Cemalnur Sargut: Heykelde görünen Allah inancı !!!

Hakperest

Kıdemli Üye
Katılım
13 May 2013
Mesajlar
10,215
Tepkime puanı
3,202
Puanları
113
Konum
:::::YerKüre:::::
Hulusi den halas olmak gerek.
Hallac-ı Mansur'un halinde bir sıkıntı yoktur.Havass'a göre İlmi merhalede hatası vardır ve nitekim hatasını Şeyh'ul Ekber Muhyiddin Arabi KS manevi alemde yüzüne söylemiştir.(Bkz.Kitabu Tecelliyat ve Yakin).

Şeyh'ul Ekber KS "Tolere edilebilir" ifadesi ise çok kusurlu bir ifadedir.
"Böbrek ameliyatında Holmium Flexible teknoloji " kullanımına TIP DOKTORU olmadan "tolere edilebilir" demek gibi bir söz sizinkisi.

hüküm bildiren cümleler yerine
açıklasaydınız ki anlayalım

böyle yapmak açıklamam yok demektir
varsa buyrun açıklayın ubeyd hocam
 

Yetim

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
2,702
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Yaş
45
Bu konu başlığı altında havas şarlatan dedi ona ceza verilmedi ona ben şarlatan dedim diye 3 gün ceza aldım taraflı ve yanlı bir yönetim sergileniyor bu forum yöneticileri tarafından...
 

Yetim

Kısıtlı Erişim
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
2,702
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Yaş
45
Soru şu idi "Kişi Kuranı kerimden ayet (naklettiği ) sölediği zaman sözler benim sözlerim derse o kişinin Hükmüne olur ?"

Bu soruya HALA kimse cevab verememiş Mi ?

yoksa cevab vermek işlerinemi gelmiyor Bu soruya cevab verildiğinde Konu otomatik olarak kapanacak kimse muhhittini arabi hazretlerine dil uzatamayacak bu forumda o yüzdenmi acaba cevab verilmemiş ?...
 

ŞehbaL

Kıdemli Üye
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
7,330
Tepkime puanı
643
Puanları
0
Konum
Ankara
Sayın @havas yazınızdaki ilk birkaç örnekleme yaptığınız kısmı okudum.. dediklerinizi araştırma ihtiyacı hissettim. Ve sizin gibi aynı düşünen insanlardan başka bir kaynak bulamadım. Mesela siz bir yazar olsanız.. Ben de sizin kitabınızın 233. sayfasında şirk cümleleri geçiyor desem.. Ve bu cümleleri sadece benim gibi yazılarınızın şirk içinde olduğuna inanan insanların yaptığı alıntılarda görse bir seveniniz sizce bana itimat eder mi? Bence siz de kulaktan dolma bilgilerle değil de alın elinize imam Rabbaninin kitabını arapçasından okuyun bakalım bi.. Neler var içerisinde bir görün. Size x adında hiç tanımadığınız biri hakkında bilgi gelse peşin hüküm verip onu yargılar mısınız? Tanıma yoluna gitseniz bence böyle söylemezsiniz.

bu gün islam dünyasını esir almış en yuksek yerlere kondurulmuş pastanın en büyük dilimini yiyen ehli tasavvufun
bu bilge haznesi katkısı ne?bu deryada bir damlada su bile değil.
demişsiniz..

oysa İmam Gazali mutasavvıftır bilir misiniz? Eşrefoğlu Rumi'yi tanır mısınız? Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi Efendi vardır.. Ferîdüddîn-i Attâr, Ahmet Yesevî, Âşık Paşa, Pir Sultan Abdal...


ben daha fazla saymayayım siz önce bir araştırın. "mutasavvıf kimdir, eserleri nelerdir?" diye..

vesselam..

Not: Üşenmedim yazının ortasında gittim kütüphaneden imam Rabbani'nin mektubatını aldım. sayfa 336 açık şu an.. Ve dediğiniz bölümlerin hiçbiri yok. Bilmem anlatabildim mi?
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,770
Tepkime puanı
985
Puanları
113
kambersiz düğün olmazmış:) biz olmasak konu eksik ve yavan kalır.cemalnur hanım,burada kendisini tasavvufçu olarak,derviş,mürid olarak görenlerin birçoğundan daha tasavvufçudur,yaşantısıda buradaki birçoğundan fazladır.şeriatsız tasavvuf olmaz sözünü ağzına sakız yapanlar,cemalnur hanımı anlayamazlar.havas bile yeri gelir anlar,ama bu takım anlamaz.anlamak istemez,çünkü onlar FARKINDA olmadan şeriatı kendilerine put edinmişlerdirde,haberleri yoktur.hızır ve musa kıssası öyle hikaye okunup geçilecek türden tarihi bir olay değildir,bizlere anlatmak istedikleri vardır,eh ama hocam o hızır,o hz.musa derseniz,size hayırlı geceler tatlı rüyalar dilerim.
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Evet Cemal Nur hanım tasavvufcu olabilir ama bizim tartıştığımız bu değil..İslam tasavvufu kasdettiğimiz!!! İslam tasavvufunda ise ölçümüz Kur'an ve hadislerdir..
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Sayın @havas yazınızdaki ilk birkaç örnekleme yaptığınız kısmı okudum.. dediklerinizi araştırma ihtiyacı hissettim. Ve sizin gibi aynı düşünen insanlardan başka bir kaynak bulamadım.
hepsi kaynaklarda var.isalm alimleri ansiklopedisi turkiye gazetesi
girdinmi sayfanumaları tututar.
saniyyyen sizin gurub için bu bir sorun teşkil etmiyor.onların ağzındanda bu ifadeleri görebilirsin..
Ali hocanın rabbani ile iligili bir vaazı var... bir mevatının kalbindeki imansızlık kirini temizlemeye çalışıyor..
kutb inancı ile ilgili vaazları yine bir bak ...islama göre tam bir şirkdir bu inançlar.


