Abdurrahman Dilipak : Hz İsa Hristiyan Değildi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Ne varlığa sevinelim...




Allah (cc) bizi malımız, canımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak ve kimi zaman eksilterek imtihan ediyor. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen bir şeyde hayır olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. Yusuf’u kuyuya atanlar, aslında onu Mısır’a sultan yapmak için bir şartı yerine getirmemişler miydi?
Şu başörtüsü direnişinin Türkiye’yi getirdiği yere bakar mısınız?
Önemli olan bu işler olurken, biz nerede duruyoruz, ne yapıyoruz?
Zor görevlerde, Allah’ın meleklerini gönderip işlerin çözülmesini isteyenler, mucize ya da olağanüstü harikaların meydana gelmesini isteyenler, ondan hemen sonra gelecek felaketi göz ardı ediyorlar sanki. Hicr sûresi bize bundan da söz eder..
Mekke döneminde nazil olan, 99 ayetten ibaret olan Hicr sûresinde bir gerçekten söz edilir ki, hepimizin oturup bu gerçek üzerinde düşünmesi gerekir.
Ayette anlatıldığına göre, gün gelecek “İnkar edenler, ‘Keşke Müslüman olsaydık’ diye çok arzu edeceklerdir.” Allah (cc) kitabında “Bırak onları yesinler (içsinler), yararlansınlar; emelleri onları oyalayadursun. İleride (gerçeği) bilecekler” der. Gün gelecek, onlar da hakikatin farkına varacaklar..
Şu ayete bakar mısınız: “Helâk ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır.” “Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.”
N’olacak bu Suriye’nin, Libya’nın, Yemen’in hali? Mekke ve Medine’de, Kudüs’te bu işler ne zamana kadar böyle devam edip gidecek?
Cevap çok açık, basit ve net: Her memleket için takdir edilen bir ecel vardır ve hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.
Okyanusun yüzeyinde şiddetli çalkantılar yaşanırken derinliklerde büyük bir sessizlik ve sakinlik hakimdir. Her şey saatini bekler..
“Ecelim ömrümün kefilidir” der Hz. Ali. Ecel gelip beni bulmadan, Allah’ın takdir ettiği zaman gelmeden benim canımı kim alabilir ki! Eğer ecelim gelmişse beni kim yaşatabilir ki!.
Şuara 227’de ne deniyordu: “O zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâba uğrayacaklarını, nerede dönüp kalacaklarını, haksızlık eden kimseler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır.”
Hayat dağlar, ovalar gibidir.. Doğan büyür, büyüyen yaşlanır, yaşlanan ölür.. Ölülerin bedenleri toprak olur, ruhları ise beden kafesinden ruhun özgürlük iklimine uçar.. Dünya sürgünü biter.. Temiz amel sahipleri için vuslat gerçekleşir.. Ya da herkes gün gelir yaptıklarının karşılığını görür!
Ben de Yunus misali derim ki, “Ne varlığa sevinelim, ne yokluğa yerinelim.”
Güzel bir söz var: Allah’ın sizin hakkınızdaki hükmünü bilmek ister misiniz? O zaman sizi neyle meşgul ettiğine bakın. Ya da Allah’ın Libya halkı, Mısır, Suriye, Yemen halkı ile, Amerikan halkı, İsrail halkı ile ilgili hükmünü bilmek istiyorsanız, o halkları ve ülkeleri neyle meşgul ettiğine bakın.
Bu arada Kur’an Allah’ın açıklanmış rızasını beyan eder. Allah’ın bizi nasıl imtihan edeceğini bilmiyoruz.. Bizim cennete ulaşmak için her şart altında yapacağımız bir şey var. Mesela Ömer Muhtar savaşı kaybetti, ama kendisi kazandı.. Savaşı kazanıp onurunu kaybedenler de var..
Gerçek kazancın ne olduğuna bakmamız gerek..
Ötekilerin sahip oldukları imkanlar, makam ve nimetlere bizim de sahip olmamız değil asıl mesele.
Bir insanın nasıl bir kaderi varsa, ülkelerin ve halkların da kaderi vardır.. Ve Allah servet ve iktidarı da ülkeler ve halklar arasında evirir çevirir..
Kendilerini güçlerinin zirvesinde sandıkları bir zamanda, şu ABD’nin, AB ülkelerinin, İsrail’in haline bakın.. Ne demişler: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Kızılderililerin, karaderililerin ahını alanlar yaptıkları zulmün karşılığını iki cihanda da görecekler.
Gün gelecek Çin ve Rusya gibi ülkeler de zulm ile abad olunmayacağını görecekler.. ve sonra bir gün, hepimize bu dünyada yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın hesabı sorulacak tek tek. Sonuçta bugün yapıp söylediklerimiz ya da yapmayıp sustuğumuz acı gerçekler karşısında ya kendi cennetimize kendi sırtımızda tuğla taşıyor olacağız, ya da kendi cehennemimize kendi sırtımızda odun taşıyor olacağız.
Bu dünya ahretin tarlasıdır.. Vay o haram yiyip zulmedenlere, vay o hayatı bir eğlence sanıp zevkleri peşinde koşanlara, ve vay o haksızlıklar karşısında susanlara, Allah’ın ve ahret gününün farkında olmadan ömür geçirenlere. Şimdi bana, “Suriye’de ne olacak?” diye sormayın, olanları anlamaya çalışarak yapmanız gerekeni yapın. İnsanlara gerçekleri anlatın ve onları haktan yana tavır almaya çağırın. Çünkü bizi asıl ilgilendiren de bu.
Selam ve dua ile.
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Anladıkları dilden!




Anlamıyorlar, ya da anlamak istemiyorlardı.
Sonunda Davudoğlu’ndan anladıkları dilden bir cevap geldi: İlişkiler ikinci katip düzeyine indirilmiştir, bunun dışındaki tüm görevliler ülkelerine gönderilecek. Askeri anlaşmalar askıya alındı. Türkiye Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisi için önlem alacak. Gazze ablukasını tanımamaktadır. Uluslararası Adalet Divanı’na götürecek. BM’de girişimlere başlıyoruz. Türk ve yabancı tüm mağdurlara mahkemede destek verilecek.
BM, NATO, RCD ve CENTO gibi örgütler 2. Dünya savaşı galiplerinin çıkarlarını korumak, kurdukları dünya düzenini sürdürmek adına örgütledikleri yapılardı..
Soğuk savaşla birlikte bu dönem bitti. Artık AB var, NATO üyesi bir Rusya var, Sosyal Kapitalizme geçen bir Çin var. Yükselen bir İslam dünyası var..
Yeni dünyayı açıklayan kavramlar değişti. Şimdi sıra kurumlarda..
İsrail diye bir devlet hiçbir zaman varolmadı aslına.. İsrail, ABD ve İngiltere’nin birlikte İslam coğrafyasının kalbine sapladıkları bir hançerdi.. Batının çıkarlarını korumak adına örgütlenen bir Truva atı idi. Bir ileri karakol, bir sıçrama tahtası, siyasi bir üs’tü adeta.. Bu işin kotarılması için Siyonistler taşeronluk yaptılar.. Hitler Siyonistlerin, Yahudileri Filistin’e sürmek için kullandıkları kanlı bir sopa idi sanki.. Kudüs, Yahudi din adamlarının dilinde cennete açılan bir kapı idi, faşizmin cehennemi karşısında.. Berlin “ölüm”ün adresi idi, Kudüs ise “hayat”ın..
Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken, bu plan hazırdı zaten..
Yeni Laik Türkiye Cumhuriyeti, Yeni İsrail’in koruyucusu olacaktı.. Ama artık ne eski ABD eski ABD, ne AB eski parlak günlerini yaşıyor.. Yeni Rusya, eski SSCB değil.
İsrail bugüne kadar rüzgar ekti, şimdi fırtına biçecek..
Sorun Museviler, daha doğrusu bir dinin mensupları ve bir halk değil, sorun bir terör çetesini devletleştirme çabası. İsrail bu haliyle bir terör üssü gibi duruyor bölgede. İlk günden beri kan dökmeye devam eden bir terör üssü..
Bu terör çetesi sadece Müslümanları, Filistin halkını değil, belli bir siyasi düşünce, ideolojik bir akım bir dinin mensuplarını acımasızca kontrolüne alarak, onları sekülarize ediyor ve kendi derin planları için onları kullanıyor.. Yahudi halkı ve Musevilerin de İsrail zulmünden kurtarılması gerekiyor ve bu anlamda yeni yeni Yahudi örgütleri ortaya çıkmaya ve seslerini yükseltmeye başladılar..
Gelinen nokta İsrail için sonun başlangıcı. Kuzeyde Türkiye, Güneyde Mısır İsrail’in iki korkulu rüyası.. Mısır son sınır olayından sonra Sina konusunu tekrar gündeme almaya hazırlanırken, Kuzeyden Türkiye, Mavi Marmara olayı ile ilgili olarak İsrail’e karşı politikasını sertleştirmeye hazırlanıyor.
Türkiye’nin İsrail’e karşı ajandasında sadece Mavi Marmara yok. Kudüs’ün statüsü de var, Gazze de var, Filistin’in geleceği de var. İsrail’de yaşanan İnsan Hakları İhlalleri de var..
Suriye devrimi artık geri dönüşü olmayan bir noktada.. İsrail’in Doğusu da dost bir ülke tarafından kontrol edilmiyor.. Hizbullah Lübnan’da iktidar ortağı. Şu anda ılımlı gibi gözüken bir tek Ürdün var, ama zaten Ürdün halkının çoğunluğu Filistin asıllı..
Filistin içindeki dağınıklık da sona ermek üzere..
Türkiye komşuları ile “sıfır sorun” politikası uygularken, İsrail bu anlamda tam anlamı ile iflas etti. Sorunu olmayan tek bir komşusu bile yok.. Yalnız ve çaresiz.
İsrail, İran konusunu kullanarak Suudi Arabistan ile yakın ilişkiler kurmaya çalışıyor ama, bu ilişkinin ne İsrail’e ve ne de Suudilere bir faydası olacak. Aksine her iki taraf da İslam dünyasının öfkesini çekecektir.. Bu durumda İran muhtemelen, Suriye’yi kaybederse, sanırım Akdeniz’den deniz gücü ile Lübnan üzerinden Hizbullah ile temaslarını sürdürmeye çalışacaktır..
İsrail köşeye sıkışmış durumda.. Bu stres onları daha da saldırgan hale getirebilir ve İsrail’in maceracı politikaları karşısında anladığı dilden bir cevap gecikecek olursa zarar verici olabilir..
Aslında sadece İsrail’in varlığını değil, BM ve NATO’nun varlık ve yapısını da, uluslararası mevcut ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve mali, finansal düzeni de yeniden masaya yatırmanın zamanı geldi de geçiyor bile..
Kuşkusuz diplomasi verileri dünyanın verileri üzerinde yapılacaktır. Türkiye’de nasıl bir derin devlet gerçeği varsa, dünyadaki derin devlet gerçeğini de görerek, ona göre hareket etmemiz gerekiyor..
Önümüzde zorlu bir süreç var.. Madem Pandorossa’nın kutusu açıldı, durmak yok, yola devam..
Her kişi, topluluk, ülke ve iş için takdir edilen bir zaman vardır.. Sonunda her şey olacağına varır.
Selâm ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Herkesin bir hesabı var!




