Abdurrahman Dilipak : Hz İsa Hristiyan Değildi

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
fetulahçılarda bir telaş, bir telaş. TERÖR ÖRGÜTÜ DAVASI MI GELİYOR....... :)


FLAŞ HABER!!!

fetulahçı örgüt; "terör örgütü" kapsamına alınacak. fetulahçı örgütün etekleri tutuştu. cumhurbaşkanının tüm tüm tüm yetkilerini kullanmasını isteyerek, göreve çağırıyorlar.

gelişmeler çok önemli!!!!


ilgili haberler;





"
Cemaati terör örgütü kapsamına alacaklar


Cemaatin Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, yaptıkları açıklamayla hükümete sert tepki gösterdi. Vakıf, Türkiye'de gidişatın Türkiye'yi hukuk devleti olmaktan çıkardığını söylerken hükümeti "iktidarı yönlendiren oligarşik yapı" ifadeleriyle tanımladı. Vakıf, Cumhurbaşkanını görece çağırırken İçişleri Bakanı Efkan Ala için"Yakın zamanda başka bir iftirası ile dikkat çekmiş olan İçişleri bakanının devlet terbiyesi ve nezaket sınırlarını aşıp hakaret ve nefret diliyle kullandığı ifadeler siyasi tarihimizin en talihsiz beyanlarından biri olarak hatırlanacaktır"ifadelerini kullandı. Açıklamada şu ilginç iddiada da bulunuldu: "Bu provokatif yollarla birilerinin, bizce asla tasvip edilmeyecek tepkiler vermesi sağlanarak, Hizmet Camiasının terör örgütü kapsamına alınması yönünde 'şartların olgunlaştırılmak' istendiğine dair şüpheler güç kazanmaktadır."
KAYGI VERİCİ GELİŞMELER
kaynak:
http://www.odatv.com/n.php?n=cemaati-teror-orgutu-kapsamina-alacaklar-0302141200



"
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan Basın Açıklaması


03.02.2014
Ülkemizde son dönemde demokrasi ve hukuk devleti konusunda çok kaygı verici gelişmeler yaşanmaktadır. İfade özgürlüğün sınırlandırılması, teşebbüs hürriyetinin engellenmesi, özel hayatın dokunulmazlığını ihlal eden yasa dışı dinlemeler, anayasal suç olan fişlemeler, yargısız infaz niteliğindeki kitlesel tasfiyeler, medyaya yapılan baskılar, gazetecilerin susturulması, ayrımcılık, medyanın ihale alan işadamları yolu ile dizayn edilmesi, internete getirilmek istenen yasaklar, YÖK’ün akademisyenleri memurlaştırma gayretleri, iş adamlarına yapılan baskı ve tehditler, artan tehdit dili, vatan haini söylemleri, yargıyı hükûmetin kontrolüne alma çabaları, ülkemizi demokratik hukuk devleti olmaktan çıkaracaktır.
Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının sağlıklı bir biçimde yürütülmesini engelleyen siyasi müdahale ve açıklamalarla hukukun üstünlüğü çok büyük bir darbe almıştır. Anayasanın yargı bağımsızlığını düzenleyen ve emreden 138. Maddesi fiilen rafa kalkmıştır. En üst düzeydeki siyasilerce dile getirilen, nefret suçu oluşturan söylemlerle toplum gerilmekte ve kasten kutuplaştırılmaktadır. Siyaseti bir savaş ve siyasi farklılıkları da düşman cepheler olarak gören bir anlayışla toplumsal barışa büyük zarar verilmektedir. Toplumun farklı kesimleri ötekileştirilmekte, düşmanlaştırılmakta ve hatta şeytanlaştırılmaktadır. Bütün bunlardan dolayı ülkenin huzuru, istikrarı ve ekonomisi büyük risk altına girmiştir.
Demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan bu durum, Türkiye’deki bütün vatandaşların ve toplumsal kesimlerin ortak sorunudur. Antidemokratik ve hukuk dışı gidişatın, sadece Hizmet Hareketini değil, iktidarı yönlendiren oligarşik yapıya mutlak itaat ve biat etmeyen diğer siyasi, sivil, ideolojik, etnik, ekonomik, mezhepsel ve dini gruplara yöneleceğini tahmin etmek zor değildir.
Bu bağlamda:

  1. Memleketteki anti-demokratik gidişatın bir parçası olarak, Hizmet hareketine yönelik yoğun bir linç kampanyası yürütülmektedir. En üst düzeydeki yetkililer ve hükûmete yakın medya tarafından sıkça zikredilen “paralel yapı, ananas cumhuriyeti, örgüt, çete, darbeci, casus, in, Haşhaşi, âlim müsveddesi, içi boş veli, sahte peygamber, kula kulluk yapanlar,” gibi öfke ve nefret içeren itham, hakaret ve iftiralarla nefret suçu işlenmektedir. Dikkatleri yolsuzluk soruşturmalarından uzaklaştırmayı amaçlayan bu tür şeytanlaştırmalar, kışkırtmalar ve linçlerin yakın tarihimizde nasıl acı sonuçlar doğurduğu açıktır. Kefen giyen insanların “öl de, ölelim” diye slogan atmaya başladığı, resmi sıfata sahip bazı kişilerin “ürpertici devlet geleneklerinden” ve “devlet için evlatların feda edilmesinden” bahseder olduğu bu ülkede, tarihteki acı olayların tekerrürü akıllara gelmektedir.
  2. Anayasal düzen, güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünün riske girmemesi adına Sayın Cumhurbaşkanını göreve çağırıyoruz. Kendilerinin yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında yaşanan hukukun işlevsiz hale getirilmesi yönündeki müdahaleleri araştırmak üzere anayasanın verdiği tüm yetkileri kullanması kamuoyunun beklentisidir. Ülkenin ve devletin birliğini temsil eden Sayın Cumhurbaşkanının bu süreçte sergileyeceği yapıcı ve proaktif yaklaşım, toplumsal barışın dinamitlenmemesi, ülkenin bir kaosa sürüklenmemesi, ülkenin önemli bir kesiminin siyasi, medyatik ve toplumsal bir linçe tabi tutulmaması ve hepsinden öte adaletin temini adına elzemdir ve aciliyet kesbetmektedir.
  3. Yolsuzluk ve rüşvetten tutuklu bulunanlar için dahi masumiyet karinesi esas iken Hizmet Camiasının, en üst düzey isimler tarafından mesnetsiz iddialarla ötekileştirilip hedef gösterilmesi haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir durumdur. Paralel yapı, çete, örgüt gibi iddialarla ilgili eğer somut ve inandırıcı deliller var ise, hukuk zemininde ele alınıp inceleme yapılması demokratik hukuk devletinin gereğidir. Hatırlanacağı üzere Ağustos ve Aralık 2013 aylarındaki açıklamalarımızda; “hükümetin elinde delil varsa bir an önce yargıya teslim etmesini” çok açık ve net bir şekilde talep etmiştik. Yargıya mevzu teşkil eden bu iftiraların hiç bir delil öne sürülmeden defalarca tekrar edilmesi evrensel hukukta ciddi bir yeri olan nefret suçudur.
  4. Son günlerde Camia hedef alınarak kullanılan nefret dilinin nice kanaat önderleri yetiştirmiş olan ortak geleneğimizi, bir arada yaşama idealimizi, toplumsal barışımızı ve vicdanları örseleyip tahrip ettiği aşikârdır. Vakfımızın Onursal Başkanı Muhterem Fethullah Gülen’in kim olduğunu, ideallerini, söylemlerini ve hepsinden önemlisi yaşayışını, altmış yıldan bu yana başta Erzurumlu hemşerileri olmak üzere, yurtiçi ve yurtdışında milyonlarca insan çok iyi bilmektedir. Yakın zamanda başka bir iftirası ile dikkat çekmiş olan İçişleri bakanının devlet terbiyesi ve nezaket sınırlarını aşıp hakaret ve nefret diliyle kullandığı ifadeler siyasi tarihimizin en talihsiz beyanlarından biri olarak hatırlanacaktır.
  5. Vakfımızın 13 Ağustos 2013 tarihli açıklamasında yer alan; “Gerekirse hareketi iki polis bir savcı ile terör örgütü kapsamına sokarız” iddiaları hala yetkili ağızlarca yalanlanmamıştır. Bazı hükûmet yetkililerinin ve medya aktörlerinin pervasızca kullandığı tahrik edici dil, akıllara karanlık senaryoları getirmektedir. Kasten arttırılan gerginlikle toplumsal tahriklere zemin hazırlanmaktadır. Bu provokatif yollarla birilerinin, bizce asla tasvip edilmeyecek tepkiler vermesi sağlanarak, Hizmet Camiasının terör örgütü kapsamına alınması yönünde “şartların olgunlaştırılmak” istendiğine dair şüpheler güç kazanmaktadır. Camianın gönüllülerinden böyle bir tepki gelmesi beklenmeyeceğine göre, suni olarak provokatif eylem ya da eylemlerin organize edilmesinden ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Akıllardan çıkarılmamalıdır ki, Camianın gönüllüleri, muarızları kendilerine hangi kabul edilemez üslup ve metotlarla muamele ederlerse etsinler, anayasal çerçeveden ve demokratik hukuk devletinin sınırlarından asla ayrılmayacaklar, hiçbir zaman gayri meşru yollara da tevessül etmeyeceklerdir. Müspet hareketi şiar edinmiş olan Hizmet Camiası, ülkesini seven dürüst ve onurlu her bireyin yaptığı/yapacağı gibi hakkını ve hukukunu savunmaya devam edecek, ancak karanlık senaristlerin oyunlarına ve kışkırtmalarına, Allah’ın izni ve inayeti ile gelmeyecektir.
Kamuoyuna Saygı ile Duyurulur
*
GAZETECİLER VE YAZARLAR VAKFI"

kaynak:
http://gyv.org.tr/Haberler/Detay/2621

 

rabbinsadikkulu

FETÖ nurcu değildir!
Katılım
10 Ocak 2012
Mesajlar
9,937
Tepkime puanı
131
Puanları
0
abdurrahman dilipak tan, fetulahçı örgütle ilgili, ilginç bir yazı...


