İbni Teymiyyeciye Nasihat

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0

(Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi)

Bu nakil de doğrudur. Bunu açıklayan bir iktibas yapalım:

"Arş'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ neredeydi?" sorusuna İbni Teymiyye'nin bulduğu cevabın "Arş'ın nev'î kıdemi" olduğunu görüyoruz:

Selefî ekol, Allahü Teâlâ'nın (Arş, sema vb.) belli bir mekânda ve dolayısıyla (uluvv/yükseklik, yukarıdalık gibi) belli bir "yönde" bulunduğunu söyler. Bu bağlamda genel muhtevalı eserler yanında İbn Teymiyye'nin "Kitâbu'l-Arş"ı, İbn Kudâme'nin "İsbâtu Sıfeti'l-Uluvv"u ve ez-Zehebî'nin "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm"i gibi monografiler de mevcuttur. Allahü Teâlâ'ya mekân izafesi, tabiatı gereği müstakil bir mesele olmayıp, beraberinde başka problemleri de getiren son derece temel bir tartışmadır. Arş'ı da, semayı da, diğer mekânları da yaratan Allahü Teâlâ olduğuna ve O'nun istivasının "mekân tutmak" anlamına geldiği iddia edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe'nin de dile getirdiği "Allahü Teâlâ bu mekânları yaratmadan önce neredeydi?" sorusuna İbn Teymiyye'nin bulduğu cevap, "Arş'ın nev'î kıdemi"dir. Bu, şu demektir: Allahü Teâlâ ezelden beri üzerine istiva ettiği Arşlar yaratmaktadır. Yenisini yarattığında bir öncekini yok etmektedir ve bu, ezelden beri böyle devam edegelmektedir. Bu izah tarzının ne kadar problemli olduğu ise açıktır. Zira Allahü Teâlâ dışında varlığı ezelî olan bir başka varlık tasavvur edildiğinde, zorunlu olarak o varlığın mevcudiyetinin bir yaratıcının varlığına mütevakkıf bulunmadığını, varlığının zorunlu ("vâcibu'l-vücud") olduğunu söylemiş olursunuz. Bunun ne anlama geldiği ise açıktır...(Dr. E. Sifil, Milli Gazete, 7 Ağustos 2004)

"Muhammed Abduh da bu ifade üzerine yazdığı ta'likte şunları söyler: (Bunun sebebi İbni Teymiyye'nin, ayet ve hadislerin zahiri ifadelerini esas alan ve Allahü Teâlânın Arş'a oturmak suretiyle istiva ettiğini söyleyen Hanbelilerden olmasıdır. Kendisine, Allahü Teâlâ ezeli olduğu için O'nun mekanının da ezeli olması gerektiği için bu görüşün Arş'ın ezeli olmasını icabettirdiği, Arş'ın ezeli olmasının ise onun görüşüne aykırı olduğu söylenerek itiraz edilince, "Arş nev' olarak kadimdir" demiştir. Bu şu demektir: Allahü Teâlâ, ezelden ebede kadar bir Arş'ı yok ederken diğerini yaratır ki, Allahü Teâlânın istivası ezeli ve ebedi olsun....)" (Ebubekir Sifil, İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 76.)
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
İbn Teymiyye’nin açıkça Allahü Tealaya cisim isnat ettiğini söyleyen Zahid Kevseri[45] bu noktada şunları söylemektedir: “Ebu Hayyan, ‘O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır.’[46] ayetini tefsir ederken muasırı olan İbn Teymiyye’nin “Kitabu’l-Arş” adlı -kendi el yazısıyla kaleme aldığı- eserinde şu ifadeleri okuduğunu nakletmektedir: ‘Allahü Teala kürsüde oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır.”

Hayatınız yalan dolan!...

‘Allahü Teala kürsüde oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır.”

İbn Teymiyye bunu neye istinaden söylüyor, hadi bakalım, kaynağı gidip bakın, metni bütün bir şekilde tercüme edin, görelim, atıp, tuttuklarınızı...
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
“… O’nun sıfatlarını, yarattıklarının sıfatına benzetmezler ve keyfiyetlendirmezler. Çünkü şanı yüce Allah’ın adaşı yoktur, dengi yoktur, eşi benzeri yoktur. Şanı yüce Allah, yarattıkları ile kıyas edilemez!

Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye, el-Akidetü’l Vasıtiyye

https://durangungor.wordpress.com/2012/10/01/ibni-teymiyyeye-atilan-tesbih-iftirasinin-hakikati/
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
“Allah Kur'ân'da münafıklığın birçok alametini saymıştır. Ancak Ali'ye buğzetmeyi nifak nişaneleri arasında saymamıştır.”

İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c. 7, s. 149.

Merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş.

Prof. Dr. İbrahim Canan şöyle tercüme etmiş:

Zirr İbnu Hubeyş (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'ın şöyle söylediğini işitim. "Daneyi açan, canlıları yaratan Zât-ı Zülcelal'e yeminle söylüyorum: Ümmî peygamberim (aleyhissalâtu vesselâm), bana şu hususu garantiledi: "Beni mü'min olan sevecek, münafık olan da bana buğzedecektir." [Müslim, İman 131, (78); Tirmizî, Menâkıb, (3737); Nesâî, İman 20, (8, 117).]
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Ona Mücessime yakıştırmasını yapan kişi ise Zahit el-Kevseri (ö.1371) adında Cehmi’dir. Söz konusu yazıda da Kevseri’nin iddiaları dayanak olarak alınmıştır. Şu bilinmelidir ki Kevseri’nin Mücessime demesiyle Said ed-Darimi mücessime olmaz. Kevseri bazı sahabelere ve bir çok selef alimine de bu şekilde saldırmıştır. Sahabelerden Enes bin Malik ve Muaviye bin el-Hakem’i tahkir eder ve muhaddislerden Abdullah bin Ahmed bin Hanbel, İbn Huzeyme’, İbn Ebi Hatim er-Razi, İbn Ebi Şeybe ve daha birçok alime tan eder, onları tahkir eder ve yer yer küfürle itham eder. Ve yazdıkları eserleri “Putperestlerin kitabı” vb. kötü isimlendirmelerle isimlendirir.

...

Dikkat edilirse bu iddiaya ibn Teymiyyenin eserlerinden ibn Teymiyyenin lafızlarından tek bir nakil bile getirememişlerdir. Onlara göre ibn Teymiyyenin Allahın arşın üzerinde oluşunu kabul etmesi demek Allahın cisim oluşunuda kabul etmesini gerekli kılarmış. Çünkü istiva olacaksa bir cisim ve bir mekan gerekli olurmuş. Buda Allahın bir cisme ve bir mekana ihtiyacı olduğu izlenmi verirmiş. Bunun içinde istivayı isbat etmek Allah hakkında cisimdir demeyi de mecburi kılarmış. Onların bu sözleri ile Cehmiyyenin sözleri aynı. Cehmiyyede bu mantıkla hareket ederek istivayıda ,rüyetide inkar etmiştir..

...
http://darultavhid.com/tr/forum/index.php?topic=6353.0

 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Cehennem azabının sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır.(Bekara 81, Ahzab 65, Fussilet 28, Zuhruf 74)

Bu nakil de doğrudur. Yukarıda bağlantılarını vermiştim.

İmam-ı a'zam Ebu Hanife rahimehullah diyor ki:

"Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur." (Fıkhu'l Ebsat)

 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
“Allah Kur'ân'da münafıklığın birçok alametini saymıştır. Ancak Ali'ye buğzetmeyi nifak nişaneleri arasında saymamıştır.”

İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c. 7, s. 149.



Merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş.

Prof. Dr. İbrahim Canan şöyle tercüme etmiş:

Zirr İbnu Hubeyş (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'ın şöyle söylediğini işitim. "Daneyi açan, canlıları yaratan Zât-ı Zülcelal'e yeminle söylüyorum: Ümmî peygamberim (aleyhissalâtu vesselâm), bana şu hususu garantiledi: "Beni mü'min olan sevecek, münafık olan da bana buğzedecektir." [Müslim, İman 131, (78); Tirmizî, Menâkıb, (3737); Nesâî, İman 20, (8, 117).]