Ben de sizin kitabınızın 233. sayfasında şirk cümleleri geçiyor desem.. Ve bu cümleleri sadece benim gibi yazılarınızın şirk içinde olduğuna inanan insanların yaptığı alıntılarda görse bir seveniniz sizce bana itimat eder mi?
eğerki yazdığım kitapta böyle şirk küfür ifadeler varsa bir müslüman olarak onun uyarman mucadele etmen sana farzdır.
hakka çağrılan kişi buna uyar veya uymaz!
o bizi ilgilendirmez.
Geçenlerde biri beni eleştiriyor.E kardeşim sana göre yeryüznde hiç veli kalmadı..?
Bizi zanni veli sayısı hiç ilgilenidrmiyor.önemli olan ne diyor neyi savunuyor.
tpolumda şöyle bir yaklaşım var.Ben bucuyum veya şucuyum dedimi,artık bağlı olduğu şahsa ait küfür ve şirk ifadeleri görmüyor ve tasidkliyorda..
Neden kendinizi tehlikeye atıyorsunuzki?
eğiriye eğiri doğruya doğru diyelim..
Şöyle itirazlarda alıyorum.Ne yani rabbani, mevlana ,said nursi cehennememi giadecek?
cennet ceheneme koyma işi bana ait değil.ben fikriyatına onay vermem.hakkaniyete çağırırım.benim görevim bu..böyle olmamız lazım.
nurcu olabilirsin amma risalenin saçmalıklarına onay vermemelisin.
tasavufcu olabilrisin amma zanni velilerin şirk sözlerine bidatlarına onay vermemelisin..

oysa İmam Gazali mutasavvıftır bilir misiniz? Eşrefoğlu Rumi'yi tanır mısınız? Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi Efendi vardır.. Ferîdüddîn-i Attâr, Ahmet Yesevî, Âşık Paşa, Pir Sultan Abdal...

gazzali alim bir şahsiyyet .fakat zamanıdaki tasavvufi akımlara göğüs geremedi.
depresyona girdi .nizamiye medreslerinin başına geldiğinde minarelerde sabahlardı.
eserlerini ikiye böldü.
tansiyon düşürücü ,taşraya ait eserler.....yalan hadis çok..

birde havvasi eserler.

kendisi tasavufun önünü açınca en değerli alim huccetul islam ilan edildi..

ferduttin attar cinsel saplantıları olan bir şahsiyyet istersen eserlerinden örnek veriyim.el ibriz adlı eserine bir bak.

hoca ahmet yesevi ,pir sulatan abdal tarihsel kimlikler güzel söz ve deyişleride var batıl inançları var.


ben daha fazla saymayayım siz önce bir araştırın. "mutasavvıf kimdir, eserleri nelerdir?" diye..

vesselam..

Not: Üşenmedim yazının ortasında gittim kütüphaneden imam Rabbani'nin mektubatını aldım. sayfa 336 açık şu an.. Ve dediğiniz bölümlerin hiçbiri yok. Bilmem anlatabildim mi?

Bu yazılanları sizden başka kitabımda yok diye red eden daha hiç karşıma çıkmadı...

Eserleri orada kimseye iftira atıldığı yok..

Salik(mürid) kâfir olmadıkça, kardeşinin başını kesmedikçe, anası ile zina etmedikçe Müslüman olamaz" Bu yumuşatılmış hali.mektubat


hac gibi kutsal ibadetle nasıl dalgasını geçyiyor.hululcu mevlananız..

bizim böyle bir islam anlayışımız yoktur..isterse milyarla peşinde gitsin bizim için çok bir şey ifade etmez...




970913_10201504856089666_2103851193_n.jpg







insanaların eserlerinde küfür ve şirk ifadeler olabilir.Fakat bu onları hemen kafir yapmaz.iman kapısı ölüme kadar açıkdır!
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
feriduttin attar el ibriz adlı eserindeki cinsellik kokan hikayeler


 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Tam Müzekkin Nüfus - Eşrefoğlu Rumi nin sözleri adam tüm güç kudreti eline almış.allaha bağlanmaya değilde şeyhe bağlanmaya çağırıyor milleti..

böyle müslümanlık olmaz!eleştrilmeliler ,asla kutsanmamalılar..böyle ucuz uçuş kaçış ,ışınlanmalar midemizi bulandırıyır diyebilirim...


images



Abdulkadir Geylani zamanı ve mekanı kendisine tabi eder döndürürdü yalanı (S.429)

Şeyh ve mürşit olanların, hali ve vakti kendilerine tâbi etmeleri revadır. Zamanı ve mekânı da kendilerine tâbi etmeleri ve fakat kendilerinin zamana ve mekâna tâbi olmamaları lâzımdır.

Nite'kim, bizim şeyhimiz ol Gavs-ür-Rabbani ve Kutb-us-Samedani Sultan Abdülkadir-i Geylânî kaddesallahu sırrahu, zamanı ve mekânı kendisine tâbi eder, döndürürdü. Müritlerinin hallerini, zamanlarını ve mekânlarını da döndürür, kendilerine tâbi ederdi. Zamanı kendisine tâbi etmesi, meselâ on yılda, yirmi yılda hâsıl olacak şeyleri bir saatte eder ve müritlerine de ettirirdi. Mekânı kendisine tâbi etmesi de, bir veya iki yıllık yola bir adımla veya bir hareketle gider, gelirdi. Zamanı kendisine tâbi kılarak, müritlerine tasarruf ederek, müritlerine ve başkalarına döndürüvermesinden bir kaçını söyleyivereyim ki, kalanı da bundan anlaşılsın. Sen de, Velilerden âdete muhalif halleri duyarak inkâra yeltenme! Şunu iyi bil ki, mürşid-i kâmil olanlar diledikleri zaman böyle şeyler yaparlar ve akıllar hayran kalır.