"Kehanet değil!


04 Şubat 2014 Salı 09:20
,
Bunlar aslında kasım aralık gibi bu işi bitirmeye karar vermişler.. O zamanki planları Genç Parti üzerinden AK Parti’ye bir alternatif oluşturmak.. 50 kadar yandaş, 40kadar dosya ve kaset şantajı ile 75 milletvekilini AK Parti’den kopartıp kendi partilerini kurup seçimleri erteleyeceklermiş..
Kendi oylarının %8 gibi olduğunu düşünüyorlar. %20-25 de ANAP’a oy veren liberal, sağ ve ılımlı sol, yani 4 eğilim’in oylarını alıp, %30-35 ile iktidar olmayı hesaplıyorlar..
Bu plan tutsaydı, Erdoğan, Davutoğlu, Hakan Fidan, Bülent Yıldırımiçeride olacaktı bugün!
İddialarından vazgeçmiş değiller.. Ama deşifre oldular.. Abdullah Gül şimdi bunlara karşı daha mesafeli. Bülent Arınç da, kendine sunulan belgeleri gördükten sonra yorumları değişti. Zaten yakında bu belgeler mahkemeye sunulduğunda, Ergenekon davasından daha büyük bir dava ile karşı karşıya kalacağız gibi. Herhalde bu kez paralel yapının bir numarası olarak, bu kez Çetin Doğan’ın koltuğunda “Hocaefendi”yi oturtacaklar. O zaman malum Ananasçı işadamları hakkında, 28 Şubat’tan dava açılmadı ama, paralel devlet yapılanmasında yardım ve yataklık suçlaması ile bu beyefendiler hakkında dava açılır mı bilmiyorum..
ABD, İngiltere de gelişmelerden kaygılı. Evdeki hesap çarşıya uymadı çünki..
Şimdi sıkı durun, ayın ortalarına doğru, istifalar, operasyonlar, kasetler, dosyalar havada uçuşacak.. Ve tabii terör.. Bombalar patlayacak, AK Parti’den, Cemaatten, Alevi ve Kürt kesimden birtakım kişilere saldırılar olabilir..
Tabii bütün bunlar birilerinin hesabı. Son dakika ne olur bilmem. Amaekonomiyi ve siyaseti krize sokacak, toplumu umutsuzluğa sevk edecek her yolu deneyecekler..
Maksat seçimleri zamanında yaptırmamak!
Bu planda iki ülke her şeyi ile ortada. İsrail ve Suriye!
Bu süreçte, özellikle 15 Şubat’tan itibaren Adana - Hatay hattına dikkat!
Askeriye ve MİT’teki birtakım talimatlar, paralel yapı tarafından izleniyor ve düzmece ihbar mektupları ile savcılık üzerinden paralel yapıya bağlı polisler tarafından MİT’e operasyon yapıyorlar mesela..
Bu polis şeflerine, daha güçlü bir şekilde geleceğiz, hak kaybına uğramayacaksınız, terfi ettirileceksiniz.. Bu yolun dönüşü yok gibi yüksek perdeden mesajlar veriliyor..
Her şey Peygamberin kontrolü altında zaten. Mesajlar yukarıdan geliyor..
Devlet, Kanada’dan ABD’deki karargahla yapılan konuşmaları bile dinleyebiliyor, ama tek dinleyemedikleri Hz. Peygamberle Gülen arasında ne konuştukları, hangi bilgilerin verildiği, hangi talimatların alındığı! Herhalde Peygamberimiz sadece Gülen’den bilgi almıyordur, başka şeyhler de var. Kendisi doğrudan da bilgi alıyordur herhalde. Bu tür şeyler fıkıh kitaplarında yazmadığı için bilmiyoruz. Ama dolaylı bilgi sahibi olunan bir konu, Peygamberimizin cemaat mensuplarının iki katı twitter atmaları talimatı, ki bu da hocaefendi tarafından destekleniyor.. Meleklerin de devreye girip twitter atıp atmadıklarını da bilmiyoruz..
Bunlar darbeyi kafaya koymuşlar. Gözlerini karartmışlar. Bu yolda ellerinden gelen ne varsa yapmaya hazırlar ama, deşifre olduktan sonra arkalarındaki güçler paniklediler. Kendi tabanlarında da ciddi bir çözülme yaşanıyor..
Dün operasyon yapan polisler, bu işler yoluna girdikten sonra terfi etmeyi bekliyorlardı. Savcılar Adalet Bakanlığı’nda üst görevlere gelme hayali kuruyorlardı.. Zaten görevden alınsalar bile yargı yoluyla geri döneceklerdi.Mübaşirden, gardiyana hepsi örgütlenmiş ve eğitilmişti.. Manevi bir destek de vardı. Uluslararası bir destek de sözkonusu idi.. “Başarısızlık” diye bir şey, ihtimal olarak bile yoktu..
Ama sonuç ortada.. Bu işler buraya kadar! Şimdi bu okullardan mezun olan çocuklarına kariyer ve gelecek endişesine düşmeye başladılar.. Şimdi işin bir başka trajik yanı çıktı ortaya. Başarılı çocuklara şartlı kredi verdikleri onları kendilerine itaate mecbur bıraktıkları, kariyer planlamasında sınavlarda, soruların cevap anahtarlarının kendilerine iletildiği ve personel alımlarında kayrıldıkları, bazı öğrencilerin devam etmedikleri derslerden bile en yüksek puanlarla ödüllendirildikleri anlaşılıyor..
28 Şubat suçüstü edilememişti. 17 Aralık darbe girişiminde paralel yapı suçüstü oldu!
Şimdi ileri gidecek mecalleri kalmadı. Geri de gidemiyorlar.. Bir post modern darbe girişimi daha oldu ve bu kez başlarken bitti.
Taban ciddi anlamda bir teolojik travma yaşıyor.. Esatirin keşfi içi boş birkehanete dönüştü.. Uydurulan din algısının ise ustalıkla hazırlanmış birtuzaktan başka bir şey olmadığı görüldü.. Kariyer ve servet uğruna camiaya yaklaşanlar ise şimdi yakalarını nasıl kurtaracaklarının derdindeler..
Geçmiş günlerin yaşanmış, kutsanmış hatıraları bir anda aldatılmışlık duygusu ile yer değiştirmeye başladı. Gelecek hayalleri yıkıldı.. Bu insanların inançları ile oynanmıştı çünki.. Bugün ise iktidar hesapları yaparken, kahramanlık hikayeleri anlatılırken, ihanetle suçlanmaya başladılar ve gelecek endişesine, sahip oldukları maddi ve manevi imkanların bir anda kaybedilmesi korkusuna kapıldılar..
Rüya bitti, Cenneti hayal ederken bir kâbusa uyandılar.. Mehdi, Mesih, Deccaliyet derken, şimdi o örümcek ağına benzeyen kozmik planlar ve iç içe geçmiş uluslararası örgütsel yapı ne oldu! Sahi Sünni dünyanın yeni rol modeli şimdi kim olacak. Temas kurdukları başka “cemaat” yapıları var da, kim bundan sonra bu işe cür’et edebilir ki!
Haydi, şimdi Amerika, Vatikan, İsrail kurtarsın bakalım kendilerini..
Ha! Sahi, Hacı Boydak’tan özür bekliyorum ya da dün söylediklerini bugün de tekrarlayabilir mi? Yoksa onunda mı ses kaydı var! Ya da korktuğu başka bir şey mi?
Selâm ve dua ile.."

kaynak:
http://www.habervaktim.com/yazar/63509/kehanet-degil.html
 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
Paralel yapının teknokrat hükümeti planı suya düştü