:) o olta idi...
şii bir alimin İbn Teymiyye'yi tenkitleri üzerinedir...
ve şii olmasına rağmen ve İbn Teymiyye'nin şii düşmanı olduğunu bilmesine rağmen, ilmin hakkını vererek, ilim adamı namusu iel tenkit etmiştir...

işte o metnin içinde geçtiği cümle, öyle senin gibi cımbızlama değil, hadi oradan, hadi, hadi... :) balık...


a) "Seni mümin olandan başkası sevmez” hadisini inkârı
Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye hitaben “Seni mümin olandan başkası sevmez; sana münafık olandan başkası buğzetmez” buyurduğu nakledilir. Hz. Ali'ye muhabbet beslemenin iman ve nifakın ölçütü olduğuna dair rivayet edilen birçok hadis tevatürle Şiî ve Sünnî kaynaklarda nakledilmiştir.5 Burada önemli olan husus, sevgisi iman nişanesi olan kimsenin gönlünde Allah sevgisinin ve Peygamber sevgisinin kökleşmiş ve Allah'a imanın bütün benliğini kaplamış olmasının gerekliliğidır. Böyle bir kimse daima hak ve Kur'ân doğrultusunda hareket eder. Nitekim Hz. Peygamber Hz. Ali hakkında şöyle buyurur: “Ali Kur'ân iledir, Kur'ân da Ali ile. Bu ikisi Kevser Havuzu'nun başında buluşuncaya dek birbirlerinden ayrılmazlar.”6 Başka bir hadiste ise şöyle buyurur: “Ali'yi seven beni sever, beni seven ise Allah'ı sever.”7
İbn Teymiyye'nin Hz. Ali'ye buğzetmeyi nifak nişanesi gösteren hadisler karşısında inkâr ve tekzip yoluna başvurmaktan başka bir çaresi bulunmamaktadır. Çünkü hadisler, İbn Teymiyye'nin müdafaa ettiği İmam Ali düşmanlarının aslında nifak ehli olduklarını açığa çıkarmaktadır. Mesela İbn Teymiyye benzeri bir hadisi nakleden Cabir hakkında şunları yazar:
“Bu, Cabir gibi kimi sahabîlerin şuna benzer rivayetlerinin yalan olduğunu ortaya çıkarır. (Cabir der ki:) ‘Biz Peygamber devrinde münafıkları Ali b. Ebi Talib'e duydukları buğzu ölçü alarak tanırdık.' Bu en açık yalanlardan biridir. Bu iddianın butlanı kimseye gizli değildir.”8
İbn Teymiyye devamında hadisin uydurma olduğuna dair delilini beyan eder: “Allah Kur'ân'da münafıklığın birçok alametini saymıştır. Ancak Ali'ye buğzetmeyi nifak nişaneleri arasında saymamıştır.”9
İbn Teymiyye'nin bu istidlalinin cevabı çok açıktır: Kur'ân'da zikredilmemiş olması hadisin uydurma olduğuna delil ise o halde Hz. Peygamber'in sünnetiyle saptanan, ancak Kur'ân'da söz edilmeyen birçok hüküm, örneğin namaz rekâtlarının sayısı, uydurma ve batıldır. Acaba İbn Teymiyye böyle bir şeyi kabul eder mi? Ayrıca hadisin benzer bir içerikle Müslim'in Sahih'inde de nakledildiğini eklememiz gerekir. Bu durumda, İbn Teymiyye'nin istidlaline göre, hadisin Sahih'te geçen varyantının da uydurma olması gerekir. Hâlbuki Ehlisünnet Müslim'in bütün hadislerini sahih kabul etmektedir.10

http://www.abna.ir/turkish/service/important/archive/2014/04/15/602625/story.html


Kaynak: Sirâcun-Münir Dergisi, Bahar, 1391, Sayı 5
Seyyid Ebulfazl İranî / Kum İlim Havzası – Kelam Müessesi
Çev: Ertuğrul Ertekin
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Ona Mücessime yakıştırmasını yapan kişi ise Zahit el-Kevseri (ö.1371) adında Cehmi’dir. Söz konusu yazıda da Kevseri’nin iddiaları dayanak olarak alınmıştır. Şu bilinmelidir ki Kevseri’nin Mücessime demesiyle Said ed-Darimi mücessime olmaz. Kevseri bazı sahabelere ve bir çok selef alimine de bu şekilde saldırmıştır. Sahabelerden Enes bin Malik ve Muaviye bin el-Hakem’i tahkir eder ve muhaddislerden Abdullah bin Ahmed bin Hanbel, İbn Huzeyme’, İbn Ebi Hatim er-Razi, İbn Ebi Şeybe ve daha birçok alime tan eder, onları tahkir eder ve yer yer küfürle itham eder. Ve yazdıkları eserleri “Putperestlerin kitabı” vb. kötü isimlendirmelerle isimlendirir.

...

Dikkat edilirse bu iddiaya ibn Teymiyyenin eserlerinden ibn Teymiyyenin lafızlarından tek bir nakil bile getirememişlerdir. Onlara göre ibn Teymiyyenin Allahın arşın üzerinde oluşunu kabul etmesi demek Allahın cisim oluşunuda kabul etmesini gerekli kılarmış. Çünkü istiva olacaksa bir cisim ve bir mekan gerekli olurmuş. Buda Allahın bir cisme ve bir mekana ihtiyacı olduğu izlenmi verirmiş. Bunun içinde istivayı isbat etmek Allah hakkında cisimdir demeyi de mecburi kılarmış. Onların bu sözleri ile Cehmiyyenin sözleri aynı. Cehmiyyede bu mantıkla hareket ederek istivayıda ,rüyetide inkar etmiştir..

...
http://darultavhid.com/tr/forum/index.php?topic=6353.0


Gerçekleri görelim:

Muhammed Zâhidü’l Kevserî

Beni, ne şeytânın boynuzunun doğduğu yerdeki şu âlim olmadığı halde âlimlik taslayan kişinin yerden bitmesi, ne Müseyleme ile olan bağı, ne peşinden gidilen (müctehid) imâmlardan -Allah celle celâlühû onlardan râzı olsun- birinin tâbi’lerinden olduğunu göstererek Ezher’liler arasında gizlenmesi, ne de perdesi yırtılıp işi ortaya çıktıktan sonra, İslâm’ın bağlandığı son yerin şerefini korumak için Ezher-i şerîften tard edilmesi ve kovulması ile alâkalı olan işi üzmemektedir. Çünki bunlar, üzerinde perde olmayan âşikâr işlerdir. Hatta bunları, bu memleketin ve sâir mıntıkaların ahâlisinin çoğu bilmektedir.

Beni ve gayreti çok olan her Müslümanı, sadece ve sadece, onun gibi birisinin, ‘Selef-i Sâlihîn’in mezhebine da’vet etmek’ manzarası ile Müslümanların umûmundan temiz kalbli kimselerin arasında gözükmesi ve onların arasında öldürücü zehirini Sünnet ismiyle yayıp da, memleketin ve İslâm’ın ismini kötüye çıkarması üzmektedir.

İşte bu yüzden, şu yanında olmayan ile iftihâr eden[1] birikmiş kum yığınını (Kasîmî’yi), Müslümanların arasında fesâd yaymaya bırakmayacak ve en sağlam bir iple, putperestlikte tamamlanan inancını gizlemek için, bahsimizin mevzû'unu, onunla alâkası olmayan boş serseriliklere genişletmesine müsaade etmeyeceğiz. Aksine, her ne zaman kurtulmaya teşebbüs ederse, onu kulağından tutacak, da’vet etmiş olduğu açık sapıklık mevzû'una çevirecek ve sadece da’veti etrâfında konuşmaya onu mecbûr bırakacağız.

Sen, ey Ümmeti alenen ve âşikâr olarak cemâatinin sadece bir ay önce bastığı, imâmın olan Dârimî’nin[2] kitâbındaki ve Ahmed İbnu Hanbel’in oğlu Abdullah’ın kitâbı olduğunu ikrâr ettiğiniz “Kitâbu’s-Sünne”deki(akîde)lere çağıran da’vetçi!.. Ben seni, tevbe edene, hakka dönene ve bu iki kitâbdaki putperestlik desîselerinden ve dinden çıkaran açık küfürden uzak olduğunu ortaya koyuncaya kadar, bu iki kitâbda bulunan câhillikler ve ahmak putperestliklerle Müslümanları kandırmaya bırakmayacağım.

