Tasavvufun İslam'daki yeri (delilleriyle münazara)

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Peygambersiz, Kur an a inanacaksın öylemi.... Işıd daha delikanlı.. hiç olmaz ise niyetini gizlemiyor..

Sen Işid den betersin ama bunu gizliyorsun.
Peygambersiz kuran senin kendi kuruntun.
Önce sen Kurana bir iman et peygamberli mi peygambersiz mi sonra düşünürsün, iman etmediğin kitap neden seni neden bu kadar alakadar etsin ki.
Sen Ruhul Furkan filan oku, Allahın kitabı seni kesmez.



Tapatalklandı.
 

abdullah birisi

Kıdemli Üye
Katılım
12 Mar 2013
Mesajlar
10,357
Tepkime puanı
517
Puanları
0
Konum
istanbul
Sen Işid den betersin ama bunu gizliyorsun.
Peygambersiz kuran senin kendi kuruntun.
Önce sen Kurana bir iman et peygamberli mi peygambersiz mi sonra düşünürsün, iman etmediğin kitap neden seni neden bu kadar alakadar etsin ki.
Sen Ruhul Furkan filan oku, Allahın kitabı seni kesmez.



Tapatalklandı.

Allah Rasulu aleyhisselamı, yalanlayıp, bunları söylemek için nasıl biri olmak gerekir, bir kendine sor bakalım..... doktora gitmek için kişinin hasta olduğunu kabul etmesi gerekir... Allah Rasulu aleyhisselamın sözlerini inkar et, sonra ben iman ettim de....he ya bizde yedik..
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Allah Rasulu aleyhisselamı, yalanlayıp, bunları söylemek için nasıl biri olmak gerekir, bir kendine sor bakalım..... doktora gitmek için kişinin hasta olduğunu kabul etmesi gerekir... Allah Rasulu aleyhisselamın sözlerini inkar et, sonra ben iman ettim de....he ya bizde yedik..

:) Allah resulunu yalanlamak.
Ona attığınız iftira ve deli saçması masalları ona isnad etmiyoruz diyelim, sen ona yakıştırabşliyorsan o da senin tıyniyyetini gösterir.
Senin Onun sözleri dediğin nakillere ilişkin Allah'tan zerre miskal delilin yokken,
Allah'tan olduğundan zerre miskal şüphe bulunmayan Kur'andaki apaçık hükümlere itiraz edip inkar ediyorsun, birde eksik geldi bize diye yalanda düzmüşsünüz, ohh... kaymaklı cehennem katranı.

Vebal olarak bu sana yeter kardeş, benim sorgulanacağımdan emin olduğum lkitaptan en ufak şüphem yok, tüm hükümlerine tabiyim, aynı kitaptan sen de sorgulanacaksın, ama sen Allah'ın buyur önünde iman et dediği lafzına değil, hayır yarabbi bu surede bi ayet daha varmış ben görmedim hocalarım öyle diyi ben ona iman edicem diyosun.

Allah kimseyi zorla cehenneme çağırmaz kardeş, sana o kafayı niye verdim, hiç düşündün mü diye soracağı zaman yakındır.



Tapatalklandı.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
Kurancılık yaramamış size.
sizin anladığınız ve insanlara sunduğunuz "Kurancılık" kimseye yaramamışki bize yarasın..Yarasaydı Haricilere yarardı..

Tamam siz çok biliyorsunuz öyle kabul edelim, delilleri ile konuşalım.

Kaynak konusunda zerre ihtilaf yoktur, bunu da nerden çıkardınız.
Eğer üzerinde milim şüphe olsa Osmanlı hayranı tarihçiler bas bas bağırır o minnacık ihtimali bile değerlendirirlerdi.
Ahmet Akgündüz, Yavuz Bahadıroğlu, Kadir Mısırlıoğlu, ilber Ortaylı gibi zatlar olayın vuku'unu ispata değil,
gerekliliğini ve haklılığını ispata yönelmişlerdir hep bu vukuatların.
Sana en güveneceğin kaynağı vereyim.
Ahmet Akgündüz'ü biliyorsundur.
Viyana üniversitesi rektörü ve bilinmeyen Osmanlı kitabı ile bir dönem bayağı hit oldu.
Türkiye'de Osmanlı üzerinde konuşabilecek en sağlam kaynaklara sahip tarih profesörü ve işin ilginci
tam anlamıyla bir sünnidir.


http://www.oncevatan.com.tr/prof-dr-ahmet-akgunduz-acikliyor-makale,30816.html


Konu ile ilgili kaynakları vererek yaptığı röportaj burada buyrun, şehzade bayezidin çocuklarına kadar anlatmış.
Ayrıca 300-400 yıllık artık her dönen dolabın yazılı olarak kaydedildiği, matbaanın icad edildiği bir dönemle Emevi ve bedevi kültüründen çıkmış bir toplumun kulaktan kulağa bir sayfalık söz dizimini (Hadis isnadı) aktarmasını aynı kefeye koyuyorsunuz ya, sizi tebrik etmek lazım asıl bayağı bilgiliymişsiniz.
Kardeş kimse olmayan bir şeyi var gibi göstererek haksız bir paye elde etme peşinde değil, hepimiz gerçek ne ise hak ne ise ona tabi olma derdi deyiz.
Yoksa banane Osmanl Ailesinin taht için birbirini boğazlamasından, beni zerre ilgilendirmiyor.
Beni ilgilendiren tarafı kusursuz bir din devleti böylr olur bak safsatası gelip, gelip gözümüze sokanlara saçmaladığını delilleri ile göstermek.

Tapatalklandı.

gönderdiğin linki okudum..fakat beşikteki veya küçük yaştaki çocukların katledilmesine dair bir doyurucu bir cevap göremedim..
Benim merak ettiğim,başta şeyhülislam demiştin ya,hangi şeyhülislam direk "beşikteki veya reşit olmayan küçük çocukları katledebilirsiniz" diye fetva vermiş..benim merak ettiğim o ?
Zira fetvalar yazılıdır ve kayıtlıdır..Ebussuudun fetvaları gibi..
gönderdiğin yazıda da vurgulandığı gibi şeyhülislamlara nasıl soru sorulursa o şekilde fetva verirdi..
"isyan eden birisi hakkında ne dersin" dense ona göre fetva olur ?
yani yanıltılmaya da müsait..
yargıda icra makamı daha çok Kazaskerler ve ona bağlı kadılardı Osmanlıda..



Güzel kardeşim bunlar jalkın gündemine geldiğinde böyle senaryo gibi gözüküyor.
Sen 4 Halifenin seçimleri ve ölümleri, Muaviye ile birlikte Emevi dönemine girişi ve yezid dönemini hikayelendir.
Millet bunu nerenizden uydurdunuz der, o kadar ütopik gelir.
Çünkü halka sadece kutsamayı öğretmişler gerçekleri öğrenmek istediğinde görürsün bunları.
Görmeyenler içinse herşey güllük gülistanlıktır, tertemiz hiç sıkıntısız önüne soyulmuş elma gibi hazır ilmihal dini gelmiş sanır.
Neyse...


Tapatalklandı.
fakat sondaki cümleni "Yalnız Kurancı"lara da ithaf etmek istiyorum..
öyle bir sunmaya çalışıyorlarki, sanırsın Kuran hiç o dönemlerden geçip gelmedi,direk hop kucaklarında hazır buldular..
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,961
Tepkime puanı
2,075
Puanları
113
Konum
Mars
Kuran 'ın ne olduğunu kavrayamamış insanlara Kuran 'ı anlatmak ne kadar zor değil mi?

Kuran 'ı anlamak için illaki yanına bir alimin kitabını yada alimlerin görüşlerini iliştirmek ne kadar doğru ve bunu sorgulamaya bile cesareti olmayan biri kalkıp burada alim kesilmesi olacak iş değil :)
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
sizin anladığınız ve insanlara sunduğunuz "Kurancılık" kimseye yaramamışki bize yarasın..Yarasaydı Haricilere yarardı..



gönderdiğin linki okudum..fakat beşikteki veya küçük yaştaki çocukların katledilmesine dair bir doyurucu bir cevap göremedim..
Benim merak ettiğim,başta şeyhülislam demiştin ya,hangi şeyhülislam direk "beşikteki veya reşit olmayan küçük çocukları katledebilirsiniz" diye fetva vermiş..benim merak ettiğim o ?
Zira fetvalar yazılıdır ve kayıtlıdır..Ebussuudun fetvaları gibi..
gönderdiğin yazıda da vurgulandığı gibi şeyhülislamlara nasıl soru sorulursa o şekilde fetva verirdi..
"isyan eden birisi hakkında ne dersin" dense ona göre fetva olur ?
yani yanıltılmaya da müsait..
yargıda icra makamı daha çok Kazaskerler ve ona bağlı kadılardı Osmanlıda..




fakat sondaki cümleni "Yalnız Kurancı"lara da ithaf etmek istiyorum..
öyle bir sunmaya çalışıyorlarki, sanırsın Kuran hiç o dönemlerden geçip gelmedi,direk hop kucaklarında hazır buldular..

Haklısın kucağımızda bulmadık çok zulüm dolu günlerden geçerek geldi bugünlere.

Hadisi eleştirmenin insanı kafir yaparak katledilmesine cevaz veren canilerin arasından bugünlere gelindi.

Elhamdülillah insanların artık pek çoğu Allah'ın istediği gibi aklını kullanmaya başladı da Resulün dönemindeki gibi laik bir yönetimdeyiz.Böylece can güvenliğimiz en azından yasalarla korunuyor.Allah hadisçi ve tasavvufçuların taassuplarından müslümanları korusun.
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
Haklısın kucağımızda bulmadık çok zulüm dolu günlerden geçerek geldi bugünlere.

Hadisi eleştirmenin insanı kafir yaparak katledilmesine cevaz veren canilerin arasından bugünlere gelindi.

Elhamdülillah insanların artık pek çoğu Allah'ın istediği gibi aklını kullanmaya başladı da Resulün dönemindeki gibi laik bir yönetimdeyiz.Böylece can güvenliğimiz en azından yasalarla korunuyor.Allah hadisçi ve tasavvufçuların taassuplarından müslümanları korusun.
Can güvenliği için Yalnız Kurancılıkta Haricilikteki tarihe bakmalısın..tarihte nasıl katliam yaptıklarını da görürsün..
O hiç güvenmediğiniz selef hadis ulemasının ve binlerce ravisinin içinden geçerek Kuran size geldi..
Madem güvenmiyecekseniz ,hepsi yalan dolan zulüm uydurukçuluk ise Kuranı nasıl "şüphesiz saf,katıksız" kabul edebilesiniz ?
mümkün değil..

Gerçi baktığın zaman zaten ümmet Yalnız Kurancılara prim vermemiş..arada bir Haricilerden başlayarak ara ara ses çıkarmaya çalışmış ama hep sönmüş..

ayrıca hala geçenki sorularıma yanıt alamadım beklemedeler..

sorularıma geçiştirici cevaplar verdiğin için mugalatayı sen yapıyorsun dostum..ki cevapların bile kendi kendini çürütüyor.


e buna kafanı kuma sokmak değil de ne denir.
o zaman sizin mezheplere de tarikatlara da söz söyleme hakkınız yok..hem YAlnız kurancıların örnek verdiğim birüsürü uç fikirlerine "yok canım onlar farklı değil" diyorsun..
sonra da edipe katılmıyorum diyorsun..madem farklılık yok niye katılmıyorsun ?

yaşar nuriye katılıyorsan,reenkarnasyona inanıyorsun demektir..inanmıyorum dersen farklılık yok demenin bir anlamı yok..resul gelir diyen yalnız kurancılar var..resul gelmez diyor musun ? bunlar mugalatadır işte..



herkes kendine göre birşey söyleyebilirse, mezheplerin haramlarına helallerine niye laf ediyorsun..bak işte bir mugalatanı daha yakaladık..
yani arapça bile bilmeyen bir Yalnız Kurancı istediği herşeyi istediği gibi hüküm çıkaracak ama 4 mezhep olunca "eyvahh farklılık var yandık bittik" diyeceksiniz..sence de çok komik değil mi ?



ama biraz önce Kurandan herkes istediği gibi anlar tarzında konuştun..mezheplere tasavvuflara gelince "aaa bak onlar yapamaz,sadece biz anlarız" demen acaba cerbeze değil de nedir ?
herkes istediği gibi haram helal çıkarabilecek,bu sizin tabirinizle mezhep olunca şirk koşmak olacak, ama kendine Yalnız Kurancı dediği zaman "o farklılık değil ki yorum yoruuumm" diyeceksiniz..önce bir kendinizle çelişmeyi bırakın artık bence..




e siz de mezhepleri mezhep olarak görmeyin, yalnız Kurancılar nasılki istedikleri gibi kafalarına göre ayetlere yorum veriyorlar ve sen de "farklılık yok" diyebiliyorsan ve makul buluyorsan, mezheplere de öyle bakın..
onların ki yanlış anlamış dersen, dediğim gibi "e sanane Kuran herkese açıksa onlar da öyle anlamış" deriz..itiraz hakkınız yok ,sizin kendi tezininz kimseye itiraz etmenize müsade vermiyor..o hakkınıızı tıkıyor..
Yalnız Kurancı belgeselerdeki aslana bakıp sırtlan haramdır diye hüküm çıkaracak ve bunu makul kabul edersen sizin de Rabbiniz aslanlar olmuş derler ..


iyi de hala aynı kısır döngü içinde dolaşıyorsun..
"Yalnız Kurancı"yım diyen kişi istediği kadar tabiri caizse sallayıp atıp tutacak,belgeselerden hüküm çıkaracak, falcılardan reenkarnasyona delil bulacak,mikroplar cindir,melektir diyecek, maymundan geldik diyecek,ve daha birsürü şey söyleyecek.. ve bunlara "olabilir, hepsi aynı görüşte olacak diye birşey yok" diyeceksiniz, ama mezheplere tasavvufa gelince "onlar şirk şirk" diyeceksiniz..e bir başkası da size küfür içindesiniz diyebilir..
bugün edipin yolu da bir mezheptir..sapkın bir mezheptir..kendine öyle demese de uygulamaları inanışları farklı yorumları mezhep oluşturmuştur..
bunun gibi 100 tane rahat çıkar dünyada..




aynen sünnetin hadisin delil olduğuna dair Kuranda delil bulmuşlar..Kuran madem herkese açık size göre..itiraz hakkınız yok..
recm cezasını mesela Hz. Ömer ittifakla beyan etmiştir halife iken..halbuki Yalnız Kurancılar devamlı Hz. Ömeri örnek verirler,delil gösterirler hadislere tavrı konusunda..recm konusunda ve benzeri sünnete dair konularda itiraz ederecek kendi delillerini çürütürler..




tamam "kabul edin" demeyin ama nasıl anlayacağımızı da söylemeyin arkadaş..Kuran açık değil mi ?
niye şu şu şartlarla açık diye tahdit koyuyorsunuz.. ? açıksa sadece size mi açık ?
Kuranda yazanlara bakıyoruz, bize Resulullah(sav)'ı sünnetini,bizlere ulaşan hadislerini,açıklamalarını,rehberliğini,uygulamasına uymamızı istediğini anlıyoruz..sadece o değil,,icma dahi bizler için delil diye anlıyoruz..


postacının getirdiği mektubu bize nasıl uygulandığını ,nasıl anlamamız gerektiğini söylemez..mektubu getirir okumaz gider..
postacı diyenler, gitsinler PTTde staj yapsınlar,postacının vazifelerini bi öğreniversinler..
hangi postacı, mektup getirdiği evde postasını getirdiği insanlarla beraber yaşar,
o mektubu da okur,beraber o mektubu uygularlar ?
trajikomik bir duruma düşüyorlar postacı diyenler..

ve hangi mektupda "o postacıda sizin için güzel örnek vardır" deniliyor..postacı mektubu getirir bırakır gider..mektubu getirdiklerine örneklik etmez..


basbaya şeyhler geniş kavram.."şeyhler var işte" ne demek arkadaşım ? ..biliyoruz şeyhler var,işte geniş bir kavramı içerdiği için müşahhas örnek lazım ki,, ehli sünnete uymayan şeyh kılıklı kişilerden bahsetmiyoruz,kabulümüz de değildir..bizim için öncelikli ehli sünnettir,onun kaynaklarıdır..
ki sünnet ,hadis delilini kabul etmeyen, ve Resululah(sav)'ı postacı hükmünde görenlerle tasavvuf da konuşulamaz..
bize göre, Resulullah(sav)'a postacı diyenler daha Resulullah(sav)'ın kıymetini,değerini anlayamamışlardır ki, alimlerin değerini konuşabilelim..
önceki mesajlarımda dediğim gibi, üniversite rektörünü , hademe gibi görenlerle, kalkıp doçentleri konuşmak abesle iştigaldir..önce büyük mevzular halledilir..



amma sen daha anlamadın çelişkini..
sen Yalnız Kurancı olduğun için, ve "herkes Kuranı anlar,Kuran apaçık" dediğin için "ben Kurana uyuyorum" diyen kimseyi eleştiremezsin..

yani senin öyle bir yolun var ki, sana kimseyi eleştirme hakkını vermiyor..