Derin operasyonun planlayıcılarının hedefleri tek tek ortaya çıkıyor. Paralel yapı elemanları ülkede Gezi benzeri olaylar çıkarıp 'Teknokratlar Hükümeti' kurmak istedi. Darbe fark edilince plan suya düştü.
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'ın “Bazı şeyler yeni dökülmeye başladı” diye işaret ettiği "kumpas" harekatında, yeni ayrıntılar ortaya çıktı. İstihbarat birimlerine ulaşan bilgiler, AK Parti üzerinden hareketle ülkeyi ve milleti hedef alan yapının ihanet planının, bilinenden çok daha derin olduğunu su yüzüne çıkardı. Akşam gazetesinden Muhammet Kutlu'nun haberine göre, kamuoyuna "rüşvet" ve "yolsuzluk" kılıfıyla sunulan operasyonun kısa ve orta vadeli hedefinin, genellikle demokrasilerin kesintiye uğradığı ve ekonomik krizlerin yaşandığı süreçlerde örneklerine rastlanan "Teknokratlar Hükümeti oluşturmak" olduğu öğrenildi. Teknokratlar hükümetinin başbakanının bile hazır olduğu belirtiliyor.
BAKANLIK RÜŞVETİBu noktada medya yeniden devreye girerek, "krizden çıkış reçetesi" olarak "partiler üstü milli mutabakat hükümeti" formülü sunulacaktı. Muhalefet partilerine, "Ülke elden gidiyor" çağrıları yapılarak, olası hükümet senaryolarında yer almaları istenecekti. Böylece kamuoyunda, "Teknokratlar Hükümeti" tartışması başlatılacaktı. Yeni hükümetin güvenoyu almasının sağlanması için AK Partili bazı vekillere yakın markaj uygulanıp, "bakanlık" rüşvetiyle partilerinden istifa etmeleri istenecekti.
‘KURTARICI BAKAN’ FORMÜLÜŞubat kıyamet planıyla yerle bir olan ekonomi ise tıpkı 12 Mart 1971 muhtrasından sonra Nihat Erim'in Başbakanlığı'nda kurulan hükümette ve DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinde olduğu gibi, ABD'den gelerek kabineye dışarıdan katılacak "kurtarıcı bakan" formülüyle dizayn edilecekti.Teknokratlar Hükümeti'nin güvenoyu almasından sonra, 2014 sonbaharı için erken seçim kararı alınacaktı. Böylece Türkiye, 30 Mart yerel seçimleri ve ağustostaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, son derece gergin bir atmosferde girecekti. Paralel yapının hesaplarına göre bu gelişmelerin ardından Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkışı zora girecek ve AK Parti dağılarak küçülecekti.
DEFAKTO GİRİŞİMİParalel yapının planları tutsaydı, başta Halkbank olmak üzere Türkiye'nin elinde kalan devlet bankaları özelleştirme ya da halka arz yöntemiyle, sessiz sedasız yabancı fonların kontrolüne geçecekti. Kuzey Irak yönetimiyle petrol ve doğalgaz konularında sürdürülen çalışmalar askıya alınacak, İran ile köprüler atılacak ve Türkiye içe döneceği için Suriye ile ilgili tüm tezlerinden vazgeçecekti. Bu arada, Kıbrıs çevresindeki doğalgaz parselleri üzerindeki Türkiye iddiası da Defakto girişimlerle ortadan kalkacaktı.
VEKİLLERE İSTİFA BASKISIÇok ayaklı planlama ile harekete geçen paralel yapı, 25 Aralık tarihinde kalkıştığı ikinci dalga operasyonda başarıya ulaşsaydı, çapı giderek büyüyen bir dizi operasyon da peşinden gelecekti. "İtibarsızlaştırma" algısı üzerinden devreye sokulan plan uyarınca, paralel yapının elemanları tarafından üretilen bazı ses kayıtları ile belgeler de aynı süreçte, internet üzerinden servise konularak, tahribat artırılacaktı. Ekonomik dengeleri altüst edecek girişimler sürerken, paralel medyada "yolsuzluk" ve "rüşvet" haberleri körüklenerek hükümet üzerindeki baskılar yoğunlaştırılacaktı. Bu süreçte, 12 Haziran seçimlerinde AK Parti'ye sızmayı başarmış az sayıda vekilin toplu istifası sağlanarak, "Hükümet dağılıyor" görüntüsü verilecekti.

sontv

Başbakan'ı evinden sürükleyerek alacaklardı. PİS DARBELERİ SUYA DÜŞTÜ. Şimdi geldi cezaya.
 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
Erdoğan bunlarla "lego" gibi oynuyor...Elini öpmeye gelecekler inşallah...
 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
Başbakan örgüt devletten tasviye edilecek dedi.

Bunun arkasından deliller toplanıp yargılama süreci başlayacak. Halk darbecileri red etti, Başbakan'ın yanında.
 

Dua Nur

Kıdemli Üye
Katılım
29 Nis 2007
Mesajlar
37,459
Tepkime puanı
247
Puanları
0
Emin Pazarcı : Paralel yapı çöküyor

Ekonomik ve siyasi açıdan Türkiye'yi ciddi sıkıntıya soktu. Bunun bedelini hep birlikte ödüyoruz. Ama önemli bir nokta daha var. Asıl darbeyi kendisi yedi. Devlet içindeki paralel yapıda çöküş başladı.
Çünkü…
Kurulan "korku düzeni" sona erdi. Gerçekler ortaya çıktı. Sonuçta vatandaşlar üzerindeki baskılar azaldı.
Şimdi, yetkili makamlara dört bir yandan bilgi yağıyor. Vatandaş, çok önemli ayrıntıları ilgililerle paylaşıyor. Paralel yapının ilginç ve şaşırtıcı yapısı, bütün boyutlarıyla ortaya çıkıyor.
Hukuksuzluk diz boyu!
Durum bu olunca, doğal olarak ortaya çıkan bu tablonun önümüzdeki günlerde ciddi yansımaları olacak. Zaten şimdiden yurdun dört bir yanından suç duyuruları başladı. Yakında bunlara yenileri de eklenebilir.
***
Şimdi birkaç ay öncesine gidelim…
Türkiye'de öyle bir yapı vardı ki, adeta kutsanmıştı. Tartışılmıyordu, konuşulmuyordu, eleştirmeye de kimse cesaret edemiyordu. Devlet içinde pek çok kurumda alabildiğine yuvalanmıştı.
Toplantılar düzenliyor, insanlar da kendilerini o toplantılara gitmek zorunda hissediyordu. Pek çok kişi, paralel yapıdan gelen talepleri imkanları doğrultusunda yerine getirmeye çalışıyordu.
Artık çok şey değişti. Şimdi durum öyle değil…
Örnek mi istiyorsunuz? Bu paralel yapının Ankara Büyükşehir Belediyesi'ndeki kolu toplantılar düzenliyor, bu toplantılara da onlarca kişi katılıyordu. Ya da kendisini katılmak zorunda hissediyordu.
O toplantılar artık gerçekleştirilemiyor!
Çünkü geçtiğimiz günlerde yapılan teşebbüs, sonuç vermedi. Aranan herkes bir bahane ileri sürdü. "Ben gelemeyeceğim" dedi. Gelenek bozuldu ve toplantı iptal edilmek zorunda kalındı.
"Hayır, öyle değil böyle" diyen olursa yer ve isim vermeye hazırım.
***
Bitmedi, bu paralel yapının en önemli gücü olan parasal kaynaklar da giderek kesilmeye başladı.
Dün, o yapı içinde görünmek için çırpınanlar, artık kaçıyorlar! Hatta telefonlara çıkmayanlar bile var.
Kim mi bunlar?
Yine bir çırpıda onlarca isim verebilirim.
İlginçtir, kaçıp kurtulmaya çalışan bir dostum, geçtiğimiz gün hayli çarpıcı bir değerlendirme yaptı…
"Yahu" dedi:
-Ne zaman selam versem, benden para istediler. Artık yeter, benden oraya bir kuruş bile gitmez.
***
Üstelik dahası da var…
Daha düne kadar eksikler, hatalar ve yanlışlar hiç mesele edilmiyordu. Tepeden gelen talepler "emir" telakki ediliyor, tartışılmıyordu. Hatta tartışılması akla bile getirilmiyor, hiç düşünülmüyordu.
Şimdi tartışmalar başladı!
Ne, neden ve niçin soruları zihinleri meşgul etmeye başladı.
Öyle olaylar, öylesine yaşanmışlıklar ortaya döküldü ki… Bütün bunlar kaçış sürecini daha da körükledi.
***
Ayrıca, bütün bunlar sadece benim tespitim değil. Devletin tepe noktalarındaki önemli isimlerde de aynı tespitler var. Hatta onlara çok daha ciddi bilgiler akıyor. Her geçen gün de artarak devam ediyor.
Kim bilir, belki hayırlı bile oldu!
Yıllardır devlet içinde bir imparatorluk kuran paralel yapı, kendi kendini hançerledi. Kendi eliyle bu sonu hazırladı. Şimdi, dört bir yandan çatırtı sesleri duyuluyor!
Yakında sonuçlarını hep birlikte daha iyi göreceğiz.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
N'olacak Bu Cemaatin Hali!

Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak kaleme aldığı bugünkü yazısında Cemaat'in ne olacağına dair dikkat çekici öngörülerde bulundu.