Ben, geçmiş bir makâlemde, üzerlerine hiçbir ta’lik[3] yapmadan Dârimî’nin kitâbındaki küfür sözlerinden bir tomar zikretmiştim. Bugün ise onlardan teker teker bahsedeceğim. Tâ ki, sözün sırası zikri geçen Kitâbu’s-Sünne’dekilere gelsin. O zaman inşâellah cumhûrun ikna olmasına kadar konuşacağım.

Yardımcılarının mecmû'asında meydan okuduğun makâlende, Dârimî’nin bu kitâbında bulunanları mahza[4] Sünnet’ten saymaktasın.

Kitâbın başında da İbnu Teymiyye’nin bunu cidden beğendiği ve şiddetli bir şekilde tavsiye ettiği geçmektedir. İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye hakkında da aynı şeyleri söylemektesiniz.

O takdîrde, zikri geçen kitâbın mes'eleleri için söylenen söz, kendi i'tirâfınızla senin, sünnetinin yardımcılarının, Harran’lı Şeyh(İbnu Teymiyye) nin ve talebesi İbnu Zefîl(İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye’)nin hakkında bir söz olmaktadır. Bu, cevâbın mesâfesini kısaltmakta ve inancınızın îzâhı husûsunda kesin bir netîceye ulaşmayı kolaylaştırmaktadır.

[Bir] Dârimî’yi yakaladığım ilk kelimeler, kitâbının dördüncü sayfasında hasımlarını,

‘Vâhid’inin/Bir’inin mekânını -ki Allah sübhânehû ve teâlâ’yı kasdetmektedir- bilmemek’

ile ayıplamasıdır.

Bu, o kimse tarafından kitâbda defalarca tekrarlanmaktadır. Dolayısıyla onun i'tikâdı, bir mekânın Allah'ı içinde bulundurduğu, bir sathın, bir yerin onu taşıdığı şeklinde olmaktadır.

Bu da tecsîm[5] ile hükmetmektir. Kim de Allah sübhânehû ve teâlâ’yı bir mekânda yer tutmuş sayarsa, o bir putperesttir, Müslümanların cemâatinden çıkmıştır. Nitekim akâid imâmlarından birçoğu bunu açıkça ifâde etmişlerdir. Allah celle celâlühû iftirâcıların iftirâsından çok yücedir.

[İki] O sözlerden biri de yirminci sayfadaki şu sözüdür:

“… Hayy ve Kayyûm (olan Allah sübhânehû ve teâlâ) dilediğini yapar, dilediği zaman hareket eder, dilediği zaman iner ve yükselir; dilediği zaman da (ellerini) çeker ve uzatır, kalkar ve oturur. Çünki diriyle ölü arasındaki alâmet hareket etmektir. Her bir diri mutlaka hareket eder. Her ölü çâresiz hareketsizdir.”

Dârimî’nin sözünün ibâresi budur ve söz kitâbında tekrârlanmaktadır. O halde bu hüsrana uğrayan kimsenin ibâdet ettiği, ayağa kalkmakta, oturmakta ve hareket etmektedir. Belki de bu i'tikâdı, şu Siczî,[6] komşuları olan sığıra ibâdet eden kimselerden miras almıştır.

Kim ki, âlemlerin ilâhı hakkında böyle inanırsa, söz birliği ile kâfir olur. O hâlde yazıklar olsun, namazda böyle bir kimseye uyana, yâhud onunla nikâhlanana!.. Öyleyse, bu kitâba râzı olan ve onu şiddetle vasiyet eden, yâhud içindekilere da’vet etmek için onu basanın hâli ne olur? Sizin (insanları) da’vet ettiğiniz tevhîdiniz işte budur. Üstâz Mensûrî’nin, bu i'tikâdla gönlü hoş olsun, sevinsin. O Protestanların râzı olacağı bir tevhîd arıyordu. (İşte buldu; yumulsun!..)

[Üç] Onlardan biri de yirmi üçüncü sayfadaki şu sözüdür:

“Allah teâlâ’nın bir haddi vardır.. Mekânının da bir haddi vardır. O semâvâtının üstünde olduğu halde arşının üstündedir. İşte bu ikisi iki haddir. Herkes Allah'ı ve mekânını Cehmiyye’den daha iyi bilir…”

Bu söz, sâhibini, mücessime olmaktan uzak olduğunu söylemeye mecâl bırakmayacak bir sözdür. Allah celle celâlühû’ya cisim isnâd etmek, putperestlikten başka bir şey değildir.

Yazıklar olsun o kimseye ki, ibâdet ettiği varlığı işte bu şekilde arşın ve kulaçla ölçmeye kalkar.

Onlar, istivâ âyetine nasıl tutunmuş olabilirler?!.. Halbuki lugatta, istivânın bir çok ma'nâsı vardır ve Arşın da bir takım ma'nâları vardır. Ehl-i Hakk olan Ehl-i Sünnet’in icmâı ile Allah Teâlâ’ya nisbet edilecek olanda yerleşmek, yer tutmak, ayakta olup da oturmak, yatıp da oturmak ve binmek ma'nâları yoktur. Aksine âyetin hükmü, ‘tenzîhle[7] beraber tefvîd’[8] veya ‘mülk’, ‘mülkü kendine seçmek, tercîh etmek’, ‘emir ve nehiy vermeye başlamak’ gibi, lugatın ve karşılıklı konuşma dilinin gereğince -yerinde açıklanmış olan- bunların benzeri ma'nâlara yormaktır. Allah teâlâ için, ‘hareket’, ‘oturmak’ ve ‘sınırlar’ bulunduğunu söylemek, hakkında iki keçinin birbirini süsmeyeceği ve yine hakkında iki Müslümanın çekişmeyeceği hususlardandır.

[Dört] Onlardan biri de yirmi beşinci sayfadaki Âdem aleyhisselâm hakkındaki şu sözüdür:

“Adem aleyhisselâm’ı, (O’na) dokunarak eliyle yaratmıştır.”

Bu da kitâbda tekrâr eder. Sen onu, Allah Teâlâ’nın Âdem aleyhisselâm’ı yaratmasını, organ yardımıyla toprak kullanılmasına yorarken görürsün. Bu, (kişiyi) rezîl edecek bir dil bilmemek ve açık bir küfürdür. Allah teâlâ’nın Adem aleyhisselâm’ı iki eliyle yaratmasının ma'nâsı, husûsî bir inâyeti demektir. Arab dilinde, (يداك اوكتا)/‘iki elin (ahdi, anlaşmayı) sağlamlaştırdı ve bağladı’ (ifâdesi) vardır. Bunu Allah teâlâ’nın ‘Allah celle celâlühû’nun katında ‘Îsâ aleyhisselâm’ın meseli, Âdem aleyhisselâm’in meseli gibidir; onu topraktan yarattı; sonra da ona ol dedi, o da olur’[9] âyeti doğrulamaktadır.

[Beş] Onlardan biri de, yetmiş dördüncü sayfadaki şu sözüdür:

“Şübhesiz ki O, kürsünün üzerine oturur, O’ndan dört parmaktan fazla bir yer artmaz…”

Bak şu akılsız ahmağa!.. Nasıl da, Allah sübhânehû ve teâlâ için, Kürsî’nin üstünde oturmak olduğunu ve Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem’i oturtmak için bir yanında da bir yer bıraktığını söylüyor?!.. Nitekim bu, mübtezel Barbahârîlerin mezhebidir. “Kuûd”/oturmak, dilcilerin örfünde bacağı kıvırıp, kabaları yere koymak demektir. Şunların Allah teâlâ ve Resûlü sallellâhu aleyhi ve sellem hakkındaki îmânları işte böyle oluyor. Bu o sünnettir ki, ondan uzak olanlar onlara göre İslâm’ın düşmanı oluyor. Allah kahretsin onları, Allah'a karşı ne şaşırtıcı bir cesâret sâhibidirler!..