Abdulkadir Geylani Allah'ın vasıflarıyla vasıflanıp kendisine muhalif olan bir danişmende 10 yıllık zaman içinde zaman yaşatması yalanı (S.429-432)

Sultan Abdülkadir-i Geylâni zamanında, ilim ehlinden ulu bir dânişmend kişi vardı. Şeyhin, sultanlığını inkâr ederdi. Bazan şeyhi zemmettiği bile olurdu. Bir cuma günü, şeyhin mescidine geldi, oturdu. Maksadı, Hazret-i şeyh ile müba hese etmek ve aklı sıra ona sataşmaktı., Biraz sonra Şeyh hazretleri de mescide geldiler.Bir çok azizler de o mecliste hazır bulunuyorlardı. Hoş beşten sonra, Hazret-i şeyhe dö nerek şöyle bir sual sordu:

— Yâ Şeyh! Mürşit olan kişiler, zamanı kendilerine tâbi ederek döndürürler ve yıllarca yapılması mümkün olmayacak işleri yaptırırlarmış, doğru mu?

Şeyh Abdülkadir-i Geylânî kaddesallahu sırrahu cevap verip, buyurdu:

— Allahu teâlâ, dervişlere o kadar kuvvet verir ki, 10-15 yılda olacak bir işi , gayet kısa zamanda yaparlar.

Münkir olan zat itiraz etti.

— Ben buna kail değilim ki, zamanı döndürüp kendinize tâbi edebilirsiniz ve 10 - 15 yılda olacak işi bir günde veya bir saatte yapabilirsiniz. Bu, ancak Allahu teşlâya mahsus ve münhasırdır.

Hazret-i Şeyh, tebessüm buyurdu ve:

— Allahu teâlânın tasarruf verdiği öyle kulları vardır ki, ne isterlerse yaparlar, hiç bir şey onlara mâni olamaz. Konuşmanın burasında cuma namazı vaktinin yaklaştığı anlaşıldı, şeyhe seccade çıkardılar. Şeyh kalktı, işaret etti ve o seccadeyi dânişmendin eline verdiler:

— Bunu lütfen siz götürünüz, dediler.

Münkir dânişmend, seccadeyi aldı, omuzuna attı ve mescide gitmek üzere hep birlikte yola çıktılar. Yolda, bir şadırvana rastladılar. Dânişmend, abdest tazelemek istedi, omuzundaki seccadeyi" bir ağaca astı ve şadırvanda abdest almağa başladı. Fakat, ellerini suya vurur vurmaz kendisini bir pazar yerinde ve bir çilingir dükkânının önünde buldu. Bir müddet, çilingirin çalışmasını seyretti, yaptiği işleri çok hoş ve üstadâne buldu, imrendi ve dükkâna girerek:

— Bu sanatı bana da öğretir misin? dedi. Çilingir:
— Görüyorum ki, sen bir dânişmend kişisin. Bu sanatı öğrenip ne yapacaksın?

— Sanat öğrenmek ve işlemek hoşuma gitti. Helâlinden, elimin emeği ile kazanır, ilmimle amel eder otururum, cevabını verince, dört yandan dükkân komşuları geldiler ve dânişmen di, çilingire köle ediverdiler. Dört yıl hizmet etti. Fakat, bu işi o kadar sevmişti ki, ayrılamadı ve dört yıl daha çilingirin yanında çalıştı. Artık, çilingirliği de öğrenmişti. Fakat, ustası ölünce onun dul karısı ile evlenmek zorunda kaldı ve zamanla iki oğlan çocukları oldu. Birisini, mektebe verdiler, diğeri henüz evde kaldı. Bir sabah, yine dükkânına geldi, işine başlamak üzere ateş yaktı, bir demiri ocağa sokacağı sırada, baktı ve gördü ki kendisi şadırvanda abdest alıyor ve şeyhin seccadesi de astığı gibi ağacın üstünde duruyor. Şaşırdı, buna bir mâna veremedi. Alelacele abdest aldı, seccadeyi ağaçtan kaptığı gibi şeyhin ve yaranının peşlerinden koştu ve onlar mescidin kapısından içeri girerlerken yetişti. Şeyhten önce mescide girdi, seccadeyi şeyhin önüne serdi ve geriye çekil mek istedi. Fakat, Hazret-i şeyh kendisini bırakmadı ve yanına aldı. Şeyh ile birlikte iki rekât tahiyye't-ül-mescit kıl dılar. Şeyh, dönüp sordu:

—Nasıl, hâlâ inkârda mısın? Dânişmend, safiyetle cevap verdi:

— Sultanım! Abdest almak üzere sizden ayrıldım. Elimi suya sokar sokmaz, kendimi bir pazarda ve bir çilingir dük kânının önünde buldum. Bu çiligire bakarken, sanatına özen dim ve çırak olarak yanına girerek tam dört yıl hizmet ettim.
Dört yıl sonra, ustam öldü ve ben onun dul kalan karısıyla evlendim. Dükkânı satın alarak oturdum, yıllarca aynı dük kânda çalıştım. O kadından iki çocuğum oldu. Birisini mekte be verdim. Bir sabah yine çalışmak üzere dükkânıma geldim, demiri ocağa koydum ve körüğe el atar atmaz, kendimi yine sizden ayrılıp abdest almağa gittiğim şadırvanda buldum. Abdest aldım, ağaca astığım seccadenizi de omuzuma vurarak peşinizden yetiştim ki, sizler de henüz mescidin kapısına varmıştınız. Bilmiyorum ki, bu ne haldir? Hayal midir, rüya mıdır? Lâkin, doğrusunu söyleyeyim, gönlüm o hatunda ve çocuklarımda kaldı.

Hazret-i şeyh tekrar sordu:

• Bu hal olalı kaç yıl oldu bilir misin?

• Bana kalsa, on yıldan fazladır..

• Öğrendiğin çilingirliği şimdi de işleyebilir misin?

• îşte ellerim şahittir, işlesem elbet işlerim.

