Abdurrahman Dilipak : Hz İsa Hristiyan Değildi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bu saldırılar bir darbe planının parçası olabilir mi?

Bana kalırsa kirli bir oyunla karşı karşıyayız. Dolardaki artış, borsadaki düşüş, faiz baskısı da, terör de, bana kalırsa aynı kaynaktan besleniyor. Borsa krizleri, petrol, altın fiyatları da aynı çetenin uzmanlık alanı içinde. Bu “topyekun bir savaş ilanı”dır.. Birileri düğmeye bastı.. Bu iş PKK’dan ibaret değil.

Birileri seçimlerden umudunu kesti. Anayasa değişikliği de gerçekleştirilirse, bunun kendileri için bir “son” olmasından korkuyorlar.. Onun için de ellerinden geleni artlarına koymayacaklar.. Bu onlar için varolup olmama meselesi. Saldırıyı tertipleyenlerle, halkı teröre karşı sokağa çağıranlar aynı çevreler..

Aynı çevreler işçileri, öğrencileri, emeklileri de sokağa çekmeye çalışıyor. Yani dünyadaki toplumsal hareketlere benzer bir hareket tezgahlamaya çalışıyorlar..

Açık söylüyorum, bu Türk derin devletinin bir darbe girişimidir. Piyasada kriz, sokakta eylem, terörde yükseliş, ardından siyasi kriz.. 29 Ekim öncesi ortaya çıkan bu olayların arkası gelecek.

Düşünebiliyor musunuz, 8 noktada birden senkronize bir operasyon sözkonusu.. Dışarıda bir kara harekatı başlamış durumda.

Tam da böyle bir zamanda, birileri demokratik taleplerle, açılımı engellemek için terörü bahane olarak kullanma çabasında.. Birileri “tavşana kaç, tazıya tut” diyor.. Kontrollü bir bunalım stratejisi de değil bu, kendilerini kaybetmiş, köşeye sıkışmış hissedenler bundan sonra ne olursa olsun, inceldiği yerden kopsun noktasına geldiler..

Türkiye’de Ergenekon, bölgede İsrail ve Suriye köşeye sıkışmış durumda.. Bu noktada kendi aralarında derin bir ittifak oluşmuş gözüküyor..

Düşünebiliyor musunuz, bölgeye 300 kadar terörist, ellerinde ağır silahlar ve 24 saat sürecek bir çatışma için mühimmatla geliyorlar ve kimse bunları fark etmiyor..

Böyle bir olay, içeriden destek alınmadan gerçekleştirilemez.. Ankara gözüne Kandil’i çok yaklaştırırsa, Apo’yu çok yaklaştırırsa, arkasındaki derin gerçeği kaybeder..

Bu işin içinde Apo da var PKK da, ama tek gerçek bu değil.. Bu süreçte bu yapılar sıradan bir taşeron, hepsi bu kadar.. Derin gerçek çok daha karışık. MİT bu gerçeği açıklamalı. Şamil Tayyar’ın Timaş’tan çıkan Kürt Ergenekonu, bu konuda aslında ilginç ayrıntılar içeriyor..

Türk kardeşlerim de, Kürt kardeşlerim de gerçeği görmeli artık. Kirli bir oyunla karşı karşıyayız. Türk ve Kürtlerin kanları ve gözyaşları üzerine birileri kendilerine iktidar ve servet hesabı yapıyor. Türklerin Kürtlere, Kürtlerin Türklere karşı kazanacakları bir zafer yok, ama bu kirli oyunun baronlarına karşı birlikte kazanacağımız tek bir zafer var..

Bu noktada kesinlikle, Anayasa değişikliğinden, açılımlardan, insan haklarına saygılı, katılımcı, çoğulcu, şeffaf bir hukuk devleti talebinden, derin devlete karşı verilen mücadeleden asla vazgeçilmemeli.. Asla! Bakmayın siz Bahçeli’ye, Kılıçdaroğlu’na. Onlar avukatlığını yaptıkları derin yapıların istedikleri şeyleri yapıyorlar. Sıkıyönetim asla!.. Teröristlerle mücadeleyi Kürt düşmanlığına dönüştürme çabalarına asla alet olunmamalı.. Panik yok. Kışkırtmalara kapılmak yok.

Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır.

Eğer bu krizi doğru yönetirsek, birileri kazdığı çukura kendisi düşecek, kendi oyununa gelecektir..

Bu, Kürt Ergenekonundan ve onun yan kuruluşlarından önce Türk Ergenekonunun planı gibi gözükmektedir.. İki Ergenekon da milli değildir ve ilişkileri sanıldığından daha eski, köklü ve derindir. Bu yapının merkezinde de İsrail istihbaratı vardır..

İsrail’in Türkiye’ye karşı örtülü savaş ilanının sebebini anlamak kimse için zor olmasa gerekir. Daha önceki tehditleri ile bu gün yaşananlar tencere-kapak ilişkisini hatırlatmaktadır..

Bu günden yarına bir çözüm yok. Sabırlı olmamız gerek.. 30 yıllık bir bela bu günden yarına çözülmeyecek. Ama bu günkü kritik eşik aşıldığında bundan sonrası daha kolay olacak..

Hitler, Polonya’ya saldırmak için, Almanya’nın Polonya sınır karakoluna, Polonya askeri elbisesi giydirilmiş Gestapo ajanlarınca bir saldırı düzenletti, sonra da Polonya’nın Almanya’ya saldırdığı bahanesi ile Polonya’yı işgal etti.

Biz anne katilinin cenazesinde nasıl ağladığını ve suçu başkalarına yıkmaya çalıştığını görmedik mi?

Birileri yine iş üzerinde. Darbe yapsın, Ergenekoncular kurtulsun, sonra iç savaş çıksın, birileri kandan, vurgundan beslenmeye, aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinde kendilerine iktidar ve servet üretmeye devam etsinler.. Bu arada İsrail de Türkiye’den kurtulsun..

Kimse bu kirli ve kanlı oyuna alet olmasın. Melek maskeli şeytanlara dikkat! Selam ve dua ile..
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bir diktatörün ölümü
Trajik son! Ve Kaddafi öldürüldü. Ne kendi eyledi rahat, ne aleme verdi huzur, öldü gitti nihayet, dayansın ehli gubur!

69’da 28 yaşındayken iktidarı ele geçirdi ve bir daha bırakmadı. Kısa süre sonra megalomaniye yakalandı ve kanlı bir diktatörlük kurdu..

Kayıp bir 42 yıl ve harap bir ülke bıraktı arkasında. Darbe olduğunda ilkokula giden çocuklar bu gün 50 yaşını geride bıraktı. Keşke Kaddafi’nin sağ ele geçirilmesi için titizlik gösterilebilseydi. Onun tanıklığı, ölüsünden daha değerli olacaktı.. Ama olan oldu!

Şimdi Libya’da sıra yeni bir düzenin kurulmasında. Libya halkının önünde ince uzun bir yol var.. Partiler kurulacak, kurucu meclis teşkil edilecek, geçici hükümet göreve başlayacak, atamalar yapılacak, anayasa, referandum, seçimler, bugünden yarına olacak şeyler değil.

Geçici hükümet kurulduktan sonra NATO kuvvetleri ülkeden ayrılacak..

Libya da özgürlüğüne kavuştuğuna göre bakalım sıra kimde. Suriye mi, Yemen mi daha önce özgürleşecek göreceğiz. Her iki ülkede de kritik eşik aşıldı. Geri dönüşün mümkün olduğunu sanmıyorum.. Bu iki ülkede de yaşanacak olanlar, finalin zaman, ekonomi ve can maliyetinin ne olacağını gösterecek, o kadar!

Her iki ülke lideri için 3 seçenek var. Ya Tunus diktatörü gibi bir başka ülkeye kaçacaklar, ya Mısır diktatörü gibi teslim olacak ve yargılanacaklar, ya da akibetleri Kaddafi gibi olack.

Kaddafi kendi akılsızlığına çocuklarını da kurban etti..

Ne İran, ne Rusya, ne Çin ve ne de Fransa Suriye’yi kurtarabilir bundan sonra..

Oysa Esad için onurlu bir geri çekilme kapısı açıktı, ama bu şansını kullanamadı.. O da Kaddafi’nin izinden giderek yandaşları ile belli merkezlerde kendi lehine gösteriler yaptırıyor..

Özellikle AB ülkeleri ve ABD’ye yayılan protestoların, Arap dünyasındaki değişim rüzgarlarını daha da şiddetli bir biçimde etkileyeceğini düşünüyorum.. Bu rüzgarın Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Rusya’ya, Balkanlar’a, Kafkaslar’a, Çin’den Hindistan’a kadar dünyanın dört bir yanını etkilemeye devam edeceğini düşünüyorum..

Olaylar daha yeni başlıyor. Bu dünya etme bulma dünyasıdır. Kaddafi ettiğini buldu. Doğduğu yerde öldü.

Kaddafi’nin canlı ele geçirildiği anlaşılıyor. Muhtemelen yaralı olarak ele geçirildi.. Öldürülmemeli idi. Çatışmada öldürülebilirdi. Elinde silahı varken de anlarım. Ama teslim olduktan ya da “Ateş etmeyin” dedikten sonra, sağ ele geçirilmesinin ardından öldürülmesi doğru değil..

Bir kişi ya da topluluğa olan öfkemizin, bizi o kişi ya da onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi gerekir.. Eman müessesesi diye bir şey var. Bırakın suçlu da olsa birini canlı ele geçirip öldürmeyi, karşı tarafa zarar vermek için kadınları, çocukları, bu işlerle doğrudan ilgisi olmayan masum insanları hedef seçmeye ya da ortamı germek için sağa sola bomba bırakıp patlatanlara ne demeli..

Bazen insanlar hayvandan da aşağı olabiliyor.. Şeytanlaşabiliyor.. Diktatörler buna en güzel örnek. Ama bizim onlara, onların bize davrandıkları gibi davranmamamız gerekiyor. Sonra aradaki fark fark edilemez hale geliyor..

Kaddafi’nin başına gelenler, ötekilere ders olsun.

Ölüm en büyük ibret dersidir. Aslında bu ders sadece diktatörler için değil, herkes için, hepimiz için. Ölüm gibi, adalet de herkes için. Kaddafi’ye çok kızabilirsiniz ama birilerine olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli. Suçluların da hakları var. Ve siz bu sınırı aşarsanız, eleştirdiklerinizden ne farkınız kalır?.. Aliya İzzet Begoviç bu anlamda örnek alınabilecek bir lider.

Ne Sirte halkı, ne Kaddafi kabilesi cezalandırılmalı ve bir an önce bu keyfiliğe son verilmeli. Adalet sağlanmalı. Hatta bu cinayeti işleyenler yakalanıp, aleme ibret olsun diye yargılanıp cezalandırılmalı.. Kan davasına izin verilmemeli.

Kaddafi’nin yaralı oğlu için bari tedbir alınsın. Unutmamak gerekir ki, “Babaları koruk yediklerinde oğullarının dişleri kamaşmaz”. Herkesi kendi suçu bağlar.

Kaddafi’nin infazı ile ilgili aklıma takılan bir başka bir soru da: Tamam bu cinayeti protestocular işledi ama, sakın halkı buna teşvik eden Batılı ajanlar da devrede olmasın? Çünkü Kaddafi delinin teki. İtalya ve Fransa, Rusya ve diğer ülkelerle kurduğu derin ilişkiler hakkında konuşacak olsaydı, onlar hakkında iyi olmayabilirdi. Onun için birileri Kaddafi’nin susturulmasını istemiş olabilir.. Ya da Libya halkının alnına bir kara leke çalmak isteyenler de olabilir bu tezgahın arkasındakiler.. Onun için bu konunun titizlikle soruşturulması ve benzer olaylara bundan sonra fırsat verilmemesi gerek. Selam ve dua ile.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
http://www.ihvanforum.org/http://www.ihvanforum.org/http://www.addthis.com/bookmark.php...kale/a-dilipak/bir-diktatorun-olumu.html&tt=0http://www.addthis.com/bookmark.php...kale/a-dilipak/bir-diktatorun-olumu.html&tt=0

Allah (cc)’ın açıklanmış rızasını beyan eden hitap “OKU” diye başlar: Oku, seni yaratan Rabbinin adı ile oku!

Allah (cc) işi ehline vermemizi emreder. Sonuçta aklımız kadar iman edecek, aklımız kadar iş yapacağız. Dinimiz aklımızdan çok olamaz. Çünkü bilmediğimiz bir şeye iman edemeyiz.

Ayrıca, “Allah cahil ve zalim bir kavme hidayet nasib etmeyecek”tir..

Bir anlık tefekkürün, bin yıllık nafile ibadetten daha hayırlı olduğunu da biliyoruz..

Onun için Allah (cc) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diye buyurur. Tek başına bilmek de yetmez.

Yine Kur’an, zamanının en aydın isimlerinden birine “Ebu Cehil” adını vermiştir.. Aynı kişi, zamanının siyasetinden, sanatından, ekonomisinden anlayan biri idi. Ama Kur’an-ı Kerim ona “Cehaletin babası” lakabını taktı. Çünkü o kişi “hakikatin bilgisi”nden yoksundu.. “Gerçeğin bilgisi”ni ise kendi heva ve hevesleri, ihtirasları için kullanıyordu.

Kur’an-ı Kerim bu anlamda bildikleri halde gereğini yapmayanlara “Kitap yüklü eşekler” der. Bildiklerinin aksini yapanlara ise “Bel’am” der ve onları lanetler..

Nasıl karnımızı doyurmak için vitamin, protein ve glikoza, havaya, suya ihtiyacımız varsa, aklımızı doyurmak için de kelimelere, kavramlara, terimlere ihtiyacımız var.. Okumamız-yazmamız gerekiyor. Bütün bunlar “düşünen bir insan” olmak için..