[Altı] Onlardan biri de, seksen beşinci sayfadaki şu sözleridir:

“Şâyet dilese elbette bir sineğin sırtına oturur ve kudretiyle ve Rablığının lütfuyla o sinek onu yüklenir ve taşırdı. Ya bu, büyük arşın üzerinde olursa, ne olur?!.”

Allah sübhânehû ve teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki, ma'bûdunun sineğin sırtına oturması olmuş bitmiş ve kabûl görmüş bir iş de bununla, Allah teâlâ’nın, sineğin sırtından daha geniş olan Arşın üzerinde karar kılmasına delîl ileri sürüyor! Allah celle celâlühû bundan çok büyük bir yücelik ile yücedir. Bu Siczî’den, Harrânlı’dan ve bu ikisinin yandaşlarından evvel, insanlardan, böylesi boş ve akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. (Allah celle celâlühû’nun) dileme(si)nin muhâle[10] tealluk etmeyeceğini kim bilmez?!.. Bu, “dilerse, elbette yer, içer, evlenir, kendi gibisini yaratır” ve başka imkânı olmayan şeylerin söylenmesi gibidir. Allah celle celâlühû bunların hepsinden yücedir. Allah sübhânehu ve teâla büyük üstâz allâme Hammâmî’yi mükâfatlandırsın. Ğavsü’l-‘İbâd isimli kitâbında, bu kelimeye, gizli yanlarını açığa çıkaran geniş bir îzâh düşmüştür ki, burası onu nakletmeye müsâid değildir. O yüzden işâretle yetindik. Onda, kalbler için şifâ vardır.

İnancını insanların kalemleriyle savunan ve insanların beyniyle düşünen bu boş davuldan öteden beri hep taaccüb ede gelmişimdir. Öyle ki, Allah Teâlâ’nın ‘hiç şübhe yoktur ki Allah herhangi bir şeyi, sineği ve (küçüklükte) onun üstündeki bir şeyi mesel vermekten hayâ etmez’[11] âyeti ile delîl getirerek, şu şen’î kelimeyi te’vîle kalkışmış ve miskîn darb-ı meselin ma'nâsının ne olduğunu bilmemiştir. Çünki onun belâğati, ona bir mevhîbedir; bu yüzden kitâblarla işi yoktur. Allah Teâlâ’nın ‘Allah için meseller de vermeyin’[12] âyetini hatırlamamıştır. Hattâ bu âyet, ‘Allah sübhânehû ve teâlâ için yarattıklarının hakkında mesellerden dilediğini verme hakkının olduğu’ manasınadır; ‘şânının, sineğin O’nu sırtında taşıyacağı bir hadde kadar küçültülmesinin mübâh kılınması’ ma'nâsında değil. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, şunların (O’nu) vasfettiklerinden çok büyüktür. Kahrolsun kendisi için sineğin taşıdığı bir ma’bûd tasavvur eden. Onun gibisi, muhâtab alınmaktan düşen birisi olur.

[Yedi] Onlardan birisi yüzüncü sayfadaki şu sözüdür:

“Dağın başı göklere dibinden daha yakındır. Minârenin başı Allah'a dibinden daha yakındır…”

Bu sözü, O’nun dağların başından, minârelerden ve gözetleme yerlerinden ma’bûdunu gözlediğini göstermektedir. Nitekim bu ecrâm-i ulviyyeye[13] ibâdet eden Harrân Sâbiîlerinin yaptığı bir iştir. Müslümânlara gelince.. Onlar, Allah sübhânehû ve teâlâ’nın mekândan münezzeh olduğuna, mekânların O’na nisbetinin bir/ayni olduğuna, O’na yakınlığın mesâfe ile olmadığına ve O’na uzaklığın da yine mesâfe ile olmadığına inanırlar. Allah teâlâ, ‘secde et ve yaklaş’[14] buyurmuştur. Resûl salavâtüllâhi aleyhi de ‘kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde ettiği ândır’ buyurmuştur. Bu hadîsi, Nesâî ve başkaları rivâyet etmiştir.

Halbuki bu hüsrâna uğrayan adam ve taraftarları, ‘aksine, dağ başına çık, gözetleme kulesinin üstüne yüksel ve ma’bûda yaklaş’ diyorlar. Bundan öte bir küfür mü olur?!.. Miskîn bir yerde de, metin ve sened bakımından muztarib olmasına rağmen ‘eynellâh’/‘Allah nerededir?’ hadîsinden söz ediyor. Bununla beraber, ‘eyne’/‘nerede?’ kelimesi bazen ‘mekân’, bazen de ‘mekânet’/‘rütbe’ için bir suâl olur. Buna göre hadîsin ma’nâsı ‘sence Allah'ın makam ve rütbesi nedir?’ demek olur. Nitekim bunun tafsîlâtını Ebû Bekr İbnü’l-Arabî’nin Ârıdatü’l-Ahvezî’sinde bulacaksın. Arablar arasında ‘fülânın mekânı semâdadır’ sözü bilinen bir sözdür. (Bununla), aslâ ne semâyı ve ne de orada yer tutmayı düşünmeden, o kişinin şânının yüceliğini kasd ederler. Benî Ca’d’ın Nâbiğa’sı radıyellâhu anhu’nun (aşağıdaki) sözü bu kabîldendir:

Semâya ulaştık, büyüklüğümüz, şerefimiz ve tâlihlerimiz… (göklere vardı)…
Şübhe yoktur ki biz, elbette, bunun üstünde bir mazhar istiyoruz..[15]

Ben, şu (zihinleri) iğfâl edilen kimselere, -dağ başında bulunanın Allah'a yakın olması hakkındaki- sözlerini medreselerdeki küçük talebelere işittirmemelerini tavsiye ediyorum. Yoksa onları ağızlarının dolusunca bu söze ve onu söyleyenlere güldüreceklerdir.[16] Çünki aralarında yeryüzünün yuvarlak olduğunu bilmeyen bulunmayacaktır. Bu kıt’adaki dağın tepesinde bulunan adamın başının tarafı, meselâ Amerika’daki dağın tepesinde duran adamın başının tarafına ters düşecektir. Yeryüzünün yuvarlak oluşu, -münâkaşa kabûl etmeyen bir fennî sâbit oluşu bir yana- İbnü Hazm’ın, el-Fısal’de de anlattığı gibi, Kitâb ve Sünnet ile sâbittir.

[Sekiz] Onlardan biri de “ellerimizdeki Kur’ân Allah sübhânehû’nun yaptığı şeylerdendir; o yüzden yaratılandır” diyene cevâb sadedinde söylemiş olduğu yüz yirmi birinci sayfadaki şu sözüdür:

‘Biz Allah'ın yaptığı ve var ettiği her şeyin yaratılan bir şey olduğunu kabûl etmiyoruz. İcmâ' ve ittifak etmişizdir ki, hareket, inmek, yürümek, koşmak, arşın üzerine ve semâya istivâ kadîmdir.’

Müellif (Dârimî), bütün bunların Allah sübhânehû ile beraber vâr olduğuna inanmaktadır. Arşın üstünde istivâ etmenin kaçınılmaz bir netîcesi olarak Arş da kadîm olmaktadır. Hareketin ve yürümenin kadîm olduğunu düşün(ebil)mek şu önderlerin akıllarının şânıdır!!.. Kim böylesi bir açık putperestlik inancına sâhib ise, onun, yeryüzünde bozgun çıkarmaya, müslümanlara imâmlık yapmaya ve onlarla nikâhlanmaya bırakılması doğru olmaz.

Kim bu kepâze înancın rezîlliklerini geniş bir şekilde bilmek isterse, İbnü’l-Cevzî’nin ‘Def’u Şübehi’t-Teşbîh’ini, Takıyy el-Hısnî’nin ‘Def’u’ş-Şübeh’ini, Takıyy es-Sübkî’nin, İbnü’l-Kayyim’in Nû-niyye’sine reddiye yazdığı ‘es-Seyfu’s-Sakîl fî’r-Reddi Alâ İbni’z-Zefîl’ kitabını, zikri geçen reddiyeye yazdığımız Tekmile’yi ve İmâm Beyhakî’nin ‘el-Esmâ ve’s-Sıfât’ını okusun. El-Esmâ ve’s-Sıfât yeniden bir daha basıldı. Kim bu kitâbı güzel mütâlaa ederse, ona şu mücessimenin husûsıyyetlerinden hiçbir gizli şey gizli kalmaz ve vazîfesini da’vetçilerine karşı yerine getirir.

