz Müslümanlar”ımız var..
Evet iktidar, servet ve şöhret dönüştürücü bir güçtür, ancak bu güç, ilk önce kendini ele geçireni dönüştürür.. Bizim de kendi “burjuva”mız oluşuyor. Bizim de kendi derin devletimiz oluşuyor.. Biz de farkında olmadan onlara benziyoruz..
Bu sadece iktidar sahipleri ve zenginler için değil, yoksul kesimde de onlara özenenler var.
Televizyonda Ramazan ekranına çıkıp Müslümanlık dersi veren kimi “marka” isimlere baksanıza.. “Yeni İslamcılık” diye bir şey çıktı. Devletin TSE damgalı bir “İslam” dayatması vardı ve ona karşı çıkıyorduk. Şimdi ise medianın pazarlamaya çalıştığı “Neo İslamcılık” tehdidi ile karşı karşıyayız.
İşin ilginç yanı, “İslamcı” kanallarda çıkmıyor bu tür yayınlar..
Devletin sopası derimizi çürütüyordu dün, bugün neo İslamcılar ruhumuzu çürütüyor..
Şatafatlı, lükse kaçan iftar sofraları, toplumsal öfkenin adresi haline gelmeye başladı.. Ramazan adına kimileri sabahtan akşama yemek tarifi anlatıyor. Ramazan’da neyi nasıl yiyeceğimizi ekran diyetisyenleri belirliyor artık. Kur’an, Sünnet değil..
Ramazan sofrasının yanında Ramazan şenliği ikram ediyoruz meydanlarda!
Ramazan tek başına yardımlaşma da değil. Yoksulu doyurmaktan ibaret değil bu iş. Zengin semtlerdeki beyni ve kalbi sevgi ve merhametten yoksun birçok insanın yoksulluğu, karnı aç insanların yoksulluğundan daha trajiktir aslında.. Ramazan’ı tek başına yardımlaşmaya indirgemek, onu vicdani bir sorumluluk alanına hapsetmek anlamına gelir. Ramazan daha fazla bir şeyler ifade eder..
Bazı iş adamlarımızın sponsor oldukları programlar, kullandıkları reklam dili, konu mankenleri, verdikleri mesajlar pek de iç açıcı değil.. Bir gün oğulları ve kızlarının ürün kataloglarındaki mankenlere benzeyebileceğini unutmamalılar.. Bu silah önce kendi çocuklarını vurur. Tehlikenin farkına vardıklarında ise vakit çok geç olacaktır.
AK Parti’ye yakın kanalların seküler karakterleri de bu anlamda büyük önem taşıyor.. Aynı çevrelerin gazete ve dergilerinde de aynı şeyi görmek mümkün..
“Cemaat” diye tanımlanan yapılar bile, sermaye ve siyaset ilişkilerinde çok farklı noktalara savrulmuş durumdalar.. Dini bir takım semboller, görsel efektlerle dini gerekler sanki yerine getiriliyormuş gibi bir hava veriliyor.
Başı açık “mücahideler”, namazsız “mücahidler” her yerde.. Marka tutkunu, özenti, şımarık, kompleksli, görgüsüz tipler bu halleri ile dindar çevrelere zarar veriyorlar.
İktidarı paylaşan makam sahipleri, makamlarının bildik yaşam tarzlarını, dini hayat tarzlarının gereklerinin önüne koyuyorlar sanki..
Bütün mesele, onların sahip oldukları imkanları ele geçirmekten ibaret miydi? Onların yaşam tarzına duyulan bir arzunun yön verdiği kıskançlık mıydı birileri için bu durum?..
Hemen o yeni konsepte uygun evlerine çekildiler.. Mütedeyyin çevrelerle aralarına kalın duvarlar ördüler.. “Din kardeşliği” buraya kadarmış diyor, eskilerden biri. İktidar ve serveti paylaşma noktasına kadar!
Cemil Çiçek’in MÜSİAD iftarındaki tepkisi sanırım biraz da bu konuyla ilgili. Tayyip Erdoğan’ın da bu gidişten ciddi bir şekilde rahatsızlık duyduğunu söyledi, ona yakın bir arkadaş.
Bizden birileri bu işi görgüsüzlüğe döndürdüler.. Birileri sahip olduğu serveti ve iktidar gücünü kaybetmemek için, korkarım en yakın arkadaşını bile feda etmeyi göze alacak noktaya geldi. O tip insanlar çoğalmaya başladı.. “Tarikat-cemaat dayanışması” gibi gösterilmeye çalışılan şey de, aslında makam ve servete ulaşmanın aracı gibi, kimilerine göre..