Sonuçta bilgi bizi özgür ve mutlu kılacak.. Çünkü, “cahillik küfre en yakın yoldur.”

Allah (cc), “Bilmediğin şeyin peşine düşme” der. İşi ehline vermemizi emreder. Bilenlere danışmamızı emreder. Onun için istişare farzdır..

Alimler, İslam geleneğinde “gökteki yıldız” gibi tanımlanır, ilmi ile amel eden bir alim için “veresetül enbiya”, yani “Nebilerin mirasçısı” denir.

“Alimin mürekkebinin şehidlerin kanı ile tartılacağı”, ya da “alimin uykusunun, cahilin nafile ibadetinden daha değerli olabileceği”, “bir anlık tefekkürün bin yıllık nafile ibadetten daha hayırlı olduğu” şeklindeki uyarılar İslam’ın ilme ve alime verdiği değerin bir ifadesi olarak büyük önem taşır.. Onun için günde en az bir gazete, haftada en az bir dergi ve ayda en az bir kitap okumamız gerekiyor..

Konfiçyüs “Rabbım şudur senden dileğim yaşadıkça / Kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bahçe” der..

İyi bir Müslüman olmak için önce temel kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okumamız gerekiyor. Tabii manasını da. O da yetmez, Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamak için bir de usulü tefsir okumak gerek. Tabii Peygamberimizin Kur’an-ı Kerim’i nasıl yaşadığını anlamak için bir de Siyer okumamız gerekiyor.

Tabii Peygamberimizin ayetleri nasıl açıkladığını öğrenmek için hadis okumamız gerek. Hadisin doğrusunu yanlışından ayırt etmek için bir usulü hadis.

Yetmedi, bir Akaid okumamız gerek bu arada. Okuduklarınızı doğru anlamak ve anlatmak için Kelam okumanız gerek.. Bu arada bir de fıkıh kitabı ve tabii usulü fıkıh.

Sonra da, bir peygamberler tarihi, bir de İslam tarihi. Mezhepler, tarikatler ne zaman, nasıl ortaya çıktı. İslam devletleri nasıl kuruldu, yükseldi ve çöktüler..

Sonuçta tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. İbret dersidir. Bir milletin tecrübeler kitabıdır. Ortak hafızasıdır..

Kur’an-ı Kerim’in pratik hayatımızdaki karşılığını öğrenmek için, bilim, sanat, felsefe, ekonomi, siyaset, tarih ve benzeri kitapları okumamız gerek.

Esasen bütün kitap okumaları temel kitabımız Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamak içindir..

Kafamızı doyurmak, karnımızı doyurmaktan önce gelir. Çünkü cahiller karınlarını doyurmaktan da acze düşebilirler.. Kalbimizin temizliği elbisemizin temizliğinden önce gelmelidir.

Okuma’yı okulla sınırlı görmemek gerek. Bu, bir ömür boyu sürmelidir. Evde, yolda, her zaman kitabımız başucumuzda olmalıdır ve düşündüklerimizi yazma alışkanlığı kazanmalıyız..

Kur’an-ı Kerim’deki bir sûrenin adının da “Kalem Sûresi” olduğunu unutmayalım.

Allah bizi tearüf edelim yani bilişelim diye yarattı. Hem kendimizi bileceğiz, hem karşımızdakini.. Bunun adı irfan’dır.. Nefsini bilen Rabbini de bilecektir sonunda.. O zaman sorunları doğru tanımlayabilecek ve çözüm de üretebileceğiz. Biz kendimizi değiştirince Allah’ın hükmü de bizim halimize uygun bir şekilde tecelli edecektir.

Selam ve dua ile.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Deprem gerçeği




Van depremi, deprem konusunu tekrar gündeme getirdi..
Bu konu daha uzun süre gündemde kalacak gibi gözüküyor.. Bu vesile ile Van depreminde hayatını kaybeden kardeşlerime Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum..
Deprem gerçeğini tartışırken, herkes mal ve can güvenliğinden söz ediyor sadece.. Mal ve can kaybını en aza indirmek için ciddi bir para ve zaman gerekli.. Kimsenin üzerinde fazla durmadığı bir konu daha var. Bilgi güvenliği. Çok daha küçük bir maliyetle, çok kısa bir zamanda, stok arşiv bilgileri büyük oranda kurtarılabilir. Sadece deprem afetinden korunmak için değil, kaynak tasarrufu da sağlayacak, gelecekte istihdam da oluşturabilecek bir konu bu, ama nedense kimse bu konu üzerinde durmuyor. Milli Bilgi Bankası.. Bu yatırım bütün Türkiye’nin ihtiyacına cevap verecek..
Depremde kamunun, yerel yönetimlerin, meslek kuruluşlarının, muhtarlıkların, STK’ların, üniversitelerin, bankaların, özel kuruluşların bilgileri de enkaz altında kalacak.. Bir an önce buna bir çözüm bulunması ve yeraltında güvenli bir milli bilgi bankası, hosting merkezi kurulması gerek..
Türkiye’nin neresinde deprem olursa olsun, İstanbul oranın yarasının sarılmasında başrol oynayabilir, ama bütün Türkiye İstanbul’un yarasını zor sarar.. Her beş kişiden biri İstanbul’da yaşıyor. Sermaye de, media da, STK da burada. İstanbul uluslararası hava, kara, deniz ulaşımında bir aktarma noktası. Demiryolu da öyle.. Avrupa, Asya, Arap/Afrika geçiş noktasında.. Bu yolun hem yardımlar, hem de uluslararası geçişler açısından açık tutulması önemli..
Bir de Anadolu’dan gelecek yardımlar, kontrolsüz bir şekilde şehre girecek olursa, dağıtım yapılamadığı için, bazı yerlerde ihtiyaç fazlası olurken, ihtiyaç olan bazı bölgelerde yokluk yaşanabilir. Hatta yardım ekipleri yardıma muhtaç duruma düşebilir.. Gerekli malzemeleri temin etseniz bile dağıtım sorunu yaşanabilir.. Çağrı sistemleri tek bir merkezde toplanacak olursa iletişim kilitlenmesi yaşanabilir..
Tek başına ne merkezi hükümet, ne yerel yönetim, ne Kızılay bu işin üstesinden gelebilir. Sivil Savunma’nın, insani yardım derneklerinin, üniversite gençliğinin bir şekilde sürece entegre edilmesi gerekir. Kesinlikle İstanbul’un kompartmanlara ayrılması gerekiyor.. GIS tabanlı bir yazılımla deprem koordinasyonunun ve iletişiminin, bilgi desteğinin ve raporlamanın sağlanması gerekiyor..
Diğer çok önemli bir konu, yardıma gelecekler ve İstanbul’dakilerin diğer illere gitmesi, tahliye için, İstanbul’un 3 giriş-çıkış kapısı Sakarya, Yalova ve Tekirdağ’da barikat oluşturulmalı, destek, takip ve koordinasyon üsleri kurulmalıdır.. Aksi halde gidenler ve yardıma gelenler trafiği kilitleyebilir..
Hava, kara, deniz, demiryolu ulaşımı ve kent içi ana arterlerin açık tutulması, itfaiye ve ambulans hizmetleri için ulaşımın sağlanması, helikopterli hava desteği sağlanması, kurtarma desteği, barınma ihtiyaçları, yaralıların tedavisi, tahliye, yardımların dağıtılması, yakınların buluşturulması, hepsi birbirinden önemli konular.. Kayıpların aranması için ya da farklı yerlerdeki aile fertlerinin haberleşmelerinin sağlanması için özel çağrı sistemleri kurulması gerek..
Geçen gün İstanbul valisi ile genel olarak bu konuları konuştuk, daha önce İBB Genel Sekreteri ve Özel İdare Genel Sekreteri ile de görüşmüştüm. Bu düşüncelerimi aktardım. Herkes bir şeyler yapıyor, ama daha fazlası gerek. Bu konu bizim, hepimizin meselesi. Belki şimdiden bir İstanbul deprem ajansı kurup öneriler toplanmalı, gönüllüler tesbit edilmeli, şimdiden afet sonrası için yardım paketleri satışına başlanmalı. İhtimal, maliyet ve risk analizleri yapılmalı, altyapı çalışmaları, senkranizasyon, oryantasyon, optimizasyon çalışmaları yapılmalı.. İzleme, değerlendirme, derecelendirme komiteleri kurulmalı..
Yaşlılar, hastalar, engelliler, yabancılar/turistler, çocuklar için toplanma ve barınma istsyonları kurulmalı.. Bu konuda şimdiden toplum ve media, STK’lar bilgilendirilmeli.. Mahkum ve tutukluların güvenliği için ayrı bir senaryoya ihtiyaç var. Belki, mesela mahkumlar acil bir durumda Yassıada’ya nakledilebilir mi?
İstanbullular kendi kendilerine yardım etmez, bu işi kolaylaştırmazlarsa, dışarıdan gelenler kolay kolay bu işi başaramaz. Bu arada güvenlik son derece önemli.. Elektirik, haberleşme son derece önemli.. Ulusal ve uluslararası media için güvenli bir basın merkezi kurulmalı. Paniğe yol açacak yalan haberler önlenmeli ve söylentilere açıklık getirilmeli..
İstanbulluların, yurtdışında ya da İstanbul’da bulunan yerli ve yabancı turistlerden, diğer illerden ve yurtdışından bilgi almak isteyenlerin taleplerine nasıl cevap verileceğine ilişkin de bir altyapı çalışması yapılmalı. Kıt kaynakların yüksek talepler arasında taksimi konusunda önceliklerin nasıl belirleneceğinin de bir şekilde tesbiti gerekiyor.. İstanbul depremine hazırlık olarak yapıların güçlendirilmesi, yeni yapılar yapılması, depolar ve afet koordinasyon merkezleri kurulması konusunda Özel İdare’nin, belediyelerin, Kızılay’ın, STK’ların, Sivil Savunma’nın ciddi çalışmaları var ama, bana kalırsa daha fazlası gerekiyor.. Bir entegrasyon, koordinasyon, optimizasyon sorunu var gibi geliyor bana. Stratejik plan ve taktiklerin yeniden gözden geçirilmesi gerek.. Sadece yaptıklarımıza bakmayalım, yapmamız gerekirken yapmadığımız neler var, onlara da bakalım. Bu konu, hepimizin ortak derdidir.. Kavga etmek için bile önce yaşamamız gerek. Kavga etmeden barış içinde, bizi iki cihan saadetine götürecek özgür ve mutlu bir ömür için, selam ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
“Arap Baharı” yalancı bahar mı?




Birilerine göre, bu Bedevi Araplar kendi başlarına hiçbir şey yapamazlar. Böyle bir ayaklanmayı olsa olsa İsrail, Amerika, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar, Hollandalılar, Belçikalılar, Almanlar, Vatikan filan yapmış olabilir.
Birileri bu ülkeleri gözlerinde fazla büyütüyor ve Arapları, daha doğrusu Müslümanları küçük görüyor, onlar için de aşağılayıcı bir dil kullanıyor.. Birileri, masonları, komünistleri ve Yahudileri gözlerine çok yaklaştırınca arkasında bir ormanı kaybediyorlar.
Kelin ilacı olsa kendi başına çalar. Bunlar şeytanın askerleri. Şeytan ise umutsuz ve çaresiz bir vakıa..
Allah’ın izni olmadan O’nun müttaki kullarına kim zarar verebilir ki! Allah bizleri kimi zaman mallarımızla, kimi zaman canlarımız ve sevdiklerimizle artırarak ya da eksilterek imtihan edecektir.
Bunların kalpleri paramparçadır ve güçleri örümcek ağına benzer..
Asıl sorun şu, biz Allah’ın ipini bıraktık, cahil ve zalimlerden olduk, Allah da bizim ipimizi bıraktı ve bu zalimler başımıza musallat oldu.
Ya hu kardeşim hak gelince batıl zail olmaz mı, karanlık aydınlığın yokluğu değil mi?
Şeytanın ve onun askerlerinin gücü ne ki! Işık gelince karanlık yokolur. Zaten batıl yokolmaya mahkûm değil mi?
Allah servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirip çevirir.. Yarın batı yoksul düşer, bakarsınız en yoksullar, Afrikalılar zengin olurlar.
Allah dilerse, kafirleri ve bukağılanmış şeytanları bile dininin ve kullarının hizmetine verir.. Onların hile ve tuzaklarını bozar ve zaman olur bakarsınız Hak şerleri hayreyler de, bize şer gibi gelen şeyler hayra dönüşür. Birileri sanki Allah’ın yardımından umudunu kesmiş ve kendi sorumluluklarını unutmuş gözüküyorlar. Gelinen noktada “biz ne yapmalıyız” diye düşünen, soran, çabalayan var mı?. “Olmaz”, “yapamazlar”, “bu işin arkasında başkaları var” diye kendi kendilerine bahaneler bularak ahkam kesiyorlar.. Böyle düşünenler, batılıların bu kardeşlerimize duaları ile olsun destek olmak isteyenlerin gönül bağını dinamitlemek için uydurduğu bahanenin tuzağına düşüyor olmasınlar!
Şeytan damarlarımızda dolaşıyor.. Elbette Şeytan ve onun askerleri de boş durmuyor, boş durmayacak da.. Peygamberleri bile davasından vazgeçirmeye çalışacak. Peki biz ne yapıyoruz?.
Sonucu tayin ve takdir edecek, bu sonucun gerçekleşmesi için esbabını halk edecek olan Allah’tır.. O Allah ki (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak, mazlumlara yardım etmek ister.. Bizim ellerimizle onların oyunlarını bozmak ve bizi yeryüzünün varisleri kılmak ister.
O zaman niye “olurdu”, “olmazdı” diye, ham fikirlerle vakit geçiriyoruz ki!
Allah dilerse, bu olayları onların/ötekilerin eliyle de başlatmış olabilir. Kaldı ki, onlar bölgedeki her hareketin içine nüfuz etmek konusunda eğitimli ve örgütlüler.
Ama bu olayları tümü ile onların işi olarak görmek insafsızlıktan, vicdansızlıktan başka bir şey değil.
Bu fikir sahipleri, İslam ülkelerindeki kanaat önderlerini yabancıların kuklası gibi görürler. Kendi oğullarına, kızlarına, eşlerine sözlerini dinletemezler ama, Müslümanları yabancıların kuklası gibi görmek ve göstermek için ne kadar da isteklidirler!
Biz görevimizi yapmazsak, zalimler çalışırsa ve kardeşlerimiz gaflete düşer, heva ve heveslerinin peşine takılıp yanlış yollara sapacak olurlarsa elbette varacakları yer hiç de içaçıcı bir yer olmayacaktır..
MOSSAD, CIA, MI5 boş durmayacaktır elbette. Biz, Libyalı, Tunuslu ve Mısırlılara yardım etmek yerine, onlar aleyhinde propoganda yapacak olursak, kimlerin safında bu mücadeleye katılmış olacağız!..
Batılılar, eğer bu diktatörlükler hayatiyetlerini sürdürüyor olsalardı onlarla yollarına devam etmek isteyeceklerdi. Bugün, gelinen noktada ise, en azından kendi aleyhlerine olmayacak kişilerin iktidara gelmesi için çaba gösteriyorlar. Bu insanlar bizim insanlarımız. Onlara yardım etmemiz gerekiyor.. Onlar aleyhinde suizan ederek, dedikodu üreterek, aleyhlerine şüphe uyandırarak, onlarla olan gönül bağlarını zaafa uğratanlar, aynı zamanda vahdet köprüsünü de bombaladıklarının farkındalar mı?
Kuşkusuz aralarında yanlış adamlar da vardır. Yanlışlıklar da yapacaklar. Ama bizim görevimiz, bu kardeşlerimizi uyarmak, bu süreçte rol alan kardeşlerimize yardım etmek değil mi?
Kim, kimin kalbini yardı da içinden geçenleri okudu.. Zanlarımız bizi yanıltabilir. Şeytan, bizi kardeşlerimize yardımdan alıkoymak için sakın bizi oyuna getiriyor olmasın.
“Arap Baharı” yalancı bahar değil. Bu bahar doğru yerde ve doğru zamanda başladı. Bundan sonrası için sıra bizde. Allah’ın yardımı ile inşallah başaracağız. Allah dilerse kafirleri bile dinine ve sevdiklerine hizmet ettirebilir. Erdem Bayazıt’ın dediği gibi, “Bekleyin inananlar, bahar gelecek bahar!”
Birilerinin Arap Baharını kışa döndürme çabalarına alet olmayalım derim. Selâm ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İnter-Net