Herkesin bir hesabı var, Allah’ın da bir hesabı var. Galip olacak olan O’nun hesabıdır..
Kimileri tuzak kazıyorlar.. Allah görür, bilir, duyar ve hüküm sahibidir. Ve tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirendir..
Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir.. Biz bilmeyiz Allah bilir.. Bir hükmün vadesi tamam olduğunda, Allah o şeyin esbabını da halkeder..
An gelir Davud, elindeki sapanla Calud’a karşı tek başına direnir. Namı diğer Goliadh devrilir..
Bu gün Davud’un oğlu, Calud’un askerlerine karşı direnmektedir.. Davudoğlu’nun İsrail’e karşı açıklamaları, yeni bir teolojik tartışmayı da beraberinde getireceğe benziyor..
Ahmedinejad’ın tam da Mehdi’yi beklediği, bazı İran kaynaklarında Yecüc Mecüc’ün artık zuhur etmeye başladığını iddia ettiği bir zamanda, Tanrıyı kıyamete zorlama iddiasındaki çevreler için yeni bir dönem başlıyor..
Allah’ın bizler hakkındaki hükmünü merak ediyorsanız, bizi neyle meşgul ettiğine bakın!
2012’ye ilişkin kehanetler daha bu günden gündemi işgal etmeye başladı bile.. HERCÜMERC senaryolarının biri bitmeden bir diğeri başlıyor.. Teolojik beklentilerle beslenen kehanetler, siyaseti derinden etkiliyor..
Kimi kozmik hesaplar peşinde, kimi Türkiye’ye yerleştirilecek NATO’nun erken uyarı sistemi ve PATRİOT’lar konusunun kıyamet savaşlarının habercisi olduğu düşüncesinde..
Kimi kara bayraklıların gelişini gözlüyor, kimi ehli salib ordularının bölgeye gelişini bekliyor, kimi Armegeddon’dan söz ediyor, kimine göre ise Melheme-i Kübranın eşiğindeyiz.
Hristiyanlara göre Mesih’in geri dönüşü an meselesi, Yahudiler ise Mabedi yeniden inşa edecek kurtarıcıyı bekliyor..
Kimilerine göre, uzaylılar dünyamızı istila edebilir.. Bir gök taşı dünyaya çarpar ve Yecüc Mecüc seddini yıkarsa ne olur? Ya da göğün koruyucu perdesi yırtılırsa gök ehli dünyayı işgal ederse..
Kimine göre Yecüc Mecüc, genleri ile oynanmış düşünen canlılar ya da biyonik robotlar olabilir!
19. YY’dan 20. Yüzyıla her şey 1000 kat değişmiş. 21. YY ise 20 YY’a göre bir o kadar büyük değişikliklere gebe.. Kimi Sikke-i Gaybi’den delil gösteriyor, kimi Muhiddini Arabi’den, kimi Ramuz el Ehadis’i kaynak gösteriyor. Sizler, bu iddialara inanmayabilirsiniz. Ama bunlara inananlar var.
Kimine göre nükleer bir savaş kapıda. Kimine göre terör kontrolden çıkacak. Kimine göre çevresel felaketler ve doğal afetler dünyanın sonunu getirecek. Kimine göre göktaşları dünyada hayatı bitirebilir. Salgın hastalıklar, susuzluk, ya da bir başka felaket...
Bana kalırsa korkularımız gücümüzden, umudumuzdan, aklımızdan daha büyük..
Kapitalizmin finansal etikçilerinin sebeb olduğu felaketler sebebi ile finansal sistem büyük bir darbe alabilir. Riba düzeni ve kağıt para manipülasyonu, borsa oyunları ile uluslararası ekonomik düzen ve bankacılık sistemi her an çökebilir.. Dolar illüzyonunun sonu, kapitalist sistemin de sonu olabilir! Kimi 2012’yi beklemeden 3 ay sonrasını işaret ediyor. Kimi 11.11.2011’i. 2011’de yeni dünya savaşının başlayacağına inananlar var. Kimi 2012’nin başını.. 2012 21 Aralık’ı ise Çin, Hind ve Maya kozmografları için tarihin sonu. Nostradamus da 2012’yi işaret ediyor.
Kimine göre bu tarihin sonu olmayacak. İnsanlık tarihindeki yeni bir evrenin başlangıcı olacak..
Kimine göre doğudaki ve batıdaki zulüm sarayları çökecek. Ama Anadolu ve Mezapotamya halkları, kadim uygarlığın beşiği olan coğrafyada yeni bir medeniyetin uyanışına tanık olacağız..
Fransız bir kahin, Türkiye’nin insanlığın geleceğindeki rolüne vurgu yapıyor ve bunun hiçbir rasyonel temeli olmasa bile, tek bir açıklaması olduğunu söylüyor ve “Tanrı böyle istiyor” diyor.. Doğu Roma’nın yeniden tarihî bir rol üstleneceğine işaret ediyor..
Kur’an-ı Kerim bize “Bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” der.. Bunları yazıyorum ki, kafamızın kenarında durup beynimizi kemiren şeylerden kurtulalım diye..
Bu arada şeytan da boş durmuyor. Tefrika, düşmanlık, şüphe, agnostisizm, atomizasyon, ailenin parçalanması için ne gerekirse yapıyor.. Yeni yeni iddialar, dini yorumlarla, insanlar neye inanacaklarını bilmez hale getirilmeye çalışılıyor. Bir yandan da hurafeyi din diye pazarlayanların önü açılıyor.. Zor bir zamandan geçtiğimiz muhakkak. Dünyanın bu şekilde devam edemeyeceği de.. Bir şeyler olacak ama, ne zaman ve nasıl.. Belirsizlik beyinleri kemirmeye devam ediyor..
Tam fitne zamanı. Aman dikkat.. Korku ile umud arasında bir yerde duralım. Fasıklardan gelen haberlere itibar etmeyelim.. Sabredenlerden olalım. Dua edelim, istişare ve şûrayı bırakmayalım. Unutmayalım ki, karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Türkiye’den Afrika’ya, Afrika’dan BM’ye




Erdoğan uzun bir yolculuğa çıkıyor.. İlk durağı Mısır.. Belki bu arada Gazze’yi de ziyaret edecek. Ardından Libya, Tunus.. Daha sonra ver elini Amerika..
Erdoğan’ın BM’de yapacağı konuşma önemli.. ABD, AB, İsrail, İslam ülkeleri, Arap dünyası, herkese vereceği mesajlar olmalı.. 11 Eylül’ün hemen ardından Filistin’de ve Güneydoğu’da yaşanan terör olaylarını da gündemine alacak Başbakan.. Erdoğan o hızla dönecek Türkiye’ye ve Meclis çalışmalarına başlayacak.. İnşallah Kılıçdaroğlu ve Bahçeli gereksiz bir çıkış yaparak süreci sabote etmezler..
Mısır’da, daha doğrusu Kuzey Afrika seferinde Erdoğan’ı coşkun bir kalabalık bekliyor..
İçeride Erdoğan’ı ABD ve AB’nin Truva atı olarak görenlere inat, İslam dünyasında, Arap dünyasında Erdoğan, İslam ümmetinin onuru ve Batı’ya teslimiyeti reddeden bir kahraman olarak görülüyor.. Öte yandan Kılıçdaroğlu, laiklik paravanı arkasına saklanan, İsrail yanlısı politikaların Truva atı gibi algılanıyor.. Bahçeli ise “Jöntürk.” İttihat ve Terakki’nin “Türkleşmek” kanadından, İslam dünyasına sırtını dönen, Arapları dışlayan ve küçümseyen, İslam dünyasına karşı emperyal hesapları olan bir “Türkçü” olarak görülüyor..
Aslında bu algı ve ayrışma, Erdoğan’ı daha farklı ve saygın bir konuma yükseltiyor.. Bu açıdan baktığınızda Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, Erdoğan için bir şans.. Erdoğan’ın ne olmadığını anlamak ve anlatmak için iki güzel örnek.. NFK’nın ifadesinden ilhamla, Erdoğan için bu iki isim “ifade ve hız” kaynağı. Bir çok kişi ya da kurum, Davutoğlu döneminde uygulamaya konulan aktif denge siyasetinin pek de farkında değil.. Dikbaşlılık, kabadayılık yapılmıyor, ama başı dik olmaya özen gösteriliyor.. Slogan üretmek kolay, ama çözüm üretmek o kadar kolay değil.
Türkiye’nin artık Akdeniz’de devriye gezen gemileri var. Donanma ve jetlerimiz bu gezide Erdoğan’a eşlik ediyor.. Bir gün Gazze’ye gidecek olursa da Türk jetleri Gazze semalarında, gemilerimiz Gazze limanlarında olacaktır! Donanma Marmara’dan dışarıya çıkıyor. Şimdi de Doğu Akdeniz’de gemilerimiz devriye gezmeye başlıyor..
Deniz Kuvvetleri Komutanı artık Ankara ve Gölcük’ten, İstanbul Harbiye Orduevi’nden değil, İskenderun’dan, Taşucu’ndan donanmasını yönetecek..
Türkiye, Mısır ve İran aslında İslam dünyası için yeni bir sacayağı oluşturabilir.. Mısır Arap dünyasını ve Afrika’yı temsil ediyor.. İran Asya’yı ve Şii dünyasını. Türkiye 3 kıtanın kesiştiği bir noktada bulunuyor. Eurasiafrika üçgeninin tepe noktası. Sadece Doğu ile Batı arasında değil, Kuzey Güney arasında da tam orta yerde bir ülke Türkiye..
Türkiye dünya coğrafyasının CPU’su gibi bir şey.. Türkiye kendi gücünün farkına vardığı günden beri, Türkiye’yi fark etmeyen kalmadı.. Hasta adam bitkisel hayattan uyandı. Darbelerin ve darbecilerin “narkoz”u geçince (Dr. Ramazan Uçar’a selam), her şey bir anda değişti..
Zihnen teslim alınmış kimilerine göre, Yahudiler, AB, ABD, Mason Locaları istemeden hiçbir şey olmayacağı için “bu işin içinde bir iş” olması gerekir.. Onun için Mısır’daki, Tunus’taki, Yemen’deki, Suriye’deki bu ayaklanmaların arkasında birilerinin olması gerek. Çünkü bu ülkelerin halkarı, Müslümanları, özgürlükçüleri bu kadar cesur, kararlı ve akıllı olamazlar!?
Bu işler Abdullah Gül’ün, Tayyip Erdoğan’ın, Ahmet Davutoğlu’nun işi olamaz. Onlar bu kadar işin altından nasıl kalkabilirler! Hatta “One minute” olayı da, “Mavi Marmara” da Erdoğan’ı İslam dünyasında lider yapıp onun üzerinden İslam ülkelerini kontrol etmek için bir oyun!
Gülmeyin, birileri ciddi ciddi böyle düşünüyor.. Yani bu 3 isim dünya derin devletinin, Siyonistlerin şimdiki taşeronları, suç ortakları.. Mısır’daki manzara bu değil.. İslam dünyasındaki manzara da çok farklı.. Ve yukarıdaki iddiaları İslam dünyasında ciddiye alan fazla kişi de yok.. Hatta bu iddiaları ileri sürenler için buna benzer iddialar söz konusu..
Benim bildiğim İslam ülkeleri üniversiteleri harıl harıl AK Parti ve Türkiye üzerinde çalışıyorlar. Herkes Türkiye’deki siyasi ve ekonomik gelişmeleri, darbeci güçlerin nasıl tasfiye edildiğini ve hukuk tartışmalarını merak ediyor..
Sanki Erdoğan’ın ABD ya da “İsrail adamı” olduğu ortaya çıksa, birileri iddia ve kehanetleri doğru çıktı diye bu şişten buruk bir zevk alacak. Hemen “Şalit’i kurtarmak için gidiyor” demeye başlamışlardı bile. Peki, Erdoğan Mısır, Libya Tunus’a giderken oradaki insanların coşkusuna ne demeli?.. “Allahu ekber ve lelillahil hamd” çığlıklarına ne demeli? Erdoğan’ın Kahire’de Arap Birliği’nde verdiği mesajlar, çok açık ve net.. Erdoğan’ın BM’de vermesi beklenen mesajlar da belli. Bunların hepsi bir oyun mu? Ya oyun değilse?.. Aslında iddia sahipleri iddialarını ispatlamak zorunda.. Ve bir iddia gerçek değilse, o iddianın sahibi o işi yapmış gibi yargılanacağına göre.. Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Kürt sorununa farklı bir bakış