Edip'i bile eleştirmen seni çelişkili duruma sokuyor..Kuran herkese açıksa Edipe 'de açık..hem de adam arapça biliyor,ezbere biliyor..daha hakim..Yalnız Kurancılar hiçkimseyi eleştiremezler,eleştirdiklerinde kendi tezlerini çürütüyorlar..

benim yolumda ise Kurana kafana göre anlam veremezsinki, mesela Galip kuşçuoğlu kendine şeyh diyor..biz eleştiriyoruz..ehli sünnete,hadislere uymuyor..Kurana göre kendince bir yol çizmiş..ayetlere göre böyle şöyle deyip duruyor..bizim eleştirmemiz kendimizle çelişmiyor..zira biz herkes anlar demiyoruz..ama siz Kuranı herkes anlar dediğiniz için, eleştirdiğiniz anda, kendinizi çürütüyorsunuz..



ayetler var..o ayetlere göre hadisler sünnet Kuranın izah edicisi,uygulamada bizim rehberimiz..ashabın naklettiği bilgiler dahi bizm için hüccettir..
tekrar diyorum, siz "Kuranı herkes anlar" dediğiniz anda zaten bizi eleştirme hakkınızı kaybediyorsunuz..



onlar da ilan edebilir,zira onlar da Kuranı tek delil görmüyorlar..onlarla biizm aramızda tartışma ayrı yapılabilir hadis,icma düzeyinde..
ama diyorum ya, siz öyle bir yoldasınızki, hiçkimseyi eleştirme hakkınız yok..
eleştirdiğiniz ve yanlış dediğiniz anda "Kuranı herkes anlar" davanız çürüyor..
Mesela siz bir vehhabi ya da şii ile de tartışamazsınız, mümkün değil..zira sizi de, kullandığınız argümanlar ile ilzam eder kolaylıkla..



hayır hadislere uydurmaya çalışmıyorum direk ayetten yazdım sana..
"Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: 'Ben, Rabbiniz değil miyim?' 'Evet, tanıklık ediyoruz,' derler. Böylece diriliş günü, 'Biz bundan habersizdik,' diyemezsiniz"ARAF 172
bence de sen ayeti hevana uydurmaya çalışıyorsun..

bu şahitliği sen hatırlıyor musun,sen embriyo halindeyken veya ayette bellerinden sırtlarından alınırken tanık tutulup evet tanıklık ediyoruz dedin mi ?

sen aslında diyorsunki "ben bu ayeti bir ateiste anlatamacağım için mecburen yalan söylememe,hırsızlık yapmamak olarak anlatırım" diyorsun..ama ayet öyle anlaşılmıyor..
bence senin "evrensel doğru" kavramına yüklediğin manada sorun var..


hem Kuran açık diyeceksin, ama daha bir tane ayette geçen ifadeleri bile farklı anlatıyorsun bize..ayette geçmeyen kelimeri kullanıyorsun ,açıklıyorsun..Kuran açıklanmaya mı muhtaçtı yoksa ?


e hacım sen evrensel doğru diyerek herkes Kurandaki doğruları kabul eder dersen ateistlerle nasıl konuşulacağını bilmiyorsun demektir..sen yaratıcıyı kabul etmeyen ateiste, "yaw bak cinler,melekler,yecüc mecüc bunlar evrensel doğrudur, kabul et" diyeceksin he mi ?
sana nasıl bir cevap vereeğini istersen ateist foruma git bir öğreniver :)


"kabul görür" diyorsun ama nasıl kabul göreceğine dair en ufak bir delil öne süremiyorsun..mugalatamı demiştin pardon:)

bak sana tekrar sorayım,zira cevap vermemişsin..

fil suresindeki olay tüm insanlığın kabul ettiği birşey değildir..
peygamberlerin varlığı,mucizeleri,melekler,cinler..bunlar evrensel doğru değildir..
bunarın hepsi senin evrensel doğru hükmünü çürütüyor..
bunlar ancak Allahın varlığına inanan,peygamberlerin de varlığına inanan kişiler için bir anlam ifade edebilir..
melekler,cinler,yecüc mecüc,peygamberlerin mucizeleri,ilk insanın yaratılışı,cennetten kovulma,şeytanın isyanı ..hadi bunları evrensel doğru olarak ateistlerle agonostikle anlaş gel..bakalım görelim evrensel doğrular..
ama sen de biliyorsunki öyle birşey değil..
evrensel doğru kabul edilmediğini sen de çok iyi biliyorsun,ama bikere ağzından çıktığı için geri de alamıyorsun dostum çok belli oluyor :)
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
Osmanlı da Kardeş Katli

Osmanlı Devletlinde kardeş katli, bazı tarihçiler tarafından vahşet ve saltanat uğruna insan katliamı olarak anlatılmaktadır. Kardeş katli meselesinin Kanunnâmedeki dayanağı olan madde nasıldır?
Kanunnâmenin ihtilâfa yol açan ve farklı fikirlerin doğmasına sebep olan asıl maddesi, kardeş katli meselesi ile alâkalı şu maddedir:
"Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katletmek münâsibdlr. Ekseri ulemâ dahi tecviz etmiştir. Anınla âmil olalar."

Acaba bu maddenin mânâ ve mefhumunun İslâm hukukundaki izahı nasıldır? Şayet bu madde sahih ve İslâm Hukukuna uygun ise, Osmanlı tatbikatındaki örnekler, bu kanuna ne derece uygundur? Şer'î hükümlere ters düşen, Osmanlı tatbikatı mıdır yoksa bu kanun maddesi midir? Bütün bu ve benzeri suallerin doğru cevabı nedir?

Bütün bu konulan, önemine binâen, ayrı ayrı sorulanın cevaplarında tartışalım.

Kardeş katli meselesinin şer'î dayanağı var mıdır?

Bu sorunun cevabı, ilgili maddenin de izahı demektir. Önce İslâm hukukundaki suç ve cezaları görelim: Bilindiği gibi İslâm Hukukunda, üç çeşit suç ve ceza vardır:

a) Had suç ve cezalarıdır. Hırsızlık (hadd-i şirb), yol kesmek (kat'-ı tarik), zina (hadd-i zina), dinden dönmek (irtidâd) ve devlete isyan (bağy) suçlarından ibaret olan bu suçların, unsurları teşekkül ettiği takdirde, tatbik edilecek cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tesbit edilmiştir. Bunlarda mühim olan, unsurların teşekkülüdür. Unsurlardan birisi eksik olursa had cezası tatbik edilmez; ancak ulü'l-emr tarafından tesbit edilecek ta'zîr cezaları uygulanır. Meselâ, dört şahidle zina yaptığı isbat edilemeyen suçluya, zina haddi tatbik edilmeyecektir. Ancak üç şahitle zina yaptığı isbat edilen suçlu, bütün bütün cezasız da bırakılmayacaktır. İşte unsurları teşekkül etmeyen bu suçlara tatbik edilecek cezalara "ta'zîr cezaları" denir ve ulü'l-emr tarafından tesbit edilir.

b) Şahsa karşı işlenen cinayet suçlarıdır ki, cezaları kısas veya diyettir. Bunların da çoğu cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tesbit edilmiştir.

c) Tazir suç ve cezalarıdır ki, biraz önce zikredilen had veya cinayet gruplarına girmeyen (esrar içmek gibi) yahut girdiği halde o cezaların tatbiki için gerekli unsurlara sahip olmayan (üç şahitle ispat edilen zina suçu gibi) suç ve cezalardır. İşte bu bölümde ulü'l-emrin tesbit ettiği veya kadı tarafından takdir edilen cezalar tatbik edilecektir.

Bu kısa mukaddimeden sonra, kardeş katli ve bunu emreden kanun maddesinin tahlilini, yapabiliriz: Her hukuk sisteminde, Osmanlı hukukunda nizâm-ı âlem, yani âlemin nizâmı, günümüzdeki ifadesiyle kamu düzeni ve kamu yararı için vaz'edilen idam cezaları vardır. Biraz sonra açıklayacağımız veçhile, Türk Ceza Kanunun 125 ile 163 maddeleri arasındaki bütün hükümleri, devlete yani âlemin nizâmına karşı işlenen suçları tanzim etmekte ve daha birinci maddesinde devletin toprağı ve bağımsızlığını dağıtmaya ve bölmeye ma'tuf bütün hareketleri, idam cezası ile cezalandırmaktadır. Dünyadaki bütün ceza hukuku sistemlerinde de devlete isyan suçları, benzeri hükümlerle önlenmeye çalışılmıştır.

Şimdi bu tür hükümlerin, İslâm hukukunda nasıl yer aldığını ve bu hükümlerin Fâtih'in Kanunnâmesindeki hükümle nasıl bağdaştırılabildiğini açıklamaya çalışalım.

A) Bağy (Devlete İsyan) Suçunun Tatbiki Sonucu Kardeşlerin Katledilme Meselesi:

Kardeş katli meselesinin birinci şer'î dayanağı, her hukuk nizâmında bulunan "devlete isyan" suçudur. Biraz önce açıkladığımız gibi, devlete isyan suçu, İslâm hukukunda, had suç ve cezaları arasında yer alan "bağy" adı altında düzenlenmiş ve unsurları tahakkuk ettiği takdirde idam cezası ile cezalandırılmıştır.
Bağy suçunun unsurları, devlete (imama, sultana) karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak (muğalebe) ve açık bir isyan kasdı içinde bulunmaktır.

Bağy suçunun cezaları, unsurlarının tahakkukuna göre değişir: Sultândan farklı düşündüğü halde bir isyan grubu teşkil etmeyen ve bir yerde toplanarak baş kaldırmayanlara dokunulmamalıdır. Propaganda yaparlarsa ikaz edilirler, ileri giderlerse ta'zîr cezaları ile cezalandırılırlar. Devlete isyan ettikleri an, savaşla yola getirilirler ve cezaları idamdır. Yalnız bunlar Müslüman oldukları için, çoluk-çocukları esir edilmez ve malları ganimet sayılmaz. Bunlara verilen ölüm cezası bir had cezasıdır ve hikmeti de devleti yani nizâm-ı âlemi korumaktır.
İşte Osmanlı hukukçuları, padişahın meşru emirlerine yapılan her çeşit itaatsizliği, umumi rahatı ve nizâm-ı âlemi ihlal edecek olan her türlü isyanı ve memlekette anarşi çıkarma hareketlerini (fesâd bis-sa'y), bağy suçu kabul etmiş ve buna sebep olanları da bâği olarak vasıflandırmışlardır. Bu isyan suçunun cezasının da idam cezası olduğunu, fetvalarında açıklamışlardır. İsyan eden Padişahın kardeşi de olsa, şer'î hüküm değişmeyecektir. Meselâ, Yavuz Sultân Selim'in, birisi Şiîlerle ve bir diğeri de eşkıya ile ittifak ederek Devlete isyan eden ve bağy suçunda aranan şartlara uygun bir şekilde bu suçu işleyen kardeşlerine karşı olan tutumu, tamamen şer'îdir. Fâtih'in kanun maddesindeki kardeş katlinin birinci grubunu, bu tip hâdiseler teşkil etmektedir.
Ancak nazariyat bu olmakla beraber ve söz konusu madde bu şekilde tefsir edilebilmekle birlikte, tatbikat, her zaman nazariyatı takip etmemiş, kanuna rağmen, şartlar teşekkül etmeden idamlar verilmiştir. Beşikteki bir bebeğin öldürülmesini, elbette ki müdafaa etmek yahut buna uyuyor demek de mümkün değildir. Ancak Fâtih, kanunnâmesinde böyle bir durumu da emretmemektedir.
Osmanlı tarihindeki kardeş katlleri ve idamların yarıya yakınının, bir had cezası olan bağy suçuna sokulduğunu verilen fetvalardan anlıyoruz. Ancak şunu da hatırlatmak istiyoruz ki, bazen bağy denilen had suçunun şartlan teşekkül etmediği halde, araya giren jurnalcilerin ve yalancı şahitlerin beyanıyla, şeyhülislâmlardan bağy suçu imiş gibi fetva alındığı da görülmüştür. Kanunî'nin oğlu Şehzade Mustafa hakkındaki fetvalar buna misâl teşkil etmektedir. Bu konuda Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan şu belgenin izahları enterasandır:
"Buğat yani asiler ise, Mülteka ve benzeri fıkıh kitaplarına göre, mevcut hükümete ve Padişaha karşı Müslümanlardan bir veya bir kaç kişi isyan etmeleri ve hükümetin emirlerine itaat etmemelerinden ibarettir. Müslümanlar, bağy ve isyanda ısrar ederlerse, idam olunurlar. Ancak fitneyi teskin için idamdan hafif cezalar yeterli ise, bunlar tatbik olunmalıdır. Şurası dikkat çekicidir ki, Mülteka'yı şerheden âlimler, bağilerin cinayetleri hakkında, çok geniş mânâlar vermişlerdir. Meselâ Padişah'ın meşru emirlerine karşı her nevi itaatsizliği ve umumi rahatı (nizâm-ı âlemi) ihlal edecek her çeşit kıyam, hareket, fitne, fesad, insanları katl, malları gasp ve devlet işlerini engelleme gibi halleri, bağy saymışlardır."