Vatandaş haberin % 70’ini internetten alıyormuş. İnternet, adı üstünde İNTER-Net!
Artık media da interneti haber kaynağı olarak kullanıyor..
Sadece internet yok, sosyal media diye bir şey de var..
O gazeteler, dergiler, kitaplar, radyo, televizyon hepsi Yeni Mediaya teslim olacak.
Yeni Media, sizi olayın içine dahil ediyor. Onu biri size servis etmiyor, siz onu seçiyorsunuz. Medianın gösterdiği yere bakmakta değilsiniz, siz istediğiniz yere bakıyorsunuz, size söylenene inanmak zorunda değilsiniz, sorgulayabileceksiniz de, bilginin adresine hızla ulaşacak ve sadece dinlemeyecek, okumayacak, yazacak ve söyleyeceksiniz de.. Haberi siz seçeceksiniz, ilgilendiğiniz noktanın mediasında bilginizi paylaşacak, diğer insanlarla iletişim kuracak/tearüf edeceksiniz.
Geçti Babıali gazeteciliği, sür atını global köye.. Bilgi otoyolunda kaybolup gitmek de var, neye inanacağını şaşırmak da, bilgi gurularının sanal kölesi olmak da..
Yani global köyde her şey sanal. İktidarlar da, pazar da, para da sanal.. Belki de zaten sanaldı da biz bu teknoloji ile yeni farkediyoruz sanal olduğunu paranın..
Gazete tirajlarına bakıyorum, ortalama 4.5 milyon gibi bir şey.
Günlük 35 gazete var. İlk beşte 1 milyonla Zaman başı çekiyor, 400 binlik tirajları ile Doğan grubundan Posta ve Hürriyet. Sabah 350, Haber Türk 250.000
İlk beş gazete kurumsal alımların, yani, THY, bakanlıklar, belediyeler, odalar, garnizonlar ve kamu kurumları, bankaların alımlarının % 70’ini oluşturuyor.. % 25’i de, 2. gruptakiler ilk 20 içinden kurumların siyasi tercihine göre şekilleniyor. % 10’luk bölüm ise daha özel nedenlerle..
Çünkü, en çok satan 2. beşlik, yani ilk 10 içinde Sözcü, Fanatik, Fotogol gibi gazeteler var.. Diğerleri ise Türkiye ve Milliyet.
En sondakilere bakalım: 10.000’in altında 6 tane gazete var. 2’si İngilizce yayın yapıyor..
10-50.000 arası 5 günlük gazete var. 50-100.000 arası 8 gazete. 100.000-200.000 arası 7 gazete, 7 tanesi de 200.000’in üzerinde. Birkaçı dışında hepsi sürekli tiraj kaybediyor. Hem de nüfus artışına, okur yazar sayısındaki artışa ve ekonomik durumlarının düzelmesine rağmen..
81 il, 800’den fazla ilçe olan 75 milyonluk bir ülkede 4,5 milyonluk gazete ne ki!
Dergilerde durum daha da vahim.
Her ilde 1000 gazete satılmıyorsa, o gazete nasıl ulusal gazete olur ki.. Bu durumda 20 tane bile ulusal gazete yok.. Bir kısmı bulvar ve spor gazetesi. Onları da çıkarsan geriye 10 tane bile doğru düzgün gazete kalmıyor.. Onlar arasında da Doğan grubu hâlâ lider konumda..
Sadece gazete ve dergiler değil, radyo televizyonlar için de aynı akıbet kaçınılmaz. RTÜK filan da berhava olacak gibi gözüküyor.. Bana kalırsa bugünkü medianın ekonomik ömrü 5 yıl sonra doluyor.. Beş yıl daha tasfiye süreci var. Toplam 10 yıl sonra her şey sil baştan. Beş yıl sonra varolmaya devam edenler, bu günden altyapısını kurup, yeni süreçte yer almayı başaranlar olacaktır.
Yeni bir dünya kuruluyor.. Bunu görelim.. Aslında yeni süreci doğru yönetenler daha az riskle daha fazla katma değer üretebilecekler.. Maliyetler daha düşük, erişim ve etkinlik daha yüksek olacak. Her şey daha fazla hız kazanacak.. Etki ve tepki ölçümlenebilecek.. Dolayısı ile süreçte başarısız olanların tasfiyesi de çok daha hızlı olacak..
Yasalardan çok etik standartlar ve normlar belirleyici olacak. Bilgi ve fayda, pratik sonuç açısından maksimum uyum aranacak..
Dil derdi olmayacak, daha evrensel düşünmek zorunda kalacaksınız. Piyasa, reklam, telif hakları, her şey değişecek.. Daha katılımcı, daha şeffaf, daha çoğulcu yeni bir dünya kuruluyor.
Biz bu yeni dünyanın neresindeyiz..
Şimdi yapması gerekenleri yapmayanların, yarın şikayet hakları olmayacak.
Sanırım herkes bu yeni durum konusunda çekimser. Bir de mevzuat oluşması, teknik altyapı yetersiz. Örnekler fazla değil.. Her şey çok hızlı değişiyor. Yarının ne getireceği belli olmadığı için insanlar yanlış yapmaktan korkuyor. Bu konuda uzman, tecrübeli fazla insan yok.. İnsanlar için varolan düzenlerini bırakıp belirsizliklerle dolu bilinmeyen bir dünyaya adım atmaları zor bir tercih gibi gözüküyor..
Matbaa, kağıt, mürekkep, film, montaj, kalıplar, cilt, dağıtım, tahsilat, her şey bir anda değişiyor.. Kârlılık değişmese de, maliyetler düşünce rakamlar bir anda küçülüyor..
Global pazar bilmediğiniz bir pazar. İster istemez tedirgin oluyor insanlar.
Ama korkunun ecele faydası yok. Bu bir veri ve zorunlu bir süreç.
Yine de karar bizlerin. Tren kalktıktan sonra arkasından koşmak ya da merdivene sıçramak kolay olmayabilir. Çünkü bu tren çok hızlı, marşandiz değil! Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bu gidiş nereye?




Euro çökerse AB dağılır mı? AB dağılırsa batılı ülkeler birbirine girer mi?
Rusya, Letonya, Litvanya, Estonya’ya doğru genişlemeye kalkarsa Türki Cumhuriyetlerde ve Karadeniz sahilindeki ülkelere karşı Rusya’nın askeri bir harekatı olabilir mi?
Cevabını arayan o kadar çok soru var ki. Ne olacak bu İran’ın, Afganistan’ın hali?
Ne olacak bu körfez ülkelerinin hali, ne olacak bu Suudi Arabistan’ın hali?
Ne olacak Sudan’ın hali, ne olacak Somali’nin hali, ne olacak Pakistan’ın hali?
Ne olacak Suriye’nin, Yemen’in hali, Filistin’in hali, İsrail’in geleceği, Kudüs’ün geleceği ne olacak?
“Arap baharı”nın akıbeti ne olacak? Bu soruların cevabını bilen var mı?
Bu soruları daha da artırmak mümkün?
ABD ekonomisinin, doların geleceği ne olacak?
Mahalle kahvehanesinde oturup bu sorunlara çözüm üretir gibi ahkam kesmek kolay..
Sonucu merak edenlerin yapacak işleri yok. Sürece müdahale etmek isteyen var mı, ona bakmak gerek.
Mesela “Arap baharını “bizimkiler” başlatmışsa, biz sahip çıkmazsak ve onlar da yanlış yaparsa, bu işin sonu hüsran olabilir.. Bu olayı “bizimkiler” başlatmış olsa bile “ötekiler” ipleri ellerine geçirmek için çalışıyorlardır herhalde. En azından “bakalım ne olacak, bu işin sonu nereye varacak” diye beklemiyorlardır.
Ya da bu işleri Amerika, İngiltere, Masonlar, komünistler, Rusya, Yahudiler filan başlatmışsa bile, eğer bizimkiler akıllı davranır ve biz de üzerimize düşeni yaparsak, gelişmeler bizim lehimize olabilir.
Çünkü, Allah dilerse, kafirleri bile dinine hizmet ettirebilir.. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir..
“Birileri” Müslümanları, basit, kendi başına hiçbir şey yapamayan, ama her zaman birilerinin oyununa gelen kişilermiş gibi görüyor. “Ötekiler”i akıllı, organize, bilgili ve her taşın altından çıkan birileri gibi görüyorlar.. Bu, açık bir aşağılık kompleksi. Bu, psikolojik bir teslimiyet ideolojisi..
Birilerine göre “bizimkiler” batılıların kapı kulu.. ABD ya da AB, ya da Masonlar ne derse onu yapmaya hazır.. Biyonik robot, ya da ucuz bir kukla.. Her söyleneni hemen yapan, Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan, kafalarını batıya kiralamış insanlar..
Bunlarla efendileri arasındaki ilişki, “bizimkiler”in karısı ve çocukları ile ilişkilerindeki sadakattan daha derin ve sorunsuz.. Oysa biz gelecek günlerin neye gebe olduğunu bilmiyoruz.
Mesela, şu Arap baharında her şey doğru olup, erken bir gelecekte her şey tersine de dönebilir.. Kimin gelecek garantisi var? Her şey yanlış giderken, olaylar bu insanları doğru bir istikamete de yöneltebilir..
Sonuç ne olursa olsun, bu süreçlerde, iyiden, doğrudan, güzelden yana hareket edenler felaha ulaşacaklardır. Sonuç ne olursa olsun, yanlış yapanlar da cezalarını göreceklerdir..
Aslında biz hepimiz önce kendi içimize baksak, kendi sorumluluklarımızı öne çıkartsak ne iyi ederiz. Başkalarının gözünde çöp ararken, çoğu kez kendi gözümüzdeki merteği fark etmeyebiliyoruz. Onun için biraz “tearüf”, moda tabiri ile “empati” yapmamız gerekiyor. Biraz hüsnü zan etmeyi öğrensek, ön yargılarımızdan kurtulabilsek, ihtiraslarımız, öfkemiz gözümüzü kör etmese gerçekleri anlamakta daha başarılı olabiliriz.
“Ne olacak bu gidişin sonu” yerine, “bu süreçte benim ne yapmam gerek” sorusunu sormaya başladığımız zaman çözüme daha yakın olacağız.. Yoksa bu soruların sağlıklı bir cevabı yok. Bu üslubla sorulan soruların cevabını kahinler ya da falcılar bize söyleyebilir.. Bu arada yine hatırlatayım; şeytanın varlığı günah işlememizin bahanesi değildir, olamaz.
Kurtarıcı lider yok.. Herkes için ancak yaptığının karşılığı vardır.. Bir de “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allahım!” diye sormamız gerek. Biz kendimiz değiştirmeden Allah’ın bizi değiştirmeyeceğini de bilmemiz gerek..
Bazan da Allah, servet ve iktidarı ülkeler ve halklar arasında evirir-çevirir..
Hep söylüyorum, gene söyleyeceğim: Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. “Şöyle olmasaydı / ya da olsaydı, bu böyle olurdu / ya da olmazdı” şeklindeki geçmişe dönük ihtimal hesaplarının züğürt tesellisi kadar bile bir kıymeti harbiyesi, ciddiyeti de yok.. Bu adamların ham hayallerine ciddi bir açıklama getirme çabaları ile de vakit geçirmenin bir anlamı olduğunu sanmıyorum.
Son bir söz: Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasib etmez. Biz kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.
Şimdi düşünme, safları sıklaştırma ve sorumluluk üstlenme zamanıdır. Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Tik tak tik tak