• İyi bil ki, bu iş ne hayaldir, ne rüyadır. Gerçekten olmuştur. Namazı kılalım, mescitten çıkalım, adam gönderip karını ve çocuklarını getirtelim.

Hep birlikte cuma namazını kıldılar. Mescitten çıktıktan sonra, o şehre mektup yazdılar ve dânişmendin karısı ile ço cuklarını getirdiler. Münkir dânişmend, iradet getirdi ve şeyh in elini tuttu, tövbe etti ve ölünceye kadar şeyhin hizmetinden ayrılmadı.



Camide abdestini tazelemek için bir müridini mescidin içinden Bağdat'a iki senelik yere atarak abdestini aldırması yalanı (S.432-433)

İşte, mürşid-i kâmilin zamanı döndürmesi böyle olur. Amma, iş bu kadar da değildir. Onlar, mekânı da tayyederler.

Nitekim, Şeyh Abdülkadir-i Geylâni kuddise sırruh, bir gün mescitte halka vaaz ediyordu. Cemaat gayet kalabalıktı. O kadar ki, dışarı çıkmağa imkân kalmamıştı. Dervişlerden birisine, minber dibinde otururken, abdest tazelemek icabet ti. Derhal, Hazret-i şeyhin mübarek yüzüne baktı. Dervişin hali, şeyhe malûm olmuştu. Minberden bir lâhza kaybolur gibi oldu, halk oturup kalktığını zannetti. İşte o bir lâhza içinde şeyh, dervişin elinden tuttu ve mescit duvarından dışarı attı. Derviş, kendisini ıssız ve tenha bir sahrada buldu. Kaba bir ağaç vardı ve bir pınar akıyordu. Hacetini gördü, pınardan abdestini aldı, iki rekât namaz kıldı ve tekrar mescide gitmek istedi. Biraz aşağı doğru yürüdü. Nereye gideceğini bilemedi. Gördüğü ve bildiği bir yer değildi. Biraz durakladı ve etrafına bakındı, karşıdan birisinin gelmekte olduğunu gö rerek ona yaklaştı, yol sordu ve aralarında şöyle bir konuşma oldu:

• Nerelisin?

• Bağdat'ta sultan Abdülkadir dervişlerinden bir dervişim.

• Ne diyorsun? Burası yorga at gidişi ile Bağdat'a iki yıllık mesafededir.

• Peki, ben şimdi ne yapacağım?

• Sen bir kenara çekil, otur. Seni buraya kim gönderdiyse, yine aldırır, hiç merak etme.

Derviş, bir kenara çekildi ve tevekkülle beklemeğe başladı. Tam bu sırada, Hazret-i Şeyh minberden yine elini uzattı ve dervişi alarak mescitte oturduğu yere bıraktı. Ancak, bu hali dervişten başka kimse bilmedi. Çoğu, o dervişi kendileri gibi saatlerden beri ders dinliyor sanıyordu.

İşte, o sultanın mekânı da kendisine tâbi etmesi de böyle olur.



Zira Allah Teala müridlerimden hiçbirisini ateşe koymayacağına dair söz verdi yalanı (S.436)

a) Her kim ki bana intisap ederse, onu kabul eder ona yönelirim

b) Kabirde hiçbir müridimi korkutmamaları için münker ve nekir meleklerini yakaladım yalanı (S.436)

Müridim iyi olmadığı zaman, ben iyiyimdir. Rabbimin izzeti hakkıyçün, ben şarkta bulunduğum halde, elim devamlı olarak garptaki müridimin başı üstündedir. Eğer, onun bir ayıbını sezersem, doğudan elimi uzatır ve onu örterim. Rabbimin izzetiyçün, kıyamet gününde benim bütün müritlerim geçinceye kadar cehennemin kapısında duracağım. Zira, Allahu teâlâ müritlerimden hiç birisini ateşe koymayacağına dair bana söz verdi. Her kim, bana intisap ederse, onu kabul eder ve ona yönelirim. Kabirde hiç bir müridimi korkutmamaları için Münker ve Nekir meleklerini yakaladım.

Tasavvuf dininde müridin iman edeceği 5 şartı yerine getirme farzı (S.438-439)

1) Şeyh edindiği ve müridi olduğu kişiye temiz bir itikatla bağlanmaktır.

• Onun huzurunda, bütün mal ve mülkünden tecerrüt etmektir.

• Sıdk ve gerçekliktir.

• Kendisini şeyhine satılmış bir köle gibi teslim etmek ve o ne dilerse öyle yapmaktır.

• Onun elini tutup tövbe etmek ve bütün mâsiyyetlerden kaçınmak suretiyle, onun muhabbetini gönülde sağlamlaştırmaktır. (O kadar ki, şeyhi kendisine oğlundan, kızından, malından, mülkünden ve kendi nefsinden bile sevgili olmalı, gönlü onun muhabbeti ile dolmalı, ondan ayrılmağa asla razı olmamalıdır.)



Üstadı olmayanın üstadı şeytandır yalanı (S.441)