Bizimkiler de artık “kâm alıyorlar dünyadan”.. Eee çok çalıştılar, biraz da onlar tadına varsınlar bu işin! Kimileri böyle düşünüyor.
Bu bizim para ve iktidarla imtihanımızdır..
Şükretmezsek Allah nimetini elimizden alır.. Üç beş tane belediye başkanı, politikacının heva ve hevesleri uğruna yakaladığımız rüzgarı kaybetmeyelim.. Güzel şeyler de oluyor ülkemizde, talihsiz işler de.. Aman dikkat!
Selam ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dindarlık “in” ya!




Askerlerin borusunun öttüğü zaman, emekli paşalar batık bankaların yönetim kurulunda idi..
Şimdi irtica “moda”. Kadrona emekli müftü alacaksın.. Vakıf kurup, ilahiyat öğrencisine burs vereceksin. Cemaata yakın duracaksın..
Eskiden Güneydoğuda iki kardeş, ya da kuzenden biri CHP, ötekisi AP’den aday olurdu. Sevdiklerinden değil, sadece Ankara’da işleri görülsün diye..
Refahyol kuruldu, MÜSİAD’a üye patlaması yaşandı. 28 Şubat oldu, MÜSİAD üyelerinin bir kısmı yok oldu anında..
Şimdi AK Partili oldu herkes. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyorlar. Herkes “Cemaat”a yakın durmaya çalışıyor..
Mesela şu Süzer, bir zamanlar 28 Şubat rüzgarın sert estiği günlerde Mesut Yılmaz’la kol kola girip, o Süzer kulesini diken grub değil mi? Ama artık Vakfının yönetiminde, mütevellisinde Masonlar, Rotaryenler, emekli generaller değil, “Bizimkiler” var..
Bu işler böyledir.. Yarın gün değişir, vitrin tekrar değişir, gelen ağam, giden paşamdır her zaman.. Gelenin keyfi için geçmişe sövülür bazen.. Hayat böyle devam eder gider..
Şimdi herkes AK Parti’ye yakın durmaya çalışacaktır. Özellikle de sermaye çevreleri.. O çevrelerle ortaklıklar kurmaya çalışacaklardır..
Bana kalırsa bizimkiler birilerine kolay lokma olmamalı, vitrin dekoru olmamalı..
Bu, bundan sonra daha da artacak. Birileri bundan sonra daha çok bize yakınlaşacak..
Bugüne kadar müesseselerinde başörtüsüne izin vermeyenler, işyerlerinde mescid açmak şöyle dursun, çalışanlarına namaz kılmak için bile izin vermeyenler, bir anda kapılarını başörtülülere açacak ve törenle mescid açacaklar..
İster misiniz Süzer Pizza Hut ve KFC de mescid açsın.. The Ritz-Carlton da mescid var mı bilmiyorum ama, yoksa da açılması yakındır..
Ee, bizimkiler de işyerinde mescid açmayanları boykota hazırlanıyor, başörtülü çalıştırmayan iş yerlerini de.. “Bizi dışlayanları, biz de dışlarız” diye düşünüyor gençler..
Şimdi gittikleri yerlerde, “Mescid var mı?” diye sormuyorlar, “Mescid nerede?” diye soruyorlar..
Bazı muhafazakar patronlar bile 28 Şubat’ta başörtülüleri işten çıkarmış, mescidleri kapatmışlardı.. Şimdi rüzgar tersine döndü.. Bu defa laikler de mescid açıyorlar..
Yakında TSK’da, bütün birimlerde “Din görevlisi istihdamı” gündeme gelirse şaşmayın ve tabii bütün birliklerde de cami ve mescid açılacaktır. Orduevlerinde de.. 2500 YAŞ’zede dönüyor kamuya.. O kadar emekli var. Artık Orduevine başörtülü giriş yasağı diye bir şey olmaz umarım..
Eskiden namaz kılacak petrol istasyonu bulamazdık, şimdi sanırım mescidi olmayan petrol istasyonu kalmadı..
Kimisi korku tünelinden çıktığı için, kimisi demokrasi adına, kimi menfaati icabı bu yönde tavır takınacak.. Ama ben, kendilerine yardıma gelen, ortaklık teklif eden, kendi kadrolarında kendilerine yer ayıranlar konusunda kardeşlerimi uyarmak istiyorum..