Zaman nasıl da sessizce akıp gidiyor aramızdan..
Ne oldu, ne oluyor, ne olacak derken, aslında ömür bitiyor biliyor musunuz?
Ömür.. Sayılı saatler ve sayılı nefesler.
Nefes alıp vermekle yaşamıyor insan aslında. Her nefes alış-verişte biraz daha ölüyoruz..
Son nefesi de verdiğimizde artık hayat bitmiş olacak..
Bazan koşmaktan nefes nefese kalıyoruz. Ne kadar çok nefes tüketiyoruz..
Koşarken hayat çabuk geçer. Dingin bir hayat istiyorsanız, bazen hayatın akışını yavaşlatmanız gerekebilir..
Bayramlar bunun için iyi bir fırsattır. Geceler bir nimettir bu arada.
Her namaz vakti, insan yavaşça hayatın hızlı temposunun dışına çıkar, dünyadan kopar, ruhunu özgürleştirir.. Ömrünüz bereketli olsun istiyorsanız, bunu ihmal etmemelisiniz..
Bazan yanlış yöne koşar insan. Günde beş kez durup, yönünü, istikametini gözden geçirmelidir.. Yoksa deli dana gibi o koşuşturma ne ki!
İhtiraslarının, korkularının ve zevklerinin esiri olmuş bir insan nasıl mutlu olabilir..
Deniz kenarında kumdan evcikler yapan çocuklar gibiyiz! Bir dalga gelir her şeyi siler süpürür. Yenmiş, biçilmiş, talan edilmiş ekin tarlalarına döner hayallerimiz.
Eskiden saatlerimizin tik-tak sesleri vardı. Guguklu saatlerimiz vardı. Ama artık zamanın nasıl aktığını duymuyoruz. Bakıyoruz ama görmüyoruz çoğu zaman. Hani bir de ezan sesleri olmasa vaktin nasıl geçtiğini anlamayacağız bile.. Unutmayın bu arada, “Allah zaman içinde zaman yaratandır.”
Kaçtığımızı sandığımız akibetimize doğru dolu dizgin koşuyoruz..
Hiç kimsenin Azrail’le randevusunda bir gecikme olmaz..
Ah şu insanoğlu.. Her şeyi kendisinin yaptığını sanıyor. Oysa kişiler ya da toplulukların, kendi ahret azıklarından başka topladıkları başka bir şey yok.. Her şey olacağına varacak sonunda.. Hayat kendi yolunda akıp gidecek..
Biz denizin üzerindeki dalgalara bakıyoruz. Oysa dipte su taştan ağır ve kıpırdamıyor bile..
İnsanlar hep işin sonunu merak ediyorlar. Bense sürec içinde kendi rolümü belirleyecek bir senaryonun peşindeyim.. Bundan sonrası beni aşar. Rabbim nasıl dilerse öyle yapar..
Benim için önemli olan, beni rızası dairesinde görüp görmemesi, benim iman edenlerden olup olmamam, yapmam gereken işleri hakkı ile yapıp yapmadığım, sabredenlerden olup olmadığım, cahillik edip etmediğim, zalimlerden olup olmadığım..
Gerisi beni ne ilgilendirir ki! Allah (cc)’ın takdir ettiği eceli, rızgı ve kaderi geri mi çevireceğim. (Haşa)
Övünmekle ve dövünmekle işim hiç mi hiç olmaz.. Yunus misali “ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim”. Hepsi geçici.. Bize ebedi olan lazım..
Ecelim ömrümün kefilidir. Rızgı helalinden isterim. Helal kazanıp, helal yolda harcamak şartı ile.. Emaneti sahibine temiz bir şekilde teslim etmek isterim..
Allah’ın beni neyle meşgul ettiğine bakıyor ve iyilik olarak daha fazlasını ümid ediyorum, o kadar.
Halklar ve ülkelerin haline bakıyorum da, biliyorum ki, kazananlar gün gelecek kaybedecekler, kaybedenler ise gün gelecek kazanacaklar. Her iki durumda da ilahi rıza ölçüsünde kazananlar ve kaybedenler olacak..
Ölüm asude bir bahar ülkesidir bir rinde.. Ölüm şeb-i arustur. Ölüm, vuslat gecesidir. Ölüm ölümlüler dünyasında ölümsüzlüğe yolculuktur.. Ölüm, dünya sürgününün sona ermesi, uzun süren çileli bir ömürden terhistir..
Kurban ölümle yüzleşmektir.. Şu en uzunu bir asrı biraz geçen hayat ne ki, ebedi hayatın yanında.. Gerçek hayat elmassa, bu dünyanın onun yanında çakıl taşı kadar bile değeri yoktur, olamaz.
Dünya hayatı için ahiretlerini satanlar, ellerindeki elması verip çakıl taşları satın alanlardan başkaları değildir..
Ah be ölümlü dünya..
Dakikalardır tuşlara vuruyorum.. Ömür, parmaklarımın arasından akıp giden kum taneleri gibi akıp gidiyor. Oysa nefsim çılgın bir at gibi.. Ruhum ve bedenim dünyanın ihtiraslarından uzak bir sükûneti özlüyor. Yaşlanıyorum galiba.. Bayramınız / bayramımız mübarek olsun..
Ağzınızın tadını mı kaçırdım yoksa, ölümden söz ederek.. Korkmayın, ecelimiz ömrümüzün kefilidir.. Ölümden korkuyorsanız, Allah’tan şehid olmayı isteyin, ölümsüz olursunuz.. Siz kendiniz için istemiyorsanız, benim için isteyin bari. Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
AB macerası bitti mi?




Kim batan bir gemiye binmek ister? Kim kaybeden bir tüccara yatırım yapar?.
Batı artık ölümü bekleyen bir koca karı gibi.
“Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde ki gayrıya himmet ede”.
Koca Avrupa Yunanistan’ı bile düştüğü krizden kurtaramıyor. Ya İtalya krize girerse ne olacak?.
Bugünkü krizden çıkmak en az 10 yılda mümkünmüş..
Oysa on yıl sonra kapıda bekleyen bir başka kriz için bu günden panik havasına girdiler..
10-15 yıl sonra batının sosyal güvenlik sistemi çökecek..
Dün AB’ye bizi almadıkları için kızıyorduk, bugün “iyi ki almamışlar” diye şükrediyoruz.
Muhtemeldir ki, AB’ye girmiş bir Türkiye, Yunanistan’la birlikte krizin içinde debeleyen bir Türkiye olacaktı. Şimdi birileri Türkiye’yi kendi cehennemlerine çekerek, krizin yüküne bizi de ortak etmek istiyor sanki.. Şimdi Türkiye’nin AB üyeliğini unutalım da, AB daha ne kadar yaşar ona bakalım..
AB daha tam anlamı ile oluşmadı. Bir Anayasası bile yok.
Para birliği süreci tamamlanamadı.. Euro tamamlanmadan dağılma noktasına geldi.
Gümrük birliği ve serbest dolaşım zaten daha önce de bir şekilde vardı..
İşe bakar mısınız, şimdi AB dönem başkanlığına kendi ekonomisini batıran, varlığı hukuken tartışmalı bir ülkeyi getirmek istiyorlar.. Kendi gemisini batıran bir korsanı AB’ye kaptan yapacaklar, sonra da AB’den hayır bekleyecekler. Geçmiş olsun.
Başlarında Kıbrıs Rum yönetimi, sırtında İsrail kamburu ile AB bakalım hangi vadilere savrulacak..
Göreceksiniz, yakında NATO içinde de sıkıntı baş gösterecek.. Kriz bütün Avrupa’ya yayılacak. Bundan daha birçok ülke de etkilenecek..
ABD’nin durumu da hiç iç açıcı değil.
Wall Street’te başlayan “isyan” yakında Avrupa’yı da saracak olursa şaşmamak gerek..
Ekonomik kriz işsizliği, işsizlik yabancı düşmanlığını, yabancı düşmanlığı iç çatışmayı, iç çatışma ekonomiyi, ekonomi siyaseti olumsuz yönde etkileyecek..
Bu arada ABD ve AB dikkatleri dışarıya çekmek, içeride birliği sağlamak, dayanışmayı güçlendirmek, ulusal güvenlik bahanesi ile daha otoriter bir yönetim ve tasarruf için dışarıya dönük saldırgan politikalar izleyebilirler..
Ekonomik kriz “Cici demokrasiye veda”ya sebeb olabilir mi? Kasım başında İngiliz gazeteci Matthew Parris, Avrupa’daki ekonomik kriz ile ilgili çarpıcı tesbitlerde bulundu. Batı demokrasisi “Can mı çekişiyordu”? Yunanistan bundan sonraki yol haritası için referanduma gitmek istiyordu.. “Tedbiri elden bırakmak istemeyen siyasi liderler olaya el koydu. Yunan Başbakan’ın kendi meslektaşlarının bunun tehlikeli bir oyun olduğu, eğer halka sorarsa yanlış bir cevap alabileceği yönündeki baskısına Avrupalı liderler de katıldı. Ancak yavaş yavaş, Avrupa kıtasının genelinde iki karşıt güç güç kazanıyor ve eninde sonunda bu güçler çatışacaklardır. Bu güçlerden hâlâ egemen, ama sallantıda olanı tepeden yönetiliyor. (Bu grupta) Uluslarüstü seçkinler kendi kararlarını dayatıyor. Bu elitleri nasıl adlandırırsanız adlandırın: “Avrupa,” Brüksel, Franko-Alman ekseni, IMF ya da bütün bu unsurların halkı hor gören bir kliği. Bu seçkinlerin önderlik gücü zayıf, özgüvenleri ise sallanmaya başladı. Şu günlerde bir canlılık içindeki diğer güçte ise karar süreci aşağıdan yukarıya yürüyor. Bu gücü ülkelerdeki seçmenlerin ve seçmen kitlesi içindeki grupların artan hoşnutsuzluğu oluşturuyor. Bunu da isterseniz milliyetçilik, isterseniz popülizm, kapitalizm karşıtlığı ya da sadece demokrasi olarak adlandırın. İngiliz ve Avrupalı liderlerin bu güce danışmaktan kaçınması liderlerin bu gücün vereceği karardan çekindiklerinin açık bir göstergesi.”
Hep yazıp durdum, “Batılıların çıkarları sözkonusu olduğunda ilkelerini ham ederler” diye. Helvadan put yine sofraya getirildi.
Hemen burnumuzun dibindeki bir kriz elbette bizi de etkiler.. Havzamızdaki bu krize ilgisiz ve tepkisiz kalamayacağımız gibi, “oh olsun” diyecek halimiz de yok..
Biz dün onların bize davrandığı gibi onlara davranamayız, çünkü biz onlar gibi değiliz! Olmamalıyız da!
Batılılar “başka bir hayat tarzı”nın mümkün olup olmadığını görmek için gözlerini İslam’a çevirebilirler. Bakarsınız kapitalizmin enkazı İslam’ın fidanlığına dönüşür.. Bir de bakmışsınız “güneş batıdan doğmuş”. Batıyı fetheden Müslümanlar, Firavun sarayındaki Musa misali, yine batının bağrından doğmuş. Endülüs yeniden uyanmış. Batılılarla kardeş olmuşuz.. Türklerin ve Arapların toprak işgali değil, Allah’ın dini, batılı muzdarip yüreklerde ve beyinlerde yeniden hayat bulmuş.
Sahi bizdeki laikçiler ve batıcılar ne yaparlar o zaman? Bayramınız bir kez daha mübarek olsun.
Selam ve dua ile...
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Onlar ve bizimkiler..