Netice olarak bağy suçunu işleyen padişahın kardeşi de olsa, eğer unsurları tahakkuk etmişse, gereken cezayı vermek, elbette ki şer'îdir. Ancak İslâm hukukunun hükümlerine aykırı olarak, şunun-bunun tahrikiyle unsurları tam teşekkül etmeden insanları dünyevî saltanat uğruna idam etmek, elbette ki şer'î değildir. Aksini kim iddia edebilir ki?
Osmanlı Devletinde, devlete isyan suçunun cezası olarak ortaya çıkan öldürme vak'alarından bazıları şunlardır:

Osman Bey'in Amcası Dündar Bey (olay kesin değildir); I. Murad'ın oğlu Savcı Bey; I. Murad'ın kardeşleri Halil Ve İbrahim; II. Murad'ın kardeşi Mustafa; II. Murad'ın amcası Düzme Mustafa; Yavuz Suttan Selim'in kardeşleri Korkut ve Ahmed; Kanunî Sultân Süleyman'ın oğlu Bâyezid ve bunun beş oğlu.
B) Siyâseten Katl=Ta'zîr Bil-Katl:

Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de, kamu düzenini (maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulü’l-emr tarafından ta'zîr yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılmaz mı? Hanefi ve Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem gerektirdiği takdirde, ta'zîr yoluyla idam cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir kî, buna "siyâseten katl" denmektedir. Meselâ, livâta suçu, Hanefi hukukçulara göre, had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, "hiç suç değildir" anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulü’l-emr tarafından tesbit edilir. Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu düzeni icabı ta'zir yoluyla idam edilebileceğini İstâm hukukçuları kabul etmişlerdir.
Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile, isyana hazırlandığı her halinden belli olan bir insanın, âmme maslahatı ve âlemin nizâmı düşünülerek, ta'zîr yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul etmektedir. İşte Fâtih Sultân Mehmed'in "ekseri ulema tecviz etmişlerdir" diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de, fesadın tahakkuku hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizâm-ı âlem şartına uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun ve fıkıhçıların vaz'ettlği siyâseten kati prensibinin hatası değil, belki şer'i bir hükmün suistimalidir ve işlenen bir günahdır.
Osmanlı Hukukunda nizâm-ı âlem, fesada sa'y edenleri men' ve maslahat-i âmme tabirleriyle ifade edilen durum, bugün devtetin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md. 125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da, Osmanlı Kanunnâmelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor? Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suistimal edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da, fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları maalesef olmuştur. Bu suistimal, elbette ki kötüdür ve yapanlar da manen mes'uldürler. Fâtih'in kanunnâmesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki ifadelere uygundur.
Üzülerek ifade edeyim ki, konuyla alakalı fıkhî malumatı, Dede Efendi'ni "Siyâsetname"sinden naklettiğimizden, bazı safdillerin, bu görüşün Dede Efendi'ye ait olduğu ve "onun da böyle bir fetvaya yetkili olmadığı, olsa bile onun fetvasının ne değer ifade edeceği" şeklindeki yorumlarına şahit olduk ve üzüldük. Halbuki Dede Efendi, o meselede sadece fukahanın görüşlerini nakletmektedir. Bu sebeple konuyu biraz daha derinlemesine tahkik etmek ve uygulama örneklerinden bazılarını taakdim etmek istiyoruz.
Önce Hanefi fıkıhçılannın son zamandaki en meşhurlarından oldan Ibn-i Abidin’in izahlarını özetleyerek zikredelim. "Ta'zir Yoluyla Katl" başlığı altınnda bakınız ne güz bir özetleme yapıyor:
"Ta'zir, katl ile de olabilir. İbn-i Teymiyye'nin Es-Sârim'ül-Meslûl adlı eserindde gördüm ki, diyor: Hanefi hukukçularına göre, livâta, âlet-i câriha dışında adam öldürme ve benzeri suçlar tekerrür ettiğinde, imam yani ülü'l-emr suçluyu katledebilir. Âmme maslahatı gerektirdiği takdirde, ta'zir yoluyla idam cezası verme esasını, Hz. Peygamber ve ashabının tatbikatına hamleden Hanefî hukukçular, bu uygulama siyaseten katl demektedirler... Soyguncular, yol kesenler, dükkân soyanlar, cemmiyetin nizâmın bozarak fesad çıkaranlar, zâlimler ve fesad çıkaranlara yardımcı olanlar, kısaca idam edilmesinde âmme maslahatı bulunanlar için de aynı hükümler geçerlidir."

Delilsiz ve mesnedsiz bazı iddiaların aksine, bütün bu cezalar, ancak mahkeme kararı ve yargılamadan sonra mümkün olduğunu da, hem bütün fıkıh kitapları ve hem de Osmanlı kanunnameleri kaydetmektedirler.
İbn-i Abldln'in şu fetvası da bu meseleyi gayet açık bir şekilde vuzuha kavuşturmaktadır:
"Soruldu: Fesad çıkaran, jurnalcilik yapan, yeryüzünde fesad için koşuşturan, insanlar arasında şer ve fitne uyandıran, bâtıl yollarla insanların mallarını zabtetmeye gayret eden insanların canlarına kıyan ve hülasa eliyle ve diliyle Müslümanları her zaman rahatsız edip de bu huyundan da idam dşında hiçbir ceza ile vazgeçmeyen bir adamın hükmü nedir?"

"Cevap: Böyle olduğu kesin ise ve yalan söylemeleri mümkün olmayacak kadarar çok Müslüman da bunu tasdik ediyorsa, katledilir ve şerrini Allah'ın kullarından def’ ettiği için vesile olana sevap ve mükafat verilir."

İşte bu ve benzeri fıkıh kitaplarındaki şer'î hükümleri nakleden ve kaynakarını da teker teker gösteren Dede Efendi'nin "Siyâsetnâme" tercümesinden bazı parçalar şöyledir:
"Nizâm-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şenî' fiilleri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katl edilebileceklerine fetva verilmiştir. Ayrıca ülü'l-emre tanınan bu siyaset hakkının tatbiki için bil-fiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i adî olan şahsın fil-hakika şerir ve müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def-i fesad, vukuundan sonra refinden daha kolay olduğu müsellemdir. Bir bid'atçının bid'atının yayılacağından korkan dindar padişahın kulları ondan korumak ve nizamı alem için, o mübtedi'i katl ve idam etmesi caizdir.”
"Nizâm-ı âlem için şer ve fesadını defetmek üzere, ehl-i fesadı darb, te'dîb, nefy, tağrîb, hapis ve hatta katl ve idam tarzında ta'zir yoluyla cezalandırmak meşru ise de, tek kişinin veya yalancıların jurnali ile bu yola girmek caiz değildir. Fesada gayret ettiği ve sebep olduğu şer'an sabit olmalıdır. Osmanlı Şeyhülialamlarının fetvalarından anlaşılan da budur."
Dede Efendi'nin çok zayıf fetvaları da esas alarak, kardeş katlinin sınırlarını genişlettiğinin biz de farkındayız. Zaten bazı kardeş katli olaylarının şartları gerçekleşmeden yapıldığını biz de kabul ediyoruz. Ancak meselenin hukukî yönünü ortaya koymak için bunları da nakletmek durumundayız.
Şimdi de aynı meseleyi fıkıh kitaplarındaki şartlara göre tanzim eden, Osmanlı Şeyhülislâmlarına ait fetvalardan sadece birini kaydedelim:
“Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
Zeyd'in âdet-i müstemirresi sa’i bil-fesâd olduğu şer'an sabit olub ve ibadullaha mazarratı icabeder mevâdd-ı münkerâtın dahi kendüden sudurı tevâtüren isbât olundukda, Zeyd-i müfsid-i merkumun vech-i arzdan izâlesiyçün katli meşru' mudur? Beyân buyurula."

El-Cevâb: Meşrû'dur; emr-i veliyyül-emr munzam ise."

Harrereh'ul-Fakîr Hacı Muhammed EI-Müfti Bi Harpud-Ufiye Anhu."

Kaynak teşkil eden ibarelerin tercümesi:

"Kim bunu âdet haline getirirse, idam edilir. Zira o yeryüzünde fesad için sa'yetmektedir. Katl ile şerri def edilir. Dürer ve Gurer."

"Gayr-i meşru işlerin katl ve idam cezası ile define, imam (sultan) ve hulefâsı daha evlâdır. Zira onlar siyâseti daha iyi bilirler. Vecîhüddin'in Meşârık'ul-Envâr şerhinden."
Bunlara benzer arşivlerimizde çok sayıda fetva vardır. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, "siyâseten katl"in de belli şartları ve şer'î hükümleri mevcuttur. Bütün yazılanlara ve nakledilenlere rağmen, Osmanlı tatbikatının hep şer'î hükümlere uygun cereyan ettiğini söylemek safdillik olur. Ne acıdır ki, bir çok idam hadiselerinde bu esaslara ri'âyet edilmemiş ve jurnalcilerin tahriki ile nice zulümlere sebep olunmuştur. Ancak ister padişahların kardeşlerini, isterse de sadrazamlarını katletmede, keyfe mâyeşâ hareket edemediklerini; Osmanlı Devleti'nde mahkemeden ilâm ve Şeyhülislâmdan fetva alınmadan idam cezasının uygulanmadığını, arşivlerden öğreniyoruz.1
Bir kısım tarihçiler, bu uygulamaların devlet siyâseti açısından haklı yönleri bulunduğunu iddia etmektedirler. Bu ne demektir?

Konuyu tarih ilmi ve devlet siyâseti açısından değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verip bitirelim:
Osmanlı Devleti'ni tehdid eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzade veya diğer hanedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber (asm)'in senasına mazhar olan Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i'lây-ı kelimetullâh hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar, böyle bir duruma fırsat vermemek için, Şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla, kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer'î esasın tatbikinde, araya giren jurnalcilerin te'siriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük temsilcisi kabul etmişlerdir. Fâtih'in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle Uzun Hasan üzerine giderken, "validem" diye hitâb ettiği bu Akkoyunlu hükümdarının anası Sara Hâtûn'a verdiği cevap çok manidardır. Trabzon üzerine giderken yollarda her türlü zahmete göğüs geren ve bazan atından inip yaya yürümek zorunda kalan Fâtih'e Sara Hâtun'un "Oğul, ufacık Trabzon için tatlı canına bu kadar eziyet değer mi?" şeklindeki sözünü, İstanbul Fâtih'i:
"Valide, Seyf-i İslâm bizim elimizde, cihâd sevabına nail olub, Allah'ın rızâsını tahsilden başka gayemiz yoktur; bizim davamız kuru kavga değildir."

şeklinde cevablandırmıştır.
"Bu hanedanın maksad-ı a'lâsı, ilây-ı kelimetullâhdır."

ifâdesi de Fâtih'e aittir.
Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer'î hükümlerin tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder. Vatana ihanet suçunun her hukuk nizâmında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.
Netice olarak, "siyâseten katl"i, mahkeme kararı olmadan ve yargılama yapılmadan sırf saltanat ve dünyevi menfaat uğruna "padişahın adam öldürmesi" olarak anlayanlar, bu manayı nerden çıkardıklarını isbat etmek zorundadırlar. Zira nizâm-ı âlem için siyâseten katlin, uygulamada suistimal yapılsa bile, vatanın ve devletin birliğini tehlikeye sokacak ve emniyet ve asayişi altüst edecek kimselerin fesada sa'y etmelerinden dolayı verilecek bir idam cezası olduğu; hem fıkıh kitaplarında ve hem de fetvâlarda uygulanması için "şer'an sabit" olması yani İslâm muhakeme usulü kaidelerine göre yargılanıp, suçun sabit görülmesi şartının tahakkuku aranmaktadır.
Ayrıca "emr-i veliyy'ülemr ile katl”den kasıt, sadece mahkeme kararının yeterli görülmemesi ve bu tip cezaların infazında veliyy'ülemrin yani sultânın tasdikinin de şart koşulmasıdır. Bu da önemli bir husustur. Kanunnâmelerde yer alan şu ifade, yargılama konusunda Avrupa'nın 20. asırda ulaştığı seviyeyi göstermektedir:
"Mücrim olan kimse teftiş olunmadan veyahud üzerine zahir olan şenâyi’ şer'le ve örfle yerine varmadan sancakbeği ve subaşı ve adamları nesne alub salıvermek memnû'dur. Kendüler mahall-i töhmet ve adamları mücrim ve müstahakk-ı ikâb olur. Ve her mücrim-i müttehemin cerimesi kâdî-i vilâyet katında veya müfettiş huzurunda sabit ve zahir olub, ehl-i örfe teslim etmedin dutub siyâset eylemek hılâf-ı şer’ ve örf te'addîdir = Suçlu yargılanmadan veya kendisine isnâd edilen suçlar hukuken sabit olmadan, yetkililer para cezası alarak salıveremezler; ceza uygulayamazlar."

Fıkıh kitaplarında yapılan bu açık izahlara ve şer'î hükümlere rağmen, bir kısım muhterem insanların "1400 yıllık tarihimizde yazılan fıkıh kitaplarının hiç birinde böyle fetva verilmemiştir" diyebilmeleri, neyin verdiği cesarettir; doğrusu biz de tesbit edemedik. Eğer bundan, padişahın keyfî adam asması kasdediliyorsa, böyle bir şeyden ne kanunnamelerde ve ne de fıkıh kitaplarında bahsedilmemiştir. Yapılan suistimaller dahi, "ehven-i şer ihtiyar olunur" kaidesine uyularak yapılmıştır. Hem kasdedilen bu menfi mânâyı ve hem de suistimalleri tasvip etmek mümkün değildir.
Şunu unutmayalım ki, Osmanlı devleti, onun kadıları ve şeyhülislâmları, en az bizim kadar İslâm'a ve onun hukuk nizâmının kaynakları olan fıkıh kitaplarına hürmet duyan insanlardır. Değerli araştırmacı Abdülkadir Özcan'ın yerinde tesbitleri gibi, şeyhülislâm veya diğer kadıların fetvası, kadıların kararı ve padişahın tasdikiyle icra edilen "siyâseten katl" cezalarının fetvasını veren, kararını yazan yahut en azından "nizâm-ı âlem içün öldürüldü" diyen Hoca Sa'deddin Efendiler, Bostan-Zâde Yahya Efendiler, bu sözlerini şeyhülislâmlık veyahut kazaskerlik gibi fetva ve kaza makamının en yüksek makamlarında bulunmuş kimseler olarak söylemektedirler.
Kardeş katli ile ilgili kanun hükmü şer'-i şerife uygun olsa bile tatbikat, nazariyata uygun yürümüş müdür?

Bu soruya cevap verebilmek için bazı önemli tatbikat örneklerini incelemek icab etmektedir. Ancak tatbikatta suistimallerin yapıldığını, siyâseten çok idamların icra edildiğini ve bu fiillerin ehliyetsiz bir kısım fakih ve kadılar tarafından meşruiyet kalıbına sokulduğunu, yine tarih bize göstermektedir. İsterseniz Bediüzzaman'ın tesbitlerini tekrar ettikten sonra bazılarına beraberce bir göz atalım:
"Hâkimiyetin en esaslı hâssası istiklâldir, infirâddır. Hatta hâkimiyetin zayıf bir gölgesi, âciz insanlar da dahi istiklâliyetini muhafaza etmek için, gayrın müdâhelesini şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez. Çok padişahlar, bu redd-i müdâhale haysiyetiyle ma'sum evlatlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce kesmişler. Demek, hakîki hâkimiyetin en esaslı hâssası ve infikak kabul etmez bir lâzımı ve daimî bir muktezâsı, istiklâldir, infirâddır, gayrın müdâhelesini reddir."