Üstadı olmayanın, üstadı şeytandır, demişlerdir,

Görmez misin ki, Resul aleyhissalâtü vesselamın dahi üstadı Cebrail aleyhisselâm idi. Tâbiiyinin üstadı ashab-ı kiram idi. Tebe-i tâbiiynin üstadı da, tâbiiyin idi. O zamandan bu zamana kadar hep bu silsile ile gelmiştir. Üstadlık, şakirtlik, şeyhlik ve müritlik böyle sürüp gidecektir. Eğer, taliplerin kökleri kesilse, şeyhlik dahi —Ne'ûzü billah— kesilir ve âlemin nizamı bozulur ve kıyamet kopar. Âlemin nizamına sebep olanlardan birisi de şeyhlerdir. Şeyhler ise, sadık müritlerden hâsıl olur. Sadık müritler ve âşık talipler, şeyhin hükmüne ve terbiyesine teslim oldukları zaman, şeyhin bâtınından onların bâtınlarına hal sirayet eder. Nasıl ki, bir ışık bir ışıktan nur alır. Bir yanan mum, yüzlerce yanmayan mumu uyandırır. Ne zaman ki, ikisinin arasında perde kalmaz ve ikisi buluşurlarsa, şeyhin sözleri müridin gönlüme girerek orada karar eylerse şeyhin sözleri ona nefis haller getirir. Şeyhten müride hal intikal eder. Ne zaman ki, mürid şeyhe güzel bir edeple musahip olursa, kendi nefsini ona teslim ederse, kendi iradesini bırakıp şeyhin iradesi altına girerse, te'lif-i ilâhi olur, şeyh ile kendisinin arasında kalp imtizacı ve ruh irtibatı husul bulur. Mürit de, şeyhi ile kalbi irtibat ve ruhî imtizaç tesis ederek kendi ihtiyarını terketmekle edeplenir ve o mertebeye yetişir ki, şeyhten fehmeylediklerini, Al lahu teâlâdan da fehmeylemeğe başlar.

Şunu iyi bil ki, bütün bu hayırların başlangıcı, şeyhin huzurunu bilmek, ona tâbi olmak ve onun rengine boyanmak tır. Şeyhin huzurunda bulunurken, hiç ses çıkarmadan otur malıdır, hiç bir suretle söz söylememelidir. Meğer ki, şeyhi söylemesi için ruhsat vermelidir ki, bunda dahi elbet bir hikmet vardır, onu ancak şeyh bilir. Mürit, şeyhin huzurunda deniz kenarında oturan ve rızkını bekleyen birisi gibi oturmalıdır. Zira, şeyh bir deryadır ve müridin beklediği de o deryadan baha biçilmez inciler zuhurudur. Onun için, can kulağı ile şeyhini dinlemelidir. Eğer, şeyh konuşmuyorsa, sessizce huzurundan ayrılmalı ve hizmetinde bulunmak için can atma lıdır. Şeyhin başından bir dünya işini alırsa, kendisine de bir çok faydaları olur.

Tam Müzekkin-Nüfus - Eşrefoğlu Rumi – Salah Bilici Kitabevi, İst-1979
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0


oysa İmam Gazali mutasavvıftır bilir misiniz? Eşrefoğlu Rumi'yi tanır mısınız? Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi Efendi vardır.. Ferîdüddîn-i Attâr, Ahmet Yesevî, Âşık Paşa,

Muhatab olduğunuz şahıs, Peygamber efendimiz aleyhissalâtü vesselâm hakkında "Habibullah=Allah'ın sevgilisi" ifadesinin kullanılmasına şirk diyebilecek kadar akıldan ve utanmadan mahrumdur. Bunu yaparken de yüzü kızarmadan Kur'an-ı kerime iftira etmektedir:

http://www.ihvanforum.org/showthrea...ğudur-(haşa)&p=1383830&viewfull=1#post1383830

Boşuna kendinizi yormayın diye yazıyorum.

 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0

murat yazıcı beni provake etme!

senin bayram hocan neden muhammet eşiddir allah demiş bir bak!




rabbani muhammad as allah diyene sahib çıkyor.sarhoşlukla,kendi uydurduğu makamlarla durumu kurtarmaya çalışıyor.
İslam bu değil !Böyle bir din anlayışını kabul etmiyoruz!






393. Mektupta Aynü'l-kuzat'ın, Temhidat aldı eserinde söylenen:


"O ki, siz İlâh olarak bilirsiniz, bize göre Muhammed (sav) olmaktadır.
O ki, siz Muhammed (sav) olarak bilirsiniz, bize göre yüce Sultan İlâh'tır"

Diye söyleyenlerin sözünün açıklanmasını İmam-ı Rabbani Hz.leri şöyle açıklıyor . Bu misillu ibareler, tevhidden haber verip sekrin galebesi hallinde meşayihten sudur etmektedir. O sekrin galebesi dahi, cem mertebesi Bu Tarikat küfrü. diye anlatılır.
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Tam Müzekkin Nüfus - Eşrefoğlu Rumi nin sözleri adam tüm güç kudreti eline almış.allaha bağlanmaya değilde şeyhe bağlanmaya çağırıyor milleti..

böyle müslümanlık olmaz!eleştrilmeliler ,asla kutsanmamalılar..böyle ucuz uçuş kaçış ,ışınlanmalar midemizi bulandırıyır diyebilirim...


images



Abdulkadir Geylani zamanı ve mekanı kendisine tabi eder döndürürdü yalanı (S.429)

Şeyh ve mürşit olanların, hali ve vakti kendilerine tâbi etmeleri revadır. Zamanı ve mekânı da kendilerine tâbi etmeleri ve fakat kendilerinin zamana ve mekâna tâbi olmamaları lâzımdır.

Nite'kim, bizim şeyhimiz ol Gavs-ür-Rabbani ve Kutb-us-Samedani Sultan Abdülkadir-i Geylânî kaddesallahu sırrahu, zamanı ve mekânı kendisine tâbi eder, döndürürdü. Müritlerinin hallerini, zamanlarını ve mekânlarını da döndürür, kendilerine tâbi ederdi. Zamanı kendisine tâbi etmesi, meselâ on yılda, yirmi yılda hâsıl olacak şeyleri bir saatte eder ve müritlerine de ettirirdi. Mekânı kendisine tâbi etmesi de, bir veya iki yıllık yola bir adımla veya bir hareketle gider, gelirdi. Zamanı kendisine tâbi kılarak, müritlerine tasarruf ederek, müritlerine ve başkalarına döndürüvermesinden bir kaçını söyleyivereyim ki, kalanı da bundan anlaşılsın. Sen de, Velilerden âdete muhalif halleri duyarak inkâra yeltenme! Şunu iyi bil ki, mürşid-i kâmil olanlar diledikleri zaman böyle şeyler yaparlar ve akıllar hayran kalır.