Onlar iktidarken, servete sahipken meydan onlarındı. Biz gerici idik çünkü.. Bize iş yoktu..
Sonra bizden birilerini aralarına alarak, “Bak biz sizi de adam yerine koyuyoruz” demeye başladılar. Bizim de haklarımızı savunur gibi yapıyorlardı.
Kendi içlerinden birilerinin yaptıklarına karşı “ama bu kadar da olmaz ki” diyorlardı..
Sonra bizimkiler iktidar oldu. Servetle tanıştılar. Tamam artık bizimkiler rahata erecek derken, bizimkiler de bizimkilere sırtlarını döndüler.. Başkalarına benzemeye başladılar..
Ne oluyor dediğimizde, önce, “geçiş dönemi, dikkatli olmamız, bu insanları ötekilerin kucağına itmememiz, kazanmamız lazım” diyorlardı.
Bir takım kanallarımız, gazetelerimiz, dergilerimiz oldu.. Ama hiçbir şey değişmedi, eski hamam eski tas.. Okur-izleyici profili değişti ama, yayınlar aynen devam etti. Onları biz kazanalım derken, bizimkilerin gözünde bu “yaşam tarzı” meşruiyet kazanmaya başladı.. Bizimkileri kaybetmeye başladık.
Ötekileri kazanalım derken bizimkiler elden çıkmaya başladı. Ama birileri hâlâ bunun farkında değil..
Bizim “hacı”ların özellikle tekstilde ürün kataloglarındaki resimlere bakınca, elbiseden çok mankenlerin öne çıktığını düşünüyor insan.
Başörtüsü sıradanlaştı ve bir aksesuar haline geldi sanki..
Öyle anlaşılıyor ki, evet, servet ve iktidarın dönüştürücü bir gücü var.. Ama, önce, o gücü eline geçireni dönüştürüyor..
Batılı kavram ve kurumlarla kendi medeniyetimizi açıklamamız mümkün değil.. Bu mimari bizim uygarlığımızın eseri değil. Bu sanayi, bu üretim-tüketim ilişkileri de öyle..
Eba Müslim Horasani der ki: “Onlar zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşmanlar dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dostlar düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”
Birileri gibi yiyor, giyiniyor, düşünüyor ve konuşuyorsanız, birileri gibi üretiyor ve tüketiyorsanız, birileri gibi yaşamaya başladıysanız sonuç belli değil mi..
Ötekilerin yayınladıkları şeyleri bizimkilerin televizyonlarında, gazetelerinde görünce üzülüyor insan. Ötekileri kaybetmeyelim derken, bizimkileri kaybediyoruz..
Ötekiler gibi olacak idiysek, bu kadar telaş, çaba, kavga-gürültü niyeydi?.
Piyasada travestiden geçilmiyor.. Cinsel değil sadece, siyasi travestiler için de durum aynı..
Birilerinin kıblesi, menfaati. Para, iktidar, güç.. Bunlar kimin elinde ise birileri onların emrine giriyor.. O çevrelerin güvenini sağlamak için ne yapmak gerekiyorsa fazlası ile de yapıyor.. Arzı ihlas ettikleri dergah bir çünkü! Dün niçin İmam Hatip, başörtüsü düşmanlığı yapıyorsa, bu gün onun için servet, iktidar ve gücün yanında o değerleri savunuyor.
Aslında bir şeyi savundukları yok.. Sadece statü ve servetlerini korumak istiyorlar o kadar. Dün birileri onları kendilerinden zannederken yanılıyorlardı. Bugün de bizimkiler aynı yanılgı içinde..
Bulunduğu kabın şeklini alan, “gelen ağam-giden paşam” “kral öldü, yaşasın yeni kral” diye yeni efendilerini alkışlamaya hazır bir sürü adam var.. Bunlar her zaman sahnelerin yıldızı. En çok takdiri onlar topluyor..
İşin kötü yanı, bizden bazı sonradan görmeler de, elde ettikleri statü ve serveti kaybetmemek uğruna, aynı karaktere bürünüyorlar.. Cemaatten uzaklaşıyor birçoğu.. Konsept evlerde, yeni dostlar ediniyorlar, canı çıkasıca o yeni türedi, tufeyliler kendilerine birlikte haşrolacakları “ahiret arkadaşları” buluyorlar..
Birileri, bizim siyasilerin, belediyecilerin, bürokratların ve sermaye sahiplerinin yakasını çekip, ahireti hatırlatmalı onlara.. Kamu mülkünün “yetim hakkı” statüsünde olduğunu söylemeli..
“Onlar çok yedi, şimdi sıra bizde” diyenler dün eleştirdikleri ile aynı işi yaparak aslında aynı çizgide buluşmuş olmuyorlar mı?
Kasetleri bu dünyada çıkmasa bile, her şeyin kaydedildiği ve bize gösterileceği hesap gününde ne yapacaklar? Ne yapacağız?.
Bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her şeyin hesabının sorulacağı bir gün var! Hatırlatırım..
Ve sonuçta bu dünyada yaptıklarımız ya da yapmadıklarımızla, ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyor olacağız, ya da kendi cehennemimize kendi sırtımızda odun!
Hani, bir hatırlatayım dedim. Yarın da devam edelim mi bu konuya? Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Ah Esad ah!




Esad, iş işten geçmeden ne yapacaksa yapmalı artık. Son pişmanlık fayda vermez. Eğer bunu Nuseyrileri korumak için yapıyorsa, kendisi ile birlikte onları da bitiriyor ve daha büyük bir felakete zemin hazırlıyor.. Onlara da zarar veriyor. Kaş yapayım derken göz çıkarttığının farkında değil gibi sanki.
Esad ister İslam dünyasını dinlesin, isterse Arap dünyasını, aklı başında kimse, ona bugün yaptıklarının doğru olduğunu söylemeyecek.. İşte gelinen nokta, Arap Birliği Suriye’nin üyeliğini askıya aldı. Muhalefeti tanıdı.. Alınan kararın özeti şu: Şam’ın üyeliği askıya alındı ve yaptırım uygulanması istendi. Suriye muhalefeti, Arap Birliği’nin genel merkezine davet edildi. Bu karar oy birliği ile alındı.
İster komşularına kulak versin, ister Sünni dünyaya, isterse Şii dünyasının sesine kulak versin.. Bir iki ülke dışında Suriye rejimi destekleyen kimse yok.. Onların da niye destekledikleri belli. Utana sıkıla, kerhen yapıyorlar bu işi. Kimse de uzun süre yenilecek ata oynamaz..
Esad’a uzatılan en sıcak dost eli, Türkiye’nin eli idi.. Esad bu cankurtaran hükmündeki eli reddetti. Geçmiş olsun. O eli bıraktı, uyarıları dikkate almadı ve bütün şansını kaybetti..
Esad daha fazla direnecek olursa sonu Kaddafi’ye dönebilir.. Kendinden sonrası için bir kan davasını miras bırakabilir. Aslında geç kaldı.. Hiçbir şansı yok onurlu geri çekilme için. Ancak şimdi, zararın neresinden dönülürse kârdır hesabı ile, daha büyük bir zarara uğramadan canını kurtarabilirse, o bile bir kazanç olacak..
Artık sonuç belli. Sadece o sonuca ulaşmak için ödenecek zaman ve can bedeli, bu işin toplumsal maliyeti belli değil, o kadar. En son Arap Birliği’ne “Evet” dedi. Ama verdiği sözde durmadı. Sonuç ortada.. Kimine göre kendi derin devletine, aşiretine söz geçiremiyor.
Hani şehirlerden askerleri çekecekti? Hani siyasi tutukluları serbest bırakacaktı? Hani sürgündekilerin ülkeye dönmesine izin verecekti? Hani siyasi partiler, seçim, düşünce, ifade ve örgütlenme hürriyetini güvence altına alan bir hukuk reformu yapacaktı? Hiçbiri yok..
Ülke ekonomisi çökmüş durumda, umurlarında değil. Yurtdışındaki hesaplarına el kondu. Birçok kişi hakkında tutuklama kararı var. Bir yere de gidemezler artık. Ama anlamıyorlar..
İran, Rusya dışında destekçileri de yok. Çin yarım ağız destek veriyor. Onların desteklerinin sebebi de belli. İsrail bu durumdan memnun. “Yiyin birbirinizi” der gibi sanki.. Bu arada bu belirsizlik ortamından yararlanarak İran’a saldırmak ister gibi bir havası var.. Hizbullah da böyle bir oldu bittiden endişe ediyor gibi.. Herkes tedirgin, eller tetikte bekliyor.
Batı sanki dikkatleri başka yöne çekmek ister gibi İran’a saldırı konusunu yeniden gündeme getirdi. İsrail de bu havayı değerlendirmek istiyor ama, süreci nasıl kontrol edeceğini bilmiyor.
Eğer bir vuruşta İran’ı dizüstü düşüremezlerse, bu İsrail’in sonu olabilir. Bunun farkındalar..
İran’ı vursalar bile bu kavga bitmez.. İsrail İran’a saldırırsa, Suriye rejimi de ayakta kalamaz.. Daha doğrusu İran’ın Suriye’ye ihtiyacı kalmaz zaten.. Ne olacaksa olur..
Şii dünyasından da öyle aman aman bir destek yok Suriye’ye bu arada. Yemen Şiası, Irak Şiası, Lübnan Şiası, Bahreyn Şiası Suriye’ye destek vermiyor. Hizbullah bile bu konuda Suriye’yi eleştiriyor. Nuseyriler Şii de değil aslında.. İran’ın Nuseyrilere sahip çıkıyor gözükmesi tamamen siyasi bir konu. Yoksa Hizbullah’ın falan da Nuseyrilere sahip çıkması söz konusu değil.
Bu arada zaten Esad ailesi ve üst düzey yönetim, Hariri suikastinden sorumlu tutuluyor.. Yarın Esad kendini bir anda Lahey Adalet Divanı’nda sanık olarak bulabilir..
Yani bölgede ne İsrail’in geleceği var, ne de Nuseyri rejiminin.
Bu şartlarda ABD, İngiltere ve Fransa da bölgede yeni bir başarısızlığın altına imza atmak istemeyecektir.
Zaten her üç ülkede de bu konuda görüş birliği olmadığı gibi, ekonomik ve siyasi durum hiç de iç açıcı değil.
Afganistan ve Irak’da bile başarılı olamayanların, İran’da yeni bir maceraya girmesi mümkün değil. Bu Batı için gerçek anlamda bir çöküşün başlangıcı olabilir..
Batı desteği olmadan İsrail’in ayakta durması zor.. Suriye için böyle bir zamanda Fransa’nın devreye girmesi de mümkün değil. Rusya’nın da tek başına bölgede bir emrivaki siyaseti izlemesi çok zor..
Esad uzatmaları oynuyor. Ailesinin canını kurtarması, bir takım siyasiler ve zenginlerin Batı’ya sığınmalarının temini ve İhvan’la Nuseyriler arasında kan davasına dönüşmeden siyasi bir uzlaşma zemini için son şansları önlerinde.. Eğer bu şansı da kullanamazsa Esad için finalin nasıl olacağı çok açık.
Siyaset, kin, ihtiras, gözü bu kadar kör edebilir mi? Demek ki ediyor. Kaddafi türünün tek örneği değil mi yoksa? Suriye’de final için son eşik aşıldı.. Bundan sonra gelecek günler geçen günleri aratacak sanki.
Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Nasıl bir Atatürk isterdiniz?




Engin Ardıç, “Atatürk diktatör müydü?” şeklindeki bir sorunun yanlış olduğunu, doğru sorunun “Atatürk demokrat mıydı” şeklinde olması gerektiğini söylüyor..

İlk soruda diktatörlüğün tanımının doğru yapılması gerekiyor, ikincisinde demokrasinin..

Diktatörlük nedir? Buyurun size 3 tip diktatör. Mustafa Kemal diktatör mü, değil mi, eğer diktatörse hangi tipe girer ona siz karar verin. Kişi diktatörlüğü; devlet içinde tüm yetkileri kendi elinde tutup en üst düzeyde bulunan yöneticidir. Bu kişi aynı zamanda partisinin de mutlak lideri olup dışişleri bakanlığı ve orduda başkomutanlık yapabilir. Tek parti rejimi vardır. Bu tür diktatörlüklerde demokrasiden asla söz edilemez. Katı bir liderlik ilkesi vardır. Bu diktatörlük çeşidi daha çok faşizmde görülmüş olup bu diktatörlük çeşidinde en çok ünlenmiş olan kişi Adolf Hitler’dir.

(Buna Mussolini’yi de eklemek mümkün) Parti diktatörlüğü; devletin idaresinin ve her türlü yetkinin tek bir parti elinde bulunmasıdır. Tek parti rejimi vardır. Bu diktatörlük çeşidinde de demokrasiden söz edilemez. Partinin başında otoriter bir lider olabileceğinden kişi diktatörlüğüne benzeyebilir. Daha çok komünizmde görülmüştür. Bu rejimde en çok ünlenmiş kişi Josef Stalin’dir. Askerî diktatörlük; devlet idaresinin orduda bulunmasıdır. Bu tür yönetimlere cunta adı verilir. Siyasi partiler bulunmaz, bulunsa bile ordu kontrolünde varlığını sürdürür.

Askeri yönetimlerin başına geçmiş kişiler genellikle yönetime darbe yoluyla gelmiştir. Bu diktatörlük çeşidini uygulayan en ünlü kişilere Francisco Franco ve Muammer Kaddafi örnek verilebilir.

Bu tanımları Wikipedia’dan aldım..

Unutmadan söyleyeyim, Cumhuriyetin 10. Yıl albümünde görüşüne yer verilen, ortak ideallerden söz edilen tek lider Hitler’dir.. O dönem Kemalistlerinden Falih Rıfkı, Mussolini’nin terbiye diktatörlüğünden söz eder ve demokrasi cehenneminden kurtulmak için mücadeleye çağırır. Zira onlara göre “Türkiye’de demokrasi hoca ve mürteci saltanatı demektir.” “İktisatta liberalizm, Türkiye kapılarını tekrar ecnebi ve kilise finans ve ticaret soygunculuğuna açmak demektir.”

Bunu yazan adam, Mussolini’nin terbiye diktatörlüğü hayali ile “Anadolu yaylalarında, ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylülerini arayan” adamdır.. Falih Rıfkı’nın Eski Saat’ini okuyanlar bu satırları hatırlayacaklar.. Bizim “Yavru kurt”lar Romüs ve Romülüs’ten mülhem değil mi, “Dağbaşını duman almış” marşını söyleyerek yürüyüşe çıkan kara gömlekliler kimlerdi?

Hitler’in doğum günü partisine katılıp, ondan övgü ile söz eden, gazete manşetlerinde Gestapo şeflerine övgüler düzenler kimlerdi? Bizim “Cumhuriyet”çiler değil mi? Ya o Hitler bıyıkları neydi öyle!

CHP’liler bu diktatörlük tartışmasına girmeden keşke partilerinin yayınladığı Cumhuriyetin 10. ve 15. Yıl albümlerini bulup bir baksalar.. Öyle kızıp bağırıp çağırmaya gerek yok.. “Türk’ün yeni amentüsü”nü okuyun bir; belki sakinleşirsiniz. Olmadı Behçet Kemal’in “Yeni Mevlid”i sadrınıza şifa olur mu bilmem.. “Örümcekli kafa” hangi kafaymış bir bakın bakalım. “Ümmet Leşi” altında dün neler söylenmiş..

Herkes Atatürkçü olmak zorunda olunca, (ki vekiline, memuruna bağlılık andı içiriliyor, tek onların yönetme hakkı var) herkes de kendine göre bir Atatürk icad ediyor..

Şimdi dindar bir Atatürk gerekli.. CHP’li Atatürk “out” AK Parti Atatürk’ü “in”.