Şehzade isyanlarının ve şehzadeler arasındaki saltanat mücadelelerinin Osmanlı tarihinde önemli bir yer işgal ettiğini bilmeyen yoktur. Her şeyden önce şunu tebellür ettirmekte yarar vardır. Bir şehzadenin, sultanlığını ilân etmiş bir diğer şehzadeye karşı gelmesi ve saltanat iddia etmesi, tamamen bir bağy suçu mahiyetindedir. Ve cezası idamdır. Ancak saltanat iddiasına kalkışmadan evvel idam edilmişse, ya siyâseten katl yani fesadın kuvvetle muhtemel olmasından dolayı nizâm-ı âlem içün yahut zulmen idam edilmiştir. Şimdi bu gözlükle hâdiselere bakalım:
a) Orhan Bey zamanında üç idam hâdisesi yaşanmıştır. Bunların her üçü de had cezası mahiyetinde, yani bağy / devlete isyan suçunun cezası olarak tatbik edilmişlerdir. Zira Orhan Bey'in kardeşleri Halil ve İbrahim'in Padişaha isyan ettikleri ve saltanat mücadelesine giriştikleri bir vâkı'adır. İsyan sonucunda katledilmişlerdir ve siyâseten katl ile hiç bir münasebeti yoktur. Orhan Bey, ayrıca kendi oğlu Savcı Beyi de, bizzat kendisine isyan ettiği ve ordu toplayarak babası ile savaşmaya bile cesaret ettiği için idam ettirmiştir. Hatta Bizans veliahdı Andronikos ile dahi babası aleyhine ittifak kurduğunu tarih kitapları kaydetmektedir. Bunun cezası, Orhan Bey istemese dahi, İslâm hukukunda idam cezasıdır.
b) Yıldırım Bâyezid devrinde ilk defa siyâseten katl veya şayet siyâseten katlin şartları gerçekleşmemişse -ki bunu tam olarak bilmiyoruz- o takdirde bir nevi zulüm yaşanmıştır. Zira Yıldırım Bâyezid, çevresinin tahriki ile, henüz herhangi bir isyana yahut saltanat kavgasına girişmeyen kardeşi Ya'kub'u, ileride saltanat iddiasına kalkışmasın diye katl ettirmiştir. Osmanlı tarihçilerinin saltanat uğruna öldürülen ilk insan olarak tesbitleri doğrudur. Bazı araştırmacılar, hukukî cihetini bilmediklerinden bunu tenkid etmişlerdir. Zira daha önceki idamlar had cezasıdır ve bağy suçunun cezası olarak tatbik edilmiştir. Bu ise, ilerde fesada sebep olur korkusuyla siyâseten katl yoluyla idam ettirilmiştir. Osmanlı tarihçilerinin tesbiti doğrudur.
c) Osmanlı Devleti'nin en karışık devresi olan Fetret Devrinde, Mehmed Çelebi, kardeşleri İsa Çelebi ile Musa Çelebî'yi kendisine isyan ettikleri ve hatta saltanat için orduları karşı karşıya geldiği için bağy suçunun had cezası olan idam cezası ile cezalandırmıştır. Aynı şey, sonradan ortaya çıkan kardeşi Mustafa Çelebi için de geçerlidir. Bunların idamlarında siyâseten katl söz konusu değildir.
d) Fâtih'in babası II. Murad'ın amcası Mustafa Çelebi (II. Düzmece Mustafa), uzun süren saltanat mücadelesine girişmiş ve hatta Osmanlı ülkesinin Bizans ile paylaşılmasını da göze alarak imparator Manuel ile gizli ittifak dahi kurmuştur. Uzun mücadelelerden sonra yakalanarak bâği muamelesi görmüş ve idam edilmiştir. Bu bir had cezasıdır.
II. Murad'ın küçük kardeşi Mustafa Çelebi de, Karamanoğulları ve Germiyanoğullarının tahrikiyle Bursa'ya yürümüş ve had cezası olarak idam edilmiştir. Yani bu dönemde de, siyâseten katl cezası mevcut değildir.
e) Yavuz Sultân Selim, iki kardeşini, kendisine isyan ettikleri ve bâğî oldukları için, had cezası olan idam cezasıyla cezalandırmıştır. Gerçekten Sultân Korkut, topladığı ordu ile Padişah'a isyan etmiş ve sonunda yakalanarak cezası olan idama şer'an mahkum edilmiştir. Diğer kardeşi Ahmed ise, sadece saltanat mücadelesine kalkışmamış, ayrıca bu mevzuda Osmanlı'nın can düşmanı olan Safevî devleti ile de ittifak kurmuştur. Neticede yakalanarak, had cezası olan idam cezasına çarptırılmıştır.
f) Kanunî Sultân Süleyman, rakipsiz sultan olduğu için, kardeş katli mevzu bahis olmamıştır. Ancak Kanunî, kendi çocuklarının idamına karar veren bahtsız padişahlardandır. Karısı Hürrem Sultân ve çevresinin tahriki ile, kendisini tahttan indirmeye azmettiği ve padişah olmak isteği ile isyan ettiği şayiasına inanarak, bâğî vasfıyla Şehzade Mustafa'yı idama mahkûm eylemiştir. Bu idam kararı, görünürde bağy suçunun cezası olarak had cezasıdır. Ancak bu meselede hem fetvayı veren müftünün, hem kararı veren kadının ve hem de bunları tasdik edip icrası için emir veren Kanunî'nin, yanıldıkları veya yanıltıldıkları bir vâkı'adır.
Diğer bir hazin tablo da Şehzade Bâyezid'in İdamında yaşanmıştır. Kanunî'nin iki oğlu olan Selim ve Bâyezid, 1558 yılına kadar iyi geçindikleri halde, bu tarihten sonra saltanat hırsıyla araları bozulmuştur. Aradaki jurnalcilerin tahriki ile Şehzade Bâyezid, ordu toplayarak kardeşi Selim'in üzerine yürüdü. Bu hareketi isyan kabul edildi. İran'a iltica eden Bâyezid, kardeşi Selim'e teslim edilince, Ebüssuud'un fetvasıyla bağy suçunun had cezası olan idam cezasına mahkûm edildi. Bu hâdiseyle alakalı örnek fetvaları yukarıda zikretmiştik.
III. Mehmed ve III. Murad devrindeki olayları yerinde inceleyeceğiz. Zira asıl haksızca yapılanlar bunlardır.
h) I. Ahmed devrinde saltanat usûlünde ciddî bir değişiklik mevzubahistir. Artık "amûd-ı nesebi", yani "Osmanlı sülalesinden en büyük olanının padişah yapılması usulü" kabul edilmiştir. Gerçekten I. Ahmed vefat edince, şehzadeleri bulunmasına rağmen, ailenin en büyük ferdi olan amcaları Şehzade Mustafa tahta geçirilmiştir. Bu kaide, kardeş katli hadisesini tamamen ortadan kaldıramamışsa da, gevşetmiş ve son derece azaltmıştır.
İşte görüldüğü gibi tatbikattaki durum farklıdır. Bir kısmı, tamamen şer'î hükümlere uygun olarak bağy suçunun had cezasını tatbik etmekten ibarettir ve bunlara siyâseten katl demek hatalıdır ve meseleyi bilmemekten ileri gelmektedir. Zira padişah istemese de bu ceza mukadderdir. Devlete isyan edenin cezası elbette ki idamdır. Bir kısım uygulama ise, siyâseten katl müessesesine yani Fâtih'in Kanunnâmesinde "ekseri ulemâ tecviz etmişdür" dediği usule uygundur ve fıkıh kitaplarında şartlarına uyulmak kaydıyla açıklanmıştır. Bir diğer grup ise, ne şer'î hükümlere ve ne de Fâtih'in Kanunnâmesinde ifade ettiği, fıkıh kitaplarında da tecvîz edilen siyâseten katle uymaktadır. Elbette ki bu uygulamalar, gayrimeşrûdur. Fâtih'in Kanunnâmesi de bunu emretmemektedir2.
Fâtih Sultân Mehmed'in kendi Kanunnâmesinin ilgili maddesini uygulayarak küçük yastaki kardeşi Ahmed'i katlettiği söylenmektedir; bunu nasıl izah ediyorsunuz?

Burada meseleye değişik yönlerden bakmak gerekir:
Evvela; Bu hadisenin meydana geldiği şüphelidir. Zira Kantemir gibi yabancı tarihçiler dahi, II. Murad vefat ettiğinde Şehzade Mehmed dışındaki bütün evlâdının vefat ettiğini ve bu arada Şehzade Ahmed'in de Amasya'da vali bulunduğu sırada öldüğünü yazmaktadır ki, bu ihtimalin doğru olması halinde, henüz bebek iken öldürülme iddiaları da ortadan kalkar. Namık Kemal de, şehzade Ahmed'in katl edildiği iddiasını sadece bir iftiradan ibaret görmektedir. Böyle bir zulme, Fâtih Sultân Mehmed'in razı olamayacağını ısrarla savunmaktadır. Bazı kaynaklar da, olayı doğrulamakla beraber. Şehzade Ahmed'i haksız olarak katleden Evrenoszâde Ali Bey olduğunu ve bu sebeple Fâtih tarafından idam ettirildiğini kaydetmektedirler. Şayet vâki ise, yukarıda anlatılan hükümler, Fâtih için de geçerlidir. Ancak hangi gruba girmektedir? Bunun tesbit edilmesi gerekir.
İkinci olarak, Osmanlı kaynaklarının bir kısmında Sultân Murâd'ın İsfendiyar Bey torunu Hatice Hâlime Hâtun'dan doğma Ahmed isimli bir şehzadesi olduğu ve yaşı küçük olan bu şehzadenin II. Mehmed'in tahta çıkmasından kısa bir zaman sonra katl olunduğu kaydedilmektedir. Ancak diğer şehzade katilleri gibi, ayrıntılı bilgiler, kaynaklarda mevcut değildir. Ayrıca Babinger'in altı ya da sekiz aylık olduğu konusundaki beyanı dışında, yaşının ne kadar olduğu da kesin değildir.
Üçüncü olarak, II. Mehmed, babası II. Murâd'ın vefatından sonra, çok büyük sıkıntılar içinde tahta geçmiştir. Bizans'ın şehzadeleri kullanarak Osmanlı Devleti'ni yıkma planlan herkesçe bilinmektedir ve fetret devri de canlı şahitlerle doludur. Nitekim Fâtih'in padişah olması üzerine, Bizans İmparatorunun elinde tutsak olarak tuttuğu Süleyman Çelebi'nin oğlu olması kuvvetle muhtemel bulunan Şehzade Orhan'a aynen şöyle söylediği kaynaklarca ifade edilmektedir:
"Haydi göreyim seni, bu taht benimdür deyü dava eyle. Ben Âl-i Osman nesliyim, ben var iken bu taht sana neden mustehakdır deyü dava edince, cümle beğler ve paşalar sana dönüb ve tahtı sana teslim ederler. Tahta çıktığında, kulağın bende olsun. Ben sana ne talimat verirsem, öyle hareket eyle. Göreyim seni, nice padişah olursun."

İşte böylesine bir dönemde, yaşının ne kadar olduğu belli olmayan ve ama küçük yaşta bulunduğu kesin olan Şehzade Ahmed'i, devlete isyan suçuna teşebbüs etmeden, nizâm-ı âlem için diyerek katletmiş olabilir. Bu tamamen üçüncü guruba girmektedir. Eğer bir kusur işlenmiş ise, bunu savunmanın manası yoktur. Ancak bu ayrıntıları tam bilinmeyen olaydan dolayı, Fâtih gibi Hz. Peygamber (asm)'in medhine layık olmuş bir padişahı hunharlıkla suçlamak ve hele bu konuda Bizans İmparatorları ile birlikte hareket eden Bizans tarihçilerini onaylamak mümkün değildir. Hammer ve benzeri tarihçiler, sanki şehzadelerin Osmanlı Devleti'nin yıkılması için kullanıldığını bilmiyormuş gibi, bunu vesile ederek Fâtih Sultân Mehmed'e hücum etmişlerdir.
Özetleyecek olursak, Fâtih Sultân Mehmed, kendi koyduğu kanunun nizâm-ı âlem için fesada sa'y ihtimalinin bulunması sebebiyle siyâseten katl müessesesini ilk defa kendisi tatbik etmiş ve küçük kardeşi Ahmed'i katl ettirmişti. Bu, isyan tahakkuk etmediğinden, bir had cezası değildir. Belki "nizâm-ı âlem için siyâseten katl" müessesesine girmektedir. Burada aranan fesadın şer' ile tahakkuku şartının, ne derece gerçekleştiğini bilmiyoruz. Ancak tekrar ediyoruz ki, Hz. Peygamber (asm)'in senasına mazhar olmuş bir Padişah'ın, şartları tahakkuk etmeyen bir cezayı tatbik edeceğine de ihtimal vermiyoruz. Önemle ifade edelim ki, on bir aylık bir bebenin öldürülmesini Fâtih'in idam ettirdiğine inanmak istemiyoruz. Zaten Evrenoszâde Ali Bey isimli bir zatın Padişah'ın haberi olmadan böyle bir cinayeti işlediğini bazı kaynaklar haber vermektedirler3.
Kaynaklar:

1. Konuyla ilgili bazı fetvalar; Nuruosmaniye kütp. nr. 3209, vrk. 358/a vd.; Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 1888; Damad, Mecma'ül-Enhür, 1/707- 709; BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 50-51; İbn-l Âbidin; Reddu'l-Muhtâr Ale'd-Dürri'l-Muhtâr I-VI, Mısır 1967, c. IV, sh. 62-65; Şeyh Mehmed Arif, Terc. Siyasetname, sh. 6, 25-35; Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, sh. 337-338.

2. Berki, A. Himmet, İstanbul'un 500. Yıldönümü Münasebetiyle Büyük Türk Hükümdarı istanbul Fâtihi Sultân Mehmed ve Adalet Hayatı, İstanbul 1953, sn. 142-148; Alderson, A.D., The Structure of the Ottoman Dynasty, Connecöcut 1982, 2. Baskı, sh. 30-31; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, sn.328, Md. 37, 1/114-117, 287, 331 vd.; c. II, sh. 10 vd.; Konrad, Dilger, Untersuchungen zur Geschichte deş Osmanischen Hofıeremünlells im 15. und 16. Jahrhundert, München 1967, sh. 5 vd., 34 vd.; Özcan, Abdülkadir, "Fâtih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Alem için Kardeş Katli Meselesi", İÜEFTD, sayı 33 (1980-81), sh. 12-13; Taneri; Aydın, Osmanlı Devletinin Kuruluş Aneminde Hükümranlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayati-Teşkilati, Ankara 1978, sh, 184 vd.

* İbn-i Kemal, Tevârih-i Ali Osman, I. Defter, sh. 129; Aktan, Ali, "Osmanlı Hanedanı İçinde Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli", Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 10 {Ekim 1987), sh. 8; Akman, Mehmed, Osmanlı Devleti'nde kardeş Katli. Bu son eser, bu zamana kadar yapılan en kapsamlı çalışmadır.

3. “Pala, Namık Kemalin Tarihî Biyografileri, sn. 105-106; Solakzâde, sh. 187; Hoca Sa'deddin, Tâc'üt-Tevârîh, c.I s. 407; İnalcık, Halil, Fâtih Devri Üzerinde Tedkikler ve Vesikalar l, Ankara 1954, sh. 110; Âsıkpaşazâde, Tarih, 140; İbn-i Kemal, VII. Defter, sh. 8-9; Akman, Kardeş Katli, sh. 64-69; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c.II, sh. 5 vd.; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Mümin Çevik nesri, I-X, İstanbul 1998, c. II, sh. 258; Gazavât-ı Sultân Murad Han b. Mehemmed Hân, Haz. inalcık, Halil-Oğuz, Mevlûd, Ankara 1978, sh. 37-38; Aktan, 14-15; Kantemir, c.I Sh. 147.

(Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ – Doç. Dr. Said ÖZTÜRK, Bilinmeyen Osmanlı,s:80-89)

İlave bilgi için tıklayınız:

Kanuni Sultan Süleyman oğlunu ve torunlarını öldürtmüş müdür?

Osmanlı padişahlarından III.Mehmed ve III.Murad zamanındaki kardeş katlinden bahseder misiniz?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Osmanlı da Kardeş Katli

Osmanlı Devletlinde kardeş katli, bazı tarihçiler tarafından vahşet ve saltanat uğruna insan katliamı olarak anlatılmaktadır. Kardeş katli meselesinin Kanunnâmedeki dayanağı olan madde nasıldır?
Kanunnâmenin ihtilâfa yol açan ve farklı fikirlerin doğmasına sebep olan asıl maddesi, kardeş katli meselesi ile alâkalı şu maddedir:
"Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katletmek münâsibdlr. Ekseri ulemâ dahi tecviz etmiştir. Anınla âmil olalar."