Dilipak Cemaat tartışmalarının diğer cemaatleri de ciddi olarak etkilediğini ifade etmiş.
***
ABDURRAHMAN DİLİPAK/ Akit
Artık “cemaat” diyemiyoruz.. Geçen gün internete düşen bir müzik vardı “Hocaefendi” isimli! “Hocaefendi” de diyemiyoruz.. Hizmet de etiketlendi.. “Camia” tutmadı, ama “Paralel devlet / Paralel yapı / Paralel örgüt” tuttu..
Risale-i Nur talebelerinin çok büyük bir çoğunluğu cemaatin Risale-i Nur ile ilişkilendirilmesinden rahatsız..
Bunlar tamam da, bir de bu yapıya inanarak gönül vermiş ve perde gerisinde olup-bitenlerden habersiz ve bu iddialara inanmak istemeyen büyük bir çoğunluk var.. 40 yıldır bugünü beklemişler. Bugüne kadar gizlenmişler ve hep vermişler.. Gülen ve bu yapı hakkındaki iddiaları kabullenmek istemiyorlar..
Bazı gerçekleri görüp ayrılanlar, aldatılmış duygusu ile öfkeliler.. Aynı aile içinde farklı görüşlere sahip insanlar var.. Bir yandan bu insanlar teolojik bir sendrom yaşıyorlar.. Bir yandan bir kehanetin peşinde, hayal dünyasında yaşayan medyumik insanlar var.. Onlar zaten bu hareketin kozmik mesajlarla yönetildiğini düşünüyorlar.. Mehdiyet, Mesihiyet, Deccaliyet hepsi birbirine karışmış durumda..
Bu iş, yıllardır Masonluk hakkında Müslüman toplulukları kışkırtıp peşinden koşturan Adnan hocanın, Masonolduğunun anlaşılması gibi bir durum sözkonusu.. Adnan hocanın Mehdiyetinin şifrelerinin hahamlar tarafındanTevrat sayfalarında gizlendiği iddiası bile, taraftarları arasında manevi bir keşif olarak algılanıyor..
Aslında “Cemaat” tartışmaları, diğer “Cemaat”leri de yakından ilgilendiriyor ve etkiliyor. Çünki, benzer iddialar ve ilişkiler, diğer birçok “yapı”da da var..
Kendilerini kaptırdıkları hipnozdan kurtulup, gerçek dünyaya dönenler ilginç şeyler anlatıyorlar.. Cevap anahtarı eline tutuşturulup yüksek puanla üniversiteyi kazanıp, en yüksek grubtaki bir fakülteye giren ama bu durumu içine sindiremeyip öğrenimine ara verenleri mi sayarsanız, kendilerine verilen birtakım görevleri “!” yapmadıkları için eğitim giderleri ile ilgili borç senetleri önlerine konanları mı, say say bitmez.. Memuriyet sınavlarında oynanan oyunlar ve belli kadrolara yerleştirilenlerin yükseltilmesi için yapılan çalışmalar ve işletilen ödüllendirme programları, rakiplerin bütün ilişkilerinin izlenerek, nasıl fişlendikleri ve sicilleri ile oynandığı..
Kimileri bütün bu olanları ailelerinden gizlemişler. Bazıları ailelerine açtıklarında sorunlar yaşamışlar. Ailelerinden kopartılan çocuklar var.. Ya da eşler arasında yaşanan sorunlar..
Ders halkalarına ilk katılanlar için herşey çok hoş.. Bir üst halkaya geçtiklerinde ketumiyet ve takiyye başlıyor.. İlk halkada herkese hoşgörü ile bakılırken, bir üst halkada herkese şüpheyle bakılıyor.. Bir üst halkada sizden fedakarlık bekleniyor. Mahrumiyet ve çile size manevi bir haz kazandırıyor! Size birtakım garantiler ve gelecek garanti ediliyor.. Gizli bilgiler servis edilmeye başlanıyor.. Esoterik birtakım düşlerin yorumları ile gerçek dünyadan kopartılmaya başlanıyor çocuklar..
Başarıya odaklanmış bir hareket. Başarılılar toplanıyor ve onlara doping yapılarak yükselmeleri sağlanıyor.. “Türkçe Olimpiyatları” oltaya takılan bir yem, bir PR çalışması.. Vitrin dekoru.. Hoşgörü ödülleri de öyle, Abant toplantıları da..
Her şey dershanelere, yurtlara ve okullara bağlı.. Buradan yola çıkılarak insan kaynakları bu alandan sağlanıyor. Çocukları üzerinden ailelere ulaşılıyor ve buradaki başarı örnekleri ile işadamlarından destek sağlanıyor ve aynı şekilde işadamlarına içeride ve dışarıda birtakım imkanlar sağlanıyor..
Yapı, olimpik helezonlara benziyor. İç içe geçmiş yapılar ayrık otu gibi yayılıyor ve olimpik helezonlara benziyor. Hepsi iç içe geçtiği halde birbirinden bağımsız gibi gözüküyor.. Kast sistemine benzer bir yapı içinde sektörler kompartmanize edilmiş..
Bu yapıyı anlamak için çok uluslu şirket yapılarını, Oppus dei hareketini, mesela Amerikan kolejlerinin veAmerikan Board Neşriyat Dairesinin çalışma yapısını iyi incelemek gerek. Yine Vatikanın İnsani yardım örgütü, Amerikan YMCA, İngiliz God’s Army hareketlerinin yapılarını incelemek gerek..
Bu okullar, Euro İslam hareketinin misyoner okulu.. Bizim çocuklarımız bu yeni dinin misyonerleri olarak yetiştirilmek isteniyor sanki. Türkiye markası ile diğer İslam ülkelerine pazarlanmaya çalışılıyor.. Böylece İslam, Hıristiyan, Yahudilik karması yeni bir dünya dinine giden bir kapı aralanıyor gibi sanki! Bu durum Mehdiyet veMesihiyet anlayışı çerçevesinde kozmik bilgiler ve esoterik yorumlarla teolojik bir çerçevede sunulmaya çalışılıyor..
Kuşkusuz bu bilgiler Masonlukta olduğu gibi ilk derecedeki kişilerin bilmesi gereken bilgiler değil.. Bazılarının ömür boyu bu “hizmet”in içinde olup, kime ve neye hizmet ettiğini bilmemesi de mümkün..
Bu iddiaların doğruluğunu kabul etmeleri birileri için kolay olmayacak. Hatta kendi gözlem ve şahidliği bunun böyle olmadığı şeklinde olacak büyük bir ihtimalle. Ketumiyet ve takiyye de doğru bilgilere ulaşılmasını engelleyecek..
Ama artık sistem deşifre olduktan sonra ve internet çağında bunların uzun süre gizli kalması mümkün değil. Kuşkucu bakışla, bazı küçük parçacıkları bir araya getirerek azıcık kafa yoranların derin gerçeğe ulaşmalarının hiç de zor olmayacağı ortada..
Bütün bu gerçekler ışığında, inancını kaybetme tehlikesi ile ne yapacağını bilmeyen, kendini ilahi bir projeninruhani temsilcisi olarak gören birilerinin bir anda geçmiş, bugün ve geleceklerini kaybederek karanlık bir komplonun aracı olarak sanık sandalyesine oturtulması endişesinin onların ruhunda koparttığı fırtınayı da hesaba katmak gerek.
Bu insanları kazanmalıyız.. Onlar büyük ölçüde bir yanlışın kurbanı olan insanlar ve gerçeği kabul etmeleri kolay olmayacak. Sabır ve teenni gerek.. Yapı bir kere deşifre olduktan sonra gücünü koruması mümkün değil. Ama hâlâ eğer Evrenesoğlu’nun, Adnan hocanın takipçileri varsa, Hocaefendinin de takipçileri olmaya devam edecektir..
28 Şubat’ta Kalkancı’nın bile peşine takılanlar olduktan sonra cemaatin peşine takılan kalabalıklar sürpriz değil..
Selâm ve dua ile..
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Abdurrahman Dilipak : Cemaat Ne Müslüman halk tarafından ve ne de Türkiye hükümeti tarafından affedilmeyecektir..

Hemen söyleyeyim, gelişmeler doğru yönde ileri doğru..

İçeride çözülme devam ediyor. Dışarıda ise, uluslararası sistem tedirgin..

Hükümet duruma hakim ve paralel yapı hakkında gerekli tüm bilgi ve belgelere ulaşılmış durumda.. İncelemeler, sıcak takip devam ediyor..

Paralel yapı, tabanına ve uluslararası sistemin güvenini kaybetmemek için kararlılık ve cesaret gösterisini sürdürüyor.

Tabanında 3 kesim var. Bir bu işe gönül verenler. Onlar zaten bu işin ilahi bir düzen tarafından yönetildiğini düşündükleri için, manevi tecellinin gerçekleşmesini bekliyorlar.. Bir yandan da o yönde mesajlar verilmeye devam ediyor..