İsteyene Adnan hocanın Atatürk’ünden, isteyene Locanın Atatürk’ünden, isteyene Yaşar Nuri’nin Atatürk’ünden verebiliriz. Doğu Perinçek’in Atatürk’ünün pek alıcısı yok gibi.. Saadetçilerin Atatürk’ü yaşasaydı Milli Görüş’e verirdi oyunu zaten. Refik Baydur Atatürk’ün “Müslüman kimliği”ne vurgu yapan çalışmasıyla, aslında Müslümanların seveceği bir Atatürk tiplemesi üretmeye çalışıyor, ama artık çok geç. Sonuçta herkesin Atatürk’ü kendine!

Yıllar önce soran sordu; “Hangi Atatürk” diye. Nadi de artık “Ben Atatürkçü değilim” diye kitap yazdığına göre bu iş bitmiştir..

Askerlerin Atatürk’ü artık iş yapmıyor. CHP’nin Atatürk’ü de öyle.. MHP’nin Atatürk’ü nasıl bir Atatürk pek bilinmiyor.. Sonuçta herkes Atatürkçü bu memlekette. Hâlâ çocuklara mecburen and içiriliyor.. Ama kimsenin Atatürk ilke ve inkılablarını önemsediği yok.. “6 oku say” desen çoğu CHP’liler bile bir çırpıda sayamaz.. Meclis’te icabında en hayati yasalar bile gerekçesiz olarak gündeme alınıp, müzakeresiz olarak oy birliği ile kabul edilecekti. Çünki aksi halde muhtemeldir bazı kelleler gidebilir diye Meclis kürsüsünden uyarı yapılan bir Meclis’ten söz ediyoruz..

Dersimlilerin, Arap asıllı Nuseyri Hataylıların Atatürkçülüğünden ne çıkar Allah aşkına! O tenkil, tedip, tehcir politikaları, daha sonraki varlık vergisi rezaleti neydi?

Cumhuriyetin “Tek Adam”ı olur mu? Tek partide adayları tek adam belirleyecek. Parti üyeleri oy kullanacak o da, açık oy gizli tasnif yöntemi ile, bunun adı da demokrasi, cumhuriyet olacak. Mahkemelerde kanuna uygun karar verilmeyecek, verilen kararın kanun sayıldığı bir uygulama olacak. Savcısız, avukatsız, temyizi olmayan mahkemeler kuracaksınız… Bunun adı ne olur?

Selâm ve dua ile..
YENİ AKİT
 

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Abdurrahman dilipakın bakış penceresini beğenirim,
paylaşım için teşekkürler..
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
26295.jpg



Dersim Tamam da, Sabiha Gökçen Ne Olacak!


Biraz, Hitler, biraz Musolini, bir Stalin hayranlığı. Biraz İngiliz muhibliği, biraz Yunan kardeşliği, biraz Fransa.. İsviçre’den medeni, şuradan ceza, şuradan ticaret hukuku, al sana çağdaş bir cumhuriyet!



Dersim tamam da, Sabiha Gökçen ne olacak!

Abdurrahman DİLİPAK
Muğlalı’nın adı kışladan silindi de, Sabiha Gökçen Havaalanı’nın adı ne zaman değişecek? Nevzat Tandoğan’ın adı ne zaman silinecek bulvardan?.. Bir sürü zalim adamın adını meydanlara, binalara verdiler, utanmadan, sıkılmadan..
Muğlalı ilk ve tek değildi. Şimdi o zaman horlananlara iade-i itibar yapılıyor.. Birileri bu kişileri niye bu kadar yücelttiler dersiniz.
Evet, şimdi CHP’nin Dersimli genel başkanı çıksın bakalım bu işin içinden, çıkabiliyorsa..
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, “Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP’dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardır” sözleri ile başlayan tartışma CHP’de de geçmişle hesaplaşmaya dönüştü..
Kılıçdaroğlu’nun omuzları bu tartışmanın yükünü taşıyamayacak kadar zayıf..
Aygün öyle anlaşılıyor ki “utana sıkıla” söylüyor bu sözleri. Mustafa Kamal için “Haberdardı” diyor.. Haberdar değil, emri veren kişi idi. Sabiha Gökçen de onun manevi kızı değil mi? Kızını gönderiyor.. Mustafa Kamal “tek adam”dı. Mustafa Kamal varken İsmet İnönü’nün adı mı okunur? Bu işi yapan şahıslar değil, devlet. Devletin ordusu, polisi. Jandarma. Politikacısı, bürokratı.. Kim bunlar, CHP değil mi? Tek adam ve tek parti her şeye hakim değil mi?
Hüseyin Aygün ve ona destek verenler ne yaptıklarının farkındalar mı? Aygün’e sormak gerek, peki bayım siz nerede bulunuyorsunuz? Orada ne yapıyorsunuz? Ah CHP ah!
Kimin sofrasına oturuyor ve kimin kılıcını sallıyorsunuz, bir bilebilsem..
Yıllarca, Alevisini, Kızılbaşını, Nuseyrisini, Türkünü, Kürdünü nasıl da bir arada tuttular.. “Stockholm Sendromu”, CHP Sendromu olsa gerek.. Hem Türkçü geçineceksin, hem Arabı, hem Kürdü kırdıracaksın, hem de bunları kendine bağımlı kılacaksın.. CHP’nin en büyük başarısı bu..
Bektaşi dergahında ortada Hz. Ali, bir yanda Mustafa Kamal, bir yanda Hacı Bektaşı Veli resmi. CHP’liler bunu da başardılar.. Ya hu “Hacı” demeyi yasaklayan CHP değil mi? Bir “Hacı” ile Mustafa Kamal’ı nasıl bir araya getirirsiniz? Bunlar böyle! Zorunlu din dersi diye bir zamanlar bu derslerde ayet ve hadisten çok Kamal’ın fikirlerine yer veriyorlardı. Ellerinden gelse Alevilerine yaptıklarını Sünnilere de yapacaklar, TSE damgalı bir din üreteceklerdi. “Dinde reform” için çok çalıştılar ama olmadı..
CHP bu, ilk hedef dini tümden ortadan kaldırmaktı. “Türkün dini Kemalizm”dir diyenler oldu. Sonra “Ahkam ayetlerini çıkartalım, yerine nutuktan parçalar ekleyelim” dediler ama olmadı.. “Türkün yeni amentüsü” de, yeni mevlid de tutmadı. Baktılar oluyor, daha önce “hacı-hoca” sıfatlarını yasaklayanlar, bu defa devlet eli ile hac ziyaretleri düzenlemeye başladılar, hocaları devlet kadrosuna memur olarak aldılar..
Sadece elbisemizi değil dilimizi, dinimizi, değerlerimizi, kimliğimizi, genlerimizi değiştirdiler sanki. “On yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan” derken bunu söylüyor olsalar gerek..
Biraz, Hitler, biraz Musolini, bir Stalin hayranlığı. Biraz İngiliz muhibliği, biraz Yunan kardeşliği, biraz Fransa.. İsviçre’den medeni, şuradan ceza, şuradan ticaret hukuku, al sana çağdaş bir cumhuriyet!
Aslında bu CHP’nin varolmaya hakkı yok. “Cumhuriyet (…) Partisi” olmaz. Adlarını değiştirip “Cumhuriyetçi (…) Parti” olsunlar. Ve anayasanın başlangıç maddesi ve and şeklinde tek parti döneminin eseri olan devletin resmi ideolojisine ve 2. kurucu kadrosuna sadakat andından bir kurtulamadan Türkiye’de normalleşme hayal.
Bu darbeler, bu terör, bunların sebep olduğu yoksulluk bu zihniyetin başımıza bela ettiği sonuçlardır.
Tevhidi tedrisat, bunlar için resmi ideolojinin misyonerliği anlamına geliyordu.
CHP eşi menendi olmayan bir parti. Hem azınlık cuntasıdır, hem Cumhuriyetçi, hem monarşiye karşıdır, hem tek adamcı. Hem laikçidir mesela, hem hilafet fonunu yönetendir, dini kontrol etmek ister. Kendi ideolojisini mutlaklaştırma ve dinleştirme çabasındadır. Halkçıdır, ama kendi ilkeleri üzerinde halkın tasarrufunu engeller.. CHP bu, hem Türkçüdür, hem de bu milletin alameti farikası olan ne varsa ona karşıdır. Türkiye’de asıl sorun Ergenekon’dan önce CHP’dir.. Dersim yasasının arkasındaki tenkil, tedip, tehcir zihniyetidir..
Aslında bir süreden beri Can Ataklı’nın da dile getirdiği bir şey var: “Defalarca söylüyorum, bu CHP’nin kapanması lazım. Bu CHP’yi müze yapmak gerekiyor. Yerine adam gibi bir şey çıksın, artık sosyal demokrat mı olur başka bir şey mi olur. Bu ibişlerle bu parti olmuyor.” CHP varolmayı hak etmiyor.. CHP ile bu iş olmayacak.. CHP varolduğu sürece Türkiye’de taşlar yerine oturmayacak.. Hüseyin Aygün cesaretini toplayıp bunları da görse.. Aygün doğru yönde ileri doğru bir adım attı. Ama gerçek bundan ibaret değil. Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Abdurrahman Dilipak - Özür dile dile bitmez

23194.jpg



Kemalizmin Zulüm Tarihi Özür Dile Dile Bitmez


Kılıçdaroğlu’nu anlıyorum.. CHP Dersim olayı ile ilgili bir özür diledi mi, arkası gelir. Özür dile dile bitmez.. CHP’nin saltanatında zulmetmedik ahali mi kaldı ki!



Özür dile dile bitmez

Abdurrahman DİLİPAK
Kılıçdaroğlu’nu anlıyorum.. CHP Dersim olayı ile ilgili bir özür diledi mi, arkası gelir. Özür dile dile bitmez.. CHP’nin saltanatında zulmetmedik ahali mi kaldı ki!
Şeyh Said meselesinden dolayı Kürtlerden özür dilemeli.. Muğlalı adının kışlalardan silinmesi yetmez, o katliamdan dolayı da özür dilenmeli. Yine bir başka Muğlalı cinayeti olan Menemen’den dolayı Menemen halkından özür dilenmeli.. İskilipli Atıf hocadan dolayı İskiliplilerden özür dilenmeli..
Rizeliler şapka giymiyor diye Hamidiye’den şehre top ateşi açılmıştı ya, Rizelilerden özür dilenmeli..
Bursa kalesine dikilen o sütundaki yazılardan dolayı Bursalılardan özür dilenmeli.
Camiler, ahır, meyhane, bar yapıldığı için, kendilerine mürteci dendiği için, “Türkün dini Kemalizmdir” dedikleri için Müslüman Türkü, Kürdü, Arabından, Arnavudundan, Çerkezinden, Gürcüsünden de özür dilenmeli.
Ermeni, Rum ve Yahudiler taşocaklarına sürülmüştü ya, şu varlık vergisi sebebi ile, bu gayri müslimlerden de özür dilenmeli.
Ana dilde konuşma, yayın yasağından dolayı bütün etnik topluluklardan da özür dilenmeli.
İstiklal Mahkemelerindeki hukuk dışılıklar için bütün sanıklardan, açık oy gizli tasniften dolayı bütün seçmenlerden, şapka devriminden dolayı bütün kadınlardan ve erkeklerden özür dilenmeli..
Darbelere destek verdikleri için bütün darbe mağdurlarından, Ergenekon’un avukatlığını üstlendiği için derin devletin mağdurlarından, kurbanlarından özür dilenmeli..
Her biri bir rejim militanı olarak yetiştirilmek üzere, biyonik robot haline getirilen o “yavru kurt” pazubentli ve kara gömlekli çocuklarımızdan özür dilenmeli.
Başörtüsü yüzünden Müslüman kadınlardan, yaptıkları baskılardan dolayı İmam Hatiplilerden ve Kursan kursu öğrencilerinden özür dilenmeli..
Say say bitmez.
Bir özür dilemeye başlarsa, her kimle karşılaşırsa, önce “özür dilerim” diye söze girmeleri gerek..
Çocuklarımıza yanlış bir din, yanlış bir gelenek, yanlış bir ideolojiyi empoze etmeye, resmi bir din, resmi bir ideoloji, resmi bir tarih dayattıkları için öğretmenlerden ve öğrencilerden özür dilenmeli..
Takriri sükun için özür dilenmeli mesela..
CHP’nin “şeref kitabı” ile, “10. yıl albümü”ne bakın, demek istediğimizi anlarsınız.
Mesela Osmanlı’ya insafsızca düşmanlık ettikleri için Osmanlı’dan özür dilemeleri gerek.
Soğuk savaşın bir kanadında gönüllü savaşçı oldukları için karşı kanattan özür dilemeleri gerek.
Arap oldukları halde, zorla Türk milliyetçisi olmaya zorlandıkları için Hataylı Nuseyrilerden özür dilenmesi gerek.
Sahipsiz bırakıldıkları için Çingenelerden özür dilenmesi gerek..
CHP’nin yaptıkları saymakla bitecek gibi değil. Herkese özür borcu var CHP’nin..
En azından gözden uzak dursalar, ne iyi ederler..
Alevilik ehli beyt geleneğine bağlıdır. Ehlibeyt Araptır.. Dedeler kendi soylarını ehlibeyte nisbet ederler.. Bu ne menem bir iştir..
Hacı Bektaş-ı Veli ile Hz. Ali’nin temsili resmi arasına Mustafa Kamal’ın resmini asanlar kimden özür dilemeli peki..
Dersim’in kayıp Kızları” için Dersimliler’den, “Gürbüzler” için Ermeniler’den özür dilememiz gerek. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalimlere karşı olacaktık değil mi?
Bir topluluğa olan düşmanlığımızın bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi üzerine ahdimiz var.. Ha sahi, Kılıçdaroğlu Saidi Nursi’den ne zaman özür dileyecek?
İstiklal Mahkemelerinde asılan o hacı, hocaların aileleri ve talebelerinden ne zaman özür dileyecekler?. Darbeler sebebi ile askerler milletten ne zaman özür dileyecek mesela.. Öğretmenler öğrencilerden ne zaman özür dileyecekler mesela o yalan tarih için.. İmamlar cemaatten ne zaman özür dileyecekler korkup gerçekleri söylemedikleri için. Ben bir gazeteci olarak her gerçeği yazmadığım/yazamadığım için özür dilerim..
Açık oy gizli tasnif için seçmenlerden de özür dilemeleri gerek.. Hilafet fonundan Kurtuluş Savaşı için Ankara’ya gönderilen paranın hukuk dışı yollarla tasarrufu konusunda Hindistan Müslümanlarından ne zaman özür dilenecek. Aslında en güzel özür, CHP’yi kapatmak olacaktır..
Köşem doldu ama daha liste bitmedi. Siz bilirsiniz aslında diğer özür konularını.
Selam ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Suriye, Irak derken...