Kim bilir belki hidayete ermişlerdir, bu da mümkün. Ya da belki orada siz bu insanlara bu vesile ile bazı gerçekleri anlatabilirsiniz, bu da not edilmesi gereken bir husus. Ama unutmayın, bir ihtimal daha var, sizi oltaya takılan yem gibi kullanmasınlar, Bataklık gülüne dönmeyesiniz, sizi karanlık emelleri için kullanmasınlar.
Malumdur, “ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı”.. Sizi, geçmiş günahlarının hesabının sorulmasından korktukları için bir kalkan gibi kullanmasınlar..
Yani, demem o ki, 28 Şubat’ta sermaye, emekli paşaları kullandığı gibi, sizi de kullanmasın.
Tabii şu da var, aslında paşalar da bu patronları kullanıyordu. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuştu. Tamahkarla muhteris buluşunca olan oldu. İki taraf da bu işten zararlı çıktı..
Hani CHP bile vitrinine başörtülü kadın ya da emekli bir müftü arayışına girdiğine göre, bu işin önünü almak artık pek kolay değil artık..
Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Karamehmetler, Doğan Media, Doğuş, başörtüsü ve mescid konusunda bakalım daha ne kadar direnebilecekler.
Mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırılarak, kimi zaman eksiltilerek imtihan ediliyoruz ve Allah (cc) servet ve iktidarı ülkeler ve halklar arasında evirip çevirmeye devam ediyor.. Selâm ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Karanlığın en koyu anı...




Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Kemal ve zeval noktası zirvede buluşur.
Bakmayın yakın planda birçok şeyin kötüye gider gibi gözüktüğüne.. İyi şeyler de oluyor..
PKK yanlış yaptı, güvenlik güçleri hazırlıklarını tamamlamadan onları üzerine çekmeyi denedi, halkı kışkırtacaklardı. Bir gün sonra MGK vardı. Başbakan cuma günü Somali’ye gidecekti.. Elde bir istihbarat vardı, onu değerlendirmek istediler ama sonuçta kendi oyunlarına geldiler..
Asıl operasyon bayramdan sonra.. Bu ani gelişme, PKK için bir gece baskınına döndü.. Ve süreç erken başladı.
Bu baskın, PKK’nın askeri konvoyun geçiş bilgilerini nasıl ele geçirdiği sorularını gündeme getirdi. Kriptoları mı ele geçirdiler, içeride bir köstebek mi var, sorusu zihinleri kurcalamaya devam ediyor..
Terörle mücadelede yeni bir dönemin başlamakta olduğu kesin.. Ne içeride ne dışarıda terör kampı bırakılmayacağı gibi, terörün uzantısı şeklindeki Truva atı gibi görünen örgütler de tasfiye edilecek. Konu yargıya taşınacak, diplomatik yollardan da ciddi bir girişim başlatılacak..
Kandil, halk hareketinden, iç savaştan söz etmeye başlamıştı. Güçlerinin %5’ini devreye soktuklarını söylüyordu, gerekirse devlet ricalini de vurabilecekleri gibi çok üst telden konuşmalar yapıyorlardı artık.
Bu süreçte Apo örgütü mü kontrol edemiyordu ya da iktidara karşı oyalama taktiği mi güdüyordu bilmiyorum ama, örgütteki fraksiyonlar arasında görüş farklılığı olduğu da bir gerçek..
Zaten örgüt genel yapısı itibarı ile, başta İsrail olmak üzere, diğer birçok ülkenin istihbarat ajanlarının etkisine açık bir yapıda.. Mafialaşan, gasp yapan, uyuşturucuya bulaşmış adamları da olan bir yapıda..
Son operasyonların acze düşen Türk Ergenekonuna destek için aynı derin merkezler tarafından Kürt Ergenekonunun devreye sokulduğu iddiasını da es geçmemek lazım..
Bu arada CHP ve MHP’nin eşzamanlı olarak yeniden yapılandırılmaya çalışılması da dikkat çekici.. CHP bir kez daha üst yönetimini değiştirerek kongreye gidiyor. MHP de “kemik sesleri” duyulacağı söyleniyor.. Siyasi arena bir el tarafından yeniden dizayn ediliyor..