Abdulkadir Geylani Allah'ın vasıflarıyla vasıflanıp kendisine muhalif olan bir danişmende 10 yıllık zaman içinde zaman yaşatması yalanı (S.429-432)

Sultan Abdülkadir-i Geylâni zamanında, ilim ehlinden ulu bir dânişmend kişi vardı. Şeyhin, sultanlığını inkâr ederdi. Bazan şeyhi zemmettiği bile olurdu. Bir cuma günü, şeyhin mescidine geldi, oturdu. Maksadı, Hazret-i şeyh ile müba hese etmek ve aklı sıra ona sataşmaktı., Biraz sonra Şeyh hazretleri de mescide geldiler.Bir çok azizler de o mecliste hazır bulunuyorlardı. Hoş beşten sonra, Hazret-i şeyhe dö nerek şöyle bir sual sordu:

— Yâ Şeyh! Mürşit olan kişiler, zamanı kendilerine tâbi ederek döndürürler ve yıllarca yapılması mümkün olmayacak işleri yaptırırlarmış, doğru mu?

Şeyh Abdülkadir-i Geylânî kaddesallahu sırrahu cevap verip, buyurdu:

— Allahu teâlâ, dervişlere o kadar kuvvet verir ki, 10-15 yılda olacak bir işi , gayet kısa zamanda yaparlar.

Münkir olan zat itiraz etti.

— Ben buna kail değilim ki, zamanı döndürüp kendinize tâbi edebilirsiniz ve 10 - 15 yılda olacak işi bir günde veya bir saatte yapabilirsiniz. Bu, ancak Allahu teşlâya mahsus ve münhasırdır.

Hazret-i Şeyh, tebessüm buyurdu ve:

— Allahu teâlânın tasarruf verdiği öyle kulları vardır ki, ne isterlerse yaparlar, hiç bir şey onlara mâni olamaz. Konuşmanın burasında cuma namazı vaktinin yaklaştığı anlaşıldı, şeyhe seccade çıkardılar. Şeyh kalktı, işaret etti ve o seccadeyi dânişmendin eline verdiler:

— Bunu lütfen siz götürünüz, dediler.

Münkir dânişmend, seccadeyi aldı, omuzuna attı ve mescide gitmek üzere hep birlikte yola çıktılar. Yolda, bir şadırvana rastladılar. Dânişmend, abdest tazelemek istedi, omuzundaki seccadeyi" bir ağaca astı ve şadırvanda abdest almağa başladı. Fakat, ellerini suya vurur vurmaz kendisini bir pazar yerinde ve bir çilingir dükkânının önünde buldu. Bir müddet, çilingirin çalışmasını seyretti, yaptiği işleri çok hoş ve üstadâne buldu, imrendi ve dükkâna girerek:

— Bu sanatı bana da öğretir misin? dedi. Çilingir:
— Görüyorum ki, sen bir dânişmend kişisin. Bu sanatı öğrenip ne yapacaksın?

— Sanat öğrenmek ve işlemek hoşuma gitti. Helâlinden, elimin emeği ile kazanır, ilmimle amel eder otururum, cevabını verince, dört yandan dükkân komşuları geldiler ve dânişmen di, çilingire köle ediverdiler. Dört yıl hizmet etti. Fakat, bu işi o kadar sevmişti ki, ayrılamadı ve dört yıl daha çilingirin yanında çalıştı. Artık, çilingirliği de öğrenmişti. Fakat, ustası ölünce onun dul karısı ile evlenmek zorunda kaldı ve zamanla iki oğlan çocukları oldu. Birisini, mektebe verdiler, diğeri henüz evde kaldı. Bir sabah, yine dükkânına geldi, işine başlamak üzere ateş yaktı, bir demiri ocağa sokacağı sırada, baktı ve gördü ki kendisi şadırvanda abdest alıyor ve şeyhin seccadesi de astığı gibi ağacın üstünde duruyor. Şaşırdı, buna bir mâna veremedi. Alelacele abdest aldı, seccadeyi ağaçtan kaptığı gibi şeyhin ve yaranının peşlerinden koştu ve onlar mescidin kapısından içeri girerlerken yetişti. Şeyhten önce mescide girdi, seccadeyi şeyhin önüne serdi ve geriye çekil mek istedi. Fakat, Hazret-i şeyh kendisini bırakmadı ve yanına aldı. Şeyh ile birlikte iki rekât tahiyye't-ül-mescit kıl dılar. Şeyh, dönüp sordu:

—Nasıl, hâlâ inkârda mısın? Dânişmend, safiyetle cevap verdi:

— Sultanım! Abdest almak üzere sizden ayrıldım. Elimi suya sokar sokmaz, kendimi bir pazarda ve bir çilingir dük kânının önünde buldum. Bu çiligire bakarken, sanatına özen dim ve çırak olarak yanına girerek tam dört yıl hizmet ettim.
Dört yıl sonra, ustam öldü ve ben onun dul kalan karısıyla evlendim. Dükkânı satın alarak oturdum, yıllarca aynı dük kânda çalıştım. O kadından iki çocuğum oldu. Birisini mekte be verdim. Bir sabah yine çalışmak üzere dükkânıma geldim, demiri ocağa koydum ve körüğe el atar atmaz, kendimi yine sizden ayrılıp abdest almağa gittiğim şadırvanda buldum. Abdest aldım, ağaca astığım seccadenizi de omuzuma vurarak peşinizden yetiştim ki, sizler de henüz mescidin kapısına varmıştınız. Bilmiyorum ki, bu ne haldir? Hayal midir, rüya mıdır? Lâkin, doğrusunu söyleyeyim, gönlüm o hatunda ve çocuklarımda kaldı.

Hazret-i şeyh tekrar sordu:

• Bu hal olalı kaç yıl oldu bilir misin?