Suriye’de kartlar yeniden karılıyor..

Suriye yönetimi ABD ile dirsek teması kuruyor. İngiltere ve Fransa ile birlikte ABD, Suriye’yi, İran ve Rusya’ya kaptırmak istemiyor..

Suriye köşeye sıkışmış durumda.. İran ve Rusya yörüngesinden çıkıp ABD ve AB’ye yaklaşma çabasında..

Aslında Suriye ne yapacağını bilmiyor..

Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan’la kurduğu dirsek teması Suriye’yi kurtarmaya yetmeyecek gibi gözüküyor..

AB ve ABD Esad için bir hayat garantisi oluşturabilir mi?

Bu biraz da Hariri ailesinin ikna edilmesine bağlı.

Suriye’nin AB ve ABD ile kurduğu diyalog, Rusların ve İran’ın Suriye’ye olan güvenini yok edebilir.

17-18 Aralık’ta Erbil’de Suriye Kürtleri ile Irak’taki Kürt toplulukları bir araya gelerek bundan sonraki yol haritasını tartışacaklar..

Suriye Kürtleri, böyle bir zamanda Suriye’den koparak Irak’a katılma yönünde bir karar alabilirler..

Böyle bir durumda Kürtlerin kendi aralarında liderlik sorununu çözmeleri gerek. Bir de PKK ve Kürt diasporası konusu acil ve öncelikli bir konu haline gelecek demektir.. Bunun anlamı Irak Kürdistanı’nda iktidar için bir iç mücadele başlayacak. Bunun da iki başlığı var.. Kürt hareketinin lideri Barzani mi olacak Talabani mi?

İkinci konu ise PKK’nın geleceği. Daha doğrusu Irak’taki PKK kampları ne olacak?. PKK Türkiye’nin iç meselesi değil sadece. Bir ucu İran’a, Ermenistan’a, Azerbaycan’a kadar uzuyor bu iş. Ve tabii bu işin Avrupa’da ve Balkanlar’da uzantıları da sözkonusu.

PKK sadece etnik ve ideolojik bir hareket değil. Bölgedeki mafia ve kaçakçılıkla da ilgili..

Irak’ın bu işi çözmesi çok kolay değil..

Önümüzdeki günlerde ABD’den üst düzey bir takım askeri ve siyasi kişilerin gelmesi bekleniyor.. Bu anlamda Irak’ta da hareketli günler yaşanıyor..

Suriye meselesi bölgedeki taşları radikal bir şekilde yerinden oynatacak.

Aslında Suriye’deki muhtemel değişiklik sadece Irak’ı değil, başta İsrail olmak üzere, Filistin, Ürdün ve Lübnan’ı da radikal şekilde etkileyecek..

Suriye kendinden ibaret bir ülke değildir.. Suriye’deki bir değişiklik bölgedeki dengeleri radikal şekilde etkileyecektir.. Bugün yaşanan da budur..

Suriye’nin Rusya’ya ya da İran’a sadakati sözkonusu değildir.. ABD’nin devreye girmesi, kendisi için olduğu kadar, İsrail’in güvenliği ve Lübnan Hizbullahı’nın yalnızlaştırılarak bölgedeki İran etkisinin kırılması açısından da önemlidir.

Sanırım ABD ve İngiltere’nin bölgeye ilgisi sadece İsrail açısından değil, Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan’ın varlık ve güvenliği açısından da büyük önem taşımaktadır..

Suriye Kürdistanı’nın Irak’a eklemlenmesi ile Irak’ın hem büyümesi ve hem de güçlü ve tek bir Kürt devletinin doğması açısından büyük önem taşımaktadır ki, ABD ve İngiltere burada oluşmakta olan yeni Kürt devletinin varlık ve güvenliği için bir garantör rolü üstlenmek istemektedir..

ABD ve İngiltere, bir yandan Irak’tan çekiliyormuş gibi yaparken, bir yandan da bölgeye yerleşmekte, kalıcı olmanın yollarını aramaktadır..

Bu durumda yeni Suriye en azından dört parçalı bir hale getirilmek isteniyor gibi sanki.. Dürziler ve Hristiyanlar sahil şeridini oluştururken, Irak’ta bir Kürt bölgesi ve ortada Sünni Araplardan oluşan bir parçalı yönetim şekli üzerinde çalışılmakta sanki..

Bu konuda Batılıların halka danıştıklarını filan sanmıyorum.. Balkanlar’daki ve Kafkaslar’daki durum bir şekilde Suriye’ye taşınıyor sanki..

Sonuçta, İran ve Rusya, Esad’ı koruyayım derken, Esad’ı ellerinden kaçırmaları sonucu kriz ABD, İngiltere ve Fransa’nın bölgeye yerleşmesine ve Suriye’nin bölünmesine sebeb olacak bir maceraya dönüştürülmeye çalışılıyor sanki..

Kuşkusuz bunlar evdeki hesaplar.. Nasıl İran ve Rusya’nın hesapları boşa çıktı ise, Amerikan planı da boşa çıkabilir.. Onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı var. Galib olacak olan da O’nun hesabıdır. Bize burada düşen görev rızai ilahiyeyi anlayarak o yönde çaba göstermektir..

Ben Esad’ın bu ayak oyunları ile kendini ve işbirlikçilerini kurtaracağını sanmıyorum.. Sonunda her şey olacağına varacak ve bu süreçte yaşanan olaylar bizim için bir imtihan vesilesi ve ibred dersi olacaktır..

Sanırım yeni bir dünya kurulurken, yeni Tahran, Yalta, Potsdam konferansları gibi konferanslar kapıda. Eğer bu süreci doğru yönetemezsek, olacak olan şey de belli. Siyaset ve diplomasinin çözemediği sorunlar silahla çözülür.

Selam ve dua ile.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Biri bizi işletiyor




İran da, İsrail de tehdit etmeyi, meydan okumayı çok seviyor..Her iki ülke de, sanki bu işi iç politikası için kullanmak istiyor gibi..
Biz bu psikolojiyi iyi biliriz. Yunanistan’la girdiğimiz it dalaşlarını.
Mesela her kış, Ruslar kuzeyden geliverecek sanırdık.. “Buzlar çözülmeden” komünizm ülkemizi işgal edecek sanırdık. Rus ayısı, sıcak denizlere inmek için Boğazdan geçmesi gerekirdi.
Komünistler güya bizi Amerikan emperyalizminden kurtarmaya çalışıyordu, biz de “Türk aleminin en büyük düşmanı komünizmdir, her görüldüğü yerde ezilmelidir” diye, Türkiye’yi Rus ve Çin emperyalizmden, komünizmden kurtarmak için sokaklara dökülürdük..
Aslında meğerse oyun böyle kurulmuş. Biz de bu kanlı oyunun ucuz figüranları olmuşuz.. Birileri aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmeye çalışıyormuş meğer..
Durduk yerde ne İran İsrail’e saldırabilir, ne de İsrail İran’a.
Böyle bir şey iki ülke için de felaket olur ve bunun anlamı yeni bir dünya savaşıdır..
Ha, terör faaliyetleri, 6. kol faaliyetleri tamam.. İran da, İsrail de birbiri ile dost değil.. Ellerinden gelse birbirlerini bir kaşık suda boğarlar..
İsrail saldırırsa bu İsrail’in sonu olur.. İran saldırırsa, İran perişan olur..
İsrail saldıracaksa, herhalde yanına ABD ve İngiltere’yi de alıp topyekün bir saldırıya geçmesi gerekir.. Kuzeyden doğudan, batıdan, her yerden topyekün saldırmaları gerekir ki, bu dünyaya zor izah ederler.. İran’a böyle bir saldırının ardından İsrail artık bölgede zor kalır.. Hatta sadece İsrail için değil, bütün Yahudiler için böyle bir şey korku dolu, felaket dolu yeni bir dönemin başlaması demektir..
Peki, o zaman niye dalaşıp duruyorlar?
1-Birbirilerine karşı mevzi kazanmak ve psikolojik üstünlük elde etmek istiyorlar.
2-Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle kabilinden, birbirinin üzerinden birilerine mesaj veriyorlar. 3. ülkeleri bu şekilde uyarmış oluyorlar.
3-Her iki ülke de bu durumu kendi için politikaları açısından, kendi toplumlarını kontrol etmek için kullanıyorlar..
4-ABD ve İngiltere, bölge ülkelerine silah satıyor ve bölge devletleri üzerinde baskı politikaları uyguluyorlar..
Yani bu iş herkes için kârlı bir pazar.. Ama yine de bu iş bundan ibaret değil..
Kaç yıl oldu, hep aynı terane.. İran bir yandan da Türkiye’deki erken uyarı sistemi konusunda açıklamalar yapıyor.. Batı bu füze sistemi ile bir yandan Türkiye’nin samimiyetini test etmeye çalışırken, öte yandan İran, Türkiye’nin İran’a karşı batı kampında yer alması halinde bundan zarar görebileceği uyarısı ile Türkiye’yi batıyla arasına mesafe koymaya zorluyor..
Bu psikolojik bir savaş,. Değişik taktikler uyguluyorlar.. Bir de bir başka savaş, bu savaşla perdelenmeye çalışılıyor sanki.
İran benzer tehditleri diğer bölge devletleri için de yapıyor.. Her halde İran eğer iddia ettiği gibi Türkiye’deki NATO tesislerine saldıracaksa, daha yakınındaki Afganistan, Kuveyt, Suudi Arabistan, Irak’taki askeri tesislere, Körfez’deki ve Hint Okyanusundaki deniz donanmasına saldırmayacak değil.. Türkiye’deki erken uyarı sistemi, tehdit sıralamasında bütün bunların gerisinden gelir..
Bütün bunlara rağmen savaş ihtimali % 0 da değil.. Zaten bütün bunlar olurken taraflar askerlerini de sürekli alarm halinde tutuyor..
Bu gerilim politikasının iç politikadaki sonuçları ortada..
Ortada ciddi bir propaganda savaşı var.. Diplomatik bir savaş devam ediyor ve taraflar birbirini köşeye sıkıştırmaya çalışıyor..
Bu arada İran petrolleri ölü fiyatına giderken, İran’ın ambargo sonucu, gelişmesi de bir şekilde engellenmiş oluyor.. İran devrimi bu kuşatma ile başarısızlığa uğratılmak isteniyor aslında..
Bu işin başka çok önemli yanları da var aslında.. Önümüzdeki hafta bu konuda başka, önemli senaryolardan da söz edeceğim inşallah. Şimdilik bu kadar. Selâm ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İş Bankası kime bağlı