15 Şubat beklentisi lanetin tecellisi, için verilen bir güne işaret ediyormuş. Zaten iş “Şefkat tokatı” olmaktan çıktı.. Şimdi lanet için toplu ayinleri düzenleniyormuş..

Cemaatin liberal kanadı tedirgin. Özellikle de deşifre olmaktan çok rahatsızlar.. Bütün gelecek hayalleri yok olmasından öte sanık sandalyesine oturtulmaktan, uluslararası sistemle ilişkilerin hesabının kendilerinden sorulmasından korkuyorlar..

Cemaatten nemalanan birileri de bu projenin iflası halinde kazandıklarını kaybetmekten korkuyor..

Cemaatin hiçbir planı tutmuyor.. Erdoğan’ı, AK Parti’yi suçluyorlar sadece.. Kendileri ile ilgili iddiaları ve ithamları sadece reddediyorlar..

Öyle akılsızca bir zamanda harekete geçtiler ki, öyle yanlış bir yerden harekete geçtiler ki, bunu nasıl açıklıyorlar bilmiyorum.. Seçimden hemen önce harekete geçerek 81 ilde, 800’den fazla ilçede kendilerini siyasi bir tartışmaya mahkûm ettiler.. AK Parti’nin siyasi kampanyası bu olay üzerinden yürüyor.. Diğer partilerin de tek gündem maddesi bu..
Bu projeye gerçekte ne CHP, ne MHP, ne BDP destek verir. Onlar paralel yapı üzerinden iktidara zarar vermek istiyorlar. Bu da tabanda rahatsızlığa sebeb oluyor..

Amerika’nın, Vatikan’ın, İsrail’in bahçesine geçip oradan AK Parti’nin balkonuna taş atacaksın. Bunu kimseye anlatamazlar..

MİT’i, İHH’yı karşına alacaksın.. Yolsuzluk iddialarının arkasına saklanıp bir kamu bankasına zarar vereceksin.. Bunlar affedilir şeyler değil..

İsrail’in, Suriye rejiminin ekmeğine yağ süren operasyonlara imza atarsanız bu millet sizi affetmez..

Bu tartışma böyle devam edecek olursa ne cemaat kalır ortada ne de Gülen. ABD de Gülen’i daha fazla ülkesinden barındırmak istemez..

ABD, İsrail ve Vatikan’ın ortak bir projesi olarak, diyalog, hoşgörü maskesi arkasına saklanarak, iktidara ayar çekmeye kalkarsanız, paralel bir din icat etmeye kalkarsanız bu millet sizi affetmez. Aynı zamanda bu projeye destek verenler de bu milletin gözünde mahkûm olur..

Bu projenin Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK içindeki uzantıları, işbirlikçileri ve bunların uluslararası plandaki destekçileri, bu desteklerini sürdürdükleri sürece ne Müslüman halk tarafından ve ne de Türkiye hükümeti tarafından affedilmeyecektir..

Ankara ABD, Vatikan ve İsrail’den açıklama bekliyor. İngiltere’den açıklama bekleniyor, Almanya’dan açıklama bekleniyor..

Bu ülkelerin hükümetleri, yargısı, parlamentosu bu rezaleti araştırmak ve soruşturmak zorundalar.. Müttefik dediğiniz bir ülkeye karşı nasıl böyle bir plana izin verirsiniz?.. İslam dünyasına karşı, dine karşı bir din icad etme konusunda nasıl böyle bir planın içinde yer alabilirsiniz?.. Bundan sonra Müslümanlar ve Müslüman dünyalar bu tür komplolar ve buna destek verenler hakkında daha dikkatli olacaklar.. Bu komployu kolay kolay affetmeyeceklerdir.. Bu projenin uygulandığı ülkelerin emniyeti, istihbaratı, parlamentoları, iktidar ve muhalefet partileri, savcıları açısından da konu yakın takibe alınacaktır..

AK Parti’yi insanlar tanıyor. Mavi Marmara’yı da biliyorlar. Cemaati Türkiye markası ile seviyorlardı. Ne bilsinler ki, bu tezgah Amerikan, Vatikan ve İsrail’in ortak bir projesi idi..

Bu iş Gülen’le başlayıp, bitmiyor.. 20 yılı aşkın süredir sürdürülen bir projeydi bu ve deşifre oldu.. Şimdi projenin Amerikalı yöneticileri bir an evvel karar vermeleri gerek. Vatikan’ın, İsrail’in bir karar vermesi gerek.. Hükümet seçimden hemen sonra konuyu yargıya intikal ettirecek.. Bu konuda kim karar verecekse bir an önce ne karar vereceklerse vermeleri gerek.. Çünki yarın bu tezgahı kuranlar açısından çok daha kötü olacak bu işin sonuçları..

Paralel devletin derin devlete enjekte edilerek tahkim edilmesi de artık mümkün değil.. Şimdi paralel yapı ile birlikte derin yapının da yeniden masaya yatırılması gerekiyor..

İnsanın bugün gelinen noktaya bakınca, iyi ki bunlar olmuş diyeceği geliyor. Çünki milletçe derin gerçekle yüzleştik.. AK Parti’nin ve hükümetin, belediyelerin arınması için ciddi bir kamuoyu baskısı oluştu bu arada. Rehavet içindeki AK Parti teşkilatı canlandı ve harekete geçti.. Bu ne büyük bir şer derken, ne büyük bir hayra dönüştü.. Maskeler düştü ve kim kimdir belli oldu.

Selâm ve dua ile..

Abdurrahman Dilipak/Yeni Akit

 

izleyici

Asistan
Katılım
8 Ocak 2014
Mesajlar
222
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Hemen söyleyeyim, gelişmeler doğru yönde ileri doğru..

İçeride çözülme devam ediyor. Dışarıda ise, uluslararası sistem tedirgin..

Hükümet duruma hakim ve paralel yapı hakkında gerekli tüm bilgi ve belgelere ulaşılmış durumda.. İncelemeler, sıcak takip devam ediyor..

Paralel yapı, tabanına ve uluslararası sistemin güvenini kaybetmemek için kararlılık ve cesaret gösterisini sürdürüyor.

Tabanında 3 kesim var. Bir bu işe gönül verenler. Onlar zaten bu işin ilahi bir düzen tarafından yönetildiğini düşündükleri için, manevi tecellinin gerçekleşmesini bekliyorlar.. Bir yandan da o yönde mesajlar verilmeye devam ediyor..

15 Şubat beklentisi lanetin tecellisi, için verilen bir güne işaret ediyormuş. Zaten iş “Şefkat tokatı” olmaktan çıktı.. Şimdi lanet için toplu ayinleri düzenleniyormuş..

Cemaatin liberal kanadı tedirgin. Özellikle de deşifre olmaktan çok rahatsızlar.. Bütün gelecek hayalleri yok olmasından öte sanık sandalyesine oturtulmaktan, uluslararası sistemle ilişkilerin hesabının kendilerinden sorulmasından korkuyorlar..

Cemaatten nemalanan birileri de bu projenin iflası halinde kazandıklarını kaybetmekten korkuyor..

Cemaatin hiçbir planı tutmuyor.. Erdoğan’ı, AK Parti’yi suçluyorlar sadece.. Kendileri ile ilgili iddiaları ve ithamları sadece reddediyorlar..

Öyle akılsızca bir zamanda harekete geçtiler ki, öyle yanlış bir yerden harekete geçtiler ki, bunu nasıl açıklıyorlar bilmiyorum.. Seçimden hemen önce harekete geçerek 81 ilde, 800’den fazla ilçede kendilerini siyasi bir tartışmaya mahkûm ettiler.. AK Parti’nin siyasi kampanyası bu olay üzerinden yürüyor.. Diğer partilerin de tek gündem maddesi bu..
Bu projeye gerçekte ne CHP, ne MHP, ne BDP destek verir. Onlar paralel yapı üzerinden iktidara zarar vermek istiyorlar. Bu da tabanda rahatsızlığa sebeb oluyor..

Amerika’nın, Vatikan’ın, İsrail’in bahçesine geçip oradan AK Parti’nin balkonuna taş atacaksın. Bunu kimseye anlatamazlar..

MİT’i, İHH’yı karşına alacaksın.. Yolsuzluk iddialarının arkasına saklanıp bir kamu bankasına zarar vereceksin.. Bunlar affedilir şeyler değil..

İsrail’in, Suriye rejiminin ekmeğine yağ süren operasyonlara imza atarsanız bu millet sizi affetmez..

Bu tartışma böyle devam edecek olursa ne cemaat kalır ortada ne de Gülen. ABD de Gülen’i daha fazla ülkesinden barındırmak istemez..

ABD, İsrail ve Vatikan’ın ortak bir projesi olarak, diyalog, hoşgörü maskesi arkasına saklanarak, iktidara ayar çekmeye kalkarsanız, paralel bir din icat etmeye kalkarsanız bu millet sizi affetmez. Aynı zamanda bu projeye destek verenler de bu milletin gözünde mahkûm olur..