Acaba bu maddenin mânâ ve mefhumunun İslâm hukukundaki izahı nasıldır? Şayet bu madde sahih ve İslâm Hukukuna uygun ise, Osmanlı tatbikatındaki örnekler, bu kanuna ne derece uygundur? Şer'î hükümlere ters düşen, Osmanlı tatbikatı mıdır yoksa bu kanun maddesi midir? Bütün bu ve benzeri suallerin doğru cevabı nedir?

Bütün bu konulan, önemine binâen, ayrı ayrı sorulanın cevaplarında tartışalım.

Kardeş katli meselesinin şer'î dayanağı var mıdır?

Bu sorunun cevabı, ilgili maddenin de izahı demektir. Önce İslâm hukukundaki suç ve cezaları görelim: Bilindiği gibi İslâm Hukukunda, üç çeşit suç ve ceza vardır:

a) Had suç ve cezalarıdır. Hırsızlık (hadd-i şirb), yol kesmek (kat'-ı tarik), zina (hadd-i zina), dinden dönmek (irtidâd) ve devlete isyan (bağy) suçlarından ibaret olan bu suçların, unsurları teşekkül ettiği takdirde, tatbik edilecek cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tesbit edilmiştir. Bunlarda mühim olan, unsurların teşekkülüdür. Unsurlardan birisi eksik olursa had cezası tatbik edilmez; ancak ulü'l-emr tarafından tesbit edilecek ta'zîr cezaları uygulanır. Meselâ, dört şahidle zina yaptığı isbat edilemeyen suçluya, zina haddi tatbik edilmeyecektir. Ancak üç şahitle zina yaptığı isbat edilen suçlu, bütün bütün cezasız da bırakılmayacaktır. İşte unsurları teşekkül etmeyen bu suçlara tatbik edilecek cezalara "ta'zîr cezaları" denir ve ulü'l-emr tarafından tesbit edilir.

b) Şahsa karşı işlenen cinayet suçlarıdır ki, cezaları kısas veya diyettir. Bunların da çoğu cezaları, Allah ve Resulü (asm) tarafından tesbit edilmiştir.

c) Tazir suç ve cezalarıdır ki, biraz önce zikredilen had veya cinayet gruplarına girmeyen (esrar içmek gibi) yahut girdiği halde o cezaların tatbiki için gerekli unsurlara sahip olmayan (üç şahitle ispat edilen zina suçu gibi) suç ve cezalardır. İşte bu bölümde ulü'l-emrin tesbit ettiği veya kadı tarafından takdir edilen cezalar tatbik edilecektir.

Bu kısa mukaddimeden sonra, kardeş katli ve bunu emreden kanun maddesinin tahlilini, yapabiliriz: Her hukuk sisteminde, Osmanlı hukukunda nizâm-ı âlem, yani âlemin nizâmı, günümüzdeki ifadesiyle kamu düzeni ve kamu yararı için vaz'edilen idam cezaları vardır. Biraz sonra açıklayacağımız veçhile, Türk Ceza Kanunun 125 ile 163 maddeleri arasındaki bütün hükümleri, devlete yani âlemin nizâmına karşı işlenen suçları tanzim etmekte ve daha birinci maddesinde devletin toprağı ve bağımsızlığını dağıtmaya ve bölmeye ma'tuf bütün hareketleri, idam cezası ile cezalandırmaktadır. Dünyadaki bütün ceza hukuku sistemlerinde de devlete isyan suçları, benzeri hükümlerle önlenmeye çalışılmıştır.

Şimdi bu tür hükümlerin, İslâm hukukunda nasıl yer aldığını ve bu hükümlerin Fâtih'in Kanunnâmesindeki hükümle nasıl bağdaştırılabildiğini açıklamaya çalışalım.

A) Bağy (Devlete İsyan) Suçunun Tatbiki Sonucu Kardeşlerin Katledilme Meselesi:

Kardeş katli meselesinin birinci şer'î dayanağı, her hukuk nizâmında bulunan "devlete isyan" suçudur. Biraz önce açıkladığımız gibi, devlete isyan suçu, İslâm hukukunda, had suç ve cezaları arasında yer alan "bağy" adı altında düzenlenmiş ve unsurları tahakkuk ettiği takdirde idam cezası ile cezalandırılmıştır.
Bağy suçunun unsurları, devlete (imama, sultana) karşı ayaklanmak, kuvvet kullanarak iktidarı ele geçirmeyi amaçlamak (muğalebe) ve açık bir isyan kasdı içinde bulunmaktır.

Bağy suçunun cezaları, unsurlarının tahakkukuna göre değişir: Sultândan farklı düşündüğü halde bir isyan grubu teşkil etmeyen ve bir yerde toplanarak baş kaldırmayanlara dokunulmamalıdır. Propaganda yaparlarsa ikaz edilirler, ileri giderlerse ta'zîr cezaları ile cezalandırılırlar. Devlete isyan ettikleri an, savaşla yola getirilirler ve cezaları idamdır. Yalnız bunlar Müslüman oldukları için, çoluk-çocukları esir edilmez ve malları ganimet sayılmaz. Bunlara verilen ölüm cezası bir had cezasıdır ve hikmeti de devleti yani nizâm-ı âlemi korumaktır.
İşte Osmanlı hukukçuları, padişahın meşru emirlerine yapılan her çeşit itaatsizliği, umumi rahatı ve nizâm-ı âlemi ihlal edecek olan her türlü isyanı ve memlekette anarşi çıkarma hareketlerini (fesâd bis-sa'y), bağy suçu kabul etmiş ve buna sebep olanları da bâği olarak vasıflandırmışlardır. Bu isyan suçunun cezasının da idam cezası olduğunu, fetvalarında açıklamışlardır. İsyan eden Padişahın kardeşi de olsa, şer'î hüküm değişmeyecektir. Meselâ, Yavuz Sultân Selim'in, birisi Şiîlerle ve bir diğeri de eşkıya ile ittifak ederek Devlete isyan eden ve bağy suçunda aranan şartlara uygun bir şekilde bu suçu işleyen kardeşlerine karşı olan tutumu, tamamen şer'îdir. Fâtih'in kanun maddesindeki kardeş katlinin birinci grubunu, bu tip hâdiseler teşkil etmektedir.
Ancak nazariyat bu olmakla beraber ve söz konusu madde bu şekilde tefsir edilebilmekle birlikte, tatbikat, her zaman nazariyatı takip etmemiş, kanuna rağmen, şartlar teşekkül etmeden idamlar verilmiştir. Beşikteki bir bebeğin öldürülmesini, elbette ki müdafaa etmek yahut buna uyuyor demek de mümkün değildir. Ancak Fâtih, kanunnâmesinde böyle bir durumu da emretmemektedir.
Osmanlı tarihindeki kardeş katlleri ve idamların yarıya yakınının, bir had cezası olan bağy suçuna sokulduğunu verilen fetvalardan anlıyoruz. Ancak şunu da hatırlatmak istiyoruz ki, bazen bağy denilen had suçunun şartlan teşekkül etmediği halde, araya giren jurnalcilerin ve yalancı şahitlerin beyanıyla, şeyhülislâmlardan bağy suçu imiş gibi fetva alındığı da görülmüştür. Kanunî'nin oğlu Şehzade Mustafa hakkındaki fetvalar buna misâl teşkil etmektedir. Bu konuda Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan şu belgenin izahları enterasandır:
"Buğat yani asiler ise, Mülteka ve benzeri fıkıh kitaplarına göre, mevcut hükümete ve Padişaha karşı Müslümanlardan bir veya bir kaç kişi isyan etmeleri ve hükümetin emirlerine itaat etmemelerinden ibarettir. Müslümanlar, bağy ve isyanda ısrar ederlerse, idam olunurlar. Ancak fitneyi teskin için idamdan hafif cezalar yeterli ise, bunlar tatbik olunmalıdır. Şurası dikkat çekicidir ki, Mülteka'yı şerheden âlimler, bağilerin cinayetleri hakkında, çok geniş mânâlar vermişlerdir. Meselâ Padişah'ın meşru emirlerine karşı her nevi itaatsizliği ve umumi rahatı (nizâm-ı âlemi) ihlal edecek her çeşit kıyam, hareket, fitne, fesad, insanları katl, malları gasp ve devlet işlerini engelleme gibi halleri, bağy saymışlardır."

Netice olarak bağy suçunu işleyen padişahın kardeşi de olsa, eğer unsurları tahakkuk etmişse, gereken cezayı vermek, elbette ki şer'îdir. Ancak İslâm hukukunun hükümlerine aykırı olarak, şunun-bunun tahrikiyle unsurları tam teşekkül etmeden insanları dünyevî saltanat uğruna idam etmek, elbette ki şer'î değildir. Aksini kim iddia edebilir ki?
Osmanlı Devletinde, devlete isyan suçunun cezası olarak ortaya çıkan öldürme vak'alarından bazıları şunlardır:

Osman Bey'in Amcası Dündar Bey (olay kesin değildir); I. Murad'ın oğlu Savcı Bey; I. Murad'ın kardeşleri Halil Ve İbrahim; II. Murad'ın kardeşi Mustafa; II. Murad'ın amcası Düzme Mustafa; Yavuz Suttan Selim'in kardeşleri Korkut ve Ahmed; Kanunî Sultân Süleyman'ın oğlu Bâyezid ve bunun beş oğlu.
B) Siyâseten Katl=Ta'zîr Bil-Katl:

Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de, kamu düzenini (maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulü’l-emr tarafından ta'zîr yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılmaz mı? Hanefi ve Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem gerektirdiği takdirde, ta'zîr yoluyla idam cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir kî, buna "siyâseten katl" denmektedir. Meselâ, livâta suçu, Hanefi hukukçulara göre, had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, "hiç suç değildir" anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulü’l-emr tarafından tesbit edilir. Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu düzeni icabı ta'zir yoluyla idam edilebileceğini İstâm hukukçuları kabul etmişlerdir.
Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile, isyana hazırlandığı her halinden belli olan bir insanın, âmme maslahatı ve âlemin nizâmı düşünülerek, ta'zîr yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul etmektedir. İşte Fâtih Sultân Mehmed'in "ekseri ulema tecviz etmişlerdir" diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de, fesadın tahakkuku hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizâm-ı âlem şartına uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun ve fıkıhçıların vaz'ettlği siyâseten kati prensibinin hatası değil, belki şer'i bir hükmün suistimalidir ve işlenen bir günahdır.
Osmanlı Hukukunda nizâm-ı âlem, fesada sa'y edenleri men' ve maslahat-i âmme tabirleriyle ifade edilen durum, bugün devtetin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md. 125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da, Osmanlı Kanunnâmelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor? Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suistimal edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da, fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları maalesef olmuştur. Bu suistimal, elbette ki kötüdür ve yapanlar da manen mes'uldürler. Fâtih'in kanunnâmesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki ifadelere uygundur.
Üzülerek ifade edeyim ki, konuyla alakalı fıkhî malumatı, Dede Efendi'ni "Siyâsetname"sinden naklettiğimizden, bazı safdillerin, bu görüşün Dede Efendi'ye ait olduğu ve "onun da böyle bir fetvaya yetkili olmadığı, olsa bile onun fetvasının ne değer ifade edeceği" şeklindeki yorumlarına şahit olduk ve üzüldük. Halbuki Dede Efendi, o meselede sadece fukahanın görüşlerini nakletmektedir. Bu sebeple konuyu biraz daha derinlemesine tahkik etmek ve uygulama örneklerinden bazılarını taakdim etmek istiyoruz.
Önce Hanefi fıkıhçılannın son zamandaki en meşhurlarından oldan Ibn-i Abidin’in izahlarını özetleyerek zikredelim. "Ta'zir Yoluyla Katl" başlığı altınnda bakınız ne güz bir özetleme yapıyor:
"Ta'zir, katl ile de olabilir. İbn-i Teymiyye'nin Es-Sârim'ül-Meslûl adlı eserindde gördüm ki, diyor: Hanefi hukukçularına göre, livâta, âlet-i câriha dışında adam öldürme ve benzeri suçlar tekerrür ettiğinde, imam yani ülü'l-emr suçluyu katledebilir. Âmme maslahatı gerektirdiği takdirde, ta'zir yoluyla idam cezası verme esasını, Hz. Peygamber ve ashabının tatbikatına hamleden Hanefî hukukçular, bu uygulama siyaseten katl demektedirler... Soyguncular, yol kesenler, dükkân soyanlar, cemmiyetin nizâmın bozarak fesad çıkaranlar, zâlimler ve fesad çıkaranlara yardımcı olanlar, kısaca idam edilmesinde âmme maslahatı bulunanlar için de aynı hükümler geçerlidir."

Delilsiz ve mesnedsiz bazı iddiaların aksine, bütün bu cezalar, ancak mahkeme kararı ve yargılamadan sonra mümkün olduğunu da, hem bütün fıkıh kitapları ve hem de Osmanlı kanunnameleri kaydetmektedirler.
İbn-i Abldln'in şu fetvası da bu meseleyi gayet açık bir şekilde vuzuha kavuşturmaktadır:
"Soruldu: Fesad çıkaran, jurnalcilik yapan, yeryüzünde fesad için koşuşturan, insanlar arasında şer ve fitne uyandıran, bâtıl yollarla insanların mallarını zabtetmeye gayret eden insanların canlarına kıyan ve hülasa eliyle ve diliyle Müslümanları her zaman rahatsız edip de bu huyundan da idam dşında hiçbir ceza ile vazgeçmeyen bir adamın hükmü nedir?"

"Cevap: Böyle olduğu kesin ise ve yalan söylemeleri mümkün olmayacak kadarar çok Müslüman da bunu tasdik ediyorsa, katledilir ve şerrini Allah'ın kullarından def’ ettiği için vesile olana sevap ve mükafat verilir."

İşte bu ve benzeri fıkıh kitaplarındaki şer'î hükümleri nakleden ve kaynakarını da teker teker gösteren Dede Efendi'nin "Siyâsetnâme" tercümesinden bazı parçalar şöyledir:
"Nizâm-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şenî' fiilleri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katl edilebileceklerine fetva verilmiştir. Ayrıca ülü'l-emre tanınan bu siyaset hakkının tatbiki için bil-fiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i adî olan şahsın fil-hakika şerir ve müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def-i fesad, vukuundan sonra refinden daha kolay olduğu müsellemdir. Bir bid'atçının bid'atının yayılacağından korkan dindar padişahın kulları ondan korumak ve nizamı alem için, o mübtedi'i katl ve idam etmesi caizdir.”
"Nizâm-ı âlem için şer ve fesadını defetmek üzere, ehl-i fesadı darb, te'dîb, nefy, tağrîb, hapis ve hatta katl ve idam tarzında ta'zir yoluyla cezalandırmak meşru ise de, tek kişinin veya yalancıların jurnali ile bu yola girmek caiz değildir. Fesada gayret ettiği ve sebep olduğu şer'an sabit olmalıdır. Osmanlı Şeyhülialamlarının fetvalarından anlaşılan da budur."
Dede Efendi'nin çok zayıf fetvaları da esas alarak, kardeş katlinin sınırlarını genişlettiğinin biz de farkındayız. Zaten bazı kardeş katli olaylarının şartları gerçekleşmeden yapıldığını biz de kabul ediyoruz. Ancak meselenin hukukî yönünü ortaya koymak için bunları da nakletmek durumundayız.
Şimdi de aynı meseleyi fıkıh kitaplarındaki şartlara göre tanzim eden, Osmanlı Şeyhülislâmlarına ait fetvalardan sadece birini kaydedelim:
“Bu mes'ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
Zeyd'in âdet-i müstemirresi sa’i bil-fesâd olduğu şer'an sabit olub ve ibadullaha mazarratı icabeder mevâdd-ı münkerâtın dahi kendüden sudurı tevâtüren isbât olundukda, Zeyd-i müfsid-i merkumun vech-i arzdan izâlesiyçün katli meşru' mudur? Beyân buyurula."