İş Bankası bir kamu bankası mı, yoksa özel bir banka statüsünde mi?
Aslında İş Bankası konusunu iki açıdan ele almak gerek..
1-CHP açısından, 2-Diğer ortaklar açısından.
Bana sorarsanız İş Bankası bir kamu bankasıdır. Mustafa Kemal’in hesabı da, Bayar’ın hesabı da, Hindistan’dan, Hilafet fonundan gelen paradan ödenmiştir..
Dolayısı ile bu ortaklığın Hazine’ye değil, Diyanet’e devri gerekir. Diyanet’in de bunu beynelmüslimin projelerde kullanması gerekir..
Tabii, dini vergilerin bir riba kuruluşunun teşkilinde harcanması kadar, Diyanet’in böyle bir bankanın sahibi olması kabul edilemez. Belki bu bankanın söz konusu hisselerinin Vakıflar Bankası’na devri ve bedelinin ise Diyanet’e aktarılması gerekir..
Bu parayı Hindistan Müslüman fonuna iade edelim ama İş Bankası’nda ve CHP’de kalmasın..
Bu paranın CHP’nin yönetimde bir bankada tutulması hiçbir şekilde kabul edilemez..
En azından bu durum siyasi partiler yasasına aykırı bir tutumdur..
Eğer bu yol açılırsa, AK Parti’ye de bir banka sahibi, hisselerinin bir kısmını temlik etsin, vasiyet etsin, bakalım ne oluyor..
Bu konu 1950’de, 60’da, 80’de tartışma konusu olmuş, sonra CHP tekrar açılınca bu fon CHP’nin yönetimine bırakılmıştır.
Bu parayı TTK ve TDK kullanıyor ama bu iki kurumun da bütçesini DPT belirliyor..
Abuk-subuk bir iş.. Bu işi Meclis mi çözecek, hükümet mi, yargı mı bilmiyorum ama birilerinin bu işe bir el atması gerek artık..
Aslında en son 60 darbesinde Demokrat Parti iktidar olduğu zaman bu konu çözülmüş.. “CHP’nin Haksız İktisaplarının İadesi Kanunu”nu çıkarmış. Bu şekilde İş Bankası’ndaki Atatürk’ün hissesi Hazine’ye devredilmiş. Belki şimdi Hazine bu konuda dava açıp, dava Anayasa Mahkemesi’ne gönderilebilir (mi)? 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası Anayasa Mahkemesi bu kanunu iptal ettiği için CHP hisselerini tekrar elde etmiş.. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılacak bir başvuru ile de bu konu yeniden Anayasa Mahkemesi’ne taşınabilir mi?
Yarın bireysel başvuru hakkı çerçevesinde de bu konu belki gündeme getirilebilir..
Bu işin en doğrusu, şık olanı, CHP’nin kendi adını daha fazla örseletmeden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na ya da Hazine’ye başvurarak, İş Bankası ile ilgili hukuksuzluğa son vermesidir..
Meclis de aslında bu konuyu araştırmak üzere, bir komisyon kurabilir.. Bu komisyonun İş Bankası’nın faaliyetlerini de mercek altına alması gerekir.. Özellikle bu banka üzerinden kimlere kredi verildiğine bakmak gerekir. Birilerinin bu bankayı babasının çiftliği gibi kullandığı hatta zarara soktuğu iddiaları da yok değil.. Sonuçta bu banka kamu kaynakları ile dolaylı olarak da olsa ilgili bir banka..
Ortada açıkça anayasa ve siyasi partiler yasasına aykırı bir durum var.. Mustafa Kemal’in arkasına saklanılarak bu hukuksuzluk bir şekilde sürdürülüyor..
Meclis, siyasi partiler yasasına bir madde ekleyerek de aslında bu çarpıklığı giderebilir..
CHP’nin yapması gereken bir diğer konu, adının ilk kelimesinin sonuna “ci” eklemek. Bu konu ya CHP tarafından kongre kararı ile düzeltilecek ya da siyasi partiler yasasına yapılacak bir başka ekle düzeltilecek. Yine doğrudan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da devreye girebilir.. “Cumhuriyet” partisi olmaz. “Cumhuriyetçi Halk Partisi” olur..
CHP büyük bir pişkinlikle bu hukuksuzluğu tarihi bir miras olarak sahiplenmeye devam ediyor..
CHP’nin hukukla bu durumu savunması mümkün değil. Demogojik tartışmalarla da ancak anayasa değişikliğine kadar zaman kazanabilir..
Artık bu eşitsizliğin, hukuk ihlalinin bir şekilde sonlandırılması gerek.
Meclis Başkanı da aslında bu konuda grup başkanvekillerinden görüş istemesi mümkün. CHP kendi görüşünün hukuki dayanağını yazılı olarak ortaya koysun bakalım..
Belki Evren dönemi, CHP’nin yeniden kurulmasının ardından, Cumhurbaşkanı Genel Sekreterliği’nin bu imtiyazı CHP’ye iade etmesi ile ilgili de Çankaya bir inceleme yaptırılabilir.. Gerekçe neydi aceba.. Çankaya bu konuda bir insiyatif kullanarak, verdiği bu imtiyazı geri alabilir mi?
Sanırım bu konuyu çok yönlü olarak, sürekli gündemde tutmak gerek ki, CHP’liler meydanı boş bulup bu hukuksuzluğu daha fazla sürdüremesinler.. Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Cinnet toplumu




1.5 yıl kaldığı PKK’nın Bekaa kampında gördüğü infazları anlatan Selma Batmaz, cezalandırmak için mahzene kapatılan sempatizanların birbirlerini yiyerek öldüklerini anlatıyor..
Böyle bir özgürlük savaşı hikayesi olamaz.. Böyle insanlık da olmaz.. Ne yazık ki bu örnekler sadece onlar için geçerli değil..
“Elazığ Devlet Hastanesi morgunda bir kadın cesedi olduğunu söyledi. Gittiğimizde bize her tarafı parçalanmış bir ceset gösterdiler. Gözleri oyulmuş, burnu kulakları kesilmiş, saçları bile önden yoktu. Benzetemedik. Annem ayak parmaklarının arasındaki benden tanıdı. Şimdiki eşimle o zaman nişanlıydık, diş hekimiydi, dişlerine baktı, ‘bunlar benim yaptığım protezler’ dedi.” Bu da Ayten Öztürk’ün hikayesi.. Kardeşi örgüte katıldı diye, devletin içindeki bir çete tarafından cezalandırılan bir kızın hikayesi..
Böyle bir devlet zihniyeti olamaz..
Ha! Bu arada şike soruşturması bitmeden, rating skandalı patladı.. Nereyi tutsanız elinizde kalıyor. Kokuşmuş bir yapı.. Vurgun ve soygun yapan çeteler köşe başlarını tutmuş.. Bütün bunlar olurken, fiesta, futbol, dizi filmler ve eğlence programları ile toplumun dikkatleri başka yönlere çekilmeye çalışılıyor.. Böyle bir düzen kurulmuş gidiyor..
Bu arada Hava kuvvetleri komutanlığı, Hava savunma kontrol dairesi tarafından hazırlanan çizelgede DDK tarafından tesbit edilen bölgedeki hava hareketliliği doğrulandı.. Tam da o bölgede tam da o saatlerde 3 tane savaş uçağı var.. Ve tam da helikopterin düştüğü an radarlar karartılıyor..
İster misiniz birileri de oturup karargahta, canlı yayında bu işleri izlemiş olsunlar..
Hemen olaydan sonra oraya Akdeniz’den NATO’ya ait Amerikan gemisinden kalkan bir helicopter de iniyor, daha sonra Malatya’dan kalkan iki helicopter daha geliyor olay yerine..
Tepede Awacs var. Bölge radarlarındaki bilgiler nerede? Uydu üzerinden sağlanan görüntü nerede?
Kimi emekli, kimi muvazzaf, herkes her haltı biliyor, ama birileri susuyor işte.. Kimden korkuyorlarsa, önce onun üzerine gitmek gerek..
Yahu, operasyona giden savaş uçaklarına, birileri yanlış koordinat bildiriyor.. Kimi çıkmış taslaktı diyor, kimi GPS koordinatlarını F 16 verisine dönüştürürken yanlışlık olmuş olabilir diyor, güldürmeyin insanı yahu. Bu işlerden anlayan birine sordum, bu işler el cihazları ile otomatik yapılıyor. F 16’da zaten dönüştürme sistemi var. Bu cihaz ileri gözetleyicilerin el cihazında bile var.
Şimdi asıl sorulması gereken şu, savaş uçakları gidip terör üslerini vurduklarını zannederken bombaları nereye bıraktılar?.. Düz ovaya attılarsa neyse de, askerin harekat güzargahındaki geçiş koridorlarını vurmuş olmasınlar sakın..
Bunlar olabiliyorsa, yarın uçağı da düşürür bunlar.. Bombaları sivil hedefe de yönlendirebilirler..
Bu tür iddialar yeni değil. Bu olayları ilk defa yaşamıyoruz..
Bunlar gazete manşetlerinde yazılıyor. Oysa şuyuu vukuundan beter hadiseler bunlar..
Böyle bir yapı ile “harbe hazırlık” olmaz.. Ordu da siyaset de, bürokrasi de önce kendi içini temizlemeli..
Yanlış yapanın “bizden”i, “sizden”i olmaz..
Başbakan bir yandan bu çetelerle uğraşırken, kendi belediyelerine, bürokrasisine de bakması gerekir.. Çünki bu yapı, her zaman iktidar içinde ve iktidara yakın birilerini, menfaat temin ederek ya da tehdit ve şantajla yanına alır..
Bu süreçte en temiz kalması gereken yer yargı.. Aman ha! Ve tabii Emniyet.. Operasyonların şova dönüştürülmesinden kaçınılmalı.. Hayali iddia ve isnatlarla, psikolojik harp takdikleri ile operasyon yapılmaz.. Ne o öyle, polisiye film aktörleri misiniz siz beyler..
Bu işlerin kan davası ve intikam alınıyormuş havasında olmaması lazım.. Kenan Evren mantığı ile, biraz oradan, biraz buradan olmaz..
Yargı işi ciddiye almalı.
Bana kalırsa yargıda yolsuzluk, usulsüzlük yapan, hakim, savcı, avukat, kim varsa yakın takibe alınması gerek.. Hâlâ bir sürü şikayet var yargıda. HSYK’nın bu konuda daha duyarlı olması gerek..
Kamu güvenliği müsteşarlığı, kamu personeline, bu oda, baro, vakıf gibi yarı resmi kuruluşlarla ve kamu kaynaklarını, fonlarını kullanan şirketlerle ilgili özel bir istihbarat birimi oluştursa ne iyi eder.. Bu cinnet hikayelerinden kurtulmak için sanırım bu şart. Selâm ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Baba-kız ifadeye!

Devletin 193 kişilik ölüm listesi belgelendi ya, şimdi o dönem, bu kararı alanlar ve uygulayanların hepsi için savcılık her an celp çıkartabilir.

Ve tabi bu işlerin arkasındaki isim olarak da Demirel adı öne çıkıyor..

DYP hükümeti döneminin bakanlarından Salim Ensarioğlu, 27 Ağustos 1992 günü Diyarbakır’da olağanüstü toplanan MGK’da 1200 kişilik Kürt işadamı listesinin tartışıldığını iddia etti. Ensarioğlu, “Toplantıda Erdal İnönü, Turgut Özal, Süleyman Demirel vardı. Demirel hâlâ yaşıyor. Listeyi en iyi o bilir” dedi.

O dönem Ankara’da ve bölgede görev yapan askeri ve mülki erken bu işi biliyordu..

Bu işin Karakutusu ise Demirel olsa gerek.. “Baba-kız” bir an evvel ifadeye çağrılmalı..

İster bu günden o güne uzanalım, ister o günlerden bu günlere doğru gelelim, yolumuz 28 Şubat’la ve Susurluk’la kesişecektir..

Bu kesişme noktasında bir operasyon olmadıkça, bu işler burada kilitlenip kalacaktır.

Baksanıza hala birileri, F16’lara, terör hedefleri için yanlış koordinatlar veriyor..

İkinci Ordu Komutanlığı’nın, terör örgütü PKK’ya ait unsurları bombalayacak Hava Kuvvetleri’ne hedefleri 18 kez yanlış verdiği iddiası ile ilgili yasama, yürütme ve yargı çevrelerinden tatmin edici bir cevap gelmedi henüz.. Bu işler şuyuu vukuundan beter hadiselerdir.. Hal böyle olunca birileri bu derin çetenin hala varlığını sürdürdüğüni görüyor ve korkuyorlar. İhbar ve itiraftan korkuyorlar.. İnkar yoluna sapıyorlar.. Baksanıza Dalan bile şecaat arzediyor, adeta meydan okuyor.. Baksanıza adamlar Muhsin Yazıcıoğlu’na suikast düzenleyenler bu güne kadar büyük bir ustalıkla bu işin üzerini örtmüşler.

Aylar sonra öğrendik ki bir Amerikan savaş gemisinden kalkan bir helikopter hemen olayın ardından oraya gelmiş ve kara çakılmış. Malatya’dan kalkan iki helikopter daha bölgeye gelmiş..

Helikopter düştükten bir saat sonra orada birileri var.. Gazeteci telefonla konuşurken herhangi bir ses bozukluğu var, otopside çene ayrık kırık..

Helikopter düşünce parçalanmamış, ilk olarak, ama daha sonra parçalanmış bir enkaz var, ama helikoptere birileri gelmiş yeni bir pano takmış. Bir başkası gelip GPS cihazını söküp götürmüş..

Ve tabi yine bu konuda kimse çıkıp açık bir şekilde gerçeği söylemiyor. Çünki korkuyorlar..

Radar kaydı yok diyorlar. Malatya, Adana, Sivil Havacılık, Awacs, uydu, her yerden bölge izleniyor.. Hatta olay olurken onu uydudan ya da hava araçları ile canlı bir şekilde izlemiş bile olabilirler..

Önümüzdeki günlerde YAŞ da Akdeniz ve Suriye konusu da müzakere edilecekmiş. Bana kalırsa önce bu konunun ele alınması gerek.. Hem şu 1200 kişilik ölüm listesi, hem de Yazıcıoğlu suikasti ile ilgili ayrıntılar..

Yazıcıoğlu suikastini çözerseniz, Özal, İncetahtacı, Mumcu, Dink, Aksoy, Hablemitoğlu suikastlerini de çözersiniz. Sadece geçmişle ilgili değil, bundan sonra olacakları hem caydırır, hem de harekete geçenleri, daha ilk aşamada ele geçirirsiniz.. Yoksa tetikçilerle uğraşmaya devam edersiniz.

Alın size, Bahçeli’ye yönelik suikast planı. Bu da yeni çıktı. Yarın birileri CHP’den birilerini, ya da BDP’den birilerini de hedef tahtası yapabilir.. Erdoğan az mı suikast atlattı..

Hâlâ birileri canlı bomba olayı ortaya çıkabiliyor..

Hâlâ birileri “Militan hukuk” planları yapabiliyor.

Hâlâ Kozmik odada ne oldu bilmiyoruz. Hâlâ Ankara’da ele geçen 2 kamyon dolusu el bombasının akibeti ne oldu, onu da bilmiyoruz.. Hâlâ Arınç suikasti ile ilgili soruşturma sonucundan haberimiz yok.. Hâlâ İstiklal Mahkemesi zabıtlarına ulaşamadık ki! Hâlâ 28 Şubat’ın güçlü generalleri ortada dolaşıyor.. Hâlâ 12 Eylül soruşturmasından bir sonuç yok..

Demirel’in sanık sandalyesine oturtulması iyi bir başlangıç olabilir..

Bir yandan kendilerini susmak zorunda hissettikleri ya da korku belası emre itaatle sınırlı, bu karanlık işlerde kullanırlar, darbecilere yardım ve yataklık edenlerin ayıklanıp serbest bırakılması, bir yandan da dışarıda dolaşanların içeri alınması gerekiyor.

Evet, tutukluluk süresinden önce yargının hızlandırılarak bu konuda artık karar alınmaya başlaması da gerekiyor..

Türkiye bu tehdit karşısında ve belirsizlik ortamında daha uzun bir süre bekleyemez.. İnsan hakları, siyasi ve iktisadi gelişme için öncelik bu işte ve Anayasa değişikliğinde olmalı..

Selam ve dua ile.

YENİ AKİT
 
Üst