Bu durumu hatırlatman iyi oldu zira farkında olmadan yanlış anlaşılabilirim.
Verda eynen dediğin gibi, eski ile yeni usûlü ayırıyorum. Hem de kalın çizgiyle.
Tarihi süreç içinde tarikatleri analiz ettiğiniz zaman ana misyon olarak şunu görüyorsunuz; halkı hoşgörü ve tahammül çerçevesi içinde belirli bir ahlaka sokmak. Okuma yazma oranlarının düşük olduğu üretici kesimde bu iş kitapla olmaz. Ancak aşiret tarzı yapılanmalarla, sohbet kültürü ve rolmodellerle olur. Toplum ataerkil bir toplum olduğu için tarikat hiyerarşisi de buna göre şekil almıştır. Bu hiyerarşik düzenin kök saldığı mecra, üretici kitlenin sosyal ortamıdır. Yani sahayı tutma işi ona verilmiş. Tüketici gibi fildişi kulelerde gözü yoktur. Öyle bir iddiası da yoktur. Bu sistem hoşgörü temeline dayanmalıdır çünki girdiğiniz topraklarda başka din mensupları vardır. Çok kültürlü toplumları ancak hoşgörü ile bir arada tutarsınız. Aksi taktirde ötekileştirme mikrobu yayılır ve anarşist zihniyyetli selefi kafası hakim olur. Burada şunun da alatını çizerek yazmam lazım ki; iç çatışmanın kazananı olmaz. Çünki seyri; bir senden bir benden, şeklinde ilerler. Buna mukabil dış çatışma ise; zeka ve teknik olarak üstün olana fetih hakkını verir ki bu daha sağlıklıdır. İç çatışma adamı katil yapar. Dış çatışma kahramanlaştırır. Dış çatışma, çatıştığı unsuru yener yenmez iç eder ve kendinden yapar. Artık iç çatışma olmamasına özen gösterir. Her şey böyledir. Kadın erkek ilişkisi bile böyle. Erkek, beyni ve kalbiyle kadını beyninden ve kalbinden yakalamakla memur. Onun için erkek fatih, kadın ise tasavvuftur. Maddesel düşünceye kaydığımızdan beri iç ve dış çizgilerden kopmuşuz, işi genelleştirmişiz ve mantık cambazlığı yapıp ''kadın erkek eşittir'' demiş çıkmışız. Bu söz, kulağa hoş gelen bir söz olmakla birlikte, sığ düşünen kafaların içine kolayca düşeceği bir tuzaktır.
İpin ucunu kaçırdım soru neydi? :blink:
Edit: eski-yeni tarikatler demiştik. Eski usûlü anlattım. Dikkatli bakarsanız sınama yanılma yoluyla geliştirilen bir yoldur bu. Müthiş! Atalarımız bizim sandığımız kadar aptal insanlar değil. Çareler üretip icraata koyabilen ve sistemi tepeden tırnağa anlıyan insanlar bunlar. Buna DEVLET deniyor işte. Bu milletin bilmem kaç bin yıllık bir devlet geleneği varsa işte bütün bu tecrübelerin birikimidir. Sokakta bulunmadı bu tecrübe. Ve bu birikimle gittikleri her yerde devlet kurabilmişlerdir. Bu müthiş bir şey. Zamana ve mekana göre kendisini uyarlayabilen tek millet denebilir. Muhtemelen göçebe kültürünün getirdiği kazanımlar olsa gerek. Çok mekan ve çok kültürle yüzleşip kıyaslar yapıp çıkarımlar edinmek.. İşte onun için bu dinin bayrağı bu millete geçti. İslamın ılık nefesini bulunduğu zamana ve makana uydurabilsin diye. Muradullah bu çerçevede şekil almış. Peki sonra ne oldu. Arapların yaptığı hatanın aynısını biz de yaptık. Tek kelimeyle selefileştik..