El-Cevâb: Meşrû'dur; emr-i veliyyül-emr munzam ise."

Harrereh'ul-Fakîr Hacı Muhammed EI-Müfti Bi Harpud-Ufiye Anhu."

Kaynak teşkil eden ibarelerin tercümesi:

"Kim bunu âdet haline getirirse, idam edilir. Zira o yeryüzünde fesad için sa'yetmektedir. Katl ile şerri def edilir. Dürer ve Gurer."

"Gayr-i meşru işlerin katl ve idam cezası ile define, imam (sultan) ve hulefâsı daha evlâdır. Zira onlar siyâseti daha iyi bilirler. Vecîhüddin'in Meşârık'ul-Envâr şerhinden."
Bunlara benzer arşivlerimizde çok sayıda fetva vardır. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, "siyâseten katl"in de belli şartları ve şer'î hükümleri mevcuttur. Bütün yazılanlara ve nakledilenlere rağmen, Osmanlı tatbikatının hep şer'î hükümlere uygun cereyan ettiğini söylemek safdillik olur. Ne acıdır ki, bir çok idam hadiselerinde bu esaslara ri'âyet edilmemiş ve jurnalcilerin tahriki ile nice zulümlere sebep olunmuştur. Ancak ister padişahların kardeşlerini, isterse de sadrazamlarını katletmede, keyfe mâyeşâ hareket edemediklerini; Osmanlı Devleti'nde mahkemeden ilâm ve Şeyhülislâmdan fetva alınmadan idam cezasının uygulanmadığını, arşivlerden öğreniyoruz.1
Bir kısım tarihçiler, bu uygulamaların devlet siyâseti açısından haklı yönleri bulunduğunu iddia etmektedirler. Bu ne demektir?

Konuyu tarih ilmi ve devlet siyâseti açısından değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verip bitirelim:
Osmanlı Devleti'ni tehdid eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzade veya diğer hanedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber (asm)'in senasına mazhar olan Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i'lây-ı kelimetullâh hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar, böyle bir duruma fırsat vermemek için, Şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla, kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer'î esasın tatbikinde, araya giren jurnalcilerin te'siriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük temsilcisi kabul etmişlerdir. Fâtih'in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle Uzun Hasan üzerine giderken, "validem" diye hitâb ettiği bu Akkoyunlu hükümdarının anası Sara Hâtûn'a verdiği cevap çok manidardır. Trabzon üzerine giderken yollarda her türlü zahmete göğüs geren ve bazan atından inip yaya yürümek zorunda kalan Fâtih'e Sara Hâtun'un "Oğul, ufacık Trabzon için tatlı canına bu kadar eziyet değer mi?" şeklindeki sözünü, İstanbul Fâtih'i:
"Valide, Seyf-i İslâm bizim elimizde, cihâd sevabına nail olub, Allah'ın rızâsını tahsilden başka gayemiz yoktur; bizim davamız kuru kavga değildir."

şeklinde cevablandırmıştır.
"Bu hanedanın maksad-ı a'lâsı, ilây-ı kelimetullâhdır."

ifâdesi de Fâtih'e aittir.
Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer'î hükümlerin tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder. Vatana ihanet suçunun her hukuk nizâmında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.
Netice olarak, "siyâseten katl"i, mahkeme kararı olmadan ve yargılama yapılmadan sırf saltanat ve dünyevi menfaat uğruna "padişahın adam öldürmesi" olarak anlayanlar, bu manayı nerden çıkardıklarını isbat etmek zorundadırlar. Zira nizâm-ı âlem için siyâseten katlin, uygulamada suistimal yapılsa bile, vatanın ve devletin birliğini tehlikeye sokacak ve emniyet ve asayişi altüst edecek kimselerin fesada sa'y etmelerinden dolayı verilecek bir idam cezası olduğu; hem fıkıh kitaplarında ve hem de fetvâlarda uygulanması için "şer'an sabit" olması yani İslâm muhakeme usulü kaidelerine göre yargılanıp, suçun sabit görülmesi şartının tahakkuku aranmaktadır.
Ayrıca "emr-i veliyy'ülemr ile katl”den kasıt, sadece mahkeme kararının yeterli görülmemesi ve bu tip cezaların infazında veliyy'ülemrin yani sultânın tasdikinin de şart koşulmasıdır. Bu da önemli bir husustur. Kanunnâmelerde yer alan şu ifade, yargılama konusunda Avrupa'nın 20. asırda ulaştığı seviyeyi göstermektedir:
"Mücrim olan kimse teftiş olunmadan veyahud üzerine zahir olan şenâyi’ şer'le ve örfle yerine varmadan sancakbeği ve subaşı ve adamları nesne alub salıvermek memnû'dur. Kendüler mahall-i töhmet ve adamları mücrim ve müstahakk-ı ikâb olur. Ve her mücrim-i müttehemin cerimesi kâdî-i vilâyet katında veya müfettiş huzurunda sabit ve zahir olub, ehl-i örfe teslim etmedin dutub siyâset eylemek hılâf-ı şer’ ve örf te'addîdir = Suçlu yargılanmadan veya kendisine isnâd edilen suçlar hukuken sabit olmadan, yetkililer para cezası alarak salıveremezler; ceza uygulayamazlar."

Fıkıh kitaplarında yapılan bu açık izahlara ve şer'î hükümlere rağmen, bir kısım muhterem insanların "1400 yıllık tarihimizde yazılan fıkıh kitaplarının hiç birinde böyle fetva verilmemiştir" diyebilmeleri, neyin verdiği cesarettir; doğrusu biz de tesbit edemedik. Eğer bundan, padişahın keyfî adam asması kasdediliyorsa, böyle bir şeyden ne kanunnamelerde ve ne de fıkıh kitaplarında bahsedilmemiştir. Yapılan suistimaller dahi, "ehven-i şer ihtiyar olunur" kaidesine uyularak yapılmıştır. Hem kasdedilen bu menfi mânâyı ve hem de suistimalleri tasvip etmek mümkün değildir.
Şunu unutmayalım ki, Osmanlı devleti, onun kadıları ve şeyhülislâmları, en az bizim kadar İslâm'a ve onun hukuk nizâmının kaynakları olan fıkıh kitaplarına hürmet duyan insanlardır. Değerli araştırmacı Abdülkadir Özcan'ın yerinde tesbitleri gibi, şeyhülislâm veya diğer kadıların fetvası, kadıların kararı ve padişahın tasdikiyle icra edilen "siyâseten katl" cezalarının fetvasını veren, kararını yazan yahut en azından "nizâm-ı âlem içün öldürüldü" diyen Hoca Sa'deddin Efendiler, Bostan-Zâde Yahya Efendiler, bu sözlerini şeyhülislâmlık veyahut kazaskerlik gibi fetva ve kaza makamının en yüksek makamlarında bulunmuş kimseler olarak söylemektedirler.
Kardeş katli ile ilgili kanun hükmü şer'-i şerife uygun olsa bile tatbikat, nazariyata uygun yürümüş müdür?

Bu soruya cevap verebilmek için bazı önemli tatbikat örneklerini incelemek icab etmektedir. Ancak tatbikatta suistimallerin yapıldığını, siyâseten çok idamların icra edildiğini ve bu fiillerin ehliyetsiz bir kısım fakih ve kadılar tarafından meşruiyet kalıbına sokulduğunu, yine tarih bize göstermektedir. İsterseniz Bediüzzaman'ın tesbitlerini tekrar ettikten sonra bazılarına beraberce bir göz atalım:
"Hâkimiyetin en esaslı hâssası istiklâldir, infirâddır. Hatta hâkimiyetin zayıf bir gölgesi, âciz insanlar da dahi istiklâliyetini muhafaza etmek için, gayrın müdâhelesini şiddetle reddeder ve kendi vazifesine başkasının karışmasına müsaade etmez. Çok padişahlar, bu redd-i müdâhale haysiyetiyle ma'sum evlatlarını ve sevdiği kardeşlerini merhametsizce kesmişler. Demek, hakîki hâkimiyetin en esaslı hâssası ve infikak kabul etmez bir lâzımı ve daimî bir muktezâsı, istiklâldir, infirâddır, gayrın müdâhelesini reddir."

Şehzade isyanlarının ve şehzadeler arasındaki saltanat mücadelelerinin Osmanlı tarihinde önemli bir yer işgal ettiğini bilmeyen yoktur. Her şeyden önce şunu tebellür ettirmekte yarar vardır. Bir şehzadenin, sultanlığını ilân etmiş bir diğer şehzadeye karşı gelmesi ve saltanat iddia etmesi, tamamen bir bağy suçu mahiyetindedir. Ve cezası idamdır. Ancak saltanat iddiasına kalkışmadan evvel idam edilmişse, ya siyâseten katl yani fesadın kuvvetle muhtemel olmasından dolayı nizâm-ı âlem içün yahut zulmen idam edilmiştir. Şimdi bu gözlükle hâdiselere bakalım:
a) Orhan Bey zamanında üç idam hâdisesi yaşanmıştır. Bunların her üçü de had cezası mahiyetinde, yani bağy / devlete isyan suçunun cezası olarak tatbik edilmişlerdir. Zira Orhan Bey'in kardeşleri Halil ve İbrahim'in Padişaha isyan ettikleri ve saltanat mücadelesine giriştikleri bir vâkı'adır. İsyan sonucunda katledilmişlerdir ve siyâseten katl ile hiç bir münasebeti yoktur. Orhan Bey, ayrıca kendi oğlu Savcı Beyi de, bizzat kendisine isyan ettiği ve ordu toplayarak babası ile savaşmaya bile cesaret ettiği için idam ettirmiştir. Hatta Bizans veliahdı Andronikos ile dahi babası aleyhine ittifak kurduğunu tarih kitapları kaydetmektedir. Bunun cezası, Orhan Bey istemese dahi, İslâm hukukunda idam cezasıdır.
b) Yıldırım Bâyezid devrinde ilk defa siyâseten katl veya şayet siyâseten katlin şartları gerçekleşmemişse -ki bunu tam olarak bilmiyoruz- o takdirde bir nevi zulüm yaşanmıştır. Zira Yıldırım Bâyezid, çevresinin tahriki ile, henüz herhangi bir isyana yahut saltanat kavgasına girişmeyen kardeşi Ya'kub'u, ileride saltanat iddiasına kalkışmasın diye katl ettirmiştir. Osmanlı tarihçilerinin saltanat uğruna öldürülen ilk insan olarak tesbitleri doğrudur. Bazı araştırmacılar, hukukî cihetini bilmediklerinden bunu tenkid etmişlerdir. Zira daha önceki idamlar had cezasıdır ve bağy suçunun cezası olarak tatbik edilmiştir. Bu ise, ilerde fesada sebep olur korkusuyla siyâseten katl yoluyla idam ettirilmiştir. Osmanlı tarihçilerinin tesbiti doğrudur.
c) Osmanlı Devleti'nin en karışık devresi olan Fetret Devrinde, Mehmed Çelebi, kardeşleri İsa Çelebi ile Musa Çelebî'yi kendisine isyan ettikleri ve hatta saltanat için orduları karşı karşıya geldiği için bağy suçunun had cezası olan idam cezası ile cezalandırmıştır. Aynı şey, sonradan ortaya çıkan kardeşi Mustafa Çelebi için de geçerlidir. Bunların idamlarında siyâseten katl söz konusu değildir.
d) Fâtih'in babası II. Murad'ın amcası Mustafa Çelebi (II. Düzmece Mustafa), uzun süren saltanat mücadelesine girişmiş ve hatta Osmanlı ülkesinin Bizans ile paylaşılmasını da göze alarak imparator Manuel ile gizli ittifak dahi kurmuştur. Uzun mücadelelerden sonra yakalanarak bâği muamelesi görmüş ve idam edilmiştir. Bu bir had cezasıdır.
II. Murad'ın küçük kardeşi Mustafa Çelebi de, Karamanoğulları ve Germiyanoğullarının tahrikiyle Bursa'ya yürümüş ve had cezası olarak idam edilmiştir. Yani bu dönemde de, siyâseten katl cezası mevcut değildir.
e) Yavuz Sultân Selim, iki kardeşini, kendisine isyan ettikleri ve bâğî oldukları için, had cezası olan idam cezasıyla cezalandırmıştır. Gerçekten Sultân Korkut, topladığı ordu ile Padişah'a isyan etmiş ve sonunda yakalanarak cezası olan idama şer'an mahkum edilmiştir. Diğer kardeşi Ahmed ise, sadece saltanat mücadelesine kalkışmamış, ayrıca bu mevzuda Osmanlı'nın can düşmanı olan Safevî devleti ile de ittifak kurmuştur. Neticede yakalanarak, had cezası olan idam cezasına çarptırılmıştır.
f) Kanunî Sultân Süleyman, rakipsiz sultan olduğu için, kardeş katli mevzu bahis olmamıştır. Ancak Kanunî, kendi çocuklarının idamına karar veren bahtsız padişahlardandır. Karısı Hürrem Sultân ve çevresinin tahriki ile, kendisini tahttan indirmeye azmettiği ve padişah olmak isteği ile isyan ettiği şayiasına inanarak, bâğî vasfıyla Şehzade Mustafa'yı idama mahkûm eylemiştir. Bu idam kararı, görünürde bağy suçunun cezası olarak had cezasıdır. Ancak bu meselede hem fetvayı veren müftünün, hem kararı veren kadının ve hem de bunları tasdik edip icrası için emir veren Kanunî'nin, yanıldıkları veya yanıltıldıkları bir vâkı'adır.
Diğer bir hazin tablo da Şehzade Bâyezid'in İdamında yaşanmıştır. Kanunî'nin iki oğlu olan Selim ve Bâyezid, 1558 yılına kadar iyi geçindikleri halde, bu tarihten sonra saltanat hırsıyla araları bozulmuştur. Aradaki jurnalcilerin tahriki ile Şehzade Bâyezid, ordu toplayarak kardeşi Selim'in üzerine yürüdü. Bu hareketi isyan kabul edildi. İran'a iltica eden Bâyezid, kardeşi Selim'e teslim edilince, Ebüssuud'un fetvasıyla bağy suçunun had cezası olan idam cezasına mahkûm edildi. Bu hâdiseyle alakalı örnek fetvaları yukarıda zikretmiştik.
III. Mehmed ve III. Murad devrindeki olayları yerinde inceleyeceğiz. Zira asıl haksızca yapılanlar bunlardır.
h) I. Ahmed devrinde saltanat usûlünde ciddî bir değişiklik mevzubahistir. Artık "amûd-ı nesebi", yani "Osmanlı sülalesinden en büyük olanının padişah yapılması usulü" kabul edilmiştir. Gerçekten I. Ahmed vefat edince, şehzadeleri bulunmasına rağmen, ailenin en büyük ferdi olan amcaları Şehzade Mustafa tahta geçirilmiştir. Bu kaide, kardeş katli hadisesini tamamen ortadan kaldıramamışsa da, gevşetmiş ve son derece azaltmıştır.
İşte görüldüğü gibi tatbikattaki durum farklıdır. Bir kısmı, tamamen şer'î hükümlere uygun olarak bağy suçunun had cezasını tatbik etmekten ibarettir ve bunlara siyâseten katl demek hatalıdır ve meseleyi bilmemekten ileri gelmektedir. Zira padişah istemese de bu ceza mukadderdir. Devlete isyan edenin cezası elbette ki idamdır. Bir kısım uygulama ise, siyâseten katl müessesesine yani Fâtih'in Kanunnâmesinde "ekseri ulemâ tecviz etmişdür" dediği usule uygundur ve fıkıh kitaplarında şartlarına uyulmak kaydıyla açıklanmıştır. Bir diğer grup ise, ne şer'î hükümlere ve ne de Fâtih'in Kanunnâmesinde ifade ettiği, fıkıh kitaplarında da tecvîz edilen siyâseten katle uymaktadır. Elbette ki bu uygulamalar, gayrimeşrûdur. Fâtih'in Kanunnâmesi de bunu emretmemektedir2.
Fâtih Sultân Mehmed'in kendi Kanunnâmesinin ilgili maddesini uygulayarak küçük yastaki kardeşi Ahmed'i katlettiği söylenmektedir; bunu nasıl izah ediyorsunuz?