Bu arada ilginç, önemli gelişmeler de oluyor çevremizde. Suriye tutuklamaları ve askeri operasyonları durdurdu.. Ama artık Hariri dosyası mahkemeye gitmiş oldu.. Suriye girdiği yolun çıkmaz sokak olduğunu geç fark etti.. Türkiye’nin elini bırakması da yapabileceği en büyük yanlıştı. İran kurtarsın bakalım şimdi Suriye’yi kurtarabiliyorsa.. Suriye kendine yazık etti. Hizbullah bile olanlara karşı çıktı. Esad’a birilerinin “kendi düşen ağlamaz” ata sözünü hatırlatması gerekiyor.. “Yanlışın neresinden dönülürse kâr olduğu” gerçeğini de Esad’ın bilmesi gerekir.. Belki Esad’ın şimdi yapması gereken bir Ankara ziyareti ile bundan sonraki yol haritasının, Türkiye’nin ve İİT ve Arap Birliği’nin işbirliği ile birlikte belirlenmesidir..
Yine diğer bir güzel haber, Kaddafi ülkeyi terk etmeyi kabul etti. Geçici hükümetin şu günlerde ülke genelinde yönetimi devralması bekleniyor.. Bu önemli bir gelişme..
İsrail’in Türkiye’den özür dilememe kararı da aslında bu süreçte Ankara’nın elini güçlendiren bir gelişme, iç politika ve İslam ülkeleri ile ilişkilerde, Türkiye’nin İsrail’i bir kambur gibi sırtına alması zamanlama açısından doğru olmayacaktı. Şimdi Türkiye İsrail’e karşı yaptırımları artıracak. BM’nin Mavi Marmara raporunu açıklamasının ardından konu uluslararası arena ve yargıya taşınacak..
İsrail Mavi Marmara konusunda “özür dilememe” kararı aldığına göre tazminat da vermek istemeyecektir. Ambargo konusunda da politika değişikliğine gitmeyecek demektir.. Bu durumda İsrail bunlarla yetinmeyecek, Türkiye’yi uluslararası arenada ve hatta kendi topraklarımızda köşeye sıkıştırmaya çalışacaktır. Onun için terörle İsrail arasındaki derin bağın deşifre edilmesi gerekir. Yine borsadaki dalgalanmalar konusuna da dikkat etmek gerekir.. Türk ve Kürt Ergenekonunun İsrail ile derin ve yakın ilişkisinin de bu vesile ile yakın takibe alınması gerekir..
Suriye ve Libya’nın geri adım atmasının ardından Yemen’de de sonuç alıcı gelişmeler yaşanabilir..
Türkiye’nin Somali’deki insanlık trajedisi ile ilgili politikası, Türkiye’yi Afrika ve bölgedeki diğer devletlerdeki gelişmeler konusunda daha hassas davranmaya sevk edecektir.. Türkiye Afrika’da kriz ortaya çıktıktan sonra devreye girmek yerine, kriz oluşurken sürece müdahil olarak krizin oluşmasına mani olmak isteyecektir. Sadece kriz oluşmasın diye değil, her şeyin bundan böyle daha iyi olması için de, Türkiye’nin, Afrika’ya yönelik bir stratejik planı devreye sokması beklenmelidir.. Bu konu elbette TİKA’nın da işin içinde olacağı ama TİKA’dan da öte birtakım kurumların konu ile ilgili sorumluluk üstlenmesi ile hedefe ulaştırılacaktır.
Selâm ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Türkiye baharı


21 Ağustos 2011Şair öyle demişti: “Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın..”
Kitapda öyle yazılıydı: “O zalimler yakında nasıl bir yıkılışla altüst edileceklerini bileceklerdir.”
Biz biliriz ki, “Allah, zalime mühlet verir. Fakat onu bir de yakalayınca artık bırakmaz.”
Erdem Beyazıt 70’lerin başında şöyle haykırıyordu: “Bekleyin inananlar, bahar gelecek bahar”. “Sürüp gelen çağlardan çağlara /Renk veren tarihe yeşil çağlayan / Savaşçı yüreğinden savaşçı yüreğine / Cezayir’den Senegal’den / Yüreğimin içine Boğaziçine / Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne. / Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım / Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun / İnsan barışa dursun, selama dursun zaman / Sabır savaş zafer. Adım: MÜSLÜMAN.”
“Zafer yakındı ve zafer inananların olacaktı”. Öteler ötesinden gelen müjdeli bir haberdi bu bizim için.. Bir şey kaybedildiği yerde bulunur.. Biz uygarlığımızı bu coğrafyada kaybettik ve burada bulacağız.. Türkiye baharı, sadece Türklerin değil, Arabın, Kürdün, Acemin, velhasıl, ümmetin baharı olacak. Mısır’da, Libya’da, Yemen’de, Tunus’da, Suriye’de olan şeyler de farklı bir şey değil aslında. “Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini/ Çün defterler açılıp hesap soruldukta/ Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta/ Milletim omuz omuza verip/ Kıyama duruldukta./ Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini/ Sabırla söküyorum bu tarih gecesini.”