İçinde Ezher-i şerîf’in bulunduğu bir beldede, Dârimî’nin kitâbını neşreden ve peşine takılan gibilerin açıkça “Allah’ın hareket ettiği, yürüdüğü, ayağa kalktığı ve bir kadîm yere oturduğu” inancına da’vet etmeye cesâret etmeleri ğarîb bir gayrettir. Âlemlerin ilâhı bu putperestliklerden yücedir. Bu kitâbın nâşiri, Müslümanların, namazlarında imâmlığını, hatîbliğini ve vaaz etmek vazîfesini üstlenmektedir. Bu aklı kıt adamın ve kandırdıklarının böyle bir vakitteki, en zararlı kitâblarından olan bir kitâbı basmak ve cumhûrun arasında neşretmek vaktindeki şamataları, ancak, sâdık azîmetlerin, gayretlerin sâhiblerini, şu kepâzelik, sözü geçen kitâbın neşri kepâzeliği üzerine yazılar yazmaktan çevirmek içindir. Yoksa onun gibi birisinin hezeyânına hiç aldırmaz, aksine onu dilediği saçmalamaları yapmaya terkederdim. Nice defa söylemişimdir: ‘Hakâret, âcizin gayreti, acâizin[17]hüccetidir.’ İbret alınacak nokta, -anlattığımız gibi- ilk putperestlik da’vetçilerinin Ümmet’e şirke girme iftirâsını atmış olmalarıdır.

Umulur ki Ezher-i şerîf, Dârimî’nin Kitâbı’na karşı, cumhûrun, inancını korumak hırsı gereği ve şu kitâbı yayanları hududlarında durdurmak için, üzerine düşen vazîfeyi yerine getirmekten geri kalmaz.

* Makâlatü’l-Kevserî (301)

Köşeli olsun olmasın parantezler arasındaki rakam ve sayılar ile koyulaştırmalar, anlaşılma kolaylığı için tarafımızdan konulmuştur. (Mütercim)

[1] Câhilliğine rağmen âlimlik taslayan.
[2] Buradaki Dârimî, meşhûr Sünen sâhibi Dârimî değildir.
[3] Ta'lik: Söz ilâve etmeden, haklarında konuşmadan.
[4] Mahza: Süzme ve katıksız
[5] Tecsîm: Allah celle celâlühû’ya cisim yakıştırmak.
[6] Siczî: Sicz isimli yere mensûb kimse (Buhârî gibi).
[7] Tenzîh: Yani Allah celle celâlühû’yu, O’na yakışmayacak şeylerden uzak görmek.
[8] Tefvîd: İşin hakîkatini Allah celle celâlühû’ya bırakmak.
[9] Sûre-i Âl-i ‘İmrân:59
[10] Muhâl: Olması imkânsız olan
[11] Bakara:26
[12] Nahl:74
[13] Yükseklerdeki gök cisimlerine
[14] Sûre-i Alak:19
[17] Acâiz: Kocakarılar

Not: Bu yazı Guraba Dergisi'nin 13. sayısından iktibas edilmiştir.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
:) o olta idi...
şii bir alimin İbn Teymiyye'yi tenkitleri üzerinedir...
ve şii olmasına rağmen ve İbn Teymiyye'nin şii düşmanı olduğunu bilmesine rağmen, ilmin hakkını vererek, ilim adamı namusu iel tenkit etmiştir...

işte o metnin içinde geçtiği cümle, öyle senin gibi cımbızlama değil, hadi oradan, hadi, hadi... :) balık...

Ne saçmalıyorsun oğlum sen?

Söylediklerinde hiç bir tutarlılık ve istikamet yok.

"Laf olsun torba dolsun..."
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
“Allah Kur'ân'da münafıklığın birçok alametini saymıştır. Ancak Ali'ye buğzetmeyi nifak nişaneleri arasında saymamıştır.”

İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c. 7, s. 149.



Merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş.

Prof. Dr. İbrahim Canan şöyle tercüme etmiş:

Zirr İbnu Hubeyş (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh)'ın şöyle söylediğini işitim. "Daneyi açan, canlıları yaratan Zât-ı Zülcelal'e yeminle söylüyorum: Ümmî peygamberim (aleyhissalâtu vesselâm), bana şu hususu garantiledi: "Beni mü'min olan sevecek, münafık olan da bana buğzedecektir." [Müslim, İman 131, (78); Tirmizî, Menâkıb, (3737); Nesâî, İman 20, (8, 117).]

a) "Seni mümin olandan başkası sevmez” hadisini inkârı
Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye hitaben “Seni mümin olandan başkası sevmez; sana münafık olandan başkası buğzetmez” buyurduğu nakledilir. Hz. Ali'ye muhabbet beslemenin iman ve nifakın ölçütü olduğuna dair rivayet edilen birçok hadis tevatürle Şiî ve Sünnî kaynaklarda nakledilmiştir.5 Burada önemli olan husus, sevgisi iman nişanesi olan kimsenin gönlünde Allah sevgisinin ve Peygamber sevgisinin kökleşmiş ve Allah'a imanın bütün benliğini kaplamış olmasının gerekliliğidır. Böyle bir kimse daima hak ve Kur'ân doğrultusunda hareket eder. Nitekim Hz. Peygamber Hz. Ali hakkında şöyle buyurur: “Ali Kur'ân iledir, Kur'ân da Ali ile. Bu ikisi Kevser Havuzu'nun başında buluşuncaya dek birbirlerinden ayrılmazlar.”6 Başka bir hadiste ise şöyle buyurur: “Ali'yi seven beni sever, beni seven ise Allah'ı sever.”7
İbn Teymiyye'nin Hz. Ali'ye buğzetmeyi nifak nişanesi gösteren hadisler karşısında inkâr ve tekzip yoluna başvurmaktan başka bir çaresi bulunmamaktadır. Çünkü hadisler, İbn Teymiyye'nin müdafaa ettiği İmam Ali düşmanlarının aslında nifak ehli olduklarını açığa çıkarmaktadır. Mesela İbn Teymiyye benzeri bir hadisi nakleden Cabir hakkında şunları yazar:
“Bu, Cabir gibi kimi sahabîlerin şuna benzer rivayetlerinin yalan olduğunu ortaya çıkarır. (Cabir der ki:) ‘Biz Peygamber devrinde münafıkları Ali b. Ebi Talib'e duydukları buğzu ölçü alarak tanırdık.' Bu en açık yalanlardan biridir. Bu iddianın butlanı kimseye gizli değildir.”8
İbn Teymiyye devamında hadisin uydurma olduğuna dair delilini beyan eder: “Allah Kur'ân'da münafıklığın birçok alametini saymıştır. Ancak Ali'ye buğzetmeyi nifak nişaneleri arasında saymamıştır.”9
İbn Teymiyye'nin bu istidlalinin cevabı çok açıktır: Kur'ân'da zikredilmemiş olması hadisin uydurma olduğuna delil ise o halde Hz. Peygamber'in sünnetiyle saptanan, ancak Kur'ân'da söz edilmeyen birçok hüküm, örneğin namaz rekâtlarının sayısı, uydurma ve batıldır. Acaba İbn Teymiyye böyle bir şeyi kabul eder mi? Ayrıca hadisin benzer bir içerikle Müslim'in Sahih'inde de nakledildiğini eklememiz gerekir. Bu durumda, İbn Teymiyye'nin istidlaline göre, hadisin Sahih'te geçen varyantının da uydurma olması gerekir. Hâlbuki Ehlisünnet Müslim'in bütün hadislerini sahih kabul etmektedir.10

http://www.abna.ir/turkish/service/i...625/story.html


Kaynak: Sirâcun-Münir Dergisi, Bahar, 1391, Sayı 5
Seyyid Ebulfazl İranî / Kum İlim Havzası – Kelam Müessesi
Çev: Ertuğrul Ertekin

 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Ona Mücessime yakıştırmasını yapan kişi ise Zahit el-Kevseri (ö.1371) adında Cehmi’dir. Söz konusu yazıda da Kevseri’nin iddiaları dayanak olarak alınmıştır. Şu bilinmelidir ki Kevseri’nin Mücessime demesiyle Said ed-Darimi mücessime olmaz. Kevseri bazı sahabelere ve bir çok selef alimine de bu şekilde saldırmıştır. Sahabelerden Enes bin Malik ve Muaviye bin el-Hakem’i tahkir eder ve muhaddislerden Abdullah bin Ahmed bin Hanbel, İbn Huzeyme’, İbn Ebi Hatim er-Razi, İbn Ebi Şeybe ve daha birçok alime tan eder, onları tahkir eder ve yer yer küfürle itham eder. Ve yazdıkları eserleri “Putperestlerin kitabı” vb. kötü isimlendirmelerle isimlendirir.