Türkiye bölgede yıldızı parlayan bir ülke.. Ekonomisi, savunması, hukuk düzeni giderek güçleniyor..
Bölgede kaybeden taraf İsrail..
Türkiye İslam birliğini, adaleti, barışı ve özgürlüğü savunmak durumunda ve başarısı buna bağlı..
Peki PKK ne yapıyor, ya da BDP, KCK?. Rüzgara karşı yürümeye çalışıyor..
Oysa Türkiye Kürtler, Kürtler Türkiye için bir şans olabilir. Kürt sorununu barışçı ve kalıcı bir şekilde çözen bir Türkiye, benzer sorunların yaşandığı ülkeler için bir model oluşturacaktır..
Türkiye’yi arkasına alan Kürtler ise bu başarının ortağı olacak. Bölgedeki, Kürt oluşumları için güçlü bir model olacaktır..
Türklerin ve Kürtlerin birbirine karşı kazanacak bir zaferleri yok aslında. Birlikte kazanacakları tek bir zafer var..
Türkiye yüzünü toplumun inanç, tarih, kültür ve geleneğine dönüyor. Türkiye kendi derin devleti ile hesaplaşıyor, BDP yüzünü 19. YY sonlarında oluşan kavram ve kurumlara. Kendi derin örgütü savunuyor. Biz “Tek adam”dan, kurtarıcı önderlikten kurtulmaya çalışıyoruz, BDP kendi tek adamı peşinde.. BDP’nin metodik olarak CHP’den ne farkı var! BDP bir Kürt CHP’si.. Laikçi, Kürt ulusçuluğu peşinde. Dinde reform planları yapan, korkutma, caydırma, bastırma, terör ve şiddeti siyaset enstrümanı olarak meşrulaştırmaya çalışan bir hareket görünümünde.
BDP’liler metodik anlamda Kemalist.. Bir çağdaşlaştırma projesi. İktidarı silah zoruyla ele geçirerek, eğitimi bir dönüştürme programı olarak gören, resmi tarih ve resmi ideoloji makası içinde dönüştürülen bir halk programı. Türkiye’deki Kürt hareketi, sol bir harekettir aslında.. Kürt sağı yok gibi.
Aslında BDP’nin ciddi bir siyasi programı olduğunu sanmıyorum.. Mesela diğer illerdeki Kürtler ne olacak? Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerdeki Türkler, Araplar, Süryaniler, Keldaniler, Ezdiler?.
Zazalar ne olacak mesela?
Kürt olduğu halde ayrılıkçı olmayanlar?..
Türkler ve Araplarla akrabalık bağı olan Kürtler ne olacak?
Bana kalırsa Anadolu halkları etle tırnak gibidir..
Kürtlerin Alevisi-Sünnisi, Gurmançosu, Soranisi, İran Kürdü, Irak Kürdü, Türkiye Kürdü, Suriye Kürdü ile kendi içinde çoğul bir karaktere sahiptir aslında.
Kürtlerin kendi içlerindeki ideolojik, politik farklılıkları var elbette.. Milliyetçisi de olacak liberali de, dindarı da olacak laikçisi de, zengini de olacak fakiri de..
Irak Kürtleri daha feodal. Anadolu’da mesela güçlü bir medrese geleneği var.. Kürtler arasında güçlü bir ümmetçi kanat var..
İsrail’le işbirliği yapan, Rusya, Yunanistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan destek arayan, ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere ile pazarlık yaparak mevzi kazanmaya çalışan bir Kürt hareketinin bırakın uzun vadeyi, orta vadede bile varolması mümkün değil.
Türk Yahudisi de var, Kürt Yahudisi de.
Birilerinin hayal ettiği Kürt devleti İslam Konferansı’na üye olmayacak mı? Kim destek verecek bu ekibe?.
İran, Türkiye, Irak arasına sıkışmış bir coğrafya düşünün.. Uluslararası bağlantı noktasında çıkış kapısı neresi olacak?. Türkiye değilse, Suriye mi, İran mı? Irak’tan körfeze açılan kapı bugünkünden daha fazla açılabilir mi? Bütün komşuları ile kavgalı bir Kürt coğrafyası halkına ne kadar barış, özgürlük ve refah sağlayabilir!
Kürtler ne yapacaksa Türkiye ile yapacak. Türkiye de, kendi Kürtleri ile anlaşmadan bölgede bu konuda kalıcı bir çözüm mümkün değil..
Kürtler, bugün Irak’ta ABD’nin gözetiminde göreceli bir statü kazanmışlardır.. Kürtleri Talabani ve Barzani aşireti temsil etmektedir.. PKK seküler, feodalizme karşı bir harekettir..
Eğer bugün Türkiye Kürtleri kendi haline bıraksa, Talabani ve Barzani’nin PKK’ya karşı tavrı Türkiye’nin tavrından daha yumuşak olmayacaktır.. Talabani ve Barzani de bunun farkında olduğu için PKK’ya destek vermemekte, çözümü Türkiye ile işbirliğinde görmektedir.
PKK, Türkiye’den intikam almak isteyen İsrail’le işbirliği yaparak Türkiye’ye karşı terörist eylemlerde bulunacak olursa, en azından İsrail’in bu karanlık intikam planına alet olacak olursa bu durumda Kürt halkının desteğini kaybetmenin ötesinde Türkiye’nin İsrail’e öfkesinin faturasını ödemek durumunda da kalabilir.
İsrail, Türkiye’ye karşı Ermeni ve Kürt kozunu kullanmak istiyor. Bunu görüyoruz.. BDP, PKK, KCK, her neyse ve kimse bunlar, kimlerle masaya oturduklarını ve bu işin sonunda ödenecek bedeli görmeleri gerekir..
Bana kalırsa Kürt halkı, bu meseleyi ilk kez bu gözle görmektedir ve İsrail’in Kürt kartını kullanma konusundaki istekliliği, bölgedeki Müslüman Kürt halkı için ilk kez bu kadar can yakıcı bir hal almaktadır. Hele hele Ermenistan’la birlikte Kürt projesinde, Türklere karşı İsrail’in yanında yer alınıyormuş görüntüsü, Müslüman Kürt çoğunluk için kabul edilebilir bir durum değildir.
Türkiye’nin de teröre karşı tavrını sürdürürken, hak ve özgürlükler konusunda MHP’nin ve ulusalcı çevrelerin açılıma karşı kampanyalarına papuç bırakmadan yoluna devam etmelidir..
Ne Türk zulmü, ne Kürt zulmü.. Yaşasın adalet, yaşasın barış ve yaşasın özgürlük.
Erdoğan BM’de sadece Türkler adına değil, bölge halkları, Türkler, Kürtler, hepimiz adına orada olacak..
Aynı aile içinde kardeşler arasında bile görüş farklılıkları olurken, PKK, BDP, KCK gibi yapılar içinde de çok farklı görüşlere sahip insanlar mutlaka vardır. Ankara’da da öyle değil mi? CHP içinde kaç farklı görüş var?. Kürtler de Türkler de kendi içinde çoğul. İslam dünyası Türkiye’nin yanında iken, Ermeni militanlarla birlikte İsrail’in yanında onların tetikçiliği ile kendine siyaset alanı açma iddiası kime ne kazandırabilir ki!
Türkiye de, Kürtler de, devlet de, millet de ayağımızı adalete göre uzatacağız..
Selam ve dua ile...
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Erdoğan’ın dilinde laiklik ve demokrasi




Aslında ne laiklik ve ne de demokrasi çok temiz kavramlar değil. Özellikle doğu halklarının tarihinde bunların ne anlama geldiğini acı tecrübelerle gördük ve yaşadık.. Ama sanki günümüz insanları için bu kavramlar, olduğundan daha fazla şeyler ifade ediyor. Onun için de politikacılar bu sözleri kullanmakta bir beis görmüyorlar.. Aslında herkesin kendine göre bir demokrasi, bir de laiklik tanımı var.. Söyleyenle duyanın söyledikleri ve duyduklarına yükledikleri anlamlar da ortak olmayabilir..
Erdoğan’ın laikliğe yüklediği anlamla, İhvan’ın karşı çıktığı laiklik aynı şey değil. Sonuçta bir iletişimsizlik sözkonusu..
Fransızların laiklikten kasdettiği şeyle Erdoğan’ın kasdettiği şey de aynı değil.. Hele hele İslam dünyasında ve Sovyetler’de laikliğin “ladinilik”, din dışılık, din karşıtlığı şeklinde uygulandığı düşünülürse laiklik konusunda acı tecrübeler yaşamış toplumlardaki öfke ve tepkinin sebebini anlamak zor değil. Haklıdırlar da.. CHP’nin laikliği ile AK Parti’nin laikliği siyah ile beyaz arasındaki fark kadar büyük.. Laikliğe diğer laik ülkelerin yüklediği anlamlar da farklı.. Mesela Fransa’nın Alsas Leoren bölgesinde laiklik uygulaması yok. Strasbourg laik değil yani. Peki Strasbourg’da yaşayan bir Fransızla Paris’te yaşayan bir Fransız günlük hayatında, her an bu farkı farkedebilir mi? Elbette hayır!
Erdoğan laiklik derken aslında, hiçbir dinin ya da dini topluluğun ötekilere din ve yaşam tarzı dayatmamasını kasdediyor olsa gerek. Özgürlük, barış gibi olumlu anlamlar yüklüyordur..
Aslında İslam teokratik ya da Bizantinist bir toplum modeli de dayatmaz..
Erdoğan’ın aklındaki laiklik, İncil’de ifadesini bulan “Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” da değil, “Leküm, diniküm ve liye din” inancıdır diye düşünüyorum...
Kudüs’ün doğu kapısına “Lailahe illallah, İbrahim Halilullah” yazan bir inancın günümüzdeki ifadesidir bu ayet.. Batılı ülkeler, aslında genel anlamda laik de değiller.. Hepsinin resmi mezhepleri ve resmi kiliseleri var. Aslında Türkiye laik olacaksa, önce Hilafetin ilan edilmesi gerek.. Garip ama, Hilafetin mana ve mefhum olarak TBMM’nin şahsı manevisinde mündemiç olması, TBMM başkanını aynı zamanda “Halife” makamına yükseltiyor. Kılıçdaroğlu ise bugüne bugün İş Bankası’ndaki rolü ile Hilafet fonunu yönetiyor. Laiklik, din ve devlet arasındaki ilişkiyi değil, kilise/dini temsil kurumu ile devlet arasındaki ilişkiyi düzenler.. Burada kilise Katolik kilisesidir ve Vatikan BM’ye üye ruhani bir devlettir. Tüm dünyadaki Katolik kiliseleri, Vatikan’ın mülküdür. Dolayısı ile Katolik olan her ülkede bu anlamda laik bir düzenleme vardır. Eğer ruhani bir otorite yoksa taraflardan biri yok demektir. O zaman hangi laiklikten söz ediyorsunuz?. Kaldı ki, bizdeki hilafet, dini değil, cemaati temsil eder. Sekülerdir..
Laiklikle sekülerizm arasındaki farkın bile farkında değildir birçok kişi..
Biraz da laikçilerin dayatması ve topluma yaydıkları teokrasi korkusuna karşı bir kalkan, büyü çözücü tılsımlı bir söz gibi kullanılıyor.. Demokrasi de öyle. Aslında hangi laiklik, hangi demokrasi diye sormak gerek. Demos kimdir, nasıl bir kratostan söz ediyoruz?.
Hitler’in Nasyonal demokratları ile Sovyetler’in demokratik yönetim ütopyası aynı mıydı? Sosyal demokratlarla demokratik solcular aynı şeyden mi söz ediyor? Ya da liberal demokratlarla Hristiyan demokratların demokrasisi aynı şey mi?
Doğrudan demokrasi mi istersiniz, temsili demokrasi mi? Parlamenter demokrasiyi nasıl istersiniz? Klasik Demokrasi’ye ne dersiniz? Koruyucu demokrasi hakkında ne düşünüyorsunuz?. Muhafazakar demokrat nasıl olur?
Atina demokrasisi istemiyorduk. Çoğulcu demokrasi mi, çoğunlukçu demokrasi mi tartışmasına var mısınız?
BDP demokrasisi, etnik temele dayalı, tek partici bir demokrasi olacaktır herhalde mesela. İkinci bir parti lazımsa onu önderlik tayin edecektir.. Oydaşmacı demokrasi tutar mı size göre? Parlamenter demokrasinin kaç çeşidi vardı? Plebisitçi demokrasiye ne dersiniz?. Demokraside ipin ucu kaçarsa anarşi mi olur? Sahi “dağdaki çobanla profesörün oyu bir mi olacak.. ******nin de bir oyu var, alimin de. Olacak şey mi bu” diye düşünüyorsunuz.. Yerine ne öneriyorsunuz?
Demokratik Cumhuriyet mi istiyorsunuz, sade mi olsun?. Demokrasi ve Cumhuriyet arasında ilişki, çelişki nelerdir? Laiklik olmadan cumhuriyet, cumhuriyet olmadan demokrasi olmaz mı? Cumhuriyet yoksa adam da olamayacağımız iddiası vardı bazı Kemalistlerin.. Laiklik olmadan cumhuriyet, cumhuriyet olmadan demokrasi olmaz gibi iddialar, kaba bir cahillikten başka bir şey değildir..
Fransız devriminden önce insan yoktu gibi bir anlam çıkar bu zırvadan..
Erdoğan laiklik ve demokrasiden söz ederken bunları tartışmıyor aslında.. Bizantinizmden, teokrasiden bahsetmiyor.. Batıyı kendi kavramları ile kendi içinden yakalıyor ve kendilerine batıdan gelecek eleştirilere karşı, onların oklarını ellerinden almaya çalışıyor gibi sanki..
Tabii bugüne kadar demokrasi adına yapılan baskılara karşı bünyede allerjik reaksiyonlara sebeb olan laiklik gibi içi boşaltılmış kavramların her zaman her yerde aynı rahatlıkla kullanılmaması gerek.. Politikacıların, ne söyledikleri kadar, dinleyenlerin o sözlerden ne anladıklarını da hesaba katmaları gerekir.. Bana kalırsa demokrasi ve laiklik kelimeleri yerine içeriğini söylemek daha anlamlı olacaktır.
Mısır’da istenen İslami bir yönetim. Burada laiklik ve demokrasiyi bir kenara bırakalım ve şöyle söyleyelim, bakalım karşı çıkan olacak mı: “Biz herkesin inandığı gibi yaşadığı, düşündüğünü özgürce ifade edebildiği, farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşayabileceğimiz, adaletten, barıştan, özgürlükten yana, katılımcı, çoğulcu ve şeffaf bir yönetim istiyoruz.” Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
Dilipak, Türkiye’nin en temel sorununu yazdı