Bu projenin Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK içindeki uzantıları, işbirlikçileri ve bunların uluslararası plandaki destekçileri, bu desteklerini sürdürdükleri sürece ne Müslüman halk tarafından ve ne de Türkiye hükümeti tarafından affedilmeyecektir..

Ankara ABD, Vatikan ve İsrail’den açıklama bekliyor. İngiltere’den açıklama bekleniyor, Almanya’dan açıklama bekleniyor..

Bu ülkelerin hükümetleri, yargısı, parlamentosu bu rezaleti araştırmak ve soruşturmak zorundalar.. Müttefik dediğiniz bir ülkeye karşı nasıl böyle bir plana izin verirsiniz?.. İslam dünyasına karşı, dine karşı bir din icad etme konusunda nasıl böyle bir planın içinde yer alabilirsiniz?.. Bundan sonra Müslümanlar ve Müslüman dünyalar bu tür komplolar ve buna destek verenler hakkında daha dikkatli olacaklar.. Bu komployu kolay kolay affetmeyeceklerdir.. Bu projenin uygulandığı ülkelerin emniyeti, istihbaratı, parlamentoları, iktidar ve muhalefet partileri, savcıları açısından da konu yakın takibe alınacaktır..

AK Parti’yi insanlar tanıyor. Mavi Marmara’yı da biliyorlar. Cemaati Türkiye markası ile seviyorlardı. Ne bilsinler ki, bu tezgah Amerikan, Vatikan ve İsrail’in ortak bir projesi idi..

Bu iş Gülen’le başlayıp, bitmiyor.. 20 yılı aşkın süredir sürdürülen bir projeydi bu ve deşifre oldu.. Şimdi projenin Amerikalı yöneticileri bir an evvel karar vermeleri gerek. Vatikan’ın, İsrail’in bir karar vermesi gerek.. Hükümet seçimden hemen sonra konuyu yargıya intikal ettirecek.. Bu konuda kim karar verecekse bir an önce ne karar vereceklerse vermeleri gerek.. Çünki yarın bu tezgahı kuranlar açısından çok daha kötü olacak bu işin sonuçları..

Paralel devletin derin devlete enjekte edilerek tahkim edilmesi de artık mümkün değil.. Şimdi paralel yapı ile birlikte derin yapının da yeniden masaya yatırılması gerekiyor..

İnsanın bugün gelinen noktaya bakınca, iyi ki bunlar olmuş diyeceği geliyor. Çünki milletçe derin gerçekle yüzleştik.. AK Parti’nin ve hükümetin, belediyelerin arınması için ciddi bir kamuoyu baskısı oluştu bu arada. Rehavet içindeki AK Parti teşkilatı canlandı ve harekete geçti.. Bu ne büyük bir şer derken, ne büyük bir hayra dönüştü.. Maskeler düştü ve kim kimdir belli oldu.

Selâm ve dua ile..

Abdurrahman Dilipak/Yeni Akit


bir çok şeyi bir yazıda anlatabilmek ancak bu kadar olur..tüm detaylarıyla herşey apaçık ortada..cemaat out milli irade in :)
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Cemaat ve paralel yapılanma asla affedilmemeli.Çunku bunlar insanların kafalarına farklı bir din anlayışı yerleştirdiler,miileti hizmet veriyoruz diye kandırdılar.
Gördükki elde göz boyamadan başka bir şey yok.Birde cemaat bizim aleyhimize çalışmıyor,güçlü ülkelerin bezirganlığını yapıyormuş.
 

Ninja_Kedi

Yasaklı
Katılım
17 Şub 2014
Mesajlar
464
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Bismillah...

Millete hizmet veriyoruz diyip villalarda keyf sürerek mi kandırmışlar milleti :)

Abdurrahman Dilipak'ı az tanısanız...Mesela 28 Şubat döneminin en önemli enstürmanlarından olan Kudüs Gecesinin baş konuşmacısı olmasına rağmen neden katılmamış? Abdurrahman Dilipak yerine o gece konuşan İrancı Nureddin Şirin o konuşma nedeni ile 17 yıl hapis aldı. Yada Mavi Marmara'dan gelen bir telefon ile neden indi? Mavi Marmara'nın gerçekleştiği günün akşamı "Yolcu listesi sadece hükümette ve İHH'da vardı. Ama İsrail askerlerinin elinde de liste vardı" diyebilecek kadar nasıl bilgi sahibiydi?

Kurt gövdenin içerisinde...Millet dostunu düşmanını seçemez durumda...

vesselam
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Hoşgörü Ödülü'nü reddediyorum!

Duydum ki, Fetullah Gülen'in (Ben adının "Fethullah" olduğunu sanıyordum, resmi kayıtlarda "Fetullah"mış.

Savcılığa gönderilen şikayet dilekçesinde bunun böyle olduğunu gördüm, onun için o zata resmi adı ile hitap ediyorum) avukatları aleyhime savcılığa suç duyurusunda bulunmuşlar.. Davalı olduk yani anlayacağınız..
Eee, bu durumda herhalde onların verdiği ödülü de reddetmem gerek. Ben bu ödülü reddediyorum!
Sadece bu sebeble değil. Gelinen noktada ne "hoşgörü" kaldı ne de "diyalog" arayışı.. Ben Mavi Marmara'da adeta bu kampanyanın sözcülüğünü yaptım. İsrail yandaşlığı uğruna İHH ve Mavi Marmara'yı hedef alanların ödülü benim için ödül değil, artık istenmeyen bir yüke dönüştü..
Ben Kudüs, Filistin ve R4bia platformlarının da sözcülüğünü yaptım, yapıyorum.. "İsrail muhibliği" uğruna bütün bu değerler karşı öfke yüklü bir hareketin bana verdiği bir ödülü daha fazla taşıyamazdım..
Zaten onlar da benden, benim yaptıklarımdan çok da memnun değillerdi.. Benim Toktamış Ateş'le birlikte başlattığımız bir hareket onların vitrininde hoş bir dekor olabilirdi! Açıkçası kullanıldık!.. Zaten bir süre sonra, vakfın tanıtım kataloglarından benim adımı ve resmimi çıkarttılar.
Bir zamanlar da gazetelerinde leyhte ya da aleyhte adımın geçmesini yasaklamışlardı. Akıllarınca beni "ademe/yokluğa mahkûm" edeceklerdi.. 1989 sanırım; Ulvi Alacakaptan'ın "Çala Daktilo" diye bir kitabı var, eski yazılarından derleme.. O zamanlar Alacakaptan Zaman'da yazıyordu. Orada da alıntılandığı, Zaman'daki köşesinde benim adımı geçirdiği için, yazısından adımı çıkartması istenmiş, o da çıkartmayınca Zaman'daki yazarlığından olmuştu! Sonra ödül verdiler. Beni tavlamaları gerekiyordu.. Birileri benim de bu yapıda yer almamı istiyordu. Kabul etmeyince ipler tekrar koptu..
Ben bunları 1970'den itibaren tanırım. Daha öncesi de var da, öyle ciddiye aldığım bir şey değildi.. 43 yıllık yazarlık hayatımda, bir şekilde hep bunları bir şekilde izledim..
İtiraf etmeliyim ki, ben her zaman ve herkese karşı "hoşgörülü" biri değilim. Hoş görülmeyecek şeyleri hoş görmek istemem. Hatta birilerini "hoş görmem" aynı zamanda "sen yanlış yapıyorsun, ama ben seni hoşgörüyorum" gibi, karşısındakini küçümseyen bir bakış açısı da var, aslında işin içinde.. Bu düşüncelerimi de ilk kez açıklamıyorum.. "Hoşgörü" yerine " Hüsnü zan" etmeyi tercih ederim.. "Yaratılına hoş görmek, Yaratan'dan ötürü" çok farklı bir anlayışı ifade eder. Ona bakarsanız Şeytanı da Allah yarattı! "Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye mahtaç, bana da sen lazımsın".. Şeytanın da, domuzun da bir yaratılış hikmeti vardır elbette!
"Diyalog" konusuna gelince, "tearüf etmek", "bilişmek" bize hep öteden beri öğütlenen şey değil mi? Ben de hep, öteden beri insanlarla konuşmayı "güzel sözle ve hikmetle hakkı söylemeyi" tercih ettim. Hayatım boyunca yazı ve sözle bunu yapmaya çalıştım.. Ama hiçbir zaman "dinler arası" değil, herkesle "Medinetül Fazıla"ya ulaşmak için, "hılful fudul" anlayışı ile yapmaya çalıştım.. Birbirimizi ikna etmesek de yaratılış gayemiz olan "tearüf" (Bilişmek) gereği, en azından kendimi anlatmak ve karşımdakini tanımak için böyle yaptım..
1995'de bize bu hoşgörü ödülünü vermişler.. 19 yıl sonra bugün, bu hoşgörü ödülünü reddediyorum.. Bugün, ne ben onları hoşgörüyorum, ne de onlar beni..
Bugün cuma.. Seçimlere iki haftadan daha az bir zaman kaldı.. Yaşananları, yazılıp-çizilenleri biliyorsunuz.. Ortada ne diyalog ve ne de hoşgörü kaldı.. Bu olaylar bu noktaya gelmeden yaptığım diyalog girişimleri de sonuçsuz kaldı.. Bu işlerin böyle olacağı belli idi.. Ortada bir "Cemaat" filan yok.. Bu iş Erdoğan-Gülen ihtilafı da değil. Ya da AK parti-cemaat hesaplaşması da değil.. Bu Türkiye ile İsrail'in örtülü bir hesaplaşmasından da ibaret değil.. Bu iş uluslararası sistemle İslam ümmeti arasındaki bir hesaplaşma..
Bu hareket görüldüğü kadarı ile bir CIA, MOSSAD, Vatikan'la ortak bir proje.. Dine karşı bir din, paralel bir din arayışının ürünü.. Türkiye üzerinden bu yeni dini İslam coğrafyasına yaymayı gaye edinen bir hareket.. Paralel bir devlet yapılanması ile iktidarı ele geçirmeye, derin devletin içinde söz sahibi kılınmaya çalışılan bir hareket. Ergenekon-Balyoz bu anlamda, derin devleti tasfiye değil, içerideki siyasi ömrünü tamamlayan ulusalcı, kemalist, laikçi kadroların ayıklanıp, yeşil sermaye, ılımlı İslam ve daha doğrusu devleti ele geçirerek toplumu dönüştürmek isteyen, metodik anlamda Kemalist bir öz taşıyan Yeşil Kemalistleri sisteme enjekte ve entegre ederek derin devleti tahkim operasyonu idi..
Yazının tamamı için tıklayınız
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hoşgörü Ödülü'nü reddediyorum!