...

Dikkat edilirse bu iddiaya ibn Teymiyyenin eserlerinden ibn Teymiyyenin lafızlarından tek bir nakil bile getirememişlerdir. Onlara göre ibn Teymiyyenin Allahın arşın üzerinde oluşunu kabul etmesi demek Allahın cisim oluşunuda kabul etmesini gerekli kılarmış. Çünkü istiva olacaksa bir cisim ve bir mekan gerekli olurmuş. Buda Allahın bir cisme ve bir mekana ihtiyacı olduğu izlenmi verirmiş. Bunun içinde istivayı isbat etmek Allah hakkında cisimdir demeyi de mecburi kılarmış. Onların bu sözleri ile Cehmiyyenin sözleri aynı. Cehmiyyede bu mantıkla hareket ederek istivayıda ,rüyetide inkar etmiştir..

...
http://darultavhid.com/tr/forum/index.php?topic=6353.0


Gördün mü, sen patolojik bir yalancısın.

OSMAN b. SA’İD ED-DÂRİMÎ'NİN GÖRÜŞLERİ

Ebubekir Sifil

Mücessime / Müşebbihe bu konuda o denli ileri gitmiştir ki, sağlıklı işleyen bir aklın kabûl etmesi mümkün olmayan bir takım hususları Akaid ilkesi olarak benimsemişlerdir. Meselâ Osman b. Sa'îd ed-Dârimî şöyle der:

"...Çünkü el-Hayyû'l Kayyum (olan Allahü Tealâ) dilediğini yapar. Dilediği zaman hareket eder; dilediği zaman (yukarıdan aşağıya) iner ve (aşağıdan yukarıya) yükselir. (...) Dilediği zaman kalkar ve oturur. Çünkü diri ile ölü arasındaki farkın belirtisi, hareket etmektir. Her hayat sahibi, kaçınılmaz olarak hareket eder; her ölü de kaçınılmaz olarak hareketsizdir."

Oysa "hareket etmek" demek, bir evvelki durumda başka bir hâlde bulunmak, yani bir hâlden başka bir hale intikâl etmek demektir. Hareket etmeden önceki durumu değiştirip başka bir hale geçmek demek, sonradan olan (hâdis/muhdes) bir halin, hareket sahibine hulûlü demektir. Çünkü hareket eden varlık, hareket etmeden önce başka bir hâldedir. Hareketle birlikte bu halin değişmesi, önceden olmayan bir halin, o hareketle birlikte sonradan meydana gelmesi ve ona hulûlü demektir. Havadis'in (ezelî olmayan, sonradan olan şeylerin) Allahü Tealâ'ya (Celle Celâlûh) hulûlüne inanmak ise haşâ Allahü Tealâ'nın hâdis olduğunu iddia etmek demektir.

Hicrî 6. asrın müceddidi Fahreddin er-Râzî şöyle der:

"...Muhdes (ezelî olmayan, sonradan var edilen)'den hâli olmayan her şeyin muhdes olduğu konusunda Kelâmcılar arasında ittifak vardır. Dolayısıylâ havadisin (sonradan var olan şeylerin) kendisine hulûl etmesine elverişli olan her şeyin muhdes olduğunu kesin bir şekilde söylemek gerekir. Allahü Tealâ'nın havadisten münezzeh olduğu sabit olduğuna göre, Allahü Tealâ'ya havadisin hulûl etmediği de sabit olur. ...İkinci Hüccet: Allahü Tealâ'nın zatında sonradan var olan (olduğu iddia edilen) sıfat ya kemâl sıfatlarındandır veya kemâl sıfatlarından değildir. Eğer kemâl sıfatlarından ise, O Zat, o sıfatın kendisinde meydana gelmesinden önce kemâl sıfatından hâli bulunuyor demektir. Kemâl sıfatından hâli olmak ise bir noksanlıktır. Buradan, O Zat'ın nakıs olması gerektiği sonucu çıkar. Allahü Tealâ' ya noksanlık izafe etmek ise muhâldir. Eğer söz konusu sıfat, kemâl sıfatlarından değilse, zaten bu sıfatın Allahü Tealâ'ya izafe edilmesi muhâldir. Çünkü Allahü Tealâ'nın sıfatlarının, kemâl ve medh sıfatlarından olması gerektiği konusunda ittifak vardır..."

Yine ed-Dârimî şöyle der:

"Allahü Tealâ'nın, kendisinden başkasının bilmediği bir sınırı vardır. Hiç kimsenin, Allahü Tealâ'nın sınırı için kendi nefsinde bir son nokta düşünmesi caiz değildir. Ancak biz Allahü Tealâ'nın bir sınırı olduğuna inanır, bunun ilmini de Allahü Tealâ'ya havale ederiz. Mekânet de bir sınırdır. Allahü Tealâ, göklerinin üstünde, arşının üzerindedir. Bu ikisi, iki sınırdır."

"...Allahü Tealâ'nın bir sınırı olduğunu itiraf etmeyen kimse, Allahü Tealâ'nın ayetlerine karşı kâfir olmuş ve onları bilerek inkâr etmiştir."

Oysa İmam el-Mâturîdî (rahimehullah) şöyle demektedir:

"...Yahut bir son nokta ve sınır -ki bunlar sözkonusu olduğunda "daha tamam", "daha noksan", "daha çok", veya "daha eksik" gibi kavramlar gündeme gelir- O'nda yer bulursa, bu durum kemâl ve tamam sıfatını O'ndan iptâl eder. Bütün bu özellikler, alemin hudusünün (sonradan var olduğunun) işaretleri ve muhdes delilleridir. Eğer bu alemin muhdes olduğunu gösteren bu ve benzeri hususlar, bu alemin muhdisi (onu var eden) için de sözkonusu olursa, O'nun dışındaki varlıkların birtakım özellikleri O'nun hakkında da geçerli olur. Bu ise alemin fesadı demektir. (...) Eğer O'nun herhangi bir sıfatının benzeri sözkonusu olursa, ya O'ndan kıdem (ezelîlik) sıfatı, ya da diğer (muhdes) varlıklardan muhdes olma sıfatı sakıt olur."

Yine ed-Dârimî şöyle der:

"Allahü Tealâ dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek O'nun kudreti ve rububiyetinin lütfu ile O'nu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allahü Tealâ arşın üzerine nasıl yerleşmez?"

"O (Allahü Teala), diğer herhangi bir mekânda değil, göklerin üzerindeki arşın üstündedir; ilmi ise her yeri ve her mekânda bulunan her varlığı kuşatmıştır. O'nu bu şekilde tanımayan kimse, Allahü Tealâ'ya iman etmemiştir; kime ibadet ettiğini ve kimi birlediğini (tevhid) bilmez"

"Dağın başı, aşağısına göre Allahü Tealâ'ya daha yakın değildir diye sana kim haber verdi? Çünkü Allahü Tealâ'nın, göklerin üzerinde arşının üstünde olduğuna iman eden kimse, dağın başının da, aşağısına göre Allah'a daha yakın olduğuna yakîn derecesinde iman eder."

"Allahü Tealâ'nın fiillerinin mutlak olarak mahlûk olduğunu kabûl etmeyiz. Bizler icma ve ittifak etmişizdir ki, hareket etme, aşağıya inme, yürüme, hervele (hızlı yürüme), arşa istiva ve göğü istiva fiilleri kadim (öncesiz)'dir."