Burada meseleye değişik yönlerden bakmak gerekir:
Evvela; Bu hadisenin meydana geldiği şüphelidir. Zira Kantemir gibi yabancı tarihçiler dahi, II. Murad vefat ettiğinde Şehzade Mehmed dışındaki bütün evlâdının vefat ettiğini ve bu arada Şehzade Ahmed'in de Amasya'da vali bulunduğu sırada öldüğünü yazmaktadır ki, bu ihtimalin doğru olması halinde, henüz bebek iken öldürülme iddiaları da ortadan kalkar. Namık Kemal de, şehzade Ahmed'in katl edildiği iddiasını sadece bir iftiradan ibaret görmektedir. Böyle bir zulme, Fâtih Sultân Mehmed'in razı olamayacağını ısrarla savunmaktadır. Bazı kaynaklar da, olayı doğrulamakla beraber. Şehzade Ahmed'i haksız olarak katleden Evrenoszâde Ali Bey olduğunu ve bu sebeple Fâtih tarafından idam ettirildiğini kaydetmektedirler. Şayet vâki ise, yukarıda anlatılan hükümler, Fâtih için de geçerlidir. Ancak hangi gruba girmektedir? Bunun tesbit edilmesi gerekir.
İkinci olarak, Osmanlı kaynaklarının bir kısmında Sultân Murâd'ın İsfendiyar Bey torunu Hatice Hâlime Hâtun'dan doğma Ahmed isimli bir şehzadesi olduğu ve yaşı küçük olan bu şehzadenin II. Mehmed'in tahta çıkmasından kısa bir zaman sonra katl olunduğu kaydedilmektedir. Ancak diğer şehzade katilleri gibi, ayrıntılı bilgiler, kaynaklarda mevcut değildir. Ayrıca Babinger'in altı ya da sekiz aylık olduğu konusundaki beyanı dışında, yaşının ne kadar olduğu da kesin değildir.
Üçüncü olarak, II. Mehmed, babası II. Murâd'ın vefatından sonra, çok büyük sıkıntılar içinde tahta geçmiştir. Bizans'ın şehzadeleri kullanarak Osmanlı Devleti'ni yıkma planlan herkesçe bilinmektedir ve fetret devri de canlı şahitlerle doludur. Nitekim Fâtih'in padişah olması üzerine, Bizans İmparatorunun elinde tutsak olarak tuttuğu Süleyman Çelebi'nin oğlu olması kuvvetle muhtemel bulunan Şehzade Orhan'a aynen şöyle söylediği kaynaklarca ifade edilmektedir:
"Haydi göreyim seni, bu taht benimdür deyü dava eyle. Ben Âl-i Osman nesliyim, ben var iken bu taht sana neden mustehakdır deyü dava edince, cümle beğler ve paşalar sana dönüb ve tahtı sana teslim ederler. Tahta çıktığında, kulağın bende olsun. Ben sana ne talimat verirsem, öyle hareket eyle. Göreyim seni, nice padişah olursun."

İşte böylesine bir dönemde, yaşının ne kadar olduğu belli olmayan ve ama küçük yaşta bulunduğu kesin olan Şehzade Ahmed'i, devlete isyan suçuna teşebbüs etmeden, nizâm-ı âlem için diyerek katletmiş olabilir. Bu tamamen üçüncü guruba girmektedir. Eğer bir kusur işlenmiş ise, bunu savunmanın manası yoktur. Ancak bu ayrıntıları tam bilinmeyen olaydan dolayı, Fâtih gibi Hz. Peygamber (asm)'in medhine layık olmuş bir padişahı hunharlıkla suçlamak ve hele bu konuda Bizans İmparatorları ile birlikte hareket eden Bizans tarihçilerini onaylamak mümkün değildir. Hammer ve benzeri tarihçiler, sanki şehzadelerin Osmanlı Devleti'nin yıkılması için kullanıldığını bilmiyormuş gibi, bunu vesile ederek Fâtih Sultân Mehmed'e hücum etmişlerdir.
Özetleyecek olursak, Fâtih Sultân Mehmed, kendi koyduğu kanunun nizâm-ı âlem için fesada sa'y ihtimalinin bulunması sebebiyle siyâseten katl müessesesini ilk defa kendisi tatbik etmiş ve küçük kardeşi Ahmed'i katl ettirmişti. Bu, isyan tahakkuk etmediğinden, bir had cezası değildir. Belki "nizâm-ı âlem için siyâseten katl" müessesesine girmektedir. Burada aranan fesadın şer' ile tahakkuku şartının, ne derece gerçekleştiğini bilmiyoruz. Ancak tekrar ediyoruz ki, Hz. Peygamber (asm)'in senasına mazhar olmuş bir Padişah'ın, şartları tahakkuk etmeyen bir cezayı tatbik edeceğine de ihtimal vermiyoruz. Önemle ifade edelim ki, on bir aylık bir bebenin öldürülmesini Fâtih'in idam ettirdiğine inanmak istemiyoruz. Zaten Evrenoszâde Ali Bey isimli bir zatın Padişah'ın haberi olmadan böyle bir cinayeti işlediğini bazı kaynaklar haber vermektedirler3.
Kaynaklar:

1. Konuyla ilgili bazı fetvalar; Nuruosmaniye kütp. nr. 3209, vrk. 358/a vd.; Süleymaniye kütp. Esad Efendi, nr. 1888; Damad, Mecma'ül-Enhür, 1/707- 709; BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 50-51; İbn-l Âbidin; Reddu'l-Muhtâr Ale'd-Dürri'l-Muhtâr I-VI, Mısır 1967, c. IV, sh. 62-65; Şeyh Mehmed Arif, Terc. Siyasetname, sh. 6, 25-35; Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, sh. 337-338.

2. Berki, A. Himmet, İstanbul'un 500. Yıldönümü Münasebetiyle Büyük Türk Hükümdarı istanbul Fâtihi Sultân Mehmed ve Adalet Hayatı, İstanbul 1953, sn. 142-148; Alderson, A.D., The Structure of the Ottoman Dynasty, Connecöcut 1982, 2. Baskı, sh. 30-31; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, sn.328, Md. 37, 1/114-117, 287, 331 vd.; c. II, sh. 10 vd.; Konrad, Dilger, Untersuchungen zur Geschichte deş Osmanischen Hofıeremünlells im 15. und 16. Jahrhundert, München 1967, sh. 5 vd., 34 vd.; Özcan, Abdülkadir, "Fâtih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Alem için Kardeş Katli Meselesi", İÜEFTD, sayı 33 (1980-81), sh. 12-13; Taneri; Aydın, Osmanlı Devletinin Kuruluş Aneminde Hükümranlık Kurumunun Gelişmesi ve Saray Hayati-Teşkilati, Ankara 1978, sh, 184 vd.

* İbn-i Kemal, Tevârih-i Ali Osman, I. Defter, sh. 129; Aktan, Ali, "Osmanlı Hanedanı İçinde Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli", Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı 10 {Ekim 1987), sh. 8; Akman, Mehmed, Osmanlı Devleti'nde kardeş Katli. Bu son eser, bu zamana kadar yapılan en kapsamlı çalışmadır.

3. “Pala, Namık Kemalin Tarihî Biyografileri, sn. 105-106; Solakzâde, sh. 187; Hoca Sa'deddin, Tâc'üt-Tevârîh, c.I s. 407; İnalcık, Halil, Fâtih Devri Üzerinde Tedkikler ve Vesikalar l, Ankara 1954, sh. 110; Âsıkpaşazâde, Tarih, 140; İbn-i Kemal, VII. Defter, sh. 8-9; Akman, Kardeş Katli, sh. 64-69; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c.II, sh. 5 vd.; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Mümin Çevik nesri, I-X, İstanbul 1998, c. II, sh. 258; Gazavât-ı Sultân Murad Han b. Mehemmed Hân, Haz. inalcık, Halil-Oğuz, Mevlûd, Ankara 1978, sh. 37-38; Aktan, 14-15; Kantemir, c.I Sh. 147.

(Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ – Doç. Dr. Said ÖZTÜRK, Bilinmeyen Osmanlı,s:80-89)

İlave bilgi için tıklayınız:

Kanuni Sultan Süleyman oğlunu ve torunlarını öldürtmüş müdür?

Osmanlı padişahlarından III.Mehmed ve III.Murad zamanındaki kardeş katlinden bahseder misiniz?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Senin hiç bir konuda fikrin yok mu kardeşim sürekli kopyala yapıştır yapıyorsun.

19 Tane bebeğin ya da , Kanuninin öldürttüğü torunları, oğlu Bayezid'in 4 çocuğu henüz sübyan yaşlarda iken,
nasıl bir Bağy suçu işleyip te had cezalarını hak ettiklerini bize söyler misin, Ercan tekin, kopyala yapıştır yapacağına?
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
biz böyleyiz işte.... Bize Kur an ımız Hadisi Şerfilerimiz ve alimlerimiz yetiyor.... ben ilmihal müslümanıyım.... bu, Kur an a inanıyorum deyip onu inkar etmekten, Allah Rasulunun sözlerini yalanlamaktan, dinin olmassa olmazlarından alimleri iplememekten çok, çok, ama çok iyidir... sanada nasihat ederim... alimcilik yapayım derken, ahiretini kaybetmek var işin sonunda.... mealden din öğrenmenin sonu z. beyaz., n. ozturk.mi.oğlu.bbayraktar veya e. yükselden biri gibi olmaktır....

çok tahrik edici ,halogan vari yazılar yazıyorsun
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
Senin hiç bir konuda fikrin yok mu kardeşim sürekli kopyala yapıştır yapıyorsun.

19 Tane bebeğin ya da , Kanuninin öldürttüğü torunları, oğlu Bayezid'in 4 çocuğu henüz sübyan yaşlarda iken,
nasıl bir Bağy suçu işleyip te had cezalarını hak ettiklerini bize söyler misin, Ercan tekin, kopyala yapıştır yapacağına?

Kopyala yapıştır metodunu eleştiren hiçkimse internete girmesin böyle saçma sapan bir eleştiri olurmu hiç?
Biz bilgi paylaşımı yapıyoruz, konulara gerektiğinde düşüncelerimizi paylaşıyoruz gerektiğinde bilgileri naklederek paylaşım yapıyoruz.
Sen ve senin gibiler nedense işlerine gelmeyen bir paylaşım olduğunda bu saçma sapan eleştiriyi yaparlar oysaki bu eleştiriyi yapanlarda kopyala yapıştır yapanlardır yani kopyala yapıştır yapmayan hiçbir internet kullanıcısı yoktur.

Bu forumda en çok kendi düşüncesini uzun uzadıya yazanlardan biri olarak bana bu eleştiriyi yapan Yahayy acaba Osmanlı'yı karalama girişimini yerle bir eden paylaşımımız işine gelmedimi?

Sen ve senin gibi Osmanlı düşmanları bu topraklara ait değilsiniz hangi milletin evladısınız yada dinin mensubusunuz bilmiyorum ama biz müslümanız, ehli sünnet ve'l cemaat yolundayız, Osmanlı torunlarıyız elhamdulillah.

Şimdi saçma sapan kopyala eleştir eleştirisi absürdlüğü sergileyeceğine paylaşımı değerlendir ki niyetinin bozuk olup olmadığına kanaat getirelim.
Ki paylaşımını yaptığımız uzman tarihçilerimizin bilgilendirmeleri gayet açık ve nettir.
İtirazı olan varsa aynı ilmi seviyeden yorum yapsın.

Şimdi genelde derler ''Ercan neden çok sert yazıyorsun?'' işte cevabı çok açık çünkü karşımıza art niyetli kimseler gelipte Yahayy gibi doğru bilgi gördüklerinde onu karartmak için saçma yorumlarla konuyu dağıtmaya çalışanlar olunca elbette sert olmak doğal bir hal alıyor.
Eğer Yahayy adlı şahıs böylesine saçma bir yorumla bilgiye saygısızlık etmeyip aynı seviyede bilgiye bilgiyle cevap verseydi asla sert cevap verip tenkit etmemize gerek kalmazdı. Niyet hayıra akıbet hayırdır, niyet bozuksa akıbet hayırsızdır.

Şahsım olarak her daim bilgiyi hüccet esasına dayalı paylaşmayı bir metod olarak görüp yanlışa düşmemek adına dikkatli olmayı tercih ediyorum. Aynı seviyede karşılık görmez isem bende karşıdaki şahsın art niyetine uygun cevaplar vermek zorunda kalıp niyetin bozukluğunu deşifre ediyor ve okuyucu kitlesini o şahsiyetlerden sakındırıyorum. Ki forumdan olsun diğer sitelerde olsun bu konuda çok fazla olumlu geri dönüşler alıyorum. Elhamdulillah Allah c.c. nasip ettiği sürece doğruları paylaşmaya devam edeceğim.
Yüce Mevlamız cümlemize hidayeti üzerine istikamet tutmayı nasip eylesin.amin
ves'selam
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul


Kopyala yapıştır metodunu eleştiren hiçkimse internete girmesin böyle saçma sapan bir eleştiri olurmu hiç?
Biz bilgi paylaşımı yapıyoruz, konulara gerektiğinde düşüncelerimizi paylaşıyoruz gerektiğinde bilgileri naklederek paylaşım yapıyoruz.
Sen ve senin gibiler nedense işlerine gelmeyen bir paylaşım olduğunda bu saçma sapan eleştiriyi yaparlar oysaki bu eleştiriyi yapanlarda kopyala yapıştır yapanlardır yani kopyala yapıştır yapmayan hiçbir internet kullanıcısı yoktur.

Bu forumda en çok kendi düşüncesini uzun uzadıya yazanlardan biri olarak bana bu eleştiriyi yapan Yahayy acaba Osmanlı'yı karalama girişimini yerle bir eden paylaşımımız işine gelmedimi?

Sen ve senin gibi Osmanlı düşmanları bu topraklara ait değilsiniz hangi milletin evladısınız yada dinin mensubusunuz bilmiyorum ama biz müslümanız, ehli sünnet ve'l cemaat yolundayız, Osmanlı torunlarıyız elhamdulillah.

Şimdi saçma sapan kopyala eleştir eleştirisi absürdlüğü sergileyeceğine paylaşımı değerlendir ki niyetinin bozuk olup olmadığına kanaat getirelim.
Ki paylaşımını yaptığımız uzman tarihçilerimizin bilgilendirmeleri gayet açık ve nettir.
İtirazı olan varsa aynı ilmi seviyeden yorum yapsın.

Şimdi genelde derler ''Ercan neden çok sert yazıyorsun?'' işte cevabı çok açık çünkü karşımıza art niyetli kimseler gelipte Yahayy gibi doğru bilgi gördüklerinde onu karartmak için saçma yorumlarla konuyu dağıtmaya çalışanlar olunca elbette sert olmak doğal bir hal alıyor.
Eğer Yahayy adlı şahıs böylesine saçma bir yorumla bilgiye saygısızlık etmeyip aynı seviyede bilgiye bilgiyle cevap verseydi asla sert cevap verip tenkit etmemize gerek kalmazdı. Niyet hayıra akıbet hayırdır, niyet bozuksa akıbet hayırsızdır.