Duydum ki, Fetullah Gülen'in (Ben adının "Fethullah" olduğunu sanıyordum, resmi kayıtlarda "Fetullah"mış.

Savcılığa gönderilen şikayet dilekçesinde bunun böyle olduğunu gördüm, onun için o zata resmi adı ile hitap ediyorum) avukatları aleyhime savcılığa suç duyurusunda bulunmuşlar.. Davalı olduk yani anlayacağınız..
Eee, bu durumda herhalde onların verdiği ödülü de reddetmem gerek. Ben bu ödülü reddediyorum!
Sadece bu sebeble değil. Gelinen noktada ne "hoşgörü" kaldı ne de "diyalog" arayışı.. Ben Mavi Marmara'da adeta bu kampanyanın sözcülüğünü yaptım. İsrail yandaşlığı uğruna İHH ve Mavi Marmara'yı hedef alanların ödülü benim için ödül değil, artık istenmeyen bir yüke dönüştü..
Ben Kudüs, Filistin ve R4bia platformlarının da sözcülüğünü yaptım, yapıyorum.. "İsrail muhibliği" uğruna bütün bu değerler karşı öfke yüklü bir hareketin bana verdiği bir ödülü daha fazla taşıyamazdım..
Zaten onlar da benden, benim yaptıklarımdan çok da memnun değillerdi.. Benim Toktamış Ateş'le birlikte başlattığımız bir hareket onların vitrininde hoş bir dekor olabilirdi! Açıkçası kullanıldık!.. Zaten bir süre sonra, vakfın tanıtım kataloglarından benim adımı ve resmimi çıkarttılar.
Bir zamanlar da gazetelerinde leyhte ya da aleyhte adımın geçmesini yasaklamışlardı. Akıllarınca beni "ademe/yokluğa mahkûm" edeceklerdi.. 1989 sanırım; Ulvi Alacakaptan'ın "Çala Daktilo" diye bir kitabı var, eski yazılarından derleme.. O zamanlar Alacakaptan Zaman'da yazıyordu. Orada da alıntılandığı, Zaman'daki köşesinde benim adımı geçirdiği için, yazısından adımı çıkartması istenmiş, o da çıkartmayınca Zaman'daki yazarlığından olmuştu! Sonra ödül verdiler. Beni tavlamaları gerekiyordu.. Birileri benim de bu yapıda yer almamı istiyordu. Kabul etmeyince ipler tekrar koptu..
Ben bunları 1970'den itibaren tanırım. Daha öncesi de var da, öyle ciddiye aldığım bir şey değildi.. 43 yıllık yazarlık hayatımda, bir şekilde hep bunları bir şekilde izledim..
İtiraf etmeliyim ki, ben her zaman ve herkese karşı "hoşgörülü" biri değilim. Hoş görülmeyecek şeyleri hoş görmek istemem. Hatta birilerini "hoş görmem" aynı zamanda "sen yanlış yapıyorsun, ama ben seni hoşgörüyorum" gibi, karşısındakini küçümseyen bir bakış açısı da var, aslında işin içinde.. Bu düşüncelerimi de ilk kez açıklamıyorum.. "Hoşgörü" yerine " Hüsnü zan" etmeyi tercih ederim.. "Yaratılına hoş görmek, Yaratan'dan ötürü" çok farklı bir anlayışı ifade eder. Ona bakarsanız Şeytanı da Allah yarattı! "Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye mahtaç, bana da sen lazımsın".. Şeytanın da, domuzun da bir yaratılış hikmeti vardır elbette!
"Diyalog" konusuna gelince, "tearüf etmek", "bilişmek" bize hep öteden beri öğütlenen şey değil mi? Ben de hep, öteden beri insanlarla konuşmayı "güzel sözle ve hikmetle hakkı söylemeyi" tercih ettim. Hayatım boyunca yazı ve sözle bunu yapmaya çalıştım.. Ama hiçbir zaman "dinler arası" değil, herkesle "Medinetül Fazıla"ya ulaşmak için, "hılful fudul" anlayışı ile yapmaya çalıştım.. Birbirimizi ikna etmesek de yaratılış gayemiz olan "tearüf" (Bilişmek) gereği, en azından kendimi anlatmak ve karşımdakini tanımak için böyle yaptım..
1995'de bize bu hoşgörü ödülünü vermişler.. 19 yıl sonra bugün, bu hoşgörü ödülünü reddediyorum.. Bugün, ne ben onları hoşgörüyorum, ne de onlar beni..
Bugün cuma.. Seçimlere iki haftadan daha az bir zaman kaldı.. Yaşananları, yazılıp-çizilenleri biliyorsunuz.. Ortada ne diyalog ve ne de hoşgörü kaldı.. Bu olaylar bu noktaya gelmeden yaptığım diyalog girişimleri de sonuçsuz kaldı.. Bu işlerin böyle olacağı belli idi.. Ortada bir "Cemaat" filan yok.. Bu iş Erdoğan-Gülen ihtilafı da değil. Ya da AK parti-cemaat hesaplaşması da değil.. Bu Türkiye ile İsrail'in örtülü bir hesaplaşmasından da ibaret değil.. Bu iş uluslararası sistemle İslam ümmeti arasındaki bir hesaplaşma..
Bu hareket görüldüğü kadarı ile bir CIA, MOSSAD, Vatikan'la ortak bir proje.. Dine karşı bir din, paralel bir din arayışının ürünü.. Türkiye üzerinden bu yeni dini İslam coğrafyasına yaymayı gaye edinen bir hareket.. Paralel bir devlet yapılanması ile iktidarı ele geçirmeye, derin devletin içinde söz sahibi kılınmaya çalışılan bir hareket. Ergenekon-Balyoz bu anlamda, derin devleti tasfiye değil, içerideki siyasi ömrünü tamamlayan ulusalcı, kemalist, laikçi kadroların ayıklanıp, yeşil sermaye, ılımlı İslam ve daha doğrusu devleti ele geçirerek toplumu dönüştürmek isteyen, metodik anlamda Kemalist bir öz taşıyan Yeşil Kemalistleri sisteme enjekte ve entegre ederek derin devleti tahkim operasyonu idi..
Yazının tamamı için tıklayınız

Bu ne demk şimdi ? Şu demek : Adamlar kendi değirmenlerine su taşıtmak için hemen hemen herkesi kafa-kola almaya çalışmışlar ve bunda da görüldüğü gibi oldukça başarılı olmuşlardır. A.Dilipak gibi,köşesinden bütün müslümanlara nizamat verip, yol gösteren (!) birini bile bugüne kadar saflarında tutabilmişler ! Valla brawo diyorum ve A.Dilipak'a da çok düşük seviyelerde olan feraset ve basiretini yükseltmesini tavsiye ediyorum.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Yavaş gardaşım yavaş!