• Bana kalsa, on yıldan fazladır..

• Öğrendiğin çilingirliği şimdi de işleyebilir misin?

• îşte ellerim şahittir, işlesem elbet işlerim.

• İyi bil ki, bu iş ne hayaldir, ne rüyadır. Gerçekten olmuştur. Namazı kılalım, mescitten çıkalım, adam gönderip karını ve çocuklarını getirtelim.

Hep birlikte cuma namazını kıldılar. Mescitten çıktıktan sonra, o şehre mektup yazdılar ve dânişmendin karısı ile ço cuklarını getirdiler. Münkir dânişmend, iradet getirdi ve şeyh in elini tuttu, tövbe etti ve ölünceye kadar şeyhin hizmetinden ayrılmadı.



Camide abdestini tazelemek için bir müridini mescidin içinden Bağdat'a iki senelik yere atarak abdestini aldırması yalanı (S.432-433)

İşte, mürşid-i kâmilin zamanı döndürmesi böyle olur. Amma, iş bu kadar da değildir. Onlar, mekânı da tayyederler.

Nitekim, Şeyh Abdülkadir-i Geylâni kuddise sırruh, bir gün mescitte halka vaaz ediyordu. Cemaat gayet kalabalıktı. O kadar ki, dışarı çıkmağa imkân kalmamıştı. Dervişlerden birisine, minber dibinde otururken, abdest tazelemek icabet ti. Derhal, Hazret-i şeyhin mübarek yüzüne baktı. Dervişin hali, şeyhe malûm olmuştu. Minberden bir lâhza kaybolur gibi oldu, halk oturup kalktığını zannetti. İşte o bir lâhza içinde şeyh, dervişin elinden tuttu ve mescit duvarından dışarı attı. Derviş, kendisini ıssız ve tenha bir sahrada buldu. Kaba bir ağaç vardı ve bir pınar akıyordu. Hacetini gördü, pınardan abdestini aldı, iki rekât namaz kıldı ve tekrar mescide gitmek istedi. Biraz aşağı doğru yürüdü. Nereye gideceğini bilemedi. Gördüğü ve bildiği bir yer değildi. Biraz durakladı ve etrafına bakındı, karşıdan birisinin gelmekte olduğunu gö rerek ona yaklaştı, yol sordu ve aralarında şöyle bir konuşma oldu:

• Nerelisin?

• Bağdat'ta sultan Abdülkadir dervişlerinden bir dervişim.

• Ne diyorsun? Burası yorga at gidişi ile Bağdat'a iki yıllık mesafededir.

• Peki, ben şimdi ne yapacağım?

• Sen bir kenara çekil, otur. Seni buraya kim gönderdiyse, yine aldırır, hiç merak etme.

Derviş, bir kenara çekildi ve tevekkülle beklemeğe başladı. Tam bu sırada, Hazret-i Şeyh minberden yine elini uzattı ve dervişi alarak mescitte oturduğu yere bıraktı. Ancak, bu hali dervişten başka kimse bilmedi. Çoğu, o dervişi kendileri gibi saatlerden beri ders dinliyor sanıyordu.

İşte, o sultanın mekânı da kendisine tâbi etmesi de böyle olur.



Zira Allah Teala müridlerimden hiçbirisini ateşe koymayacağına dair söz verdi yalanı (S.436)

a) Her kim ki bana intisap ederse, onu kabul eder ona yönelirim

b) Kabirde hiçbir müridimi korkutmamaları için münker ve nekir meleklerini yakaladım yalanı (S.436)

Müridim iyi olmadığı zaman, ben iyiyimdir. Rabbimin izzeti hakkıyçün, ben şarkta bulunduğum halde, elim devamlı olarak garptaki müridimin başı üstündedir. Eğer, onun bir ayıbını sezersem, doğudan elimi uzatır ve onu örterim. Rabbimin izzetiyçün, kıyamet gününde benim bütün müritlerim geçinceye kadar cehennemin kapısında duracağım. Zira, Allahu teâlâ müritlerimden hiç birisini ateşe koymayacağına dair bana söz verdi. Her kim, bana intisap ederse, onu kabul eder ve ona yönelirim. Kabirde hiç bir müridimi korkutmamaları için Münker ve Nekir meleklerini yakaladım.

Tasavvuf dininde müridin iman edeceği 5 şartı yerine getirme farzı (S.438-439)

1) Şeyh edindiği ve müridi olduğu kişiye temiz bir itikatla bağlanmaktır.

• Onun huzurunda, bütün mal ve mülkünden tecerrüt etmektir.

• Sıdk ve gerçekliktir.

• Kendisini şeyhine satılmış bir köle gibi teslim etmek ve o ne dilerse öyle yapmaktır.

• Onun elini tutup tövbe etmek ve bütün mâsiyyetlerden kaçınmak suretiyle, onun muhabbetini gönülde sağlamlaştırmaktır. (O kadar ki, şeyhi kendisine oğlundan, kızından, malından, mülkünden ve kendi nefsinden bile sevgili olmalı, gönlü onun muhabbeti ile dolmalı, ondan ayrılmağa asla razı olmamalıdır.)