dilipak-turkiye-nin-en-temel-sorununu-yazdi.jpg

Dilipak, Türkiye’nin en temel sorununu yazdı


Türkiye'nin en temel sorununun aile sorunu olduğunu belirten Abdurrahman Dilipak, 'Aile çok ciddi bir şekilde tehdit altında.. Gençler geç evleniyor, çabuk boşanıyor, devam eden evliliklerde mutluluk katsayısı çok düşük. Çok az çocuk yapıyorlar, dede ve nineyi evde istemiyorlar..' yorumunu yaptı.


30 Eylül 2011 Cuma - 17:58

Abdurrahman Dilipak *

Bana göre Türkiye’nin en temel sorunu, aile sorunu!


Sorunu kadın-erkek sorunu olarak görmüyorum ben. Kadın da eksik, erkek de. İkisi insanın vazgeçilmez iki parçası. Bir ying yang olarak düşünmek gerekir bu iki parçayı..


Kadın ve erkeğin birbirine karşı kazanacakları bir zafer yok. Her ikisinin birlikte kazanacakları tek bir zafer var.


Aile deyince, ben anne-baba ve çocukları düşünmüyorum.. Bu çekirdek aile bir felaket..


Hele hele karı koca çalışıyorsa, aslında çocuğa da yer yok bu ailede. Hep söylüyorum: “Ana okulu”nda anne yok. “Huzurevi”nde de huzur!


Evde dede, nine ve çocuklar birlikte yaşamalı.. Yeni doğan bir bebek ve ölümü bekleyen bir yaşlı. O yaşlı o bebekle canlanır ve gençleşir, o çocuk böyle bir ailede, sabrı, yardımlaşmayı, vefayı öğrenir. Kültürel devamlılık sağlanır. Bunun için gelin- kaynana kavgası bitmeli..


Kardeşler arasında miras kavgası artık son bulmalı.. Cinayetler, kan davası, berdeller son bulmalı.. Evliliklerin doğru kurulması gerekiyor.. Dini ve ahlaki değerlerin güçlendirilmesi, aile hakemliği konusunun bir şekilde hayata geçirilmesi gerek.


Anne babasını köye ya da huzurevine gönderenler, çocukları tarafından aynı sürgüne gönderilecek ya da huzurevine hapsedilecektir..


Aile çok ciddi bir şekilde tehdit altında.. Gençler geç evleniyor, çabuk boşanıyor, devam eden evliliklerde mutluluk katsayısı çok düşük. Çok az çocuk yapıyorlar ve dede ve nineyi evde istemiyorlar..


Batıda 5 kişilik aile çok az. Kaldı ki, zaten 18 yaşına gelen çocuk evden ayrılıyor. Biyolojik babam, resmi babam gibi tanımlar sözkonusu. Artık “evli misin”, “baban kim” gibi bir şey sormak çok hoş karşılanmıyor..


5 kişilik bir aile düşünelim.. Bu ailenin bireylerinden biri ileri derecede alkolik ya da uyuşturucu kullanıyor. Biri, hayatında en az bir defa intihara teşebbüs etmiş.. Biri psikolojik terapi görüyor, destek almadan kendi kendini idare edemiyor. Biri farklı cinsel tercihler peşinde, biri fiziki ve psikolojik etkileri devam eden şiddete maruz kalmış.


Genç kızlar evlilik öncesi ilişkileri ile kısa sürede orta malı haline geliyor. Hastalık kapıyorlar, ardından alkol ve uyuşturucu, manevi boşluk, terk edilip dışlandığında intihar bir çozüm yolu gibi gözüküyor..


Agnostik, atomize olmuş, kalabalıklar içinde yalnız insanlar.. Paranız yoksa, dışlanıyorsunuz. Ardından şiddete uğruyorsunuz.. Artık geri de dönemiyorsunuz.. Ailede herkes bir tarafa savrulmuş..


Aile çöküyor.. Bunu görelim.. Ve vakit kaybetmeyelim..


Kadınlar sadece çocuk doğurmaz, toplumu doğurur, her kadın ve erkek bir başka kadının eseridir.. Kadınları ezer ve kişiliksizleştirirsek geleceğimizi kendi ellerimizle yok edebiliriz..


Kadının psikolojik olarak güçlü olması gerekir. Fiziki olarak da..


Özellikle kadın giderek annelikten uzaklaşıyor. Bana göre bu, fıtrata yabancılaşmadır. Kadınlar biyolojik olarak da analıktan uzaklaşıyor. Beslenme, yaşam ve tüketim alışkanlıkları analık özelliğini kaybediyor.


Sezaryenle doğum da bu alanda bir risk.


Anne ne kadar anne. Sadece çocuk doğurmak anne olmak için yeterli mi? Çalışan anne, bir de eş olarak bir sacayağına sıkışmış gibi gözüküyor..


Okul, kreşten başlayarak çocuğu evden, anneden çalıyor.. Evden uzaklaştırıyor.. Liseden sonra çocuk yüksek öğrenim aşamasında evden uzaklaşabiliyor.. Askerlik ve iş ilişkileri yine çocukların aileyle bağlarının zayıflamasına yol açıyor..


Sadece anne-babadan oluşan bir aile değil, dede ve nine üzerinden diğer hala, teyze, amca, dayı gibi, kuzen gibi akraba ilişkilerinin de desteklenmesi gerekiyor..


Artık belediyelerin de bu konulara eğilmesi gerekiyor. Hangi şehirde intihar olayları, boşanma, aile içi şiddet, çocuk sayısı ve sağlığı hangi yönde gelişiyor.. Bu sorunun cevabı belediye başkanlarının derdi olmalı.


Sağlık hizmetlerinin kalitesi arttıkça yaşlı, üretim dışı insan kapasitesi artıyor demektir.. Ve bu yaşlı/geriatri (yaşlılık hastalığı) giderek artan bir mali külfet getiriyor. Sosyal güvenlik maliyetini artırıyor..


Sanıyorum bu konuda, sadece Türkiye’nin sorunlarını çözmek önemli değil, bu sorun dünyanın sorunu. Bu sorunun çözümü için biz de kendi açımızdan sorunun bir parçası değil, çözümün bir parçası olmalıyız. Türkiye bugün bölge ve İslam dünyası için rol model olmak gibi bir özelliğe sahip.


Evlilik bir beka davasıdır. Dün Ordu’daydım, kitap okumaya özendirmek için düzenlenen bir etkinliğe katılmıştım. Dün Ankara’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın düzenlediği Aile Forumu’na katıldım. Aile tek başına bakanlığın, belediyelerin, derneklerin değil, hepimizin sorunu.


Selam ve dua ile..


* Yeni Akit
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Liberal dünyanın armağanı olan: Çekirdek aile....Oysa İslam çekirdek aileyi mi öngörüyor? Dilipak zannımca temel nedeni deşifre etmemiş..O, sebebi değil ,sonucu ''temel sorun'' yapmış...Birde kodaman gazeteci olacak...
 

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0
Bu konuda bile elestiri yapabiliyorsan hatayi kendi at gözlüklerinde ara...
Sendeki at gözlükleri meselelere tarafsiz ve objektib bir sekilde yaklasmana engel oluyor.kendi görüsünü ve kendi takimini tek dogru zan ediyorsan yaniliyorsun.

Dilipak dogru söylemis,.Türkiyede ciddi bir cözülme var,türk aile yapisi denen birsey kalmadi,100 yildir ülkemizi yöneten yahudi dönmeleri BATI BATI diye diye batinin kötülüklerini milletimize asiladi.Kadinlar acildi sacildi,medya berbat,fuhus zina rekor seviyede,evlenenler cok gec evleniyor,bosananlarda cok cabuk bosaniyor derken bir milletimizin cekirdegi konumunda olan aile yapimiz cökmek üzere.
Saglam bir toplum saglam ailelerden olusur.Ailelerin sigortasi saglam ve iffetli kadinlardir.
Kadinlarimiz cumhuriyet kurulali hedef altinda,özellikle özel tv ler kurulduktan sonra müslüman-Türk kadinlarindada bir tahribat yasanmakta,aciklik sacikliklar,medyadaki ve internetteki fuhus siteleri erkekleride cinsel sapik yapti,erkeklerdede artik is yok yani...dolayisiyla aile yapimiz ciddi yara almis durumda.

Aileler cökerse millette devlette cöker.

Butür konulari gündemlerine alanlar takdir etmek lazim.Kim olursa olsun.senin grundan olmasada,senin görüsünü savunmasada.Adam dogruyu söylemis vesselam!
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Kardeşim ben, Dilipak yanlış konuşmuş demedimki...Benim demek istediğim, ailenin SOS vermesi bir sonuçdur..Neden değil...Asıl önemli olan nedeni deşifre etmektir..Dilipak gibi kodaman yazarların bu konuyu irdelemesi gerekir dedim...
 

Yeni-OSMANLI

Yasaklı
Katılım
19 Eki 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
195
Puanları
0
Kardeşim ben, Dilipak yanlış konuşmuş demedimki...Benim demek istediğim, ailenin SOS vermesi bir sonuçdur..Neden değil...Asıl önemli olan nedeni deşifre etmektir..Dilipak gibi kodaman yazarların bu konuyu irdelemesi gerekir dedim...

bu yazisinda sonuca deginmis,bir baska yazisindada sebebine deginir...

Sebebi hakkinda kisaca görüs belirtmek isterim:
Ben öyle zanediyorumki siz olayi yine akp ye ve cemaate baglayacaksiniz oysa gercek bu degil.AKP ve cemaatin "ILIMLI" tutumu kurtarilmasi icin ümitlerin cok azaldigi ve sagina soluna bakmadan,uyarilarida dikkate almadan ucuruma dogru hizla giden ve öndekilerin tek tek düsdügü,arkada kalanlarinda aldirmadan peslerinden giderek düsmek üzere olan bir toplumun geriye kalanlarina dönüsü kolaylastirma cabalaridir.
Yani adam düsdü düsecek,ucuruma bir adim kalmis,lafdan anlamiyor,söz dinlemiyor,nefsi kabarik,imani zayif,suur yok,gaflet cok,nefsinin kölesi olmus,seytanin tuzagina düsmüs ve bu sekilde hizla ilerliyor. kolundan tutup beriye cekmek icin yanina bile yaklastirmiyor anliyorsun degilmi,seni yanina bile yaklastirmiyor..böyle birine nasil yaklasacaksin?
Yaklasdiginda öncelikli olarak ne söyleyeceksin?
Bu durumda "zamanimiz kisitli,vaktimiz yok,tuttugunu kopar", "zararin neresinden dönülürse kardir", "hepsini kurtaramasak bile bir kismini kuratalim", "birden olmuyorsa adim adim olsun" düsüncesiyle hareket ederek tedricen ilerlemeye calismak neden yanlis olsun?
Böyle bir durumda olan bir topluma Teblig metodundaki siralamanin sonlarindan bahsetmek,yani mesela cihaddan bahsetmek,seriattan bahsetmek,derin konulara girmek pek fayda etmez cünkü iman zayif,Allah ve ahiret bilinci zayif,nefse hitab eden kötülükler cok fazla ,kizmak,bagirip cagirmak,dövmek,sövmek hele hic fayda etmez,ohalde ne yapilacak?
Yumusak bir uslubla,sevdirerek,müjdeleyerek,kolaylastirarak,nefret ettirmeden
Bu tutumunun iman zayifligi oldugunun bilincinde olarak "zaman iman kurtarma zamani,bunlari ucurumdan kurtaramasak bile bari hicolmazsa imanini kurtarmaya calisalimki ucurumdan hic olmazsa imanli olarak gitsinler"
düsüncesiyle cikan civileri birden bire cakamayacagina göre tek tek cakmak neden TAVIZ olsun?