28 Şubat’ta ve sonrasında bize ne yaptıklarını biliyorsunuz. 312 General birlik olup bize dava açmışlardı.. Hurşit Tolon, Çetin Doğan aralarına MGK Genel Sekreteri Kılıç paşayı da alıp, askeri mahkemede aleyhimize davalar açmışlardı.. Bir ara hakkımda açılan davalar beş yüz yılı geçmişti.. Günde 5 kez, haftada beş gün mahkemeye çıkıyordum. DGM, Askeri Mahkeme, Ağır Ceza, Asliye Ceza, tazminat davaları bitmek bilmiyordu.. Genelkurmay Basın Bürosu iyi çalışıyordu. Hani şu Hasan Tahsin Basın Merkezi..
Yazının devamı için tıklayın >>
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Abdurrahman Dilipak : 17 Aralık'ta Düğmeye Kim Bastı

___
__
_


17 Aralık’ta düğmeye kim bastı!




Ergün Diler’in bir dostunun anlattıklarına göre; Gülen, 17 Aralık operasyonuna karşı idi. Düğmeye Amerikalılar bastı.
Ben kendi düşüncemi söyleyeyim: Evet bu işin içinde bazı Amerikalılar var. Yahudi lobisinin içindeki öfkesi aklından büyük şahinler ve Siyonist kafalı İsrail ve lobisi..
Bu projenin sacayağında 3 yapı var. CIA, MOSSAD ve Vatikan’ın liderliğindeki Batı/Hristiyan lobisi. Tapınakçılar. Aslında 3’ü de birbirinin yabancısı değil.
Bu mesele Erdoğan’la Gülen ya da Cemaatle AK Parti hesaplaşması, Türkiye – İsrail hesaplaşması değil. Bunları da içinde barındıran çok daha büyük bir hesaplaşma, Uluslararası düzenle İslam ümmeti arasındaki bir hesaplaşma.. Aslında bu iki kamp arasındaki hesaplaşmanın basınç noktaları Türkiye, Suriye, Filistin, Mısır, Asya ve Afrika’daki diğer temas noktaları..
Aslında BOP da bu işin bir parçası idi. Ilımlı İslam politikasının, bu Amerikano İslam örgütünün siyasi ayağını oluşturacaktı..
Evet, Gülen, 17 Aralık için kendini hazır görmüyordu.. Ama örgüt içindeki seküler senyörler, Gülen’i değil, İsrail ve CIA’deki adamları dinlediler..
ABD’deki Yahudi lobisi ve İsrail, İsrail’in varlık ve güvenliğinden öyle büyük bir kaygı duyuyorlardı ki, bir an evvel “One Minute” ve “Mavi Marmara”nın intikamını almak istiyorlardı..
17 Aralık’ın seçilmesi, biraz da Obama hükümetinin yaşadığı bütçe krizi ile ilgili idi ve Ankara’da Meclis’te bütçe görüşmelerinin bitmesine 3 gün kala bir bütçe krizi yaşanırsa, hükümetin düşürülebileceği düşünüldü..
Zaten bu senaryo bir yıldır masadaydı.. Bütçe krizi, sosyal olaylar, emniyet, istihbarat, sosyal media, yargı devreye girerek bu işi bitireceklerdi.. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı..
Aslında derin devlet ve paralel yapı arasındaki sorun büyük ölçüde çözülmüştü.. Gezi olaylarının başarısız olması beklenmiyordu. Sonrasında ele geçirdiklerini sandıkları ilk fırsatta bu işi bitireceklerini sandılar ama olmadı..
Gülen bu süreçte rolünü iyi oynayamadı. Daha önce Baykal da rolünü iyi oynayamamıştı. Sarıgül de oynayamadı, Kılıçdaroğlu da.. Kadıköy Mitingini iptal edip, kalabalıkları Kabataş’a yönlendirince olaylar kontrolden çıktı.. Hollywood senaryosu, CHPli ve Cemaatin figüranlarının elinde patladı..
Aslında 2014, Yahudiler, Hristiyanlar ve cemaat çevreleri açısından esoteric anlamda, büyük toplumsal ve siyasi olayların yaşanacağı önemli bir yıl.. 14 Aralık olmasa Ocak ayında bu iş patlatılacaktı. Seçimlerin yapılması istenmiyordu. Senaryoyu iki hafta öne almak onlar için bir risk değil, ellerini güçlendirecek konjonktürel bir fırsat gibi görüldü ama olmadı işte..
Yaşanan süreci yöneten Gülen değil, onu söyleyeyim.. CIA ve İsrail, Tapınakçılar, loca vesair.. Gülen de senaryodaki kendi rolünü oynuyor..
Gelinen noktada Gülen deşifre olduğu için onunla devam edemezler, ama bu aşamada ondan da vazgeçemezler. İhtiyaçları ve işleri bittiği gün icabına bakarlar.. Bu sonuçtan tek başına Gülen sorumlu değil, onu söyleyeyim..
Gülen hareketini örgütleyip, dünyaya yayan ve destekleyen bu uluslararası güç, bu yapıyı oluşturmadaki gaye itibarı ile onlar için hayati bir önem taşımaktadır.. Bu konuda geri dönüşleri ve taviz vermeleri pek de mümkün değil. Çünkü, onlara göre bu iş onların sonu olur.. Onun için önce zaman kazanmaya çalışıp, sonra operasyon alanından toplayacakları bilgilerle yeni bir süreç başlatacaklardır..
Gelinen noktada, yeni bir başarısız hamlenin, artık tamiri imkânsız yaralar açacağının onlar da farkındalar.. Onun için çok dikkatli olmaları gerekiyor.. İşte bu noktada bu hassasiyet, kendi aralarında yöntem ve operasyonun şekli ve taşıdığı organları açısından ciddi fikir ayrılıklarına sebeb oluyor.. Kimse gelinen noktadaki sorumluluğu üslenmek istemiyor. Başından beri ılımlı İslam’a destek politikasına karşı çıkan unsurlar bu konuda rakiplerini suçlamaya devam ediyorlar..
Kendi aralarında, bana göre, bir görüş birliği sağlamaları zor.. Ve bu gerilim içeride siyasi sorunlara yol açacak boyutlara ulaşıyor.. Mutlaka bir şeyler yapmaları gerek, ama ne yapacaklarını bilmiyorlar..
Bana kalırsa cemaati gözümüze çok yaklaştırırsak, arkasındaki, CIA, MOSSAD ve Tapınakçılardan oluşan “Şeytan üçgeni”ni gözden kaçırırız..
Cemaat, her iki taraftan gelecek saldırılardan kurtularak, şamar oğlanı olmak istemiyor ve bu işten en az zararla kurtulmak istiyorsa, bu derin yapıyla arasına mesafe koymayı bilmeli ve ekonomik, sosyal alandaki örgütlenmelerini kendi iradesi ile tasfiye ederek yönetilebilir ölçeklere geri çekilmelidir.. Vicdanına sığınabileceği bir toplumsal taban oluşturmak için siyasi hesaplaşma dilinden kurtulmalı, kendi içindeki bir takım şahinlerin emrivakilerinden, sivri dillerinden kurtularak, kendi içinde ciddi bir temizliğe gitmelidir.. Bir takım ezoterik iddialardan da vazgeçmelidir..
Kılavuzu karga olanın varacağı yer belli değil mi idi. Kendiniz ettiniz, kendiniz buldunuz, 6 ay bir güz gidip geldiğiniz yer burası oldu.. Ham bir hayal peşinde koştunuz, dininizi de tehlikeye attınız, dünyanızı da.. Zararın neresinden dönülürse kârdır.. Gelecek günler, geçen günleri aratmasın istiyorsanız artık bir karar vermeniz gerek.. Erdoğan da gitse, AK Parti de gitse, bu yapı asla umduğuna vasıl olamayacak.. Bu işe siyasi yatırım yapanlar da! Erdoğan’a, AK Parti’ye, bu devlete, millet, ne kadar zarar verirseniz sonunuzun da o kadar trajik olacağını bilmeniz gerek.. Siz bilirsiniz.. Kendinize merhamet edin.. Selam ve dua ile..


 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,086
Tepkime puanı
1,924
Puanları
113
hafıza-i beşer nisyan ile ma'luldür. Unutmamak dileğiyle...
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
f.g'nin ABD derin devletine övgüler dizen bir açıklaması olmuştu.
Bu açıklamada neocon'ların -aşırı sağcı cumhuriyetçiler ile siyonist lobi- Obama yönetimini etkisizleştirdiği ABD'de görünürde Obama'nın amerikan yönetimini elinde tuttuğunu ama gerçekte yönetimin neoconların denetiminde olduğunu aktarıp, Türkiye'de hükümetin neoconlarla iyi ilişkiler ve diyalog içine girmesini öneriyordu.
f.g'nin bu açıklamasından anlaşılıyor ki neoconların nefesini boynunda hissetmiş, belli ki neoconların markajına teslim olup, Türkiye'yi ABD ve israil'in yörüngesine oturtmaya çalışmıştı.

17 Aralık operasyonu ister direkt f.g'nin kontrolunda, ister neoconların kontrolunda uygulamaya sokulmuş olsun hiç fark etmez, her halukarde kullanılıyor ve kullandırtılıyor.
İzzet ve vatanseverlik duygusundan kırıntı kalmışsa kullanılıp-kullandırılmaktan bıkıp Türkiye olmasa bile başka ülkeye kaçışı gerçekleştirmesi lazımdır.

Hala ABD'de kalmaya devam ediyorsa demek ki alan razı-satan razı ilişkisini içine sindirebilmektedir.
Aptallar değil ama aklı başında her insan kabul eder ki ABD çıkarları olmasa kimseye kol kanat germez ve oturma izni vermez .
 
Üst