Bahar havası birilerini tedirgin etmiş olacak ki, var güçleri ile saldırıyorlar..
Oysa “Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır”.
Bana göre, Türkiye neden böyle ise, Suriye onun için öyle. Kürt Ergenekonu ile Türk Ergenekonu kanka.. Birbirlerinin varlık sebebi..
Somali gerçeği Türkiye’nin derin gerçeğinden bağımsız değil..
Birileri kaybetmekte olduklarını gördü ve düğmeye bastı. Şimdi topyekûn saldırıya geçtiler..
Bunların Kandil’de mi, Diyarbakır’da mı oldukları önemli değil. Her yerde elleri, kolları, gözleri, adamları olduğu muhakkak.. 30 yıllık bir savaştan söz ediyoruz..
Tek tek cephelerini kaybediyorlar. Şimdi siyasi bir kriz varken, ekonomik krizden söz edilirken, Suriye’de işler karışmışken, Ergenekonun askeri cenahında tedirginlik varken birileri dem bu demdir diye kolları sıvadı gibi sanki.. Gözleri dönmüş bunların. Ramazan filan dinlemiyorlar.. Öfkeyle kalktılar, sonuçta zararla oturacaklar..
Türkiye bir yandan derin devletle, öte yandan muhalefetle baş etmeye çalışıyor. O yetmedi terör saldırıları bitmek bilmiyor.. Bir yandan da ekonomik krize karşı tedbir almak gerekiyor.. Bu arada Somali’de bir insanlık dramı yaşanıyor ve oraya bir el atmak gerekiyor. Suriye de öyle. Burnumuzun dibinde bir insanlık dramı yaşanıyor.. Bütün bunların arasında askeri komuta kademesi yeniden yapılandırılıyor. Yeni kurulan hükümet önümüzdeki dönem için hazırlık yapıyor. Daha birçok bakanlıkta bakan yardımcıları bile atanmadı.. Bütün bunlar olurken bir yandan da anayasa çalışmalarına başlanması gerekiyor..
Muhalefet tatil yapıyor ve ahkam kesiyor. Öyle ya bekara karı boşamak kolay.. Bütün bu olayların ana müsebbibi olan çetelerin avukatlığını üstlenecek, onları parlamentoya taşımaya çalışacak sonra da kalkıp akıl vermeye kalkacaksın.. Kelin ilacı olsa kendi başına çalardı. Bu eleştirilerin sahipleri kendi iktidarları döneminde ne yaptılar, ona bakmak gerek bir de..
Hem yangına körükle gidecek, hem de herkese akıl vereceksin.. ‘Laf ile verirler aleme binlerce nizamat, bin seyyie bulunur hanelerinde..’
Madem İslam Konferası Teşkilatı’nın adını İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI’na çevirdik, gereğini yapalım. İslam ülkeleri arası sorunların hakemlikle çözülmesine ilişkin bir hakem görevi yapacak Adalet Divanı da kurulabilir.. Somali için acil müdahale yapılanmasına benzer yarı askeri bir birimi, iç savaş ya da insanlık dışı muameleler için de kuralım.. Somali, Suriye, Mısır, Yemen bu açıdan bir vesile oluştursun. Biz de bu musibetleri bir nasihat olarak algılayalım..
Birileri bu iyimserlik havasının gerçek olmaması için çalışıyor.
Birileri dağı işaret ediyor ama bana kalırsa terörün patronları Ankara’da.. Türk Ergenekonu köşeye sıkıştı, Kürt Ergenekonunu devreye soktular.. Asıl maksatları bu hükümeti çalışamaz hale getirmekten de öte anayasa değişikliğini engellemek. Bu bir intikam savaşıdır. İsrail mediasının sessiz devrim diye tanımladığı değişim sürecini geri çevirmeye yönelik bir plan. Bu planın içinde İsrail’in de olması sürpriz karşılanmamalıdır.. PKK’ya destek verenlerin de artık kimin maşası olduklarını görmeleri gerek. Sonunda Allah’ın dediği olacak. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz, Allah bilir.
Selâm ve dua ile.
YENİ AKİT
 
Üst