Şahsım olarak her daim bilgiyi hüccet esasına dayalı paylaşmayı bir metod olarak görüp yanlışa düşmemek adına dikkatli olmayı tercih ediyorum. Aynı seviyede karşılık görmez isem bende karşıdaki şahsın art niyetine uygun cevaplar vermek zorunda kalıp niyetin bozukluğunu deşifre ediyor ve okuyucu kitlesini o şahsiyetlerden sakındırıyorum. Ki forumdan olsun diğer sitelerde olsun bu konuda çok fazla olumlu geri dönüşler alıyorum. Elhamdulillah Allah c.c. nasip ettiği sürece doğruları paylaşmaya devam edeceğim.
Yüce Mevlamız cümlemize hidayeti üzerine istikamet tutmayı nasip eylesin.amin
ves'selam

Yine tasssub yine taassub kadeşim sen hiç bir şeyin iç yüzü hakkaniyeti nedir diye düşünmez misin.

1) Fikir alıntılamaya kaynak vermeye kimse bir şey demiyor, ama 1 satır bile kendi fikrini belirtmeden 5 safya yazıyı kopyala yapıştır yapmak sadece acizlik bunu anlayamıyorsun.

2)Bir toplum, oluşum ya da Cemaat toptan olarak tüm yönleriyle doğru, tüm yönleriyle yanlış değildir.
Osmanlı da şu şu yanlıştı, Osmanlı hanedanı İslama hürmet eder pozisyonunda insanlar olsalar da tam anlamıyla bir islam devleti diyemeyiz, öyle mi kesinlikle öyle. çünkü saltanatla yönetilen, tahtın herşeyin üstünde görüldüğü, tahtı alan şehzadenin 7 ceddinden kendine sorun çıkarma potansiyeli olan kardeş, kuzen ne varsa bebek, çocuk demeden katletme hakkını İslam dairesinde açıklamaya çalışanların zerre kadar İslamdan nasibi olmayan, milliyetçilikle islamı karıştıran, gerçek islamdan uzak mukallitler olduğu çok açık. Osmanlıyı eleştiren kendine başka toprak arasın mış, kusura bakma kardeşim daha önce bu şekilde yazmadım ama şimdi açık yazacağım, cahilliğin dibini görmüşsün. Ashab Resulullah vefat ettikten sonra nice ihtilaf, savaş yaşadılar bizim hazret dediklerimiz birbirine düşman kesilip harp ilan ettile, on binlerce ümmet, ashab öldü. Şimdi ashabı seviyoruz diye hiç bir yanlış uygulama eleştirilmez mi, eleştirmeden doğru nasıl bulunur, ders alınır? işte sizi sorununuz bu, herşeyi tümüyle kabul, ya da tümüyle inkar, eleştiri, kritik diye bir şey bilmiyorsunuz.

4) Nolmuş fikrimiz çürüyünce susup kalmışmıyız?
sen daha ne yazdığımı okuyup cevap verecek cesaret yok.

tekrar yazıyorum, kopyaladığın yazıyı belki sen hiç okumadın ama ben senden önce bu fikirlerin babası Ahmet Akgündüzden okumuştum zaten, o bile bir çok konuda eleştiri getiriyor.
şim yazıda kardeş katlinin delili olarak bağy suçundan bahsediliyor, yani iktidara başkaldırı. hadi buluğa erip bunu kendi iradesi ile yapanları devlet kanunları gereği isyan suçundan öldürdünüz, bir şey demedik.

Tekrar soruyorum şunu cevaplar mısın?

19 adet bebek, kanuninin 3-5 yaşlarında 4 torunu ya da bir çok örnek te olduğu gibi, bir bebek ya da çocuk nasıl isyan suçu işliyor da öldürülmesi gerekiyor cevabını kopyala yapıştır ile değil madem herşeyin cevabı açıksa bir iki cümle ile verir misin?




Tapatalklandı.
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
Yine tasssub yine taassub kadeşim sen hiç bir şeyin iç yüzü hakkaniyeti nedir diye düşünmez misin.

1) Fikir alıntılamaya kaynak vermeye kimse bir şey demiyor, ama 1 satır bile kendi fikrini belirtmeden 5 safya yazıyı kopyala yapıştır yapmak sadece acizlik bunu anlayamıyorsun.

2)Bir toplum, oluşum ya da Cemaat toptan olarak tüm yönleriyle doğru, tüm yönleriyle yanlış değildir.
Osmanlı da şu şu yanlıştı, Osmanlı hanedanı İslama hürmet eder pozisyonunda insanlar olsalar da tam anlamıyla bir islam devleti diyemeyiz, öyle mi kesinlikle öyle. çünkü saltanatla yönetilen, tahtın herşeyin üstünde görüldüğü, tahtı alan şehzadenin 7 ceddinden kendine sorun çıkarma potansiyeli olan kardeş, kuzen ne varsa bebek, çocuk demeden katletme hakkını İslam dairesinde açıklamaya çalışanların zerre kadar İslamdan nasibi olmayan, milliyetçilikle islamı karıştıran, gerçek islamdan uzak mukallitler olduğu çok açık. Osmanlıyı eleştiren kendine başka toprak arasın mış, kusura bakma kardeşim daha önce bu şekilde yazmadım ama şimdi açık yazacağım, cahilliğin dibini görmüşsün. Ashab Resulullah vefat ettikten sonra nice ihtilaf, savaş yaşadılar bizim hazret dediklerimiz birbirine düşman kesilip harp ilan ettile, on binlerce ümmet, ashab öldü. Şimdi ashabı seviyoruz diye hiç bir yanlış uygulama eleştirilmez mi, eleştirmeden doğru nasıl bulunur, ders alınır? işte sizi sorununuz bu, herşeyi tümüyle kabul, ya da tümüyle inkar, eleştiri, kritik diye bir şey bilmiyorsunuz.

4) Nolmuş fikrimiz çürüyünce susup kalmışmıyız?
sen daha ne yazdığımı okuyup cevap verecek cesaret yok.

tekrar yazıyorum, kopyaladığın yazıyı belki sen hiç okumadın ama ben senden önce bu fikirlerin babası Ahmet Akgündüzden okumuştum zaten, o bile bir çok konuda eleştiri getiriyor.
şim yazıda kardeş katlinin delili olarak bağy suçundan bahsediliyor, yani iktidara başkaldırı. hadi buluğa erip bunu kendi iradesi ile yapanları devlet kanunları gereği isyan suçundan öldürdünüz, bir şey demedik.

Tekrar soruyorum şunu cevaplar mısın?

19 adet bebek, kanuninin 3-5 yaşlarında 4 torunu ya da bir çok örnek te olduğu gibi, bir bebek ya da çocuk nasıl isyan suçu işliyor da öldürülmesi gerekiyor cevabını kopyala yapıştır ile değil madem herşeyin cevabı açıksa bir iki cümle ile verir misin?




Tapatalklandı.

Nefsi cevap vermekten Allah'a sığınırım.

Sen naklettiğim bilgiye saygısızlık edip kişisel münakaşa için şahsıma sataştın. Bu senim bilgiye verdiğin önemin ne derece olduğunu gösteriyor.
Fikrimi düşüncemi belirten uzman tarihçilerin bilgisini komple paylaşmamı yedirememen ilginç. Oysa bilgiyi naklettim illede kendi fikrimi yazmak zorundada değilim çünkü naklettiğim bilgi tamamiyle düşüncelerimi karşılamakta doğruluğuna emin olmaktayım.
Kopyala yapıştır tenkiti afedersin ama çok akıl dışı ve saçma bir tenkittir. Bu tenkiti yapanların aklına şaşarım!
Çünkü internet kullanıpta bu tekniği ifa etmeyen yoktur öyleyse tenkit neyedir. Sanki forumda hiç kendi düşüncelerimizi paylaşmıyormuşuz gibi saçma sapan bir iftirada işin rezil boyutu.
Bu senin gerçek bilgiye karşı verdiğin saptırma refleksin olsa gerek oysa niyetin samimiyse bilgiye bilgiyle karşılık vermen daha eftaldir. Bilgiye sataşma ve kişisel münakaşa ile cevap vermek niyetin bozukluğuna delalet eder.

Gelelim mevzuya naklettiğim yazıyı okuyup ekledim, gayet net bilgiler var ama sen okumadan yorum yaparak zaten seviyeni düşürmüşsün.
Oku okumaktan korkma bilgiyi takip eden yazının uzunluğuna bakmaz.

Tartıştığın mevzu önemli bir konu ve sen bu konuda bilginin uzunluğunu eleştirin oluyor kısalığına olması gerekirken uzunluğu eleştirmende işin ciddiyetsizliğini göstermektedir.

Benim ecdadım 1000 yıl boyunca İslama en büyük hizmetleri yapmış şanlı müslümanlardır. Senin gibi kendini bilmez soyu sopu ne idüğü belirsiz internet kullanıcılarının ecdadıma sövmesini sessiz kalacak değiliz.
Herkes haddini bilecek. Benim dedem tevhid hakim olsun diye milyonlarca şehid verdi şu üç kıtada sende gelmişsin dedeme dil uzatıyorsun keserim o dilini!!!!

Hiddetim haysiyetsiz yaklaşımlarınızadır eğer mevzu bilgiyse bilgiyle yazın iftiralarla kimse dedeme sövemez.

Dedem insandı, insan hata yapar dedem günahsız diyen zaten İslamı inkar etmiş olur. Sen ısrarla kanuniden örnek veriyorsun Kanuni dönemindeki bazı vezirlerin yanlış yönlendirmelerini ve içeride döndürdükleri fitneleri bilmeyecek kadar mevzudan uzaksın.

Gelelim naklettiğim yazıda cevabı olmasına rağmen okumadığın için sormana rağmen sualine cevap verelim, biz suallere cevapsız kalmayız cevabımız vardır ama senin ecdadın kim onu cevaplayabilirmisin?

-
...
Yahayy: Tekrar soruyorum şunu cevaplar mısın?

19 adet bebek, kanuninin 3-5 yaşlarında 4 torunu ya da bir çok örnek te olduğu gibi, bir bebek ya da çocuk nasıl isyan suçu işliyor da öldürülmesi gerekiyor cevabını kopyala yapıştır ile değil madem herşeyin cevabı açıksa bir iki cümle ile verir misin?

CEVAP:
Beşikteki bir bebeğin öldürülmesini, elbette ki müdafaa etmek yahut buna uyuyor demek de mümkün değildir. Ancak Fâtih, kanunnâmesinde böyle bir durumu da emretmemektedir.
Osmanlı tarihindeki kardeş katlleri ve idamların yarıya yakınının, bir had cezası olan bağy suçuna sokulduğunu verilen fetvalardan anlıyoruz. Ancak şunu da hatırlatmak istiyoruz ki, bazen bağy denilen had suçunun şartlan teşekkül etmediği halde, araya giren jurnalcilerin ve yalancı şahitlerin beyanıyla, şeyhülislâmlardan bağy suçu imiş gibi fetva alındığı da görülmüştür. Kanunî'nin oğlu Şehzade Mustafa hakkındaki fetvalar buna misâl teşkil etmektedir. Bu konuda Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan şu belgenin izahları enterasandır:
"Buğat yani asiler ise, Mülteka ve benzeri fıkıh kitaplarına göre, mevcut hükümete ve Padişaha karşı Müslümanlardan bir veya bir kaç kişi isyan etmeleri ve hükümetin emirlerine itaat etmemelerinden ibarettir. Müslümanlar, bağy ve isyanda ısrar ederlerse, idam olunurlar. Ancak fitneyi teskin için idamdan hafif cezalar yeterli ise, bunlar tatbik olunmalıdır. Şurası dikkat çekicidir ki, Mülteka'yı şerheden âlimler, bağilerin cinayetleri hakkında, çok geniş mânâlar vermişlerdir. Meselâ Padişah'ın meşru emirlerine karşı her nevi itaatsizliği ve umumi rahatı (nizâm-ı âlemi) ihlal edecek her çeşit kıyam, hareket, fitne, fesad, insanları katl, malları gasp ve devlet işlerini engelleme gibi halleri, bağy saymışlardır."

Netice olarak bağy suçunu işleyen padişahın kardeşi de olsa, eğer unsurları tahakkuk etmişse, gereken cezayı vermek, elbette ki şer'îdir. Ancak İslâm hukukunun hükümlerine aykırı olarak, şunun-bunun tahrikiyle unsurları tam teşekkül etmeden insanları dünyevî saltanat uğruna idam etmek, elbette ki şer'î değildir. Aksini kim iddia edebilir ki?
...

Kanunî Sultân Süleyman, rakipsiz sultan olduğu için, kardeş katli mevzu bahis olmamıştır. Ancak Kanunî, kendi çocuklarının idamına karar veren bahtsız padişahlardandır. Karısı Hürrem Sultân ve çevresinin tahriki ile, kendisini tahttan indirmeye azmettiği ve padişah olmak isteği ile isyan ettiği şayiasına inanarak, bâğî vasfıyla Şehzade Mustafa'yı idama mahkûm eylemiştir. Bu idam kararı, görünürde bağy suçunun cezası olarak had cezasıdır. Ancak bu meselede hem fetvayı veren müftünün, hem kararı veren kadının ve hem de bunları tasdik edip icrası için emir veren Kanunî'nin, yanıldıkları veya yanıltıldıkları bir vâkı'adır.
Diğer bir hazin tablo da Şehzade Bâyezid'in İdamında yaşanmıştır. Kanunî'nin iki oğlu olan Selim ve Bâyezid, 1558 yılına kadar iyi geçindikleri halde, bu tarihten sonra saltanat hırsıyla araları bozulmuştur. Aradaki jurnalcilerin tahriki ile Şehzade Bâyezid, ordu toplayarak kardeşi Selim'in üzerine yürüdü. Bu hareketi isyan kabul edildi. İran'a iltica eden Bâyezid, kardeşi Selim'e teslim edilince, Ebüssuud'un fetvasıyla bağy suçunun had cezası olan idam cezasına mahkûm edildi. Bu hâdiseyle alakalı örnek fetvaları yukarıda zikretmiştik.
...
Mevzu gayet net açıklanmıştır.
ves'selam
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
İslam tarihine baktığımızda devlet yönetimlerinde sürekli fitnelerle mücadele yaşanmıştır.

Ashab-ı Kiram (Allah onlardan razı olsun) dahi birbirlerine kılıç çekecek kadar aralarına nifak sokularak büyük fitne tuzaklarına düşürülmüşlerdi işte Cemel savaşı ibretliktir ki Osmanlı'daki yaşanan devlet içinde gerçekleştirilen nifak ve fitnelerle mücadelede devletin bek'ası için gerekliydi.
Bu mücadelede yanlış bilgilendirmeler, kasıtlı iftiralarla yönlendirmelerde olduğu için bazen yanlış hükümlerde verildiği olmuştur.
Şimdi koca Osmanlı İslama büyük hizmetleri olmuş ecdadı kardeş katlindeki birkaç hatalı hükmünden dolayı silip atacaksak ashab-ı kiramın da Cemel vakasını nereye koyacağız?

Demek istiyorum ki devlet yönetimi zordur nifaklar fitneler asla bitmez, bu mücadelede doğrularda hatalarda olmaktadır buda imtihanın gereğidir.

Daha başka söze ne hacet?
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
Hz.Ömer r.a şehit olmadan önce can verirken oğluna vasiyet etmişti; "ben öldükten sonra aşere-i mübeşşereden olanları evimde topla aralarından birini emirel müminin seçsinler eğer seçime karşı gelen olursa kılıçla öldür" demişti kim için Cennetle müjdelenen sahabeler icin çünkü devletin bekası çok önemlidir.
 
Üst