Üstadı olmayanın üstadı şeytandır yalanı (S.441)

Üstadı olmayanın, üstadı şeytandır, demişlerdir,

Görmez misin ki, Resul aleyhissalâtü vesselamın dahi üstadı Cebrail aleyhisselâm idi. Tâbiiyinin üstadı ashab-ı kiram idi. Tebe-i tâbiiynin üstadı da, tâbiiyin idi. O zamandan bu zamana kadar hep bu silsile ile gelmiştir. Üstadlık, şakirtlik, şeyhlik ve müritlik böyle sürüp gidecektir. Eğer, taliplerin kökleri kesilse, şeyhlik dahi —Ne'ûzü billah— kesilir ve âlemin nizamı bozulur ve kıyamet kopar. Âlemin nizamına sebep olanlardan birisi de şeyhlerdir. Şeyhler ise, sadık müritlerden hâsıl olur. Sadık müritler ve âşık talipler, şeyhin hükmüne ve terbiyesine teslim oldukları zaman, şeyhin bâtınından onların bâtınlarına hal sirayet eder. Nasıl ki, bir ışık bir ışıktan nur alır. Bir yanan mum, yüzlerce yanmayan mumu uyandırır. Ne zaman ki, ikisinin arasında perde kalmaz ve ikisi buluşurlarsa, şeyhin sözleri müridin gönlüme girerek orada karar eylerse şeyhin sözleri ona nefis haller getirir. Şeyhten müride hal intikal eder. Ne zaman ki, mürid şeyhe güzel bir edeple musahip olursa, kendi nefsini ona teslim ederse, kendi iradesini bırakıp şeyhin iradesi altına girerse, te'lif-i ilâhi olur, şeyh ile kendisinin arasında kalp imtizacı ve ruh irtibatı husul bulur. Mürit de, şeyhi ile kalbi irtibat ve ruhî imtizaç tesis ederek kendi ihtiyarını terketmekle edeplenir ve o mertebeye yetişir ki, şeyhten fehmeylediklerini, Al lahu teâlâdan da fehmeylemeğe başlar.

Şunu iyi bil ki, bütün bu hayırların başlangıcı, şeyhin huzurunu bilmek, ona tâbi olmak ve onun rengine boyanmak tır. Şeyhin huzurunda bulunurken, hiç ses çıkarmadan otur malıdır, hiç bir suretle söz söylememelidir. Meğer ki, şeyhi söylemesi için ruhsat vermelidir ki, bunda dahi elbet bir hikmet vardır, onu ancak şeyh bilir. Mürit, şeyhin huzurunda deniz kenarında oturan ve rızkını bekleyen birisi gibi oturmalıdır. Zira, şeyh bir deryadır ve müridin beklediği de o deryadan baha biçilmez inciler zuhurudur. Onun için, can kulağı ile şeyhini dinlemelidir. Eğer, şeyh konuşmuyorsa, sessizce huzurundan ayrılmalı ve hizmetinde bulunmak için can atma lıdır. Şeyhin başından bir dünya işini alırsa, kendisine de bir çok faydaları olur.

Tam Müzekkin-Nüfus - Eşrefoğlu Rumi – Salah Bilici Kitabevi, İst-1979


Bunlari okurken dahi insan korku ve uzuntuden urpermeli Allah'in vasiflarini kendilerine uyarlamislar aman yarabbi !
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Bunlari okurken dahi insan korku ve uzuntuden urpermeli Allah'in vasiflarini kendilerine uyarlamislar aman yarabbi !

İslami Fikir Paylaşım Kuralları




1- İhvan Forum'da hiç bir akıma, hiç bir mezhebe; bunların değerlerine, hiç bir âlim ve fâzıl bilinen kişiye, hiç bir tarîkâte, cemaate veya mensublarına aşağılayıcı, hakâret edici, alaya alıcı, tekfir edici, müşrik ve sapık ilân edici üslûb ve ithâm kullanılamaz.

Kurallara herkes uysun.
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
İslami Fikir Paylaşım Kuralları




1- İhvan Forum'da hiç bir akıma, hiç bir mezhebe; bunların değerlerine, hiç bir âlim ve fâzıl bilinen kişiye, hiç bir tarîkâte, cemaate veya mensublarına aşağılayıcı, hakâret edici, alaya alıcı, tekfir edici, müşrik ve sapık ilân edici üslûb ve ithâm kullanılamaz.

Kurallara herkese uysun.

Varolan bir duruma mı yoksa benim söylemediğim bir şeye mi vurgu yaptın?
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Hz. Muhammed (s.a.v)
En büyük cihad, zalim idareciye karşı hakkı haykırmaktır
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Sayın idareci Verda hanım sizlere de iyi pazarlar efendim

i9703 cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi
 

Fakr

Profesör
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
449
Tepkime puanı
25
Puanları
28
Onların bu fikirlerini farklı görmediğiniz gibi sizin de her şey Allah'tır değil herşey O'dur sözü farklı olmasa gerek, her şey bi yana bu söz temelinde yürüttükleri felsefeye nasıl bakıyorsunuz?

Selam

Öncelikle hemen cevap veremediğim için kusura bakmayın.İş yoğunluğu nedeniyle geri dönüş yapamadım...

Bu kısa girişten sonrasında; benim dediklerim ortadadır ve onların söylediklerinden farklılıkları da açıktır...Yeter ki doğru okuyalım...

Her Şey Allah'tır demekle Her şey O'dur demek o kadaaaaaaaar ''farklı ki''...

Bu felsefeye (ve başka ''ekollere'')yaklaşımımı dile getirdim.Tekrar dile getirmeye gerek yok.

Bu konuda da açık bir şekilde bu söylemi ''vücud'' yaklaşımını kabul ettiğimi söyledim.(genelinden bahsetmiyorum.Kastım ''vücud'' la alakalıdır.)'O'ndan başka ''vücud(sahibi)'' yoktur' diyorum.

Ahmed Faruki Sirhindi'de bunu kabul eder.Farklı zannedilen bir kaç cümleden yola çıkılarak farklı değerlendirmeler çıkarılıyor!Oysa ki Sirhindi de ''vahdeti vücud'' u kabul eder ve adı üstünde sonrasında ''vücud'' dan değil ''şuhud'' yani farklı bir ''alemden'' bahseder...Bu malesef karıştırılıyor.Sadece bunu söylemekle yetineyim...(Gerekirse kendisinden örnekler getirilir...)Alem'in ezeliliği vb. tartışmalarda ise İbn Arabi'nin yaklaşımlarını ciddi bir şekilde araştırır iseniz hiçte panteizm kokmadığını,yansıtmadığını görürsünüz...

Selametle...
 
Üst