Oysa burada dile getirilen hususları kabûl etmemiz için, arşın ve göğün de Allahü Tealâ Celle Celâlûh gibi kadîm ve öncesiz olduğunu söylememiz gerekir. Diğer mahlûkat gibi, mekânı, zamanı, arşı ve göğü yaratan da Allahü Teala Celle Celâlûh olduğuna göre, burada tıpkı aşağıda İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'den (rahimehullah) naklen yer vereceğimiz gibi şu soru kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir:

Allahü Tealâ Celle Celâlûh bunları yaratmadan önce nerede idi?

Şu da var ki; Allahü Tealâ Celle Celâlûh'dan başka kadîm varlıklar bulunduğunu kabûl etmek, Allahü Tealâ'nın Celle Celâlûh Kıdem ve Hâlık sıfatlarına halel getirir. Çünkü o zaman gök ve arş gibi varlıklar, bir yaratıcıya muhtaç olmaksızın, tıpkı Allahü Tealâ Celle Celâlûh gibi varlığı zorunlu, yani vacibû'l vücud varlıklar olacaklardır. Bu ise, varlıklarında bir yaratıcıya muhtaç değildirler demektir.

Öte yandan bütün bu söylediklerine ve bunlara benzer daha başka batıl iddialarına güya ayet ve hadislerden delil getiren ed-Dârimî'nin Hadis İlmi'ne ne derece vakıf olduğu (!) şuradan bellidir ki, kendisi Hazreti Peygamber Sâllâllahû Aleyhi ve Sellem ve Sahabe'den (Allahü Teala Celle Celâlûh hepsinden razı olsun) rivayet edilen hadislerin tekrarlar dışında toplam sayısının 12.000 (oniki bin)'i bulmadığını söylemektedir. Oysa, diğer Hadis musannefatı bir yana, sadece Ahmed b. Hanbel'in (rahimehullah) el-Müsned'inde 40.000 (kırk bin) civarlarında hadisi şerif vardır.

İbn Teymiyye ve İbnû'l Kayyım, içinde, Allahü Tealâ Celle Celâlûh hakkında inanılması caiz olmayan bir sürü tezvirat bulunan bu kitabı şiddet ve hararetle tavsiye ederken bu kitapta yer alan hususlara birer Akaid ilkesi olarak inandıklarını açık bir şekilde ortaya koymuşlardır. Nitekim İbn Teymiyye, "Şerhû'l Akîdeti'l Esfehâniyye" isimli eserinde, mezkûr ed-Dârimî'nin bu eserinden, kendi görüşlerini desteklemek amacıyla pek çok nakillerde bulunmuştur ki, biz bunların bir kısmını yukarıda zikrettik.

Oysa İmam Ebû Ca'fer et-Tahâvî, Hanefî Mezhebi'nin üç imamının akidevî görüşlerini topladığı "İ'tikâdu Ehli's Sünne ve'l Cemâ'a alâ Mezhebi Fukahâi'l Mille Ebî Hanîfe ve Ebî Yusuf ve Muhammed b. el-Hasan" adlı ("elAkîdetu'tTahâviyye" diye bilinen) eserinde şöyle der:

"Allahü Tealâ'yı, beşere ait manâlarından birisiyle vasfeden kimse kâfir olur. Allahü Tealâ'nın hiçbir sıfata sahip olmadığını söyleyen ile, O'nun sıfat ve fiillerini yaratıkların sıfat ve fiillerine benzeten kimsenin ayağı kaymıştır."

Dr. Ebubekir Sifil, "Allahü teâlâ mahlukatına benzer mi?" başlıklı makale, Beyan Dergisi.

Not: Burada bahis konusu olan, Osman bin Said el-Dârimî el-Secezî (vefatı h. 280) isimli şahıstır. Meşhur hadis alimi Abdullah bin Abdurrahmân hâfız Ebû Muhammed el-Dârimî (vefatı h.255) ile karıştırılmamalıdır.
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Allah dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek Onun kudreti ve rububiyetinin lutfü ile Onu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allah Arş’ın üzerine nasıl yerleşmez? (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568)
Bu konuda, Zahid-ül-Kevseri diyor ki:
İbni Teymiyye’nin Allahü teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki mabudunun sineğin sırtına oturması, gerçek bir işmiş gibi, bunu, Allahü teâlânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arş’ın üzerinde karar kılmasına delil olarak ileri sürüyor! Allahü teâlâ, bundan münezzehtir. İbni Teymiyye ve yandaşlarından önce, insanlardan, böylesi akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir. Sineğin taşıdığı bir mabud tasavvur eden biri, muhatap bile alınmaz. (Makalat-ül-Kevseri, 301)

Bu nakil de doğrudur.

ibn_taimiyah_mosquito.png
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Lan, saf bu kadar copy-paste yapacağına kafa çalıştır, ve ağa babalarına sor, İbn Teymiyye, şöyle şöyle söylediği halde, neden böyle böyle demektedir diye...
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
“… O’nun sıfatlarını, yarattıklarının sıfatına benzetmezler ve keyfiyetlendirmezler. Çünkü şanı yüce Allah’ın adaşı yoktur, dengi yoktur, eşi benzeri yoktur. Şanı yüce Allah, yarattıkları ile kıyas edilemez!

Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye, el-Akidetü’l Vasıtiyye

https://durangungor.wordpress.com/2012/10/01/ibni-teymiyyeye-atilan-tesbih-iftirasinin-hakikati/
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Dünyanın her yerinde, Afganistan'da, Çeçenya'da, Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de, afrika'da her yerde, haklı mücadeleyi baltalayanlar hep Vehhabi/Haşviyye örgütler... Hep Müslümanın aleyhine çalışanlar. Yani Teymiyye'nin talebeliği iddiasında olan örgütler. Bunların "biz selefi izliyoruz" dediklerine de aldanmayınız. Selefin de başına bela olanların varisleri bunlar. Her yerde oluk oluk Müslüman kanı döken bunlar. Nasıl peki? İnançlarına göre kendilerinden başkası hep mürted, hep müşrik, hep kafir oldu... Kendinden olmayanların kanları, ırzları, malları bunlara helal!

İsrail'in kuduz gibi Filistinleri kırdığı vakit Ebubekir Sifil hoca, birileri vasıtasıyla IŞİDçilerle irtibat kurmuş ve şunu sormuş:

"Siz hep Müslümanları kırmakla meşgulsünüz! Neden, şu zor zamanında Filistin'in yanında değilsiniz, neden İsraile saldırmıyorsunuz?"

Verdikleri cevap:

"İsrail, Ehli Kitabdır. Filistinliler ise mürted yani İslam'dan dönmüşler! Bizim önceliğimiz mürtedler... Eğer, İsraile gideceksek EHLİ KİTABIN (İsrail'in) YANINDA FİLİSTİNLİLERE KARŞI mücadele ederiz!

Osmanlı zamanında yüz binlerce Müslümanın kanına giren Vehhabiliği, tarihin çöplüğünden çıkarıp yeniden köpürten İngilizlerdir. Onları kullananlar da siyonist yahudilerdir. Işid, boko haram gibi örgütlerin arkasında da bunlar var. Başından sonuna aynı İslam düşmanlığının ürünleri bunlar.

Teymiyye savunucusu ahi evran kimin talebesi:

Işid'e bakıp dinsiz olmak caizdir diyen İhsan Eliaçık'ın... Eliaçık da İmam Azam efendimizden ilham alarak böyle fetva veresiymiş. Ahi öyle diyo... :)
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Dünyanın her yerinde, Afganistan'da, Çeçenya'da, Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de, afrika'da her yerde, haklı mücadeleyi baltalayanlar hep Vehhabi/Haşviyye örgütler... Hep Müslümanın aleyhine çalışanlar. Yani Teymiyye'nin talebeliği iddiasında olan örgütler. Bunların "biz selefi izliyoruz" dediklerine de aldanmayınız. Selefin de başına bela olanların talebeleri bunlar. Her yerde oluk oluk Müslüman kanı döken bunlar. Nasıl peki? İnançlarına göre kendilerinden başkası hep mürted, hep müşrik, hep kafir oldu... Kendinden olmayanların kanları, ırzları, malları bunlara helal!