-az bir kötülük sebebiyle hayri cok olan iyilik terkedilmez...
-genel zararı gidermek için, özel zarar tercih edilir...
-Şiddetli bir zarar, daha hafif bir zararla giderilir....
-İki kötülük karşı karşıya geldiğinde hafif olanı işlenerek büyük olanının giderilmesine çalışılır...
-İki kötülükle karşı karşıya kalındığında daha hafif, ehven olanı seçilir.
-Zarar imkân dahilinde giderilir...
gibi Islam hukukunun Genel Prensiplerinden istifade ederek ilerlemeye calisanlari toplumun durumundan sorumlu tutmak en hafif ifadeyle haksizliktir ve bu toplumun bu duruma gelmesinin gercek sebebini bilememektir!

Bu toplum neden bozuldu?
Milli ve manevi degerlerimne neden sirtini döndü?
Aile yapimiz neden cöktü?
Kadinlarimiz neden acilip sacildi?

Bu ve benzeri sorularin cevabini devletimizin icine sizmis olan kimligi gizli asil düsmanlarimiz olan rejimde saklidir.
Bu toplumu bu hale getiren ASIL SEBEBI,ASIL KAYNAGI,ASIL DÜSMANI asagdaki yazilarda bulacaksiniz:

Düsmanlarimizin hilelerine karsi tedbir almak ve verdikleri zararlari def etmek icin nasil calisdiklarini bilmek gerek.

Patrik Grigorios’un Rus çarina gönderdigi ve patrikhânede
saklanan bir mektubu vardir. Rusya’n?n Istanbul büyükelçisi General
Ignatiyef, bu mektubu Grigorios idâm edildikten yillar sonra Patrik Yermanos
’ta görür.
Grigorios, bu mektubundan Türk milletinin vasâflarini ve onlarin
hangi hîle ve desîselerle bozulabilecegini yazmistir.

General Ignatiyef de
hâtiralarnda bu tespitlere istirâk ettigini, zâten dogrulugunun da yavas
yavas ortaya çiktigini yazmaktadir. Iste gelecek nesillere aktarmamiz îcâb
eden vasiflar:

“Türkleri maddeten ezmek ve yikmak mümkün degildir. Çünkü Türkler
(müslüman olduklari icin) çok sabirli ve mukâvemetli insanlardir. Gâyet
magrur ve izzet-i nefs sâhibidirler. Bu hasletleri de, dinlerine
bagliliklarindan, kadere rizâ göstermelerinden, an'anelerinin kuvvetinden,
padisâhlarina (Devlet adamlarina), kumandanlarina, büyüklerine olan
itaatlerinden gelmektedir.

Türkler zekîdirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idâre edecek
liderlere sâhip olduklar? müddetçe de çaliskandirlar. Gâyet kanaatkârdirlar.
Onlarin bütün meziyyetleri, hatta kahramanlik ve secâat duygulari da
an'anelerine olan baglilklarindan, ahlâklarinin salâbetindendir.

Türklerde; önce itaat duygularini kirmak ve mânevî baglarini parcalamak,yok
etmek, dînî menfaatlerini (saglamligini) zaafa ugratmak (zayiflatmak) îcâb
eder.
Bunun da en kisa yolu, millî ve mânevî an'anelerine (Milli
geleneklerine) uymayan yabanci fikir ve davranislara onlari alistirmaktir
.

Türkler dis yardimi reddederler; haysiyet duygulari buna mânîdir. Eger
geçici bir süre görünürde kuvvet ve kudret verse de Türkler dis yardima
alistirilmalidir.


Mâneviyâtlari sarsildigi gün, Türkleri, kendilerinden çok kudretli görünen
kalabalik ve hâkim güçler karsisinda zafere götüren asil kudretleri
sarsilacak ve Türkleri üstün maddi vasitalarla yikmak mümkün olacaktir. Bu
sebeple, Osmanli Devleti’ni tasfiye için, sâdece savas meydanlarindaki
zaferler kâfi degildir. Hattâ sâdece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve
vakârlarini harekete geçireceginden hakîkatleri anlamalarina da sebep
olabilir. Yapilacak is, Türklere bir sey hissettirmeden, bünyelerindeki bu
tahrîbi tamamlamaktir
.”


BU MEKTUB DERS KITABLARINDAEZBERLETILECEK KADAR MÜHIMDIR.
MEKTUBDA IBRET ALINACAK COK SEY VARSADA,EN ÖNEMLISI SU ÜC HUSUSTUR:

1. Eger geçici bir süre görünürde kuvvet ve kudret verse de Türkler
dis yardima alistirmak...

2. millî ve mânevî an'anelerine (Milli geleneklerine) uymayan yabanci fikir
ve davranislara onlari alistirmak

3. Türklere bir sey hissettirmeden, bünyelerindeki bu tahrîbi
tamamlamak


Bu tahribatlar "ILIMLI islam" girisimleri ve "islamiyeti protestanlastirma" gayretleri öncesinde zaten tamamlanmisdi.
zaten onun icin bu adimlar atilmaktadir.
yapilacak is öncelikli olarak bu 3 tahribati ortadan kaldirmaktir.Bu yapilamadigi sürece elimiz kolumuz bagli demektir.


Bu tahribatin sebeblerinden biri sabataycilarin medyadaki gücüdür ve rejimin okullarda verikleri egitimdir...
Sebebi Akp den veya cemaatten bilmek kolayciliktir ve samimiyetsizliktir cünkü bu tahribat akp ve cemaat derin devlet dedigimiz bu rejime karsi mücadele etmeden önce tamamlanmisdi!!!
AKP ve cemaatin yaptigi sey sadece yazimin basindada anlatmaya calisdigim tedric metodudur.Bu millet adim adim bozulduysa adim adim düzelir vesselam!
[/SIZE]
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Ah Atatürk ah!




Engin Ardıç “Atatürk 9 Kasım’da mı öldü?” diye yazmış..

Atatürk dediğiniz zatın adı neydi? Mustafa Kemal mi, Mustafa Kamal mı? Nüfus cüzdanında Kamal yazıyor da.. MEB kitaplarında mı yanlış yazıyor, nüfus kayıtlarında mı?

Size Selanik’te doğdu diye öğrettiler değil mi? Doğru da Selanik dediğiniz o zaman bir eyalet merkezi.. Mesela 100 yıl önce Şam dediğinizde, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail ve Filistin’in tamamını, Mısır, Suudi Arabistan, Irak ve Türkiye’nin bir bölümünü de içine alan bir coğrafya kasdedilirdi..

Engin Ardıç yazısını Fatih Bayhan’ın “Teyzem Latife”sindeki Mehmet Sadık Öke’ye dayandırıyor..

Ama tabii, bugün bu kadarı yazılabilmiş.. Ilgaz Zorlu daha fazlasını anlatıyor. Ve anlatılacak gizli kalmış daha birçok gerçek var..

Geçen gün okudum Mihri Belli Aliance İsrailiyete mezunu imiş.

Celal Bayar da öyle.

Hani şu Galib Hoca.. Mustafa Kemal’in hocasının gerçek adı da Şemsi Efendi değil biliyorsunuz, Şimon Zwi. Açtığı okul da modern eğitim veren bir mektep değil, bir Kabbala okulu.

Okulun parasını veren de, Abdulhamid Selanik’e sürüldüğünde evinde kalmaya mecbur bırakıldığı zengin Yahudi işadamı Alatini Efendi var ya, işte o!

Atatürk öldü mü, öldürüldü mü, o da ayrı bir soru.

Bu sorunun cevabını Mim Kemal Öke bilir ama o da öldü. Bu sırrı sakladığı emanet sandığı da Mason locasında..

Mim Kemal Öke Mason locasının meşrıkı azamı idi.. Aynı gayeye hizmet eden iki cemiyete gerek olmadığı düşüncesi ile Mason locaları kapatıldı ve Meşrıkı azam da Mustafa Kamal’a müşavir yapıldı.

CHP varken Mason locasına ne gerek vardı ki!

Ha sahi, Mustafa Kemal öldüğünde İsmet Paşa niye ortalıkta gözükmüyor?

Öldükten sonra hemen ortaya çıkıyor.

Onu kim Mustafa Kamal’ın yerine oturtuyor?.

Ah Fevzi Çakmak ah! O da konuşmadan gitti..

Engin Ardıç Fikriye hanım olayına da değinmiş geçmiş.

Topal Osman kalksa da anlatsa o dönemde neler yaşandı..

Faili meçhuller bizim tarihimizde yeni değil..

Mustafa Kemal’in soyu ile ilgili bir sürü şey söyleniyor da, mesela annesinin tek evliliği değil Ali Rıza efendi..

İster misiniz mesela üvey de olsa başka kardeşleri de olsun Mustafa Kamal’ın..

Mustafa Kamal’ın, İbrahim İhsan’la ilişkisini kim ortaya çıkaracak bakalım..

Kim bu İbrahim İhsan? Mustafa Kamal’ın Trablusgarp’tan Sofya’ya geçişinde kritik bir Avusturya seyahati var.. Bad godesberg günleri..

Aileden bunu yazacak kimse yok mu?

Mustafa Kemal 10 Kasım’da ölmedi de, Samsun’a 19 Mayıs’ta mı çıktı?..

Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Jön Kürtler




BDP, KCK, PKK..Normalde en üstte siyasi irade olması gerekir değil mi? Onun adresi de BDP olması lazım ama değil..
PKK, BDP’den doğmadı, BDP PKK mücadelesinden doğdu.. Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkmasına benziyor bu biraz da. Daha doğrusu CHP’nin böyle bir iddiası var. 1. Meclis’i saymazsanız, Osmanlı İttihat Terakki cuntası kurdu yeni Cumhuriyeti.
Normalde 1. Meclis halkın temsili esasına dayalı, Meclis-i Mebusan’ın devamı olan, Müslüman unsurlarının tümünün temsil edildiği bir meclisti. 2. Meclis’ten sonra, sacayağının Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak ayaklarından İslamlaşmak kırıldı, onun yerine bu ikisinin ortak ideolojisi olan Kemalizm ayağı yamandı.. Birileri birilerini zorla Türkleştireyim derken, dağa bayıra, mektep duvarlarına “Ne mutlu Türküm diyene”, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” derken, birileri de Türkleşmeye başladı. Bu dayatmayı sorgulamaya ve modellemeye başladı.
PKK aslında Kürt modernleşmesinin lokomotif gücü olarak ortaya çıktı, batılı kavramlarla, 19. YY sonrası oluşan ulus devlet formatında, sol bir ideoloji ile Jön Kürtler hareketini başlattı.
Eskiden yoğ idi, iş bu rivayet yeni çıktı ama, çıktı işte. Artık bir PKK realitesi var. Kürt realitesi hep vardı da, birileri bunu görmemekte direndi..
Bu topraklarda yaşayan halkın terbiye edilmesi gerekiyordu.. Devrimler onun için yapıldı. Onun için irtica ile mücadele istila ile mücadeleden daha zor ve elzemdir dendi. Tarihle, toplumun geleneği ile, dinle bağların kopartılması gerekiyordu. O yapıldı.. Sonra bu kadrolara karşı halkın direnişinin kırılması gerekiyordu. Onun için tedip, tenkil, tehcir politikaları uygulandı. Kürdistan’da, Lazistan’da, Dersim’de, Maraş’ta, Menemen’de, yurdun dört bir yanında gerek görülen ne varsa o yapıldı. İsyanlarda ölenlerin sayısı, Kurtuluş Savaşı’nda ölenlerden fazla idi ve daha uzun sürdü onun için. Ermenisi, Rumu, zulüm görmeyen kimse kalmadı anlayacağınız. İstiklal Mahkemeleri, varlık vergileri, mecburi iskanlar, Dersim’de yaşananlar.. Derken bu günlere geldik. Hem de nasıl geldik. Tek partiden kurtulduk, ardından darbe üstüne darbe. Dinî, mezhebî, etnik, ideolojik, politik, felsefî, vicdanî talepler sebebi ile yaşanan kıyımlar.. Faili meçhuller, soğuk savaş günleri vs..
Kürtlere zulmedenler, Türklere de, Arab’a da, Laz’a da, Alevi’ye de, Rum’a, Ermeni’ye de zulmetti. Zulmetmedikleri ahali kalmadı. Dinî, mezhebî, etnik, ideolojik ve politik farklılıklar sebebi ile bizi bize kırdırdılar. Bizim kanlarımız ve gözyaşlarımız üzerine kendilerine iktidar ve servet ürettiler..
Bizim birbirimize karşı kazanacak bir zaferimiz yok, ama birlikte kazanacağımız bir zafer var.. Bu kan ve gözyaşı, bu oyuna hizmet etmekten başka bir işe yaramıyor..
Kürt Arap’la da, Türk’le de akraba.. İstanbul’da, İzmir’de, Antalya’da yaşayan Kürtler’in sayısı az değil.. Ayıramazsınız. Sadece Türkiye’de değil, Irak’ta, İran’da, Suriye’de var. Aslında Kürtlerin yaşadıkları bölge, Türkler, Araplar, Ezdiler, Ermeniler, Süryaniler, Keldani, Arami, Asuri, Sabii, Fars Mecusilerin, Şiilerin, Sünnilerin yaşadığı bir bölge. Bu halkların kardeşçe yaşayacakları bir kavimler topluluğunun yurdu olabilir. Yoksa herkes birbirine karşı hak arama mücadelesine girecek olursa, bu savaş daha yüzyıllarca sürebilir.. Türklerin yaşadığı bölgede Kürtler de yaşıyor. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde de diğer halklar yaşıyor.. Sağcısı-solcusu, Alevisi-Sünnisi var.. Şeriatçısı var, liberali var, ırkçısı var, mafiası var. Türklerde, Araplarda olanlar onlarda da var.. Gurmanço’su var, Sorani’si var, Zaza’sı var. Başka topluluklar da sözkonusu. Sadece dindar Kürtlerin bile yarın Hizbullah’ı, El Kaidecisi, Nurcusu, radikali, ılımlısı, liberali, tarikatçısı, milliyetçisi var. Sağcısı var solcusu var, korucusu var.. Kompradoru var, proleteri var. BDP, PKK, KCK diyoruz ama, hangisi nerede başlıyor, nerede bitiyor? Özerk yapılar arasında her zaman rekabet ve çatışma mümkün. Korkuları ve umutları farklı çünkü.. Bu gidişle, bir kavga biter, ötekisi başlar.. Bölgede herkes var. Rus’u, İngiliz’i, Alman’ı, Fransız’ı, Yunan’ı, ABD’lisi, İsrailli’si ile iş tutanı var.. Talabani yanlısı var, Barzani yanlısı var.. Beyaz Türk gibi, Beyaz Kürdü var. Masonu var! Ateisti de vardır. Uyuşturucu işi yapan da var, silah kaçakçılığı yapan da.. Feministi de var, demokratı, liberali, ağası, şıhı, çevrecisi de.
Bu çatışma durursa birileri örgütü zor yönetir. Dağdakiler ovada eskisi kadar başarılı olamayabilir.. Eli silah tutanlar yarın o silahla kendi içinde siyasete yön vermeye kalkabilir. Derin yapılar oluşur.. Çatışma durursa dağdakilerin varlığı sorgulanmaya başlar.. Dağdakiler koruma ve yeni yapıda yer almak, pay almak ister.. Onun için, birileri açısından çatışma zorunludur.. Mesela Apo’yu serbest bırakın, örgüt kendi içinde çatışmaya başlar.. Çünkü birileri dağdan inmek istemeyecektir.. Yani demem o ki, ne yaparsanız yapın, bu sorunu hemen çözemezsiniz. İnce uzun bir yolun başındayız. Sabırlı olmamız gerek. Sonuç ne olursa olsun, doğru yönde ileri doğru yürüyenler cennete, diğerlerinin canı cehenneme!. Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Oku!




Konfiçyus’un sevdiğim bir sözü var: “Rabbım şudur senden dileğim yaşadıkça / Kitap dolu bir evle çiçek dolu bir bahçe” Bu sözü Basri Gocul dilimize tercüme etmiş. Kur’an-ı Kerim “OKU” diye başlıyordu değil mi? “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
Allah (cc) buyurdu ki: Allah cahil ve zalim bir kavme hidayet nasib etmez. “Cahil” “zalim”den önce zikrediliyor. Allah (cc) bilmemizi ve bilişmemizi istiyor.. “Sizi bilişesiniz diye/tearüf edesiniz diye yarattım” diyor. Bir başka yerde “bilinmek istedim” buyuruyor.
Sonuçta aklımız kadar iman edecek ve aklımız kadar amel işleyeceğiz.. Bizi hayvanlardan ayıran temel alamet-i farikamız akıldır.
Bizi meleklerden üstün (ekrem-i mahlukat-eşref-i mahlukat) yapan şey de akıldır, hayvandan aşağı (belhum adal) yapan da!
Aklın gıdası ise bilgidir. Bilgi bizi güçlü kılacak.
İslam geleneğinde akıl gerçeğin bilgisinin adresidir. Kalp hakikatin adresi. Ve bir de sezgilerimiz var. Hakikatin bilgisi aynı zamanda genlerimize kodlanmıştır..
Gerçeğin kendisi rolatiftir.. Zamana, mekana, şartlara göre anlam kazanır. Hakikat tek olsa hakikatin algısı farklı olabilir.. Zaten o sebeble Kur’an bize der ki; “Size hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir”
Hakikata yaklaşırken nefsin heva ve heveslerinden arınmak, etik ve estetik kaygılarla donanmak, bilmek, düşünmek, bilenlere danışmak, insanlarla konuşmak gerekir..
Düşünmek. Tefekkür etmek. Bir anlık tefekkür bin yıllık nafile ibadetten hayırlıdır..
Kur’an, amelsiz ilim sahipleri ile “Kitap yüklü eşekler” diye alay eder. İlmine ihanet edenlere, menfaat karşılığı hakka ihanet edenlere ise “Bel’am” der.
“Faydasız ilim”den Allah’a sığınmalı her Müslüman! Kur’an-ı Kerim’in övdüğü akıl, mücerret bir akıl değil, “faal akıl”dır.. “İmal-i fikr” eden akıldır.
Birkaç gün önce Almanya’ya gitmiştim, Barış Meclisi’nin daveti üzerine. Ahmet Türk ve Hasan Cemal’le birlikte “silahların susması” dileklerimizi dile getirmiştik. Türkiye’ye döndüm, ver elini Ordu.
Aslında birçok sorunun temelinde cahillik yatıyor.. Na gariptir ki “Cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkündür” derler.. Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmak diye bir şey var. Bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz..
Kur’an, zamanının sanat, ticaret ve siyaset dünyasında en etkili isimlerinden birine sıfat olarak “Ebu Cehil” (gerçek adı Hişam ebul Hakem) adını vermiştir. Yani “cehaletin babası”.. Tek başına “bilmek” yetmiyor çoğu zaman.
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır” denmiştir. Zira nefsini tanıyan, Rabbini de tanıyacaktır.
Ordu Valisi Orhan Düzgün’ün çabaları ile bu yıl burada düzenlenen, toplumda okuma bilincini geliştirmek ve gençlere okuma alışkanlığı kazandırmak için Cumhurbaşkanı Gül’ün himayesinde başlatılan “Türkiye Okuyor” kampanyası çerçevesinde bayan Gül’ün himayesinde başlatılan “Konuşan Kitap Şenliği”nin 4.sü için Ordu’dayım. Buradan Aile Bakanlığı’nın aile ile ilgili bir istişare toplantısına katılmak için Ankara’ya gideceğim inşallah.
Bir zamanlar fikir suç, kitap suç aleti, düşünen adam potansiyel suçlu muamelesi görüyordu. O günlerden bu günlere geldik.. 75-80 milyonluk ülkede 4,5 milyon gazete satılıyor. Dergilerin durumu daha da kötü. Kitap tirajları da giderek düşüyor..
Daha çok okumak zorundayız. Kulaktan dolma bilgilerle bir yere gidemeyiz. Günde en az bir gazete, haftada en az bir dergi, ayda en az bir kitap.. Bana kalırsa okuyun, ama aklınızı kiraya vermeyin. Siz kendiniz olun. Okuyun, dinleyin, danışın, konuşun ve sonra düşünün ve karar verin. Akıl önemli, akıllı olmak da. Ama akılcı olmak değil, bana göre.. Çünkü hakikate ulaşmamız için akıl olmadan olmaz, ama akıl tek başına yeterli değil.. Özellikle de aklını nefsinin bineği yapanlar çok tehlikeli olurlar.
Ne yazık ki, karnımızı doyurmaya gösterdiğimiz özenin yüzde birini kafamızı doyurmaya göstermiyoruz.. Elbisemizin temizliğine gösterdiğimiz özeni kalbimizin temizliğine göstermiyoruz. Sigaraya harcadığımız para, kitaba harcadığımız paradan kat kat fazla..
Şimdi okuma zamanıdır. Meydan okumayı bırakalım, insanların, tabiatın canına da okumayalım (!?) ama bize hakikatin yollarını gösterecek, başkalarının hayat tecrübelerini, mutluluk yolunu, katlanmak zorunda oldukları güçlerden kurtuluşa giden yolu öğretecek “kitap”lar okuyalım.
Hayyalel felah, hayyalel salah, Hayyalel kitap. Kur’an “okunan kitap” demektir. Hem zaten tabiat da okunmayı bekleyen bir kitap değil mi? O zaman “haydin kitaba”.
Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
 

Cenan

Ordinaryus
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
3,062
Tepkime puanı
1,756
Puanları
113
Abdurrahman Dilipak - Ölüm asude bir bahar ülkesidir

Erdoğan ve ailesine... Yaşamaktan yorulmadınız mı? Ölüm olmasaydı, hayatın ne anlamı olurdu? Ölüm bir yokoluş ya da yolun sonu değil ki! “Ölüm asude bir bahar ülkesidir birinde.” Öte yandan “Ölüm güzel olmasaydı, ölür müydü peygamber?” Hem “Gideninler memnun olmalı ki, dönen yok seferinden.” Herkes memnun olmasa da bu seferden, bu zorunlu bir süreçtir. Önümüzde Kurban Bayramı var. Kurban (Allah’a yakınlaşma eylemi) ölümü sorgulamak ve hayatı soğurmaktır. Başbakan’ın annesinin vefatını konuşuyoruz. Her gün şehit cenazeleri, ölümle sonuçlanan şiddet eylemleri. Ve cenaze sahiplerinin çığlıkları..

Ölüler sessizdir.. Aslında ölülerin ardından değil, o ölüme sebep olanların ardından ağlamak gerek asıl..


Ölülerin değil, yaşayanların haline ağlamak gerek belki de.


Hep ölenlere rahmet diliyoruz. Allah dirilerimize de rahmet etsin. Bugün bu yazıyı, Erdoğan’ın annesinin vefatı sebebi ile yazıyorum ve Tenzile Anne’ye Allah’tan rahmet diliyorum.. Oğluna, yakınlarına ve bizlere de..


Ölüm en büyük ibret dersidir.. Bu olayın Erdoğan’ın ruhunda fırtınalar kopartacağını düşünüyorum. Ölümün sıcaklığı her insanı etkiler.. Ölünün bedeni soğuktur, ruhu ise her zaman capcanlı ve sıcacık.. Bedenin elbisesi o bildiğiniz konfeksiyon ürünleri. Ruhun elbisesi ile bedenimizdir. O anlamda bedenimiz topraktan geldi ve toprağa dönecek.. Ruhumuz ise ölümlüler dünyasından ölümsüzlüğe hicret edecek.. Geldiği yere gidecek. Onun için eve dönüş vaktidir. Dünya gurbeti, dünya sürgünü sona ermiş demektir.