İsrail'in kuduz gibi Filistinleri kırdığı vakit Ebubekir Sifil hoca, birileri vasıtasıyla IŞİDçilerle irtibat kurmuş ve şunu sormuş:

"Siz hep Müslümanları kırmakla meşgulsünüz! Neden, şu zor zamanında Filistin'in yanında değilsiniz, neden İsraile saldırmıyorsunuz?"

Verdikleri cevap:

"İsrail, Ehli Kitabdır. Filistinliler ise mürted yani İslam'dan dönmüşler! Bizim önceliğimiz mürtedler... Eğer, İsraile gideceksek EHLİ KİTABIN (İsrail'in) YANINDA FİLİSTİNLİLERE KARŞI mücadele ederiz!

Osmanlı zamanında yüz binlerce Müslümanın kanına giren Vehhabiliği, tarihin çöplüğünden çıkarıp yeniden köpürten İngilizlerdir. Onları kullananlar da siyonist yahudilerdir. Işid, boko haram gibi örgütlerin arkasında da bunlar var. Başından sonuna aynı İslam düşmanlığının ürünleri bunlar.

Teymiyye savunucusu ahi evran kimin talebesi:

Işid'e bakıp dinsiz olmak caizdir diyen İhsan Eliaçık'ın... Eliaçık da İmam Azam efendimizden ilham alarak böyle fetva veresiymiş. Ahi öyle diyo... :)

Dinsizin hakkından imansız gelirmiş:

 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Dünyanın her yerinde, Afganistan'da, Çeçenya'da, Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de, afrika'da her yerde, haklı mücadeleyi baltalayanlar hep Vehhabi/Haşviyye örgütler...

Bu da yalan, Afganistan'da Rus-Amerikan savaşı vardı...
ABD, Suud vasıtası ile selefileri/vehhabileri Afganistan cihadına teşvik etti, orada Suud tarzı bir oluşuma yatırım yapmak istiyorlardı, olmadı, Rusları yenen Afgan kabileler birbirlerini kesmeye başladılar, vehhabiler kendilerini zor kurtardı...
 

Murat Yazıcı

Ordinaryus
Katılım
10 Nis 2007
Mesajlar
2,230
Tepkime puanı
40
Puanları
0
Bu nakil de doğrudur. Yukarıda bağlantılarını vermiştim.

İmam-ı a'zam Ebu Hanife rahimehullah diyor ki:

"Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur." (Fıkhu'l Ebsat)


Bu konuyla ilgili ilave bir nakil yapalım. Uludağ Üniversitesi'nden Dr. Veysel Kaya şöyle diyor:


Yalnız, bu satırların yazarına göre İbn Teymiyye ve öğrencisinin [İbn Kayyım'ın] Cehennem azabının sonlu olduğu yönündeki kanaatleri son derece açık iken, … selefi çizgideki bazı yazarların, İbn Teymiyye’nin böyle bir şeye kail “olamayacağı”, onun bu izahlarının kendi görüşü olmayıp başkalarından aktarma olduğunu kanıtlamak için harcadıkları çaba hayret vericidir. İbn Kayyım el-Cevziyye’nin aktardığına göre, kendisi hocası İbn Teymiyye’ye cehennemin sonsuzluğu konusunu sormuş, İbn Teymiyye de problemin büyük ve oldukça müşkül olduğunu ima etmiş; daha sonraları da öğrencisinin bu isteğine istinaden söz konusu risalesini [İbn Teymiyye, er-Redd ‘alâ men kâle bifenâi’l-cenne ve’n-nâr ve beyânü’l-akvâl fî zâlik (nşr. Muhammed b. Abdillah es-Semherî), Riyad: Daru Belensiyeti’r-Riyad 1995.] kaleme almıştır. İbn Kayyım, Şifâ’ü’l-‘alîl fî mesâ’ili’kadâ’ ve’l-kader ve’l-hikme ve’t-ta‘lîl, Beyrut ts., s. 435. İbn Kayyım, Şifâ’ü’l-‘alîl’inde de Hâdî’l-ervâh’taki görüşlerini benzer bir tarzda aktarmaktadır: Şifâ’ü’l-‘alîl, s. 416-436. Her iki eser arasında bu konu bağlamında önemli sayılacak bir fark mevcut değildir. (Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 1, 2009. s.532)
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Vehhabiler bir şeyler yapmıştır, doğrudur, bunu İngiliz-Osmanlı çekişmesi olarak görmek ne kadar doğru ise, Arap-Türk çekişmesi olarak da görmek gerekir, tıpkı beni ümmeyye-beni haşim çekişmesi gibi ki bu çekişmenin nelere malolduğu da ortada, sorun daha köklerde...Vehhabiler, İbn Teymiyye'nin peşinden gitmezler, İbn Teymiyye Hanbelidir, Vehhabiler ehl-i hadistir, İbn Teymiyye'ye bakmazlar, hadislere bakarlar, yine enteresandır bugün Suud yargı ehl-i hadis değil Hanbelidir!...

Tarikatlarla bir alakam yoktur, bir tarikatım yok! Tarikatlardan hazzetmem, özellikle mürdilerini tavaf ettiren kimselerden hazzetmem! Müridlerine şahsiyet kazandırma gayretinde olan bir kaç mürşid vardır, ancak dediğim gibi tarikatlarla işim olmaz!

Halvetileri severim...

Şeyh-i Ekber, mürşidsiz de seyr-u süluk olabileceğinden bahseder, bu bana yeter, anlayana!...

"Şeyh-i Ekber, mürşidsiz de seyr-u süluk olabileceğinden bahseder, bu bana yeter, anlayana!"demişsin.

Kaynak?Hangi eserinde bahsetmiş?
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Dünyanın her yerinde, Afganistan'da, Çeçenya'da, Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de, afrika'da her yerde, haklı mücadeleyi baltalayanlar hep Vehhabi/Haşviyye örgütler... Hep Müslümanın aleyhine çalışanlar. Yani Teymiyye'nin talebeliği iddiasında olan örgütler. Bunların "biz selefi izliyoruz" dediklerine de aldanmayınız. Selefin de başına bela olanların varisleri bunlar. Her yerde oluk oluk Müslüman kanı döken bunlar. Nasıl peki? İnançlarına göre kendilerinden başkası hep mürted, hep müşrik, hep kafir oldu... Kendinden olmayanların kanları, ırzları, malları bunlara helal!

İsrail'in kuduz gibi Filistinleri kırdığı vakit Ebubekir Sifil hoca, birileri vasıtasıyla IŞİDçilerle irtibat kurmuş ve şunu sormuş:

"Siz hep Müslümanları kırmakla meşgulsünüz! Neden, şu zor zamanında Filistin'in yanında değilsiniz, neden İsraile saldırmıyorsunuz?"

Verdikleri cevap:

"İsrail, Ehli Kitabdır. Filistinliler ise mürted yani İslam'dan dönmüşler! Bizim önceliğimiz mürtedler... Eğer, İsraile gideceksek EHLİ KİTABIN (İsrail'in) YANINDA FİLİSTİNLİLERE KARŞI mücadele ederiz!

Osmanlı zamanında yüz binlerce Müslümanın kanına giren Vehhabiliği, tarihin çöplüğünden çıkarıp yeniden köpürten İngilizlerdir. Onları kullananlar da siyonist yahudilerdir. Işid, boko haram gibi örgütlerin arkasında da bunlar var. Başından sonuna aynı İslam düşmanlığının ürünleri bunlar.

Teymiyye savunucusu ahi evran kimin talebesi:

Işid'e bakıp dinsiz olmak caizdir diyen İhsan Eliaçık'ın... Eliaçık da İmam Azam efendimizden ilham alarak böyle fetva veresiymiş. Ahi öyle diyo... :)

İsrail: IŞİD bizim için tehdit değil

İsrail Savunma Bakanlığı Siyasi ve Güvenlik Komitesi Başkanı Amos Gilad, IŞİD'in kendileri için bir tehdit unsuru olmadığını belirtti.

(Çünkü ortaksınız. Doğrusu Işid -daeş- size çalışıyor. Daha başka ispat arayan var mı hala?)
 
Üst