Allah çağırdığında gitmeyecek biri var mı? Kimse ecelini öne alamaz ve erteleyemez. Bizim bilmediğimiz, daha doğduğumuz gün takdir edilen bir zaman vardır..


Hz. Ali’ye soruyorlar: “Hep savaşta en öndesin, ölümden hiç mi korkmuyorsun?” Cevabı muhteşem. “Ecelim ömrümün kefilidir.” Vakit tamam olmadan canımı kim alabilir ki? Vakit tamam olmuşsa, beni daha fazla kim yaşatabilir ki!


İster trafik kazası, ister terör deyin, akacak kan damarda durmaz. Biz kendimizi değiştirmedikçe Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Geriye dönük olarak “Şunlar bunu yapsaydı ya da yapmasaydı, şu şöyle olsaydı ya da yapsaydı, bu böyle olur du ya da olmazdı” demek doğru değildir.. Allah bir şeyi dilemişse O sebebini de halkeder.. Hayır da, şer de onun iradesine tabidir. Biz sadece rızasına talibiz.. Allah (cc) hiç kimseye muhtaç değil, herkes ona muhtaçtır. Sonuçta bizler bu dünyada yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyor olacağız, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun.. Bu dünyada yaptıklarımız ve yapmamız gerekenleri yapmadığımız için hesaba çekileceğiz.. Bu dünya yalan bir dünya. Ölümlü dünya. Mal da yalan aslında, mülk de. Makam da. Biz hepimiz okyanus kenarında kumdan oyuncak yapan çocuklar gibiyiz.


Hz. Ali Allah’ın arslanı, ilmin kapısı, ehlibeytin kaynağı idi. Ama ona kamil bir iktidar vermedi. Hz. Davud’a, oğlu Süleyman’a servet ve iktidar verdi. Eba Zer acından öldü öte yandan.. Mesih İsa’nın (AS) imtihanı daha farklı idi. Bu bir imtihandır.. Hz. İbrahim putperest Azer’in oğlu idi, Hz. Musa, Harun ve Yuşa (AS) bir firavunun sarayında büyüdü.. Hz. Nuh’un oğlu gemiye binmedi öte yandan.


Ölümden korkanlar, şehitlik dilesinler, çünki şehitler ölmez.


Hz. Eyyüb’ün hayatını okuyanlar bilirler.. Biz bu dünyada misafiriz. Ruhumuz bedenimizde misafirdir. Ruh, acılı dünyada hantal bir bedeninin içinde tutsaktır adeta. Ruh yaşlanmaz..


İntihar etmek, öldürmek, inkardan sonra en büyük günahtır. Çünkü Allah’ın takdirine karşı bir isyan, bir tecavüzdür. Aslında kimse ilahi takdiri engelleme ya da öne alma gücüne sahip değildir. Ömür tahammül edilmesi, sabredilmesi gereken bir süreçtir aslında. Onun için uzun ya da kısa bir ömür değil, hayırlı bir ömür, hayırlı bir ölüm dileyelim. Allah ömrümüzü bereketli kılsın.


Tenzile Anne’nin öbür taraftaki sevdikleri, bekleyenleri, bu taraftakilerden fazladır.. Onun anne babası orada. Ve Allah’ın cemaline hasret, bütün hasretlerden daha üstündür. Dünyanın hangi lezzeti, keyfi, hangi yakınlığı Allah’a olan yakınlığımızdan fazladır.. O bizden daha merhametlidir!. (Haşa, Yaratan yaratılanla nisbet mi edilirmiş, kıyas mı yapılırmış?) Hakikati bilendir. O hata yapmaz.


Tenzile Ana tam zamanında gideceği yere gitti. Biz hepimiz çağrıldığımızda oraya gideceğiz. Hiç kimsenin bu emre isyan gücü yoktur. İnkarcıların bile..


Şimdi bizim için dünya sürgünü devam ediyor.. O dünyadan terhis oldu. Güle güle Tenzile Anne.. Bizden selam söyle oradakilere.. Muhakkak ki, her nefis ölümü tadıcıdır. Ondan geldik, ona döndürüleceğiz.

Selam ve dua ile

Abdurrahman Dilipak - Yeni Akit

http://www.habervaktim.com/yazar/43352/olum_asude_bir_bahar_ulkesidir.html
 

_Berceste_

bir tutam delilik...
Katılım
21 Eyl 2010
Mesajlar
6,798
Tepkime puanı
1,525
Puanları
0
Hz. Ali’ye soruyorlar: “Hep savaşta en öndesin, ölümden hiç mi korkmuyorsun?” Cevabı muhteşem. “Ecelim ömrümün kefilidir.” Vakit tamam olmadan canımı kim alabilir ki? Vakit tamam olmuşsa, beni daha fazla kim yaşatabilir ki!

müthis bir söz
güzel bir yazi..paylasim icin tesekkürler abla
 

Cenan

Ordinaryus
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
3,062
Tepkime puanı
1,756
Puanları
113
Abdurrahman Dilipak - Öfke baldan tatlıdır


“Kadife Devrim”di, “demokratik talepler”di, “Arap Baharı” idi, derken, Wall Street’tekiler de sokağa döküldü. Bu insanlar ne istiyor olabilirler? Bunlar “radikal dinci” değil, El Kaideciler hiç değil. Zenciler de.. Evsizler, işsizler, sokak çocukları da değiller.. Ortak ideolojik bir kimlikleri de yok. Tek başına sağcı, solcu, milliyetçi, dindar, liberal olarak da tanımlanamazlar.. Herkes var. Bunları bir örgüt sokağa dökmüyor.. Merkez media ya da aydınlar da desteklemiyor. Üniversite bahçesinde toplanan gençler de değil bunlar.. 100’e yakın ülkede, en az 200 şehirde aynı zamanda sokağa çıkıyorlar.. Mısır bir başlangıçtı. Tahrir Meydanı okul oldu..

Tahrir’de İsrail’e karşı yükselen öfke, Wall Street’te kapitalizme karşı öfkeye dönüştü..

Öfke baldan tatlıdır.. Bu insanlar def-i mazarrat için bir araya geldiler. Celbi menafi için ortak bir fikirleri ya da hayalleri yok gibi. Genel olarak adalet, barış, özgürlük istiyor olsalar da. Kapitalizme karşı, finansal tetikçilere karşı vicdan temelli bir isyandan söz edebiliriz belki.

Duyarlı, vicdanını kaybetmemiş insanlar bu işlerin böyle gitmeyeceğini görmeye başladılar..

Batı demokrasi insanlara umut vermiyor artık.. Başkalarının kanları ve gözyaşları üzerine kurulu bir zenginlik ve iktididarları vardı. Batı demokrasisinin arka pahçesinde darbeci generaller, diktatörlerlerle sömürü temelli sıcak bir işbirliği vardı. Finansal tetikçiler, silah tüccarları hepsi kol kola idi. Uluslararası finans kapital dedikleri, dünya derin devletinin örtülü KİT’i idi aslında!

Terör, soğuk savaş döneminde ustalıkla kullanılan, hedef ülkeleri dize getirmek için bir enstrümandı. Adına “kontrollü bunalım stratejisi” diyorlardı..

Dünyaya kalkınma, insan hakları notu verenler, çevre standartları oluşturanlar, kendileri havayı, suyu, toprağı acımasızca kirletmeye devam ettiler.. İnsan haklarını ayaklar altına aldılar, darbecilerle kol kola demokrasiye ve insan haklarına karşı cinayetler işleme konusunda hiç tereddüt etmediler.

İran’a karşı nükleer bahaneler bulanlar, İsrail’in nükleer silahları karşısında 3 maymunu oynamaya devam ettiler.. Irak’ı ve Afganistan’ı nasıl işgal ettiklerini biliyoruz..

Çıkarları söz konusu olduğunda ilkelerini nasıl ayaklar altına aldıklarını biliyoruz..

Şimdi, güçlerinin zirvesinde iken bir anda derinden gelen bir dalga ile sarsılmaya başladılar.

ABD ilk büyük şoku 11 Eylül’de yaşadı. İkiz Kuleler’den dumanlar yükselirken bile kimse bu kulelerin kendi üzerine çökeceğini düşünmüyordu. Sonra bir anda çökmeye başladı. Ve ardından ötekisi..

ABD ve AB, bana kalırsa bir süre daha ayakta kalacak ve arka arkaya ansızın yıkılacaklar.

Bu Amerikan yüzyılının sonudur. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Gelen günler geçen günleri aratacak... Bu AB için ise sonun başlangıcıdır.

Daha trajik olanı ise ABD ve AB’nin ardından bu ülkelerle derin bağları olan ülkeler de aynı girdaba sürüklenecek. Çöken sadece ABD ve AB değil, dayandıkları kavram ve kurumları, ütopyaları, paradigmaları, bilimi, sanatı, felsefesi, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel değerleri, mimarisi, değer yargıları, normları ile bir çöküştür.. Bu çöküş Çin, Hindistan ve Rusya’yı, Latin Amerika, Afrika, Balkanlar ve Kafkaslar’ı da etkileyecek.

BM, AB, OECD, G20, NATO gibi uluslararası örgütler de bu durumdan etkilenecekler.

Bana kalırsa Batı toparlanmaya çalıştıkça süreç daha da hızlanacak. Öfke ve tepki büyüyecek. Dindarlar, sosyalistler, liberaller, azınlıklar, işsizler, aydınlar, yoksullar, değişimden yana olan, bu gidiş ve gelecekle ilgili korkuları umutlarından daha büyük olan herkes bir araya gelecek. Bu düzen değişmesine değişecek de, yerine ne koyacağız? Bu boşluğu kimler, nasıl dolduracak, yeni uluslararası düzeni kimler, nasıl kuracak? Büyük değişim hukuk düzeni, siyasal düzende, ekonomik düzen, çevre politikalarında radikal değişikliklere, bir çok ülkenin sınırlarında, rejimlerinda, servet ve iktidar sahiplerinde değişikliklere sebep olacak.

Öfkeyle kalkanlardan bazıları, gün gelir zararla oturabilirler. O gün kaybedenler arasında yer aldıklarında başka tartışmalar başlayabilir.. Bu işlerde Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmak vardır.. Yapmak, yıkmaktan zordur.. Yapmak için bilgi, emek, sabır, cesaret gerek.

Yeni felsefi bir döneme ihtiyaç var.. Demokrasinin biçim ve öz olarak yeniden tanımlanması gerek. Laiklik de öyle. Özgürlüklerin de aynı şekilde yeniden tanımlanması gerekecek.

Şimdi, herkesin daha dikkatli, akıllı, dürüst, cesur, sabırlı olması gerek.

Bu arada Türkiye bu öfke patlamasından niye etkilenmiyor derseniz, etkileniyoruz aslında. Ama bizim şansımız, biz akıntıya karşı, ya da rüzgara karşı yol almıyoruz. Aksine, rüzgar arkamızdan esiyor. Türkiye başta İsrail olmak üzere dünya egemenlerine karşı duruyor, mazlum halkların sesi oluyor. Türkiye egemenlerin işbirlikçisi darbeci çetelere karşı bir tavır içinde.. Onun için en az etkilenen ülke olarak, ülkemiz kriz ortasında güvenli bir adaya dönüşüyor. Selam ve dua ile..


Abdurrahman Dilipak - Yeni Akit
http://www.habervaktim.com/yazar/43719/ofke_baldan_tatlidir.html
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Türk ordusu “Türk” değildi de!

http://www.addthis.com/bookmark.php?v=250&username=xa-4caf2d9a752ef9b9 http://www.ihvanforum.org/http://www.ihvanforum.org/http://www.addthis.com/bookmark.php...-bilenlerle-bilmeyenler-bir-olur-mu.html&tt=0http://www.addthis.com/bookmark.php...-bilenlerle-bilmeyenler-bir-olur-mu.html&tt=0
Hangi Türk ordusu.. Osmanlı ordusu, hiçbir zaman sadece Türklerden oluşmadı.. İslam ümmetinin ordusu idi o ve içinde bütün Müslüman unsurlar vardı. Çanakkale savaşında ise işin garib tarafı başımızda bir Alman generali olan Liman Von Sanders vardı.

Savaş, İttihat Terakki cuntasının ihaneti sonucu, Braslav ve Goben gemilerindeki askerlere fes, gemi gönderine Osmanlı bayrağı asarak bizim adımıza Almanların Rusya’ya saldırması ile başladı..

Yani savaşı başlatan taraf biz olmuş olduk. Bir oyunla saldırgan ülke konumuna düşürüldük..

Osmanlı’nın “Türklük ve vatan müdafası” diye bir derdi yoktu. “Cihad-ı fillah oluptur niyyetüm” derlerdi.. Namık Kemal, “Vatan yahud Silistre” kitabını yazınca, “Vatan” dediği için hapse atılmıştı.. 1900’lerin başında Osmanlı’da Türkleşme, İslamlaşma, Muasırlaşma tartışmaları başlamıştı bir yandan.

Bir yandan da Mehmet Akif milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı çıkan şiirler yazıyordu:

“Hani milliyetin İslâm idi... Kavmiyet de ne! / Sımsıkı sarılıp dursaydın a milliyetine. / ‘Arnavutluk’ ne demek, var mı şeriatta yeri? / Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri. / Arabın Türke, Lazın Çerkese yahut Kürd’e; / Acem’in Çinli’ye rüchanı mı varmış? Nerde.. / Müslümanlıkta “anasır” mı olurmuş? Ne gezer! / Fikr-i Kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber. / En büyük düşmanıdır ruh-ı nebi tefrikanın / Adı batsın onu İslâma sokan kaltabanın!..”

Hangi “Türklük davası”. İstiklal Marşı’nın şairi Arnavut ya hu. Tek bir Millet vardı, o da İslam milletiydi. Yeryüzü bize mescid kılınmıştı.. Allah’ın arzından bir parçasını diğer insanlardan koparıp almak ya da kendini bir toprak parçasına hapsetmek.

Arz Allah’ındı. Ve biz O’nun halifesi idik. Ulaşabildiğimiz her yerde O’nun rızasının gereğini yerine getirecektik. Çünki yeryüzü bize mescid kılınmıştı.. Bakmayın daha sonra “Hubbul vatan, minel iman” diye “milliyetçi bir din algısı”nın geliştirilmesine..

Asıl sormak istediğim soru şu: TÜRK ORDUSU TÜRKLERDEN OLUŞMUYORDU DA, İNGİLİZ ORDUSU İNGİLİZLERDEN, FRANSIZ ORDUSU FRANSIZLARDAN MI OLUŞUYORDU?

Mehmet Akif ilk başlarda İttihat Terakkici idi.. “Çanakkale savaşı”nı anlatırken “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela” der.

Oysa Osmanlı aydını da kandırılmıştı, Mısırlı, Hindistanlı, Senagalli Müslümanlar da. İngilizler, Müslümanları Hindistan’dan ayrılmaya kandırıp ikna etmemiş, Pakistan ve Bengaldeş kurulmamıştı o zaman..

Avustralya ve Yeni Zellanda’daki İngilizler sağlam bir plan yapmışlardı.. Hindistan ve Mısır’da Cuma namazından sonra halka beyanname dağıtacaklar ve “Hilafet merkezi Almanlar tarafından işgal edildi.

İngiltere halifeyi kurtarmak için seferberlik düzenledi” diye gönüllü toplayacaklardı..

İngiliz gemilerinde gelenler Müslüman gönüllülerdi aslında. Fransızlar da Senagal’de aynı kirli yalanı uydurdular. Oradan gelenler de Senagalli Müslümanlardı. Şimdi Anzak ayinlerinin yapıldığı topraklarda bizi bize kırdırdılar..

Şafak ayinleri kirli ve kanlı bir oyunun üzerine, gerçekleri gizlemek için örtülen “kutsal bir örtü” (!) sadece! Oysa orası bir hilal uğruna nice güneşlerin battığı yerdir.

Orada şafak ayini, değil, gece namazı kılmak gerekir..

Ah İngiliz ah! Hem “halifeyi kurtaracağım” diyeceksin, hem halifeyi Selanik’e Alatini efendinin evine süreceksin. Hindistanlı Müslümanlardan para toplatıp, onu yandaşlarına peşkeş çekeceksin.

O parayla İş Bankası’nı kurduracaksın, Osmanlı Bankası’nda işler çevireceksin.. Lozan’ı tezgahlayacaksın..

Bir yandan Arap düşmanı Türk milliyetçiliği örgütlerken, öte yandan, Türk düşmanı Arap milliyetçiliğini fonlayacaksın..

Kudüs’ü Yahudilere satarak, Müslümanlara yeni bir halife yutturmaya çalışacaksın.. Bir yandan da laik bir Türkiye icad etmek için onları batılılaştıracaksın.. İslam coğrafyasını 40 parçaya böleceksin..

Churchill, “Bir damla kan, bir damla petrol” diyordu da, gerçekten bütün bunlar petrol için mi idi, yoksa Müslümanlara duyulan kin ve nefretten mi kaynaklanıyordu?

Dostlarım “Çanakkale geçilmez” diye bir slogan tutturmuş gidiyorlar. Öyle ya “Bedr’in arslanları ancak o kadar şanlı idi” değil mi? Ben onları anlıyorum. Onlar da beni anlıyorlardır umarım..

“Bir deli de lazım ocak”ta diye düşünüyordurlar belki de.. Ben “ocak delisi” bir “gezici vaiz” olarak yoluma devam edeyim..

Birileri “Çanakkale geçilmez” diye, çizgi filmler yapsın, kitaplar yayınlasın, konferanslar versin, geziler düzenlesin. Bırakın ben “Çanakkale geçildi” diyeyim..

O savaşa katılan kahramanca savaşan tüm Müslüman kardeşlerime Allah’tan rahmet diliyorum. Öte yandan Almanların gemisinde bizim Osmanlı, İngiliz gemisinde Arap ve Hintli, Fransız gemisindeki Senagalli kardeşlerimin acısı yüreğimi dağlıyor.

3 yıl 2 ayda bir imparatorluk tasfiye edildi, sonunda teslim olduk ya hu! Mondros mütarekesi imzalandı.. 3 cephede birden çöktük, Allahuekber dağlarında, Filistin cephesinde ve sonunda Çanakkale’de.. 3 yıl 2 ayda biz Etibank’ı tasfiye edemedik ya hu! Çanakkale geçilmezmiş :).

Sahi şu fethin dışında kutlanan İstanbul’un kurtuluş hikayesi nedir? İngilizler iyi düşünmüşler, bir de yenilen bir millete zafer armağan etmediler mi! Ama isteyen kaybettiği bir savaşın belli cephelerdeki mevzi kazanımları ile övünmeye ve zaferini coşkuyla kutlamaya devam edebilir..

Selâm ve dua ile.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
PKK ne yapmak istiyor?


Sahi PKK ne yapmak istiyor? Tam da Anayasa çalışmalarının başladığı böyle bir zamanda.. Eğer beklentileri demokratik çoğulculuk olacaksa, bu parlamento iradesi olacak.

Peki PKK bu yolu tıkayarak, açılımın önünü keserek ne yapmak istiyor olabilir?

PKK’nın kullanmadığı, PKK’yı kullanmayan ülke var mı?

İsrail, ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika, Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Ermenistan ve tabii Bulgaristan..

İsveç’te de vardılar, İsviçre’de de. Danimarka’da da vardılar, Norveç’te de.

Hem de uyuşturucu işi, silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, haraç, terör, cinayet, kara para işleri yapıldığını bildikleri halde. Birileri sanki kirli işlerini yaptırmak için iyi bir ortak bulmuştu.

İslam ülkeleri de vardı işin içinde. Mesela Suriye.. Suriye üzerinden Filistin’le ilişki kuruyorlardı. Hem İsrail’de, hem de Filistin’de yandaşları vardı. Azerbaycan’da da vardılar, İran’da, Libya’da, hatta Suudi Arabistan’da da..

İran daha sonra PJAK’la savaşsa da, PKK ile dirsek temasını hep başından beri sürdürdü..

Hatta son olarak Türkiye ile istihbarat paylaşımı sonucu ele geçirdikleri Karayılan’ı, PJAK’ın İran’dan çekilmesi şartı ile serbest bıraktıkları iddia edildi. İran PKK’ya bir dönem silah, SAM7 füzeleri ve lojistik destek sağlamış. Bölgede bir hastane üç de kamp kurma izni vermişler. Bölgedeki silah ve hayvan ticaretinden pay alıyorlarmış.

PKK’nın ayrıca birçok dernek, gazete, dergi, internet sitesi, radyo ve Tv’si yanında ticari işletmeleri olduğu da biliniyor..

İran bir dönem desteklediği örgütün, gün geldi kurbanı oldu. Aslında, madem herkes PKK’yı kullanıyor. Peki Türkiye hiç mi kullanmadı. Olur mu? Evren döneminde Kürd’ü Kürd’e kırdırmak istediler.. Sonra da PKK üzerinden Türkiye’nin Irak Kürdistanı’nı ele geçirme planları yapıldı. Bir koyup 3 alacaktık.

PKK Türkiye’yi Ortadoğu’ya taşıyacaktı. ABD ile birlikte Ortadoğu petrolüne el koyacak ve Lazkiye koridorunu ele geçirecektik.

Ama PKK’yı elimizden kaçırdık. PKK kontrolden çıktı. Daha doğrusu bizimkiler kontrolü kaybettiler. Tam anlamı ile Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.

Biz kullanamayınca birileri bu örgütü ve gücü kullanmak istedi.

PKK’nın herkesle ilişkisi var. Her tarakta bezi var. PKK herkes, herkes PKK’yı kullanıyor..

Apo’nun Türkiye’ye teslim edilmesi, aslında kontrolsüz olarak büyüyen PKK’yı yeniden düzenlemek ve kontrol dışı unsurları tasfiye etmek isteyen, ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsünün bu konuda başarısız olması ile beklenen faydayı sağlamadı. Burada özellikle Ergenekon ve İsrail faktörü önemli.

Nasıl bir Türk Ergenekonu varsa, bir de Kürt Ergenekonu var.. Her iki Ergenekon arasında da sıkı bir bağ var. Bana göre, bu son saldırılar tırnak içinde PKK’nın işi değil. İsrail ve Ergenekonun ortak yapımı..

Birileri PKK üzerinden Türkiye’yi cezalandırmak, Anayasa değişikliğini ve açılım sürecini engellemek, demokratik talepleri devre dışı bırakmak istiyor.. Hükümet derin devletle, Türk Ergenekonu ile mücadele ediyor, ama BDP başka vadilerde dolaşıyor sanki!

Bu operasyon kararı, ne Kandil’den veriliyor, ne Diyarbakır’da, ne de Adada.. Karar Ankara’dan, İsrail, ABD ve İngiltere’deki dünya derin devletinin merkezinde yer alan Siyonist çete tarafından veriliyor olabilir.. Hatta karar vericiler, etnik olarak Kürt de olmayabilir..

Bizim PKK’lı militan olarak gördüklerimiz de Kürt olmayabilir.. Bu adamlar sivil, korucu kıyafetli birileri olabileceği gibi, teröristler resmi elbiselerle bu bölgeye gelmiş de olabilirler.

Bana kalırsa bölgede sadece PKK telsizlerini dinlemek yetmez. ABD, İngiliz, İsrail, Irak ve Suriye, hatta İran istihbaratının da izlenmesi gerek.. Sakın bu süreçte Irak sınırında uçan insansız hava araçları teröristlere istihbarat sağlıyor olmasın..

Birtakım istihbarat görevlileri, silah, istihbarat, ikmal ve ulaşım kolaylığı sağlıyor olmasınlar. Bu tür işler olmuyor değil.. Eşref Bitlis dönemini hatırlayın.. Sahi Hitler Polonya’ya niçin saldırmıştı?

Aman, sakın kışkırtmalara katılmayın.. Kirli oyunun tuzağına düşmeyin. Cehennemin yollarının iyi niyet taşları ile döşenmiş olabileceğini unutmayalım.. Anayasa değişikliği gerçekleşmeli, açılım sürmeli, terörle mücadele de aynı şekilde devam etmeli.. Terörün maksadına hizmet edilmemeli..

Bu olay acı olmakla birlikte, sorunun perde gerisindeki gerçeklerin anlaşılması ve sonuç alıcı birtakım çabaların başlatılması açısından itici bir etki yapabilir..

Tepkiler teröre öfke sınırlarını geçip, Türk-Kürt kardeşliğine zarar vermemesi gerekir. Aksi halde terörün gayesine hizmet etmiş oluruz.

Selâm ve dua ile..